"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazartesi, Ağustos 20, 2012

"Tatil"e çıkıyorum.
Uzaklara gidiyorum.
Yakinlara geliyorum.
Bir süre yazacagimi sanmiyorum.
Gerekirse bir mail atarsin, ya da bir yorum.
Firsat bulunca mutlaka yanitlarim.

Canın sıkılırsa, sagda 'Rastgele' linki var."Aradigim beni bulur" diyenler icin...
Arsiv var, kronolojik gitmeyi sevenler icin...
Bulut var, temasal yaklasimlar icin...
Arama kutucugu var, "her sey bir sözcükle baslar" diyenler icin...
Baska agaclarin meyveleri var, döneniyle duraniyla; atlamayi sevenler icin...

Simdi gidip bavullari yerlestirmeye devam edecegim.
Bolca kendime söylenecegim.
Yolculukta olabilecek bütün olumsuzluklari hesaplayip,
onlara göre tek tek önlem alan zihnime sasacagim.
Yol-culuk, gerginlik, gereklilik, tekrar tekrar gectigim yollar üzerine düsünecegim.

 Saglicakla kal hep, hepimize iyi yolculuklar.

Cumartesi, Ağustos 18, 2012

Cuma, Ağustos 17, 2012

Nevresim takimi üzerine bir takim fani gevezelikler

Bu yöntemi uzun süren bir kendi basina nevresimlerle savasma (pardon degistirme) döneminin ardindan annemden ögrendim. O da otellerde calismis bir yakinimizdan ögrenmis.

Tarifi biraz geometrik yapacagim ama "anlamadim, ben okuldayken de sevmezdim zaten geometriyi" dersen baska sekilde de anlatmaya calisirim. Bir kez soyut ve geometrik tarifle denemen yeter, sonra zaten gerek kalmayacak, anlamis olacaksin.

Nevresimin  her bir kösesine bir harf adi veriyoruz. Dügme ya da fermuarli olsun,  acik kenarindaki köselere A ve B diyelim. Diger uclarina da C ve D... Yorganin her bir kösesine de islem tamamlandiginda nevresimin hangi kösesi denk gelecekse ona uygun harfler atayalim. a, b, c ve d seklinde. Yani a kösesi A'ya, b kösesi B'ye... denk gelecek sonucta.

Önce yorgani uygun bir yere seriyoruz. Bu sirada c ve d adini verdigimiz köseler ve cd dogrusu (yani yorganin pratikte dar kenarlardan herhangi biri) bize yakin durmali.

Sonra nevresimi malum AB acikligindan elimizi sokarak, icini disina cikariyoruz. Ben hatta nevresim yikamak icin cikarirken ya da makinede yikanirken bir sekilde ters dönmüsse, oldugu sekilde kurutup, ütüleyip kaldiriyorum dolaba. Cünkü nasilsa zaten yorgana takarken icini disina cikarmam gerekecek yine ;)

Ters cevirdigim nevresimin AB acikligindan bir kez daha elimi icine sokup C ve D köselerine ulasip  sıkıca tutuyorum. Sol elim C'yi tutuyor, sag elim D'yi. Nevresimi bu sekilde tutarken yorgana dönüyorum. Neredeydi yorgan? Uygun bir yere serebildigimizce sermistik. cd bize dogru bakiyordu. Simdi C'yi tutan sol elimle yorganin c kösesini ve D'yi tutan sag elimle de yorganin d kösesini tutuyorum. Vee, nevresimi kollarimdan asagiya dogru ve ellerimden sıyrılacak şekilde, bu kez düz cevirircesine silkeliyorum.

Evet, sadece silkeliyorum :) Aslinda ilk yaptigim cevirmenin tersini yapiyorum. Ama bu kez yorganin köseleri elimde oldugu icin, yorgan nevresimin icinde kaliyor :)

Sonra biraz sagini solunu düzeltmek gerekebiliyor. Ardindan dügmelerini ilikliyorum.

Bitti :)

Aslinda cok kolay. Ilk denemeyi daha iyi anlamak icin bir yastik ve yastik kilifiyla da yapabilirsin.

Bu arada yeri gelmisken...
Eskiden nevresimleri ütülemezdim. Simdi ütüye baslamadan önce katlayabildigim kadar düzgün katliyorum. Sonra ütüye basladigimda bu katlanmis, carsaf, nevresim ve yastik kiliflarini son bir iki kat üzerinden ütü basarak biraz düzeltmis oluyorum. Amac jilet gibi ütülü nevresimler sahibi olmak  ve bunun üzerinden "ev kadinligi" gururunu beslemek degil. Cünkü  ne türden olursa olsun gurur beslemek icin fosil yakit harcamayi sacma buluyorum. Amac nevresim ve carsaflari biraz daha sekilli semalli hale getirip ( kelimenin gercek anlamiyla presleyip) dolapta daha az yer harcar hale getirmek. Yoksa gidip bir de camasir dolabi almak gerekecek. Oysa su anki bu haliyle is görüyor. Eger üstten de olsa ütü basmaya zaman bulamazsam, sadece düzgünce katlamakla yetiniyorum. Dolayisiyla bir gün bizim eve yatiya gelecek olursan, nevresim takiminin temiz, yikanmis olacagini garanti edebilirim ama ütülenmis olacagini garanti edemem. Haberin olsun.
Zamanim varsa evdeki plastik posetleri ben de böyle katlarim:
"football fold" a grocery bag

Bazen bunlari katlamakla ugrasmak deli isi gibi gelir,
bazen tam tersine meditasyon gibi...
Bazen böyle cok daha az yer kaplamalari ve düzenli durmalari dogru gibi gelir,
bazen "iyi de neden bu kadar cok plastik poset var ki zaten evde?" derim.

Sadelesmenin nadiren siyah ve beyaz renkte olabilecegini,  cogunlukla  (degisik evlerde ve degisik zamanlarda) grinin cesitli tonlarinda dolastigini anlatir bir örnektir benim icin.

Hem blog sahibi de üsenmemis fotograflamis tek tek nasil yapildigini. Belki isine yarar.
Hatta oldu olacak, tek basina nevresim degistirmenin eziyet olduguna inananlardansan haber ver, bir ara fotografsiz da olsa onu da anlatayim.

Bazen hayat sadece "sade" anlaminda degil, "kolay" anlaminda da basit :)

Pazartesi, Ağustos 13, 2012

Eski gömlekleri atma

Eskimis gömlekleri atma!
Bir iki fikrim var.

1.fikir: Bir ay kadar önce sincabin anaokuluna bir slayt gösterisine davet edildim. Anaokulunda cekilen fotograflar normalde cocuklarin haklarinin korunmasi amaciyla velilere verilmiyor (Velilerden biri bir grup fotografini alip internette yayinlayabilir, oysa gruptaki cocuklardan bir digerinin velisi bunu tercih etmiyor olabilir vb. vb.) Sincap genellikle anaokulundaki gündelik yasamdan pek bahsetmedigi icin merakla gittim bu gösteriye. Nitekim "bugün ne yaptiniz?" soruma rutin "ahhgh! hicbir sey!" diye yanit verdigi günlerden birinde üst kattaki kreatif atölyede bir siraya kurulmus, ilginc bir deney yaparken cekilmis bir fotografta gördüm yaramazi :) Neyse, lafi uzatiyorum bak yine. Kreatif atölyede cekilmis bir diger fotografta etüde gelen ilkokul cocuklari görülüyordu. Fotografi görünce gülümseyip "Hah! Aklin yolu bir iste!" demeden duramadim. Cünkü hepsinin üzerinde, giysileri kirlenmesin diye giydikleri birer önlük vardi ve bu önlükler aslinda birer eski erkek gömlegiydi. Tersten giyilip sirttan iliklenmis :)

Ben de daha bir iki ay önce bahar temizligi yaparken giysi dolabimdan cikan eski bir gömlegimi (o kadar cok ve severek giymistim ki, dirsek kismi adeta eriyip yirtilmisti, giyme imkanim yoktu artik) atmayip saklamistim. Sonra resim yaptigimiz bir gün sincabin üzerine koruyucu bir sey ararken aklima gelmisti bu gömlek.O günden beri "sincabin suluboya yaparken giydigi önlük" rütbesine terfi etmisti. Cünkü evet, itiraf ediyorum, ben piyasada elisi önlügü niyetine satilan o musamba gibi seyleri almadigim gibi, ketenden elisi önlüklerini de cok pahali bulup almamistim.  Iyi ki almamisim :)

2. fikir: Bir yil kadar önce bir gün sincap gelip "anne, ben doktor cantasi istiyorum" dedi. Anaokulunda o siralar severek oynadiklari bir doktor cantasi vardi. Icinde steteskopu, hemsire kepi, doktor önlügü, ilaci, siringasi vb.ile tam tesekküllü olarak piyasada satilan bir oyuncak bu. Fakat gidip de aynindan bir tane satin almak, basit yasamanin şanına yaraşmaz be cocugum :) Nasil ki bakkal dükkanimizi kendimiz kurduk, doktor cantamizi da kendimiz yapacaktik tabii ki... Sincabin dogdugu sirada hastaneden verilmis, icinde uluslararasi bir bebek bakim ürünleri markasinin numuneleri bulunan beyaz el cantasi gibi bir sey vardi evde. Numuneleri tabii ki kullanmamis, ama cantayi saklamistim :) Icine boyuna asılan türden ve yine bir telekomunikasyon firmasinin armagani olan anahtarligi koyduk, steteskop niyetine. Suruplerin icinden cikan türden ignesiz bir siringa, sakiz kutularindan biri (ilac kutusu niyetine), büyük halasinin armagan ettigi oyuncak bir cep telefonu (bizim doktor sagi solu aramayi seviyordu)  veee bir doktor gömlegi... Benim eski, artik yakasi asindigi icin giyemedigim ama bembeyaz bir is gömlegim :) Vakti zamaninda ben 36 bedenin icine girebilirken almisim, yikandikca hatta biraz daha da cekmis; kisa kollu. Etekleri sincabin dizlerinden biraz yukarida kalan, kollari dirsegine hafifce yaklasan, ideal bir doktor önlügü oldu :) Üstelik katlaninca "doktor cantasi"na da sigiyor :) O kadar cok oynadik ki, bu canta ve icindekilerle... Doktor-hasta rollerini degistikce hem sincap giyebildi gömlegi, hem ben :)

Dr. Sincap is basinda...
Elinde telefon, eczaciyi (yani beni) ya da "yemekci"yi (yani beni) ariyor :)
Hasta icin (yani ben) siparisleri olacak... 

Laf eski gömleklerden acilmisken, senin de var mi onlara yeni bir hayat verecek fikirlerin?

Cuma, Ağustos 10, 2012

Rüya

Bu rüya iki gün öncesinden. Bir is seyahati sirasinda bir otelde konaklamak gerekmis. Sabah otelden cikinca arabami aramaya basliyorum. Sözde onunla yolculuk ediyormusum. Gece otelin önüne parketmisim. Sabah bulamiyorum. Ariyorum ariyorum, yok. Her tarafa kosturuyorum yok. "Arabam calinmis, eyvah" diyorum icimden. Nasil kiziyorum, nasil kiziyorum hirsizlara. Fakat rüya bu ya, ne arabanin rengini animsiyorum, ne de gece otelin önünde nereye parkettigimi. O yüzden de bir türlü emin olamiyorum calindigindan. Emin olsam bagiracagim "Hirsiz vaaaar!" diye, polis cagirip anlatacagim bir bir; sikayette bulunacagim. Bu yüzden bagiramiyorum, kimseye duyuramiyorum. Hatta süpheleniyorum benim gercekten oraya park edilmis bir arabam var miydi diye? Bagiramadikca, bulamadikca, yola düsemedikce sıkıntılanıyorum. Bildigin kabus...

Sincap mi seslendi, ne oldu bilmem. Uyandim. Uyanir uyanmaz aklimdaki ilk düsünce: "Bi dakika! Ama benim arabam yok ki! Oh, aman ne iyi,  iyi ki yok. O zaman bu sadece bir rüya, calinan bi sey de yok" :)) . Bir arabam olmadigi icin hic bu kadar cok sevinmemistim. Nasil mutlu oldum, anlatamam. Hani rüyamin icinde farketsem bunu, hoplaya ziplaya, neseyle yürüyüp gidecegim.

Allah sevdigi kuluna önce kaybettirir, sonra buldururmus derler.
Ben bu rüyayi tersine yordum.
Sen neye yorarsan yor :)

Nihayetinde alt tarafi kissadir.
Sen ne hisse alirsan al :)

Salı, Ağustos 07, 2012

Göğe bakmanın silkeleyici etkisi

Asagidaki video Sezer'in blogunda rastladigimdan beri sık sık aklıma geliyor. Etkisi büyük. Insana evrendekini yerini animsatiyor. Gündelik kosturmacamizin ve catismalarimizin ne kadar fani ve önemsiz oldugunu animsatiyor.




"Gökbilim icin mütevazi ve karakter gelistiren bir deneyim oldugu söylendi." :)

Son zamanlarda bu amacla yararlandigim bir site daha var. NASA'nin günlük astronomi fotograflari sitesi. Her gün güncelleniyor. Istenirse arsivden gecmis günlerin fotograflarina da bakmak olasi. Insani bir sekilde gündelik gercekliginden (ya da yanilsamasindan diyelim) cekip cikariyor, kuvvetle silkeliyor :)

Göge bakmak iyidir :)

Pazartesi, Ağustos 06, 2012

Bu ailenin sadelesme macerasi sanirim yeni basladi. Ilginc bir sekilde ben de ilk günlerden takibe basladim bir arkadasim sayesinde.

Sahi senin kac bıçağın var mutfakta? Yemek bıçaklarını saymazsak? (Dilersen onları da say tabii...)

Bi ol artik!

Ünlü sigara markasinin "Don't be a maybe. Be" (Belki olma. Ol...) reklam sloganindan haberdar misin? Türkiye'de de var mi? Burada üstelik reklam panolarinda sigara reklamina izin var. Insanin gözüne gözüne giriyor bu trajikomik "ol!" mesaji.

Reklamin orijinali suradaki gibi. Su, su ve su sekilde derdini daha acik ifade ettigi reklam panolarina rastlamak da olasi. "Bu sigarayi icmezsen kaybedenler kulübündensin, hicsin, hicbirseysin, kayipsin, yolunu kaybettin. Bi sey olmak, bir yere varmak, kazanmak istiyorsan yapman gereken sey belli" diyor aklinca.  Reklam üretenlerin cok kullandigi, reklamverenlerin agzinin suyunu akitan bir yöntem. Reklamda ürünün kendi özelliklerinden degil (överek anlatacak bir sey yok cünkü), tüketicinin hayallerine vurgu yapmak, erismek istediginden bahsetmek... Satir aralarindan da öte, harflerin arasina saklanmis, üst yüzeye bilincli olarak cikarilmamis bir alt mesaj vermek... Bugün karsina cikan on reklama bak. En az sekizinde, büyük olasilikla onunda da göreceksin ayni yöntemi. O kadar yaygin ki, artik sorgulamiyoruz. Yargilamiyoruz. Hatta farketmiyoruz.

Alman tüketiciler bu akli begenmemis olacaklar ki, alternatif reklam sloganlari üretmisler, "pro-maybe"ciler var aralarinda. Biri hatta gercekten cok kizmis :D

Bi sey olmayi birak da,
ol
artik!

Not: Animsatma ve ilham icin Hayat Bir Dejavu'ya tesekkürler :)

Cuma, Ağustos 03, 2012

Büyümek üzerine

Prolog:
Doga da nasil güzel bir ögretmendir, bilir misin?

Oglum:
Oglum 3.560 kg agirlikla dogdu. Boyu 53 cm.ydi. Gerci ilk haftalarda hem sütün az olmasinin etkisiyle, hem de dogal sürecin bir parcasi olarak biraz kilo verdi. Fakat sonra toparladi. Bir aylikken yapilan rutin kontrolde 4.440 kg ve 56.cm.di. Oturup hesaplarsan göreceksin; bir ay sonunda %25 kilo artisi ve %6 boy artisi var. Hic fena degil :) Doktor da öyle dedi zaten.

Oturup tekrar hesaplarsan göreceksin ki, bu artis oranlariyla 3 aylikken yaklasik  6,9 kg ve 63 cm olmaliydi. Ama degildi, daha fazlasi vardi. Doktor kontrolünde 7.180 kg ve 65 cm. olarak ölcüldü. Neredeyse gözle görünecek kadar hizli, bas döndürücü bir hizla büyüyordu :)

Biz yine de onun kadar abartmayalim ve 1. ve 3. aylar arasindaki kadar hizli degil de, ilk bir aydaki hiziyla ve sabit olarak büyüdügünü varsayalim. Ben üsenmedim, oturup hesapladim. 7 aylikken 13 kg ve 79 cm. olmaliydi. Ama degildi :) 9.640 kg ve 71 cm.ydi. Oransal olarak büyümesinde yavaslama vardi ama gayet saglikli, neseli, hareketli, her insan yavrusu gibi bir insan yavrusuydu. Doktor da öyle dedi zaten :)

Yine ayni hesaplama mantigiyla 1. yasgününde 51 kg. ve 106 cm. olmaliydi. Neyse ki degildi :) 2. ve 3. yasgününde de degildi hatta. 106 cm. sinirini  bu yil gecti. Bu boyla 51 kg.olsaydi sanirim simdi obezite merkezlerinden birinin kapisini asindiriyorduk.

Yaklasik 6 ayliktan itibaren boy ve kiloca büyüme orani düzenli olarak azaliyordu (ve bu tuhaf bir sekilde cok normaldi) ama bu arada dogdugunda yapamadigi bir dolu baska seyi yapabiliyordu. Anlamli iletisim kuruyor, emekliyor, inanilmaz bir hizla süt dislerini tamamliyordu, "duvardaki dügmeye basinca tavandaki lamba yanar" seklinde sebep-sonuc iliskileri kuruyordu.

Limon feslegeni:
Bu limon feslegenini, bildigin gibi, bu ilk baharda ekmistim. Baslarda cimlenirken beni biraz ugrastirdi fakat sonra hizla büyüdü. Gürbüz ve saglikli bir bitki oldu. Salatalara, firinda ya da tencerede pisen türlü türlü yemege katildi. Ben üstten aldikca o yanlardan yeni yeni dallar,yapraklar verdi. Bir süre sonra cicege durma isaretleri vermeye basladi. Ben dedim ki, "dur olmaz, ben senden daha cok yaprak bekliyorum". Cünkü biliyorum ki, feslegen genel olarak tekyillik bir bitki ve yaz ortasina dogru aklini fikrini ciceklenmeye ve ardindan da tohumlarina veriyor. Yapraklariyla fazla ilgilenmemeye basliyor o zaman. Varsa yoksa cicek, tohum. Yapraklar keyifsizlesiyor, bitki büyümüyor. Bu yüzden ciceklenmeye hazirlanan bütün dallari üstten aldim. Kestigim yerlerden yeni yaprakli dallar verdi. Fakat o dallar ciceklenmeye giristi bu kez. Bizim limon feslegeni ne yapti etti, illaki ciceklendi :) Ve tabii ki yapraklari keyifsizlesti, yeni dallar vermez oldu. Ben de kendi haline biraktim onu. 


Devetabani:
Evin en eski bitkisi olan devetabani ilginc bir bitki. Bu evin bizden bile kidemlisi o. Evin eski sahibinden kalma. Bize devrolan saksisinda yasiyor. O kadar büyük ki, saksisini degistirme girisiminde bulunamadim. Ilk tasindigimiz yil saksisina üstten biraz toprak eklemistim sadece. Simdi ilginc bir sekilde yine azalmis görünüyor topragi. Beni sasirtan yani su: Nasil oluyor da, bu kadar az topraga ragmen bu kadar devasa yapraklar üretmeyi basariyor? Evde bazi baska bitkiler var ki, bunun iki kati büyüklükte saksiya da eksem ulasacaklari büyüklük belli. Iki kücük yapragi nazlana nazlana üc ayda büyütüyorlar. Buna karsilik devetabani her yaz 3-4 yapragi ard arda veriyor. Üstelik o yapraklarda ciktiktan sonraki bir hafta icinde de ilk dogus büyüklüklerinin 2-3 katina cikiyor. Neredeyse yapraklarin büyürken cikardigi sesi duyacagim. Nasil yapiyor bunu? Ve digerleri neden yapamiyor?

Nane:
Posta kutumdan cikan sürpriz naneyi animsiyor musun?
Bugün farkettim. Saksinin baska bir yerinden yeni sürgün veriyor. Nane de ilginc bir bitki. Suyunu, gidasini, yerini yeterli buldu mu, kökleri sagdan soldan, ilgisiz yerlerden yeni sürgünler veriyorlar topragin altindan. Insanin dert etmesine gerek yok, naneyi nasil cogaltsam diye :)

Benim tohumlarini ektigim naneye gelince, neyse ki o böyle seyler yapmaya kalkismiyor. Nane tohumlari minicik ve siyah oldugu ve zor cimlendigi icin  o saksiya bir cok tohum ekilmis oldu. Zamanla hemen hepsi cimlendi. Kimisi (ilk cimlenenler) günesi cok gördü, cok büyüdü. Kimisi (sonradan cimlenip digerlerinin gölgesinde kalanlar) az büyüdü. Bir de sürpriz naneyi örnek alip, "o yapiyor da ben niye yapmayayim, benim de yapmak gerek" diyerek saga sola sürgün atmaya kalkarlarsa, o kücük saksinin icinde halleri nice olur, bilmem.

Kavak agaci:
Bu kavak agaci annemlerin oturdugu apartmanin bahcesindeydi. Kimse dikmemis. Bir zamanlar ucup gelen bir tohumla kendi kendine tutunup büyümeye baslamis. Eski bir dere yatagi olan yerini sevmis olacak ki, büyümüs de büyümüs. Boyu apartmanin boyuna yaklasmis. Komsulardan bazilari sikayet eder olmus, "polenleri alerji yapiyor" demisler. "Büyüdükce isigimizi kesiyor" demisler. Demisler de demisler. Önceleri pek önemseyen olmamis bu laflari. Kavak agaci apartmanin boyunu gecmis. Bir gün birileri demis ki, "bu kadar büyürse bir kavak, yikilir gider; kendi haline birakilmamali. Hem sonra apartmanin temeline de zarar verebilir kökleriyle. Ciddiye almali". Ne kