"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Salı, Mayıs 29, 2007

Bir yazı: Ya ruh obezliği

Zülfü Livaneli pek çok toplumsal sorunumuzun kökeninde kültürel yozlaşma olduğunu yazar öteden beridir. Bugünkü de öyle bir yazısı... "Ya ruh obezliği" adlı yazıda

"Beden obezliğinin farkındayız ama belki bundan daha da tehlikeli olan ruh obezliği henüz kafalarımıza dank etmiş değil.

Bedenimizin sağlığını abur cubur yemek bozuyorsa, ruh sağlığımızı da televizyondan, basından, eğlence dünyasından yayılan abur cubur mahvediyor. "

demiş. Katılmamak elde değil. Mesele doğru "kültür diyetini" bulup uygulayabilmek olsa gerek.

Yazının tamamı burada.

Pazar, Mayıs 27, 2007

Bugün...

  • ... sabah kalkmış yatakta oyalanırken birden dakikalardır sokaktan bir tane bile otomobil geçmediğini farkettim. Oysa ki çok gürültülü olmamakla beraber, gece bile hareketli bir sokaktır. Olağanüstü bir sessizlik! Önce biraz garip geldi, sonra hoşuma gitti. Sessizliğin tadını çıkardım. Hiç otomobil olmayan bir dünya -en azından sesler açısından- nasıl olurdu diye merak ettim.
  • ... bir Internet sitesinde evdeki gündelik dağınıklığı engellemek için küçük bir yöntem okudum. Oyunun adı "odayı eli boş terketme!". Bir odadan her çıkışımızda elimize o odaya ait olmayan bir eşya alıyoruz ve eşyayı gittiğimiz (veya yolumuz üzerindeki) odada yerine bırakıyoruz. "Aman, triplex evimiz mi var. Bizim nohut oda, bakla sofa evimizde ne kadar farkeder ki..." dedimse de denedim. Bayağı işe yarıyor.
  • ... ekmek pişirdim. Bir hafta yetecek kadar. Ekmeklerimin son zamanlarda susam, ayçekirdeği, yulaf, ceviz gibi eklemelerden gittikçe uzaklaşıp basitleştiğini farkettim. Un, su ve maya... O kadar... Ruh halimle ilgili galiba...
  • ... akşamüstü yine yağmur yağdı. Yağmurdan sonra mahallenin çocukları çıktılar sokağa. Seslerini duydum. Çok eğlendiklerini farkettim.
  • ... ben niye yürüyüşe çıkmadım ki?

Velhasıl bugün de böyle geçti.

Perşembe, Mayıs 24, 2007

Falımda materyalizm çıktı!

Bazen eğlenceli bulduğum için çiğnediğim sakızlardan çıkan falları okuyorum. Bugünkü şöyleydi:

Çıktı falında bir yar
Para işinden anlar
İki giyim mağazası
Bir de güzel evi var.


Eskiden olsa "Can alıcı gözleri, altın gibi kalbi var" mealinden bir şeyler yazarlardı. Can alıcı gözler ve altın kalpler artık karın doyurmuyor. Fabrikatör kızı Selma'nın babasının tüm ayak oyunlarına rağmen fakir çocuk Murat'a aşkından vazgeçmediği, Murat'ın da aşkına karşılık fabrikatör babanın teklif ettiği liraları bir tokat gibi geri fırlattı günler çoktan geçti tabii.

Ama mutluluk hayallerimizin ön şartı para işinden anlayan mağaza sahibi sevgili mi olmalı yani?

Fallar bile ne kadar materyalist oldu böyle...

Perşembe, Mayıs 17, 2007

Bi yuppiii daha: Civanperçemi!

Yuppiiiiiii!

Civanperçemim çiçek açıyor!
Hangi civanperçemi?
Hani şu hurmanın saksı kiracısı olan...
Geçen sonbahar bir yürüyüşten dönerken köküyle söküp getirmiştim de evde bulduğum ilk boş saksıya ekmiştim. Pek de bakıp ilgilenememiştim sonradan. Buna rağmen bütün kış düzenli olarak neredeyse 10 günde bir dal vermişti topraktan. Ben de onu "aman da civanperçemim benim" diye seviyordum her yeni dalında. Baharla birlikte o da canlandı. Dipten dipten dal vereceğine uzayıp boy atmaya ve yan dallar vermeye başladı. Bahçede bayırda gördüklerim yanlara doğru gelişir, en fazla 10-20 cm. dir boyları. Benimki saksıda genişleyecek yer bulamadığından herhalde, boyuna gidip neredeyse 50 cm'ye yaklaştı. Bir kaç gündür de üst dallarında pıtır pıtır çiçeklenme belirtileri gösterdi. Bembeyaz çiçekleri patladı patlayacak!

Ekolojik bahçıvanlık veya doğal/basit yaşam kitaplarında hep okuduğum bir öneri doğruymuş. Bahçenizde veya evinizde yetiştirmek için yaşadığınız bölgenin doğal bitkilerini tercih edin diyordu. Hem iklim ve toprağa uyumları sebebiyle daha az zahmetli olduklarından, hem de kimyasal gübre ve benzeri doğaya yük getiren yapay desteklere ihtiyaç duymadıklarından dolayı...

Yine de evde saksı bitkisi olarak civanperçemi yetiştiren kaç deli vardır benden başka, bilemiyorum.

Neden civanperçemi yetiştirdiğimi de yazacaktım ama, o başka bir yazıya kalsın. Önümüzdeki bir kaç ay için yaşamımı biraz rölantiye almaya karar verdim. Herşey yavaş yavaş, azar azar aksın; koşturmacalar, herşeye yetişme, herşeyi yetiştirme çabaları son bulsun diye umuyorum.
Acaba başarabilecek miyim?


(Fotoğraf: anita gould)

Perşembe, Mayıs 10, 2007

Bu bahar gözüme takılanlar - 5: Karahindiba ve papatya

Mevsim yaza geçmeden papatya ile karahindibadan bahsetmesem olmayacak.
Yol kenarlarını dolduranlar da onlar...
En acemi bahçıvanların bahçelerine hayat verenler de...

Dün yanından geçtiğim bir bahçede gördüm. Çimleri biçerken ortada baklava şeklinde bir bölüme dokunmayıp olduğu gibi bırakmışlar. Sadece papatya ve karahindibadan oluşan bir çiçek tarhı elde etmişler böylece. Önce bahçıvanın tembelliğine verdim. Ama sonra düşündüm de... Belki de şık bahçe dergilerinden fırlamış gibi değil de, daha "doğal" bir tarzı tercih ediyordur bahçesinde. Neden olmasın? (Fotoğraf: Sir Iwan)

Bu kır çiçeklerinin en hoşuma giden yanı, her ortamda, her şart altında yetişebilmeleri. Hani bazen kaldırım kenarında, duvar dibinde neredeyse yoktan -yoktan demeyelim de taştan- biten karahindibalar olur ya... İşte onlar benim favorilerim! İnsana her şart altında şikayet etmeden, ne olabilecekse en iyi şekilde onu olmanın mümkün olduğunu anlatır gibiler... (Fotoğraf: muckiwurm)

Karahindibanın latince adı Taraxacum officinale. Başta gelen batı dillerinde olduğu gibi Türkçe'de de aslandişi diye geçtiği oluyor (İngilizce dandelion, Fransızca dent de lion, Almanca Löwenzahn). Çoğu zaman sarı çiçeklerine şöyle bir bakıp geçtiğimiz hindiba aslında çok da faydalı bir bitki ve mutfağımızda da önemli bir yeri var. Sadece pazara çıkıp oradan da mutfağımıza girdiğinde çoğunlukla adı radikaya dönmüş oluyor :-)) Ev Cini ve Yoğurtland'da iki güzel tarif ve pek çok ilginç bilgi var karahindiba-radika hakkında... Biz de yol kenarlarında olanlardan değilse de, pazara uğramış "kültürlü" kardeşlerinden bolca misafir edebildik mutfağımıza bu bahar.
Aslında taa geçen sene bulduğum, ama denemeye bir türlü fırsat bulamadığım bir başka tarif daha var karahindibalı. Bu tarifte otun yaprakları değil, hepimize tanıdık olan sarı çiçekleri kullanılıyor. Hem de "tatlı" bir amaç için: Karahindibalı Kurabiye! Denemeyi çok istediğim bu kurabiye şu linkte fotoğraflı olarak tarif edilmiş. Karahindibanın faydaları ve kullanım alanları sayılamayacak kadar çok. Çayına ve kahvesine girmiyorum bile...
(Fotoğraf: Catalinr)

