"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazartesi, Ağustos 31, 2009

Aman, bu ne hız?


Daha bu sabah "yardım ister misin?" demiştim. Akşamüstü "Gerek yok, bakarım kendi başımın çaresine" dedi. İlahi!
Sabaha bulutlara tırmanmayı bitirmiş olacak sanırım :)

Fesleğen


Bu fesleğenleri ben anneannem için ektim. Veya onun yüzünden...

Bahçede havuz başında her daim saksi saksi fesleğen olurdu, bir de sardunya. Bazen bahçede çalışmaktan yorulmuş, dinlenmek için havuz başına oturduğunda, elleriyle fesleğenin basini okşardı. Sonra bana uzatırdı elini: "Bak, ne güzel kokuyor"
Elleri nasırlıydı, ama evet, çok güzel kokardı.

Derler ki fesleğeni tohumdan yetiştirmek çok güç işmiş, usta bahçıvanlara göreymis. O dedikleri fesleğenin başka türleri, örneğin Ocimum basilicum için geçerli olmalı. Onu tohumdan yetiştirmeyi denemedim hiç. Marketlerin manav bölümlerinde saksıyla satıldığını görürüm hep. Ama almadım da. Kendim yetiştirmeyip satın aldığım bitkilerle aramızda tuhaf bir kopukluk oluyor hep. Onları yaşatamıyorum. İşte ücüncü defadır marketten alınma saksida kekik öldürmekteyim bügünlerde, üzgünüm.
Bir de kızıl yapraklı kardeşi var Ocimum basilicum fesleğeninin. Onu defalarca denedim, kotiledon yapraklardan öteye götüremedim.

Ocimum Minimum, yani kücük yapraklı fesleğen, yani anneannemin fesleğeni öyle değil. Onunla kücük Asyalıyız biz, birbirimizin dilinden anlarız. Onu ben Ağustos ortasında bile el bebek gül bebek büyütürüm. Sadece saksıya elimle söyle serpeliyivermek varken tohumu, neden üç tanecik ekerim numune hesabı; onu bilemem.

Şunu diyecektim bir de... Bugün oğlum kücük ellerinin kücük bir hareketi ile beni tutup 30 yıl öncesine savurdu! Ben bu yukarıdaki fotoğrafı çekmeye çalışıyordum. Ellerini uzatıp fesleğenleri tutmaya çalıştı aniden. "Aman, dur, daha çok kücük onlar" diyene dek bir an dokundu da. Dokunmasıyla sabah serinliğinde mutfak bir anda fesleğen kokusuyla doldu. Benim sularken bile kıyamayıp damlama usulü suladığım bebeciklerim, büyümüşler meğer de, kokarlarmis mis gibi. Elimde olmadan arkami döndüm, anneannem yoktu. Arasam şimdi, sorsam telefonda; "anneanne, fesleğenleri sen de tohumdan mı ekerdin her yaz bası? Peki ya sardunyaları?"
Şaşırır eminim bu soruyu sorduğuma...

Şaşkın dev fasulye...


...meraklı burnunu göğe uzatmaya çalışıyor. Yolunu şaşırmış, üstelik de biraz zorlanıyor gibi. Sonunda galiba azıcık yardım edeceğim. O kocaman kafayla zor tabii ki... Hadi bakalım seni dev fasulye, ha gayret...

Pazar, Ağustos 30, 2009

Yine ayni sey :(

Yüzkirksekizinci kezdir ayni sey oluyor.
Dört saksiya dört tohum ektim. Neyin nesi olduklarini not etmedim ama üzerlerine. Biri cikti, digerleri cikmadi. 10 gün bekledikten sonra sabirsizlandim. Iki tanesine iki baska tohum daha ektim. Onlari da not etmedim. Biraz önce o saksilarin birinde bir sey ciktigini gördüm. Aklimda kaldigina göre Chives olmaliydi. Ama görünüse göre degil. Limon ekmistim, o da olamaz. Peki ne? Peki ne? Al sana bir bilmece daha. Sabirsiz ve daginik bahcivanin bilmecesi... Iki ihtimal var geriye kalan:Ya hasekiküpesi, ya da Geranium pratense (Kendileri latince adini ögrendigim ilk bitkidir. Ve Latince adini hic unutmadigim iki bitkiden biri. Kaldi ki Türkce adini da bulup cikaramiyorum)

Geranium pratense olmasini gönülden diliyorum. Mevsim yanlis, biliyorum. Yine de...

Yine sorular...

