"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Çarşamba, Mayıs 30, 2012

Ruhumun ve cam kavanozlarin bir yerlerde...



Yillar önce sadelik üzerine fikir paylasanlarin bir araya geldigi bir ortamda ortaya atmistim bu soruyu: "Bir cam kavanozla neler yapilabilir? Bir recel kavanozu örnegin. Atmak yerine baska neler yapabiliriz onunla?"

Cam cok özel bir malzeme oldugu icin ilgimi cekiyordu. Hem dogal, hem yüzde yüz geri dönüsümlü, hem cok yönlü. Dikkatli kullanildiginda insan torunlarina bile miras birakabilir. Ilginc yanitlar gelmisti o zamanlar.  Tabii cam bir kavanozun sadeligin asil amaci yaninda kücük ve önemsiz bir detay oldugunu düsünenler de vardi. Kisisel sadelesmeye, ruhunu asiriliklardan temizlemeye, hirstan arinmaya, daha hosgörülü ve anlayisli olmaya önem veren degerli insanlardi. Paylasiyordum bu görüslerini. Fakat cam kavanozlar ve arkasi tekrar kullanilabilecek aylik satis raporlari üzerinde de düsünmeden duramiyordum. Biz, hepimiz sadelesmeliydik, dogru. Iceride bir yerde... Ama dünyanin bizim sadelesmemizi bekleyecek zamani yoktu. Icimize giden yol uzun ve cetrefilli bir yoldur. Engebeleri, cukurlari, yanlis yerlere cikaran patikalari coktur. Bu arada evlerimizin kapisindan girip cikan plastik kaplarin durumu ne olacakti örnegin? Iste bu yüzden cam kavanozlara önem veriyordum. Ve iste bu yüzden blogu ilk tasarlarken adini "Sade Bir Yaşam" degil, "Basit Bir Yaşam" koydum. Basit, gündelik detaylardan bahsetmeye öncelik verdim. Ruhumun ve cam kavanozlarin bir yerlerde ayni ana yola cikacaklarini tahmin ediyordum. Öyle de oldu zaten.

Sana "bir ara sorarim ben de sorularimi" demistim ya. Bu onlardan biri örnegin. Sinava ceken ögretmen gibi degil, meraki hic bitmeyen ögrenci gibiyim sorumda; bunu bil. Sence su yukaridaki kavanozdan (ki yanindaki kibrit kutusunun da gösterdigi gibi orta boylu, en fazla 400 ml alabilen bir kavanozdur) neler yapilabilir? Nerelerde nasil kullanilabilir? Lütfen aklina gelen her fikri birbirine benzese ve cok basit oldugunu düsünsen dahi yaz. Tam da yeri cünkü :) Ve ben en kücük detaydan ilhamlar alan biriyim. Disarida bir sürü öyle insan oldugundan da eminim.

Güncelleme:
30. Haziran günü mektupla gelen yanitlar :)
  • ben hep kullaniyorum bu gibi siseleri. ozellikle disari cikarken benim kuzuyla:)
    icine yemis, meyva, yogurt koyuyorum.
    ozellikle yemis...nasil herkes yanina cikolata, kek alir cocugu icin ben ne zaman disarida "mama" dese hemen bu kavanozu "cekiyorum" :)
    cok seviyorum/seviyoruz bu boyutu.
    bir de son zamanlarda tohum biriktirmeye basladim yeniden. onlari da koyabilirim. sonra biriktikce tohumlar dogaya firlatiyoruz...aklima ilk bunlar geldi:)

  • Evrencim, yorum yazmak istedim ama fotograf ekleyemeyecegim icin mail atmaya karar verdim. Ben dolabı actıgımda gordugum bu manzarayi cok seviyorum. Sırasıyla adacayi, cubuk tarcin, papatya ve defne yapraklari var benimkilerde. Ihlamurum cok oldugu icin böyle kucuk kavanoza sigmamisti yoksa onu da yanlarına ekleyecektim. Bitki cayi yaparken boyle gorerek secmek guzel oluyor. Diger fikirler de super, bence renkli kagit veya pecete yapistirip renkli mumluklar da yapilabilir. Ama favorim bu acikcasi. (Selen)

Çarşamba, Mayıs 23, 2012


Bazen bir sey görürsün.
Sükredersin.
Gözleyeni
ve parcasi
oldugun icin. 

Yillar önce gercek bi tanesini Mogan Gölü üzerinde izleme onuruna erismistim. Üzerine kitaplar dolusu yazilir diyecegim ya, yaziliyor zaten. Bilimi bile var. Linki takip et, tavsan deligine düş.
Lavandula stoechas, nam-ı diğer karabaş otu

Elim lavanta tohumu paketine her gittiginde
"Acaba olur mu? Becerebilir miyim? Pencere kenarinda saksida lavanta yetistirebilir miyim?" dedigim ve
elimi geri cekip paketi satin almaktan vazgectigim
yillarima yanarim.

Cicek verir mi, vermez mi bilmem.
Vermezse de ne gam,  ilk yapraklari cayimiza coktan kattik bile :)

Salı, Mayıs 22, 2012

Bir davetiye, bir hazine kutusu, kahve ve kek: Gitmez miyim!

Bu ay aklim daha cok bahar temizligi ile mesgul oldugundan ellerim daha az calisiyor. 3 yil önce bence gayet sade yerlestirmis oldugum oturma odasindaki dolap infilak etmeye hazir bir canavara dönüsmüstü, onu elden gecirdim örnegin. Giysi dolaplarini, bazi cekmeceleri de... Bir de eski not defterlerini, oraya buraya alinmis kücük notlari gözden gecirdim/geciriyorum. Yeni yazilar cikacak bazilarindan, bazilari icinde oturduklari defterler bir yana, zihnimi de coktan terkederek kagit cöpünü boyladi :)

Bu ay sincap ellerini benden daha cok calistiriyor. Normalde Anneler Günü kutlamiyorum bildigin üzere. Fakat zarfini elleriyle süsledigi, "anne" sözcügünü ve en alta adini ögretmeninin yardimiyla kendi yazdigi söyle hos bir davetiye aldim oglumdan; reddetmem imkansizdi :



Böylece yasamimin ilk Anneler Günü kutlamasina katildim. Birbirinden güzel cocuklarin hazirladigi kücük tiyatrolu, sarkili bir gösterinin ardindan oglumun hem bir gün önce hazirlanmasina katkida bulundugu, hem de ikramina yardim ettigi pastadan yedim :) Yine elleriyle hazirladigi su harika hazine kutusunu armagan etti bana :


Anaokulunun günlük raporlarindan biliyorduk hummali bir armagan hazirliginda olduklarini. Ne oldugu bir sürprizdi. Sincabin pembeye boyali ellerle eve geldigi gün agzindan kacirdigi bir sürpriz ;)

Cocuklar, bu dünyanin kendileri kücük, yürekleri büyük bilim insanlari her daim elleriyle kesfetmeliler yasami. Bazen evde sincabi bu acidan istedigimden daha az tesvik edebildigim hissine kapiliyorum. Neyse ki anaokulu var. Anaokulu ögretmenleri olmasaydi ne yapardik?...

Asagidaki film elleri kullanmak ve özel olarak cocuklarin elleri kullanmasi hakkinda...

Pazartesi, Mayıs 21, 2012

Iki kitap, iki insan

Iki kitap okudum,iki insanla tanistim. Birbirleriyle tanistiklarini sanmiyorum ama tanismis olsalardi birbirlerini severlerdi diye tahmin ediyorum :)

Trying to Give Ease: Tommie Bass and the Story of Herbal Medicine
Tommie Bass'in  1996'da öldügünde ABD'nin en taninmis herbalisti oldugu söyleniyor. Alabama'da 1908'de dogmus ve ömrünün hemen hemen tamamini da dogdugu yerde, Appalachian Daglari'nin kiyisinda mütevazi sartlarda gecirmis. Yasadigi daglarin bitkilerini tek tek taniyor ve yaptigi ilaclarda kullaniyormus. Hakkinda bir belgesel film, akademik bir kitap, bir master tezi ve pek cok gazete haberi ve makale bulunmaktaymis. Aslinda  sifali otlar ve sifacilik hakkinda özel bir egitim almamis. Babasi kürk tüccariymis ve ormana kapan kurmaya giderken oglunu da götürürmüs. Arada ormandan topladiklari otlari sattiklari da olurmus. Anne ve babasinin ormanda bir gün saskinlikla ginseng bulduklarini ve bir süre ginseng kökü satarak epey para kazandiklarini anlatiyor. Cocuklugundan annesinin Ingiliz atalarindan ögrenip uyguladigi ev ilaclari (kiraz agaci kabugu, molasse, sigirkuyrugu otu, biraz limon, karabiber vb.den olusan bir öksürük surubu örnegin) , yasadiklari cevrenin siyah sifaci kadinlari, kendi ilaclarini kendi üreten dogaci tip doktorlari ve Kizilderili geleneginden gelen bilgileri animsiyormus. Gencliginde babasinin meslegini devam ettirerek ormandan tanidigi otlari satmaya baslamis. Müsterileri arasinda ilac firmalari varmis. Dogru bitkiyi dogru kalitede toplayabilmesi icin brosürler, tani bilgileri ve hatta numuneler gönderiyorlarmis. Botanik bilgisi böylece daha da artmis. Bir süre sonra topladigi bitkilerden kendisi de ilaclar, caylar vb.yapmaya baslamis. Insanlar gelip yardim ve akil sorar olmus. Bol yerel detayli, karsiliginda genellikle para almadigi , bazen hatta insanlara gerekli otlari nereden toplayabileceklerini tarif ettigi sohbetlermis bunlar. Zamanla ünü Alabama disina ve tüm Amerika'ya yayilmis.  Daima amacinin hastaliklari tedavi etmek degil, hastalari rahatlatmak ("to give ease") oldugunu söylemis.

Kitapta pek cok rahatsizliga karsi bitkiler ve dogal ilaclar önermekte fakat cogu Kuzey Amerika bitkileri oldugu icin ilgi alanimin disinda kaldi. Sayesinde pek cok ilginc hikaye, daha önce duymadigim doga olaylari  ve pek cok yeni bitki ögrendim. Parheli (yalanci günes) fenomeni ya da Sassafras, sarsaparilla (Smilax) gibi... Tanidigim bitkileri nasil da "her derde deva" kullandigina sahit oldum. Sinir otu (Plantago) ya da Kuşotu (Stelleria media) gibi... 


Hakkinda Youtube'da buldugum kisa bir video ve asil belgeselin transkripti.

Das Naturbuch für Neugierige
Kitabi bir kitapcinin raflarinda ilk gördügümde benim icin oldugunu biliyordum :) Adi "Meraklisi icin Doga Kitabi" demek :) Kütüphaneden alip okudugumda Loki Schmidt'i tanimiyordum. Kitabi genc gazeteci ve biyolog Lothar Frenz'le birlikte yazmislar. Bazi bölümler ikili arasinda diyalog seklinde. Doga sohbetlerini cok seven biri olarak kitabin bu halini ayrica sevdim. Fakat Loki Schmidt acikca doga üzerine konusmalarini  monolog seklinde dahi zevkle okutabilecek türden bir insan. 1919'da Hamburg'da mütevazi bir isci ailesinin cocugu olarak dogmus. Mama (Anne), Papa (Baba) dan sonraki ilk sözcügü "Frau Mantel" imis. (Frau Mantel = Bayan Manto - Aslinda bir bitki adi olan Frauenmantel yani kadinmantosu demeye calisiyor :) Cocuklugunun gectigi isci evlerinin arkasindaki karanlik avlularda yetistigini animsadigi yegane bitkiler karahindiba ve salkimotu (Poa annua) imis. Fakat yazlarini büyükanne ve büyükbabasinin Hamburg disindaki ciftlik tarzi evlerinde, doga  icinde gecirmis. 9-10 yasinda yolda gördügü pek cok bitkiyi taniyabiliyormus. Bitkilere ve dogaya merakli oldugu anlasilan anne ve babasi ikinci el bir "Flora von Deutschland" (Almanya'nin Florasi) satin almislar ki, 15 ciltmis.  Ikinci Dünya Savasi'nda, Hamburg bombardimani sirasinda esi ve kendisi sehir disindayken annesinin evlerinden ilk kurtardigi sey bu 15 ciltlik botanik kitabi olmus. Nedense bunu okumak tuhaf sekilde gözlerimi yasartiyor. Söz konusu "Flora von Deutschland" ölümüne dek Loki Schmidt'e eslik etmis. Biyolog olmak istemis fakat maddi imkanlar elvermedigi icin ögretmen olmus. Yol kenarindan topladigi cicekleri, bitkileri kavanozlara doldurup sinifa getiren, ögrencilerine bugday, cavdar vb. tahillari birbirinden ayirt etmeyi ya da mese agacindan nasil mavi mürekkep elde edildigini anlatan bir ögretmenmis. "Benim 9-10 yasindaki ögrencilerim simdinin 1. sinif botanik ögrencilerinden daha cok bitkiyi taniyabilirlerdi", diyor. 30 yilin ardindan 1974'te emekli olmus. Hemen o yil kendi ifadesiyle "yalniz ve garip Bonn yillari" baslamis. Cünkü esi (Helmut Schmidt yani) o yil  Alman Basbakani olmus.  Esinin görevi sebebiyle etrafinda bir koruma ordusuyla gezerken de, dogaya olan merakindan vazgecmemis. Bazen etrafindakilere de bulastirmis bunu. New York semalarinda ucan yaban kazi sürüsünü birlikte izledigi korumalarinin saskinligini ya da Hamburg yakinlarinda mecburen bir balik lokantasina davet ettigi korumalardan birinin  gelgit sebebiyle cekilen su karsisindaki dehsetini eglenerek anlatiyor. 1981 yilinda esiyle birlikte resmi bir ziyaret icin iki günlügüne Meksika'ya gitmis. Esler icin düzenlenmis bir program geregi "bir takim zarif hanimlarla beraber" suyu neredeyse tamamen cekilmis bir derenin kenarindaki bir cafede oturmaktayken cok sıkılmış ve kendi "zarif" ayakkabilarina ragmen kiyida dolasmaya baslamis. Bir bitkinin (bir tür Bromelia) kendisine oldukca yabanci baktigini (yabanci durdugunu degil, ciddi ciddi yabanci baktigini) farkederek bitkiden bir örnek almis ve belirtmedigi halde gayet zarif oldugunu tahmin ettigim cantasinin icinden cikardigi bir naylon torbaya koymus. Cünkü (simdi bu kismi okurken de yüksek sesle gülmeden edemiyorum) her zaman her yerde bitki, vb örnegi icin gerekebileceginden cantasinda naylon torba ile dolasmak aliskanligindaymis. Dönüste Bonn'da Bromelia uzmanlari bitkinin daha önce bilinmeyen bir tür oldugunu belirlemisler ve bitki Pitcairnia loki-schmidtiae adiyla botanik kayitlarina gecmis :)

1985 yilinda Brahmsee yakinlarinda eski bir cavdar tarlasinda müthis bir deneye girismis ki, bir gün param olursa benim de mutlaka yapmak istedigim seydir. Ne oldugunu söylemem, herkes kitabi bulsun ya da internetten arastirsin,  kendisi okusun ;)

 

Cuma, Mayıs 18, 2012

Ses kısıklığına karşı...

Mercankösk (Origanum majorana)
Photo by angelaseiten
Ses kısıklığı zaman zaman insanin basina gelen tuhaf rahatsizliklardan biridir. "Ne öldürür, ne ondurur" türdendir. Konusmamak en iyisidir ama yasadiysan bilirsin, cok zordur. Insanin boynuna kartondan "sesim kısık!" diye tabela asasi gelir; o da telefonla arayanlara karsi care degildir :) Doktorlara sorarsan (en azindan benim sorduklarima) öyle kolaycacik geciriveren bir ilaci da yoktur.

Notlarimda iki dogal recete var ses kısıklıgına karşı. Birincisi mercanköşk (Origanum majorana). Cayi yapilip iciliyormus. Ya da eterik yagindan 2-3 damla büyükce bir kasedeki sicak suya damlatilip buhari solunuyormus (2-3 yasindan kücük cocuklarda kullanilmamali!). Ben cayini icmis ve biraz yarar görmüstüm. Mercankösk cayi önceki yüzyillarda Avrupa'da ses sanatcilarinin ses kisikligina karsi cok kullandigi bir yöntemmis. Ayrica soguk alginligi ve öksürüge de iyi geldigi söyleniyor. Mercankösk hakkinda bir bilgi daha: Tohumundan, saksida ve hatta ic mekanda kolaylikla yetistirilebilen bir bitki. Benim en acemilik zamanlarimda yetistirmeyi basardigim bir bitkiydi. Ayrica kurusu ya da tazesi köfteye cok yakisir yan detay olarak :)

Ikinci receteyi güvenilir bir kaynaktan duydum ama hic denemedim. Fakat icerigine bakinca gayet mantikli geliyor: Biraz taze adacayi ve  biraz taze zencefil ince ince kiyiliyor. Havanda biraz bal ile birlikte iyice dövülerek bir macun haline getiriliyor. Hepsinin miktari göz karari. Hepsi de sogukalginliklarinda kullanilan, antimikrobiyel etkileri olan seyler zaten. "Macun"un üzerine biraz sicak su ekleyerek cayini yapmak da mümkünmüs. Fakat bal ve sicak suyun birbirlerini sevmedigi teorisinden yola cikarak, en fazla 40 derecelik ilik su eklemek en dogrusu olur sanirim.

Salı, Mayıs 15, 2012

Acik hava anaokullari hakkinda...

Cocuklarin her hava kosulunda dogada zaman gecirmesi üzerine Norvec'ten bir örnek:



Iskoc sunucunun saskin sorularina karsilik, "Annelerin 'kücük bebegim disari cikmasin, bugün cok soguk' dedigi bir dünya bize yabanci" dediler gülerek.

"Bugün hava kapali, cocugu disari cikarmadim" diyen Akdeniz annelerini bir duysalar ne derlerdi, bilmiyorum :D

Anaokulunun eksi derecelerde cocuklari geziye götümeye kalkistigi günlerde dilini isirip "Kücük kuzucugum icin cok soguk amaaa!" cümlesini yutan gayet Akdenizli bir anne olarak diyorum ;)

Cuma, Mayıs 11, 2012

Soru cevap bölümüne geciyoruz...

Yazacak o kadar cok konu var ki, bir tür felc durumuna sokuyor beni. Hangisini yazayim diye düsünmekten ve uzun uzadiya hazirlanan yazilara girisemedigimden hicbirini yazamaz durumdayim.

En iyisi ya sen sor ben bir seyler anlatayim. Ya da ben sorayim, sen bir seyler anlat.
Hangimiz baslayalim?

Oxalis deppei



Luck favors the prepared ;)

Çarşamba, Mayıs 09, 2012

Sizi bir yerden taniyor gibiyim

photo by friendsofmountauburn

Komsu bahcelerin birinde yasayan, iki yildir ne oldugunu anlamaya calistigim bir agacti.
Kis tomurcuklari kizilciga benzediginden kizilcik sanmistim önce.
Sonra yine ayni bahcedeki kizilcik agacinin tomurcuklarina bakip olmadigina karar vermistim.
Yapraklari bir seyler anlatir gibiydi ama ben tam duyamamistim ne dedigini.
Nihayet bu bahar iri , dört tac yaprakli, carpici cicekler acti. Daha önce gördügümü animsamiyordum. Sonra sebebini anladim. Gecen yil bu zamanlar Türkiye'deydik; cicek zamanini kacirmisim :)

Epeyce ihmal ettikten sonra nihayet bugün oturup agac kilavuzum Baumkunde'den cicek rengine göre aramaya giristim. Baumkunde bana Cornus nuttallii ile ipucu verdi; fakat alti tac yapragiyla o olamazdi. Bunun üzerine Wikipedia'dan Cornus türlerini taradim ve buldum: Cornus kousa. Ingilizce Kousa Dogwood, Almanca Asiatische Blüten-Hartriegel deniyor. Asya'ya özgü bir Cornus türüymüs. Japonya, Kore ve Cin'e özgü alt türleri varmis. Asyali bitkileri icgüdüsel olarak ayirt edebildigimi hissediyorum bir süredir. Örnegin bu agacin Asyali olusuna da sasirmadim hic.

Peki tanidigimiz baska bir Cornus türü var mi?
Ta-ta-ta-taaammm!
Var tabii ki :)
Cornus mas.
Yani bildigimiz kizilcik :)

Bu kizilcik tomurcugu, bu da C. kousa'nin ki.
Bu kizilcik yapragi, bu da C. kousa yapragi (hele sonbahar renklenmesi bir harika)
Bir tek sasirtmaca ciceklerinde var.
Bu kizilcik cicegi, bu ise C. kousa cicegi :) C.kousa'nin iri beyaz tac yapraklari aslinda tac yapragi degilmis, yalanciymis :) Yaramaz, bizi kandirmaya calisiyor :)

Bizimki megerse iki yildir "ben kizilcigin kardesiyim!" diye bagiriyormus da, ben duymuyormusum :)
Biliyordum bir yerden tanistigimizi!

Güncelleme (11. Mayis2012): Meyvelitepe'nin yorumu üzerine beyaz cicekli C. florida da olabildigini farkedince, dün yanindan gecerken kontrol ettim. Komsu bahcedeki agacin cicekleri de arka-iceriye dogru kivrik. Bu yaramaz beni durmadan kandiriyor! Son teshisim: Cornus florida :)

Yani su:

photo by nipplerings72

2052: Gelecek 40 Yil İcin Küresel Bir Öngörü

Dünkü Alman gazetelerinin cogunda ortak konuydu:
Roma Kulübü 1972'de yayinlanan ünlü "Büyümenin Sinirlari" (Limits to Growth) adli rapordan 40 yil sonra, onun devami niteliginde yeni bir rapor yayinlamis: 2052: A Global Forecast for the Next Forty Years

Bütün yorumlardaki ortak ifade Jorgen Randers tarafindan hazirlanan raporda 2052 tahminlerinin oldukca karanlik oldugu yönünde.

Süddeutsche Zeitung'daki haberde söyle denmis:
Neoliberal ekonomistler, teknoloji hayranlari ve her türden mesleki optimistlerden insanligin daima sorunlarini cözmüs oldugunu duyuyoruz. Fakat bu tahminler kulaga ne kadar rahatlatici ve gelecek acisindan olumlu gelirse gelsin, dünya gezegeninin jeolojik gerceklerinden kopuklar. Aslina bakilirsa (Euro Krizinde tekrar tekrar deneyimlendigi üzere) modern ekonomi de, sonsuz büyüme mantrasi ile yasam alanimizin fiziksel sonlulugu arasinda bir uyum yaratabilecek konseptler sunamamaktadir.


Konu hakkinda Deutsche Welle'de yayinlanan Türkce haber ise surada.

Ben kitabi listeme aldim, okumayi düsünüyorum. Hatta ondan da önce, daha önce okudugum kitaplarda verilen referanslardan, alintilardan vb. kismen fikir sahibi oldugum 1972 tarihli "Büyümenin Sinirlari"ni edinip okumayi düsünüyorum.

Sana da tavsiye ederim.
67 yasindaki Randers "Lütfen öngörülerimin yanlış çıkmasına yardım edin. Birlikte daha iyi bir dünya yaratabiliriz"  demis.
Okumak ve güzellesmek,
bununla da yetinmeyip
harekete gecmek ve güzellesmek görevimizdir.

Salı, Mayıs 08, 2012

Bak, örnegin bu da arsivden:

It’s not that “less is more”, but “less is better”.

Leo Babauta demis, ben not almisim.
Kimbilir hangi yazisindan...

Arsivde denk geldim de, öyle söyleyeyim dedim.

Bazi günler halet-i ruhiyemdir.
Sincabi anaokuluna götürürüken icimden dünyaya bagira bagira söyledigim de olmustur.
Sadece su kisim bile beni derin düsünmelere götürüyor :)

Bir bas düsünürüm basimda,
Bir mide düsünürüm midemde,
Bir ayak düsünürüm ayagimda,
Ne halt edecegimi bilemem


Konudan bagimsiz ama Türkce'de tüm zamanlarin en yalin yazan sairlerinden biri olmasi sebebiyle, "sanat" etiketini almayi da hak ediyor tabii. Üzerine tezler dolusu yazilacak sunun gibi bir halet-i ruhiyeyi üc bes satirda anlatabilme becerisi de herkese nasip olmaz nitekim. Hey gidi güzel ülkem, sairlerini nasil da harcarsin... En basitinden pisi pisine, belediye cukurlarinda... Ölüsü Bulgaristan sinirinda saibeli sekilde bulunanlara hele, hic girmeyelim.

Kategorize et!

Tabii beni kategorize etme, ama blogu kategorize edebilirsin :)

Blogda biraz bahar temizligi yapasim var. Öncelikle etiketlere el atmak istiyorum. Bazi yazilari yayinlarken etiketlememisim. Bazi etikletlerin gerekliliginden süpheliyim. Belki bazi yeni etiketler de ise yarayabilir.

Sen ne nersin?

"Su yazi su etiketin altinda olmaliydi."
"X etiketi gereksiz"
"Yeni bir etiket önerim var"

diyorsan lütfen bu hafta icinde yaz, degerlendireyim.
Babauta döktürmüs yine:
How to Live Well

Pazartesi, Mayıs 07, 2012

Haseki küpesi





Haseki küpesi...
Gecen yaz yol kenarindan toplayip "organize umut" a cevirdigim tohumlardan bir tek bu tutmustu.
Simdi daha genis saksida.
Bakalim cicek acacak mi?

Cicekli halini merak edenler buraya.

Pazar, Mayıs 06, 2012

Kalana bakmak

photo by Peter Nijenhius


Karahindiba üzerine baska güzelleme yazamam saniyordum.
Yazabilirmisim :)

Gecen haftasonu sincapla nehir kiyisinda geziyorduk. Karahindibalarin cogu tohum topu evresindeydiler. Bizim Türkce'de "o üflenen, ucusan, tüylü top gibi sey" diye anlatmaya calistigimiz evrenin bati dillerinde özel isimleri var. Almanca "Pusteblume", Ingilizce "blowball" deniyor :) Sincap "Pusteblume"leri koparip koparip üflüyor, geriye kalan tüysüz tohumsuz saplari da atmayip elime tutusturuyordu. Cünkü evde daginik, disarida tertiplidir cocugum :D Elime tutusturduklarina ne yapacagimi bilemez halde bakarken, birden cicegini de, tohumunu da yitirmis cicek tablasi (artik adi bu mudur, böyle mi denir, bilmiyorum) dikkatimi cekti; asik oldum.

Sen de dene; asik olacaksin.
Yaninda bir cocuk olmasi gerekmez.
Icindeki cocugun hakki ve görevidir zaten, tohum toplarina üflemek ve kalana bakmak.

Sirf bu deneyim sebebiyledir ki, aklim yine celindi; rüzgarin geri getirdigi tohumlardan bir kacini alip eve getirdim, bir saksiya ektim.

Benim hala umudum var.

Cumartesi, Mayıs 05, 2012

Bu ay ben ellerimle - Mayis 2012

Ellerini calistirmak  isteyenler icin Mayis ayi listesi :

Bazen sen de "Burada ne yapiyorduk biz? Neden calistiriyoruz ellerimizi?" duygusuna kapiliyor musun? Hatirlatma icin:

"Gandi'nin söylemis oldugu gibi, dünyadaki yoksullara yardim edecek olan kitlesel üretim degil, kitlelerin üretimidir. Ileri düzeyde, cok sermaye-yogun, yüksek ölcüde enerji girdisine bagli ve insan emeginden tasarruf saglayici teknoloji üzerine kurulu olan kitlesel üretim teknigi, tek bir isyerinin meydana getirilmesi icin büyük sermaye yatirimi gereksindiginden önceden bir varlik birikiminin oldugunu varsaymak gereklidir. Kitleler tarafindan üretim sistemi ise tüm insanlarda bulunan paha bicilmez kaynaklari, zeka dolu beyinleri ve ustalikli elleri harekete gecirerek onlari birinci sinif aletlerle destekler. Kitlesel üretim teknolojisi ic bünyesi bakimindan zorba, cevreyi yipratici, yenilenemez kaynaklar bakimindan kendi amacina aykiri düsen ve insan kisiligini felce ugratan bir nitelik tasir. Kitlelerin üretimi teknolojisi ise, cagdas bilgi ve deneyimlerden en cok yarari sagladigi gibi, ademi merkeziyetcilige acik, cevrebilim yasalarina uygun, kit kaynaklarin kullaniminda dikkatli ve insani makinelerin usagi kilacak yerde ona hizmet etmeye yöneliktir." (E.F. Schumacher, Kücük Güzeldir)

Cuma, Mayıs 04, 2012

Aile gelenegi, siir gibi bir piknik, (sahip) olmanin üc hali ve karakter sahibi cenek yapraklari

Resmi tatil günlerinde ormana gitmek seklinde bir aile gelenegi gelistiriyor olabiliriz :)
1 Mayis günü yine ormandaydik. Özellikle bahar halini cok merak ediyordum. Bu yüzden esim meteorolojinin yagmur haberi verdigini söyleyince üzüldüm. Fakat hassas tahminleriyle ünlü Alman meteorolojisi kirk yilin basi yanildi ve günesi görür görmez kendimizi ormana attik. Yemek molasini saymazsak 5 saat araliksiz yürümüsüz ve 17 km katetmisiz. Bunlar isin istatistik taraflari :)

Bitki örtüsü sonbahardakinden daha hareketliydi elbette. Bir cok bitkiyi cicekli gördük. Örnegin orman yoncasi mi diye merak ettigim bitkiyi cicegiyle görüp emin oldum. Ve hemen tadina baktik tabii. Bekledigimiz eksilikti :) Renk renk cicekleriyle ballibabalar gördüm. Eve gelip bakinca herbirinin farkli bir Almanca adi oldugunu farkettim. Ayri bir inceleme ve yazi konusu olacak gibi. Arastirmaci tarafim uyanik günündeydi. Bir cok bitkiden örnek alip kurutmak üzere kitap arasina koydum. Elinde kitapla ormanda dolasan bir deli görürsen sebebi budur; aklinda olsun :)

Bir ara yolumuzu kaybettik ve günes altinda ormanin cevresinde genis bir yay cizerek dolasmak zorunda kaldik. Normalde cok sikayetci olmazdik. Fakat göl kenarinda babasi gibi bir tasin üstüne cikip göle bakamadigi icin tüm yol boyunca söylenip mizildanan sincabin ruh hali bize de bulasti. Sonunda tekrar ulu kayin agaclarinin gölgesine siginmayi basardigimizda hepimiz acikmistik. Sincabin mizildamasi "ben de tasin üstüne cikacaktim amaaaa" dan "ben aciktim,piknik yapalimmm"a dönmüstü. Uygun bir yer ararken bir yol agzinda bir bank gördüm. Dogasever derneklerden birinin tabelasi ilistirilmis üstüne. Siir gibi bir yerdi. Üstümüzde ulu agaclar, ayaklarimizin dibinde mor ciceklerini acmis öbek öbek Cezayir menekselerinden bir hali :)  Banka siralanip yiyceklerimizi cikardik. Cumartesi günü ayi sarimsagi yagini süzüp koyu renkli siselere alirken ayrilan ayi sarimsaklarini atmaya cok yazik olur gibi gelmisti. Ben de Beste'den aldigim ilhamla ayi sarimsakli kücük kekler yapmistim onlardan. Piknigin ana yiyecegi bu kekler oldu. Yaninda alabas, havuc, elma ve su vardi.

Piknik yerinden ayrilirken -itiraf ediyorum, en basindan beri aklima koydugum gibi- cezayir menekselerinden birini kökleyip islak bir mendile sardim; yanimiza aldik. Hemen yaninda duran ilginc yaprakli bitki de ilgimi cekti. Dayanamayip onu da aldim. Evde tekrar dikkatle inceleyip ne oldugunu bulmaya calisacaktim. Cünkü cicek acmak üzere gibiydi. Cekince köküyle beraber geliverdi. Böylece onu da bir saksiya ekmeye kesin olarak karar verdim.

Burada bir parantez acayim. Eric Fromm "Sahip olmak ya da Olmak" adli kitabinda, dogaya karsi insan tavrina üc sairane örnek verir. Biri Batili bir sairin siiridir. Yolda yürürken gördügü cicegi derin bir sahip olmak güdüsüyle nasil kopardigini ve cicegin nasil solup gittigini anlatir. Ikincisi bir Japon hauikisidir. Sairi yol kenarinda bir cicek görür, ona bakar ve üzerine bir hauki yazip yoluna gider. Ücüncüsü Goethe'dir. Ormanda bir cicek görür, cok begenir. Kökleyip alir, evine getirir, bahcesine eker. Dogaya karsi tavrimin genellikle ikinci türden oldugu söylenebilir. Elimi bile degmeden (sahip) oldugum yüzlerce bitki var civarda. En sevdigim sey onlara güzelleme yazmaktir :) Bazen ögrenmek güdüsü agir basar. Cünkü Paracelsus'un "insan bilgisince sever" deyisini animsarim. Hos aksini, yani insanin ancak severse bilebilecegini savunanlar da vardir. Son tahlilde bilgi ve sevgi el ele gider. Kitap arasinda kuruttugum ciceklerde Batili sairin ruhu dolasiyor da olabilir tabii. Fakat onlarin da bir seylere (bir kart ya da kitap ayiracina) dönüserek yasamaya devam edecegini saniyorum. Özetle icimde Bati'yi, Dogu'yu ve Goethe'yi birlikte yasattigim ve bunda cok da sakinca görmedigim söylenebilir sanirim. Parantezi kapatiyorum :)

Eve geldigimizde cok yorgundum. Biraz dinlenme, ardindan yemek derken Cezayir meneksesi ve gizemli bitkiyi ekmem aksam saat 8'i buldu. O kadar yorgundum ki, bitkiler disinda hicbir güc o saatten sonra parmagimi kimildatmama sebep olamazdi. Hizlica ikisini de birer saksiya diktim. Bitirdigimde dinlenmis oldugumu farkettim :)

Gizemli bitkinin ne oldugunu arastirmama firsat kalmadan, dün sabah cicek olacak sandigim tomurcugunu acti ve bir cift yapraga dönüstügünü gördüm. Üstelik minyatür de olsa taniyordum ben bu yapragi. Bu sabah internetten bakip teyit de ettim nitekim :)

Benim gizemli orman bitkim meger cimlenmis bir kayin agaci tohumu imis. Hep yapmak isteyip "evde kayin mi yetistirilirmis?" diyerek caydigim seydi :) Simdi kendimi saksida kayin yetistirirken buldum :))

Fakat sunu da söylemeliyim ki hayatimda cenek yapraklari bunun kadar karakter sahibi baska bir bitki görmemistim. Kayin dedigimiz cenek yapragindan ulu haline dek karakterli agacmis vesselam...

Dipnot-1: Gün icinde yine ugra. Karakter sahibi kayin agacciginin bir fotografini yayinlamaya calisacagim.  Olmadi Flickr'den link veririm. Bir gün bir orman patikasinda rastlarsan es gecmemelisin bu güzelligi :)

Dipnot-2: Evet, geri dönüs yolunda sincap o tasin üzerine cikti ve o göle bakti. O unutmustu, biz unutmadik :)

Güncelleme :
Karakter sahibi kayin :)




Saksiyi hic sorma :) Sincap oglumun bir anaokulu arkadasinin bütün gruba armagan ettigi ve benim neyin nesi oldugunu anlayamadigim bir oyuncagin parcasiydi. Dibindeki iki drenaj deligiyle saksi olmak icin bicilmis kaftan oldugunu bahar temizligi sirasinda elime gectiginde farkettim :) Bi tane daha var bu kirmizi "saksi"dan. Ona da haseki küpesi ekili. 


Momentos icin Cezayir meneksesi:



Cezayir meneksesinin özellikle ciceksiz olanini aldim; tutmasi kolay olur diye. Cicegini merak edenler buraya... :) Gecen sonbaharda nehir kenarindaki ormanciktan da almistim bir tane. Tam tutup yeni yapraklar  vermisken kalorifer sicagina katlanamayip kurumustu. Bu kez daha iyi anlasacagimizi umuyorum.

Çarşamba, Mayıs 02, 2012

Limon otlari icin...


Dereotlariyla bakla pisirme beklentisinden henüz vazgecmedim :)


Limon feslegeni ve melissa cimlendiler.
Dört yaprakli yonca cimlendi.
Biberler cimlendi.

Ilk ikisinin cimlendigi gün canim biraz sıkkındı. Böyle zamanlarda pencere kenarina gidip cimlenmesini bekledigim herhangi bir tohumun, köklenmesini veya cicek acmasini bekledigim bir bitkinin basina dikilirim. "Bu cimlenseydi (ya da tutsaydi, ya da cicek acsaydi) bu kadar üzülmezdim" derim. Bir tespit degildir, bir pazarliktir bu. Genellikle de kabul görür.

Fakat hic bu kadar hizla kabul gördügü olmamisti.
29 Nisan. Seni unutmayacagim.

Şimdi  limon otlari haric hepsi pervasizca cimleniyor, birbiri ardina topraktan basini cikariyor, yaprak üstüne yaprak oluyorlar. Sanki hic beklememisiz gibi, sanki hic endiseye gerek yokmus gibi, sanki zaten baska türlü olamazmis gibi...

Her seyin bir zamani var. Cok fazla unutuyoruz bunu. Ve cok fazlasiyla olmamislarin basinda durup pazarlik yapiyoruz.

Limon otlari icin hayiflanmayacagim, üzülmeyecegim, mümkünse beklentiye girmeyecegim, ve daha da mümkünse pazarlik yapmayacagim. Ne olacaklarsa olacaklar. Her seyin zamani var.

Yapraklarini ve adreslerini bulan kartlar

Bu kartlari gecen hafta yaptim.Yapraklarin cogunu gecen sonbahar toplayip kurutmustum. Kartlari da kendim kesmek niyetindeydim. Fakat akla gelebilecek her türden kirtasiye ve elisi malzemesi satan dükkanda indirimde buldum bunlari. Tam aradigim seydi; beni kartlari muhtemelen egri bügrü kesip sonra hayiflanmak derdinden kurtardi :)




Bana kartlari ve yapraklari bir araya getirmek, bir yandan da müzik dinleyip cay icmek kaldi :) Güzel bir ögleden sonraydi.

Biri haric, digerlerinin adresleri belli degil. Fikrimce kartlarla adreslerin birbirini bulusunu izlemek de hos olacak.