Papatyaya gelince... Aslında pek çok değişik türü var bu çiçeğin. Papatya deyince aklıma hemen o ünlü tango geliyor: "Papatya gibisin beyaz ve ince, eziliyor ruhum seni görünce...". Bu şarkıda kastedilen papatya hangi türdür bilmiyorum :-)) Ama benim sözünü ettiğim, bildiğimiz kır papatyası. Baharda pikniğe gidince saçlara taç diye örülen veya "seviyor-sevmiyor" fallarına çiçeklerini feda eden... Sadece bahar müjdecisi ve piknik eğlencelerinin konusu değil tabii ki papatya. Pek çok faydası da var. Bu yazıyı "Şifalar Bitkiler Ansiklopedisi" ne çevirmemek ve çok iyi bilmediğim konularda ahkam kesmemek için hiç girmiyorum bu konuya. Ama şu ve şu linkte şifalı özelliklerinden bahsediliyor papatyanın... (Fotoğraf: Mark Bridge)

Çevremizdeki bu mütevazi, küçük güzellikleri farkedebilmek ve onları bir şekilde yaşamımıza konuk edebilmek ne güzel!
İster bir su bardağının içinde masamızın bir köşesini süslesinler, ister bir fincan çay olsunlar keyifle yudumladığımız... İster başımıza taç, ister dilimize şarkı olsunlar.
Hep yaşamımızda olsunlar!

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

Yuppiiiiii! Yağmur!

Yuppiiiiii!
"Bir yağmur göremeden bahar gitti gidiyor" derken üç gündür yağmur yağıyor!
Bütün polenler yere indi. Artık daha rahat nefes alabiliriz.
Sabah şemsiyemde ve kaldırımlarda tıpırdayan yağmuru dinleyerek biraz yürüdüm.
Şemsiye ve yağmurluğa rağmen biraz ıslandım, ama ne gam!
Ağaçların suyu görünce biraz koyulaşan, capcanlı yeşili ne güzeldi...
Sadece çocukların çıkarabileceği bir keyifle, özellikle su birikintilerine basarak giden bir kaç afacan gördüm. Onlar gibi birikmiş suların üzerine üzerine gitmek yerine, farkına bile varmadan etrafından dolaşmayı ne arada öğrendik de, ne zaman yetişkin oluverdik merak ettim.

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

ebay maceram!

Internet üzerinde alışveriş yapmaya bir türlü alışamadım. En son 6 sene önce Amazon'dan birkaç kitap almıştım sanırım. Sonra uzunca bir ara verdim. Ne büyük birader izlesin beni, ne küçük birader Hawai tatilini kredi kartımdan ödesin!
Ayrıca sanal alışverişte kaybolup gidiveren bazı şeyler var sanırım. Satın aldığım şeyi (ister bir kitap olsun, ister bir demet maydonoz!) elimde tutup hissetmeye ihtiyaç duyuyorum mesela... Sonra "alışveriş sohbetleri"... Bazen laf lafı açar... İster satıcıyla olsun, ister mağazadaki diğer müşterilerle, insan başka türlü öğrenemeyeceği bir dolu şey öğrenebilir bu sohbetlerde. Hem hava da güzelse caddelerde alışveriş bahanesiyle dolaşmak, bilgisayar başında tünemekten daha iyidir.

Geçen hafta internette alışverişe dönüş yaptım! Hem de benim için zorlu tarafından, ebay üzerinden! Bir sürü "zaten" beni ebay'e götürdü. Satın almak istediğim şeyi üreten zaten topu topu üç firma vardı. Zaten üçü de internet üzerinden satış yapıyordu. Zaten belli bir ölçü ve renk ile belirlenen model isimleriyle satıldığından yanlış bir şey alma şansım yoktu. Zaten çoğu meraklısı da benim gibi ilk el fiyatlarını fazla bulduğundan ebay'den ikinci el satın alıyordu. Zaten, zaten, zaten...

Yine de temkinli gitmekte fayda gördüm. Bir ay önce kendime bir ebay hesabı edinmekle başladım işe. Alıcı olarak hiçbir "tehlikeli" bilgi (kredi kartı numarası, hesap no vb.) vermek gerekmemesi işin hoşuma giden taraflarından biri. Sonra sıra açık arttırmadaki binlerce ürün arasından uygun bir tanesini bulmaya kalıyor.

İlk bir hafta seçtiğim açık arttırmaların nasıl gittiğini takip etmekle yetindim. Biraz sağlamcı mı gittim, ne? Ama sabit bir fiyatın olmayışı işin en tehlikeli taraflarından biri. Sistemde bir güvenlik açığı falan olmasından değil. İnsanoğlunun doğasından dolayı! İnsan kolaylıkla işin içinde "gerçek" para döndüğünü unutup, kendisini bir bilgisayar oyununun içinde zannedebilir. Geçmiş satışların nasıl seyrettiğini izlemek, özellikle son dakikalarda soğukkanlı olmak, çıkılabilecek en yüksek fiyatı önceden kendi kendine sıkı sıkı tembih etmek(!), şüpheye kapıldığım yerlerde tecrübeli ebay kullanıcılarının görüş alışverişinde bulunduğu forumu takip etmek benim uyguladığım yöntemlerdi :-))

Kurulan sistem pek çok yönüyle güvenilir görünmesine karşılık, belirlenen kurallar çerçevesinde hoşa gitmeyecek taktikler uygulandığını da öğrendim bu sayede. Örneğin ürün açık arttırmada en yüksek fiyatı teklif edende kalıyor doğal olarak, ama bazı durumlarda satıcı ve alıcı karşılıklı anlaşarak vazgeçerlerse, ürün en yüksek ikinci fiyatı verene teklif edilyor. Bazı satıcılar bu özelliği kullanarak sattıkları malın fiyatını yukarıya çekmek için bir ikinci hesap ile (veya bir tanıdıklarının yardımıyla) alıcı gibi arttırmaya katılıp sonunda da (sözde) "vazgeçiyorlarmış". Sonuç: Mal yapay olarak yükseltilmiş fiyatla herşeyden bihaber olan "ikinci en yüksek fiyatı veren" e teklif ediliyor. Çoğu zamanda kabul görüyor.

Benim açımdan bu ilk ebay alışverişi sorunsuz sonuçlandı. Satıcı iletişime ve bilgi vermeye oldukça açık biriydi. Bana kullanım hakkında ufak tefek ipuçları dahi verdi ve biraz geciken postanın kargodaki durumundan da haberdar etmeyi ihmal etmedi. Satın aldığım mal iki gün önce elime geçti. Tam olarak tarif edildiği gibiydi, fotoğraftakinden biraz daha kötü bir şey çıkmasına kendimi hazırlamış olmama rağmen... Yani beklentilerimi tam olarak karşıladığını söylemek mümkün...

Sonuç olarak internet üzerinden açık arttırmalı alışverişi önerir miyim? Yooo! Mümkün olduğunca eski usul gitmeyi kendi adıma tercih ederim. Özellikle bir tüketim canavarına dönüşme eğilimi olanlara hiç önermem. ebay'in ciddi sayıda kontrolden çıkmış "bağımlıları" olduğunu duydum.
Ama "hiç tavsiye etmem" de diyemeyeceğim. Ne satın almak istediğimize bağlı. "İhtiyaç" ve "istek" arasındaki ince farkı iyi bilen ve doğuştan iyi pazarlık becerisine sahip olanlar bu tür sanal satışlardan faydalanabilir bile...

Fotoğraf: Old Shoe Woman