Iki ay kadar once Mine'nin biraktigi bir yorumda bahsettigi "Gefährliche Mahlzeiten" (Tehlikeli Ögünler) adli filmi izledim dün tekrar. Sakin kafayla ve dikkatle... (Almanca bilenler icin üc bölüm halinde Youtube'dan erisilebilir: 1, 2, 3)

Güncelleme (27.12.2011): youtube videolari yayindan kalkmis. Simdi buldum, su linkten de izlenebilir film.)

Aklimi uzun süredir mesgul eden bazi sorulari yanitladi. Bir dolu yeni sorunun da kafama üsüsmesine yol acti. Özet olarak, beslenme aliskanliklarimiz ve diger cevresel faktörlerin genlerimiz üzerindeki inanilmaz etkisinden bahsediyor.Gidalarin (ve onlarin paketlerinin) sadece bir nesilde (yani bir ömür icinde) genlerde olusturabilecegi bir dolu büyük degisikligi anlatiyor. Farkli yasam aliskanliklarina sahip tek yumurta ikizlerinin "genetik olarak belli hastaliklara yakalanma egilimi" egrilerinde olusan büyük farklari gösteriyor. Büyükannemin yediklerinin beni proglamladigini, benim yediklerimle torunlarimin yasam kalitesine yatirim yapabilecegimi ögreniyorum. Hic acilmamasi tercih edilen genetik kapilarin bilincsizce sectigimiz gidalarin sundugu anahtarlarla acilabilecegini ögreniyorum.
Aklim karisik. Cünkü birbiriyle celisen veya celismeyen bir dolu bilginin bombardimanindayim. Gida boyalarinin hiperaktivite üzerindeki etkilerini kanitlayan bir arastirma okuyorum birgün. Ertesi gün bir baska kaynak "Hayir, o arastirma sonuclari o sekilde yorumlanamaz" diyor.
Bildigim tek sey su:
Cevresel faktörlerin üzerimizdeki etkileri sandigimizdan, su anki bilgimizle tam olarak kavrayabilecegimizden cok daha karisik gözüküyor. Yapabilecegim tek sey -sokaktaki insan olarak- bilimsel arastirmalar corbasinin icinde debelenip, sonuclar cikarmaya calismaktansa temel kural olarak hep daha dogalini, daha gelenekselini, daha az islenmis olani tercih etmek. Olabildigince... Bilim dönüp dolasip hep bunu onaylayacak gibi görünüyor cünkü.

Kizilciga olanlar

Bugün tabakta hala melul mahzun ilgilileri bekleyen kizilciklara kiyamadim, kafamdan uydurdugum bir tarifle söyle yaptim:
Bir bardak (100 gr.dilar sanirim) kizilcik, 1.5 bardak su ve yarim bardak seker (ne yazik ki beyaz, ne yazik ki rafine) ve bir kabuk tarcini ocakta düsük ateste pisirdim. Kizilciklari birer kez kesip öyle attim pismeye, unutmadan. "Zencefil de mi koysam, kakule de mi katsam" diyen yanima "Sen hele bi sus, sade baslayalim, önce kizilcigin kendi tadini bi alalim" dedim.
Pek umudum yoktu ortaya bir sey cikacagindan. Sekerini fazla kacirmisim nitekim. Ama bunun disinda harika, harika, harikaydi. Rengi hele. Cola ve kardeslerinin bu ülkeyi nasil teslim alabildigine sasirip kaldim. Bir haftaya kadar sehrin bütün kizilciklarini toplamak gibi kötü planlar gelistirdim hatta. Kendimi silkeledim sonra, "kendine gel, biraz baskalarina birak, biraz da kuslara!" dedim. Galiba dinleyecegim sözümü...

Sarimsak

Marketlerde Cin sarimsaklarinin yerini Ispanya'dan gelenler almis. Ne diyelim? Hic yoktan iyidir.

Cumartesi, Ağustos 29, 2009

Sevgili günlük, dün var ya...

Günlerimi siniflandirmam gerekseydi dünü hangi sinifa dahil ederdim, bilmiyorum. Iyi? Kötü?


Sabah zaten biraz tatsiz basladi. Bir gün öncesinden beri yine atesi vardi oglumun. Buna ragmen ille de disari cikmak istiyordu. "Ba..ce, ba..ce" diye yüksek perdeden ve bitmek bilmeyen bir aglama tutturunca hem biraz temiz hava almasi, hem de komsularin ruh sagligi icin cikarmaya karar verdim. Baslarda keyifliydi ama sonra durgunlasti gezerken. Atesin yükseldigini tahmin edip eve döndük. Kapida, herseyiyle gercek bir büyükanne olmasi sebebiyle adini "Omi Teyze" taktigim komsumuzla karsilastik. Yakinlardaki kiralik hobi bahcelerinden birini edinmisler; elinde iki sepetle oradan geliyordu. Bizim payimiza da biraz elma ve domates düstü. Organik tabii ki :)


Eve gelince hemen atesini ölctüm oglumun. 40.5! Artik alistik sayilir. Hizla ama panik olmadan doktora kostuk yine. Her zamanki gibi üst solunum yolu enfeksiyonu. Doktor kilosunu sorarak bir an disari cikti ve elinde maalesef korktugum seyle geri döndü. Bir kutu antibiyotik :(


"Antibiyotik almaya siddetle direniyor. Bugüne kadar bir haftayi tamamlayabildigimiz olmadi hic" dedim umutsuzca. "Sagligi icin gerekiyor madem, sözünüzü dinlemeyi ögrenmeli, olmadi zorla verin" dedi. Daha Türkcesi, "ona evde patronun kim oldugunu gösterin, gerekirse tepesine binip zorla boca edin antibiyotigi agzina" demek istiyor. Ah, sevgili empati! Seni bazen doktor muayenehanelerinde bulmak ne zor :(


Doktora konu hakkinda "Ikna ve kandirmacadan zor kullanmaya antibiyotik icirme taktikleri" adinda bir kitap yazabilecek kadar tecrübemiz oldugundan bahsetmedim. Antibiyotik ictiginde üst solunum yollari bir yana, bir de alt sindirim yollarinda olanlarla savasmak zorunda kaldigini söylemedim. Benim oglumun bagirsak florasina anne sütü ile özenerek ektigim yararli bakterilerin hali bir haftalik antibiyotik kullanimi sonucunda nicedir? Kendileri enfeksiyonun bakteriyel kaynakli oldugundan yüzde yüz emin midir? Sormadim :(


Disari ciktigimizda oglumun atesi nispeten düsmüs, gözleri merakla acilmisti. Ana yollari, otobüsleri bir tarafa birakip, eve gölgeli, agacli yollardan yürüyerek geri dönmeye karar verdik. Aklimda enfeksiyonla mücadelede destek güc olarak davet edilmek üzere tarcinli ve pekmezli bir acik adacayi var bu arada.


Yol kenarinda kizilcik agacini bundan sonra gördük sanirim. Bir süredir esimle cevredeki kizilcik agaclarinin envanterini cikarmak ve "yok, daha olmamis, bir haftasi var" türünden durum raporlari hazirlamakla mesguluz zaten.


Bu kizilcik, envantere girmemislerden. Ama gayet olmus gözüküyordu.


Bu kizilcik var ya bu kizilcik; Malta'daki ates günlerimizde arastirirken atese karsi eskiden beri bilinen bir dogal ilac oldugunu okumuslugum var. Paracetamol/Ibuprofen etkili oldugunu pek sanmam ama vitamin ve mineralce zengin olmali. Belki de enfeksiyonlarla savasmakta basarili.

Bu kizilcik var ya bu kizilcik; Malta'da alternatif dükkanin sahibi amca ve hali hazirdaki diger müsteriler ile "cornelian cherry" nedir, ne degildir konulu bir sohbete karismisligi, velakin bulunamamisligi var.


Bu kizilcik var ya bu kizilcik, canimin ici Avrupa kitasinin kimi yerlerinde iste böyle yol kenarinda kendi kendine yetismisligi var.


Hikayeyi kisa kesmeli; topladigim bir kac kizilcigi cekirdeklerini cikarip ogluma veriyorum. Hala cok ekşiler ama biraksak limonu bile kabuguyla yiyecek olan sincap icin hic dert degil. Kisa zamanda toplanan bir kac taneyi tüketiyor da, "Mam..ma bittiii?" diye soruyor iki elini yana acip. Evet, bitti. Ama envantere göre yolumuzun üzerinde bir kizilcik agaci daha var, üstelik kamuya acik alanda :) Orada hizimizi alamayip epeyce kizilcik topluyoruz. Düzelteyim; hem yiyip, hem topluyoruz.


Eve dönünce domatesleri, elmalari, kizilciklari, velhasil günden kismetimize neler düsmüsse yikiyorum. Tuhaf sey, kizilciklar dalindan yedigimiz kadar tatli gelmiyor. Oglum da kafasini ceviriyor simdi bir tane uzatinca. Hic bir meyve, ama hic biri, dalindan koparildigi keyifle, lezzetle yenmiyor evde. Bunu unutmamali.

Günün gerisi:
-Antibiyotik meselesini hic sormayin.
-Domates ve elmalar da harika. Ayni cocuklugumdan firlayip gelmis gibiler.
- Kizilciklar elbette mucizevi bir etki göstermedi. Aksama dogru yine yükseldi ates.
- ...ve her seye ragmen daha tam olmamislar. Bir haftalari var. Bu sefer gercekten.

Perşembe, Ağustos 27, 2009

Nehir kenarinda bir tasla bir kac kus...

Dün aksamüstü nehir kenarina gittik. Sincap oglum suya tas atarken, ben de kiyidaki yuvarlak cakil taslarindan biraz topladim. Niyetim yikayip temizleyip saksi diplerinde kullanmak bu taslari. Daha iyi bir drenaj saglayabilmek icin. Özellikle Akdeniz tipi baharat bitkilerinin (feslegen, biberiye, kekik, mercankösk, lavanta vb.) en az 20 cm. capinda ve dibine cakil tasi dösenmis saksilar istedigini okumustum coook zaman önce. Bu yazi kacirdik ama gelecek yaza ciddi planlarim var.
Oglumun suya atacagi taslari özenle secmesini, güllecilere has büyük bir ciddiyetle her seferinde iyice geriye, ta ensesine kadar götürmesini, sonra olanca gücüyle firlatmasini bir görmeliydiniz. Cogu ciliz bir "cop" sesiyle kiyiya yakin düsüyordu; bazilari hatta suyu bulamiyordu bile. Ama olsun, ne gam! Hicbir sey nesemizi elimizden alamaz bizim. Biz daha bir "basarim toplumu"nda (Achieving Society / Leistungsgesellschaft) yasadigimizin farkinda bile degiliz ki...Tasi ne kadar uzaga firlatabildigimizin, ne büyük "coppp"lar cikarabildigimizin bir önemi yok. Önemli olan tasi ve suyu hissediyoruz biz. Tasin suda yarattigi daireleri görüyoruz bir de.
Hem var ya, suya tas atinca dipte kaybolup gider ama bir yaprak atarsak -veya bir agac dali-suyun üstünde kalir, yüzüp gider o. Sanki bizim eve bilmem-ne-degisim-programi cercevesinde Uranüs'ten sevimli bir yaratik göndermisler de, bu gezegeni ögrenip kesfederken eslik etme sorumlulugunu da bana vermisler. Öylesine yeni bastan ögreniyorum dünyayi.

Daha kimbilir neler ögrenecegiz, merakla bekliyorum.

Çarşamba, Ağustos 26, 2009

Blog yazarindan, ihtiyactan

Bazen bir sarki ihtiyac haline geliyor.
Insan cok duymak, bol söylemek istiyor. Ilac niyetine...
Mesela sunu:

işte sana konuşan biri
dilsiz ve dudaksız
durmadan koşan biri
elsiz, ayaksız
böyle koşup durmak
senin neyine gerek
boşlukta ayaksız yürümek
gökteki ay gibi
ben bir denizim,
ben bir denizim
kendi içinde taşan
ben bir denizim
uçsuz bucaksız
kıyısız, hür bir deniz

Yok, kendimi kiyisiz bir deniz gibi hissettigimden falan degil. Galiba daha cok ilk satirlar yüzünden. Bilmiyorum...

Sana da oluyor mu degerli okuyucu?

Bilmece

Bu aralar aklimi mesgul eden bahce deneylerinden birisi bu:



Ne olabilecegini tahmin edebilen var mi?
(Pinar, sssssttt! Kopya verme!)

Devetabani, senin derdin ne?

Devetabani yeni bir yaprak daha veriyor. Bu sabah onun dibinde yeni bir havai kök daha kesfettim. Ne demek bu simdi? "Off, burasi cok nemsiz, biraz su lütfen" mi?; yoksa "Keyfim cok yerinde, biraz yukarilara tirmanayim" mi? Anlayamadim.
Devetabani ile henüz tam anlasamiyoruz. Birbirimizin dilini en kisa zamanda sökeriz umarim.
*
Bu asagidaki fotograf özellikle Pinar icin ve bir keciboynuzu fotografi ile takas edilmek üzere yayinlaniyor :)

Salı, Ağustos 25, 2009

Kizartma tavasi, yollarimizi ayiralim seninle

Patatesi firinda "kizartmayi" Yesim'den ögrendim. Firinda nefis patlican kizartmasi yapilabileceginden bir özel yazismamizda Funda bahsetti. Biberi tavadan firina davet eden Tijen'di. Balik zaten bizde cogunlukla firinda piser.
Bugün köfteler bana dedi ki:"Bizim neyimiz eksik? Zaten kirk yilin basi yapiyorsun bizi. Biz de firinda kizarmak isteriz."
"Siz bilirsiniz" dedim ben de. Her zamanki gibi hazirladim ama yagda kizartacagima bir firin tepsisine yerlestirdigim firin kagidinin üzerine dizip öylece pisirdim. Hic yaglamadan (hazirlarken kiymaya ekledigim 2 kasik zeytinyagi haric) hem de... Bence saglikli olusu bir tarafa, tavada kizartmaktan kesinlikle daha da lezzetli oldu.
Kizartma tavasini emekliye mi ayirsam diye ciddi ciddi düsünmeye basladim.

Pazar, Ağustos 23, 2009

Devetabaniyla hizli bir giris

Monstera Deliciosa.
Devetabaninin Latince adi buymus.
Cocuklugumda hemen hemen her evde bulundugunu hatirladigim bu salon bitkisini simdilerde Türkiye'de edinmenin güc oldugunu okudum az önce ve pek sasirdim.
Devetabani yeni evimizi buldugumuzda bizi bekleyen iki bitkiden biriydi. Digerinin adinin ne oldugunu bilmiyorum, arastirmam gerek. Her ikisi de son alti ayi oldukca bakimsiz gecirmis. Tamirat sirasinda biz de fazla ilgilenemedik. Simdi artik biraz bakima alma zamani.
Devetabaninin bir hafta önce verdigi son yapragin dibinden köke benzer bir sey uzamaya basladi. Ben bu yolla cogaltabilecegimi dusunmustum. Okudum ki, bu kökler devetabaninin havai kökleri olup ne kadar uzarsa bitkinin ortaminin o kadar kuru olduguna, zavallicigin o kadar cok suya ve neme ihtiyac duyduguna isaret edermis. Bugün bolca suladim ve yapraklarini islak bir bezle silererek islattim. Aklimda bunu disinda da bir sürü soru var. Vaktimi gecmiste devetabanindan cok veritabani bakimiyla gecirmis oldugumdan olsa gerek. Her seyden önce neredeyse boyu bana yetisen bu kocaman bitkinin saksisini nasil degistirecegimi bilmiyorum. Kolay bir yolu olmali. Ayrica saksi degistirmek icin uygun mevsim hangisidir? Sonbahar? Ilkbahar? Bu arada biraz besin takviyesi yapmak istiyorum ama buldugum rastgele bir seyi de vermek istemiyorum. Nelere ihtiyac duydugunu bulmali ve o maddeleri vermenin az kimyali, dogal bir yolunu...

Önümüzdeki hafta internette arastirma ödevlerimden biri bu.
Ama degerli okuyucu, devetabani hakkinda bildiklerin varsa, sen de yazar misin? Icinde devetabani olan cocukluk anilari da olur :)


Güncelleme/25.08.2009:

Ödevimin sonuclarini acikliyorum:
Devetabaninin asil anavatani Meksika ve Güney Amerika'nin tropikal yagmur ormanlariymis. Bu sebeple bol nem ister, direk günes isigindan hoslanmazmis. Biraz aydinliga hayir demezmis elbet. Saksi degisikligini baharda yapmaliymis. Nasil? Hala bilmiyorum. Yazin her iki haftada bir, kisin ayda bir bildigimiz yesil bitki gidasi ile takviye etmek yeterliymis. Tropik ormanlarda havai köklerini agac dallarina sararak yükselen tirmanici bir bitkiymis. Bu yüzden bir tirmanma destegine (cubuk, sopa vb) ihtiyac duyarmis. Cok büyüdügünde yaprakli dallarini suda bekleterek cogaltabilirmisiz, kökleniyormus. Bu arada cok bilinen uluslararasi bir ev esyalari ve dekorasyon firmasinin katalogunda biraz daliyla kesilmis devetabani yapraklarinin büyükce cam vazolarda dekoratif amacla kullanildigini gördüm. Oldukca sade durdugu icin hosuma gitmisti. Bu da minimalist dekorasyondan hoslananlarin aklinda olsun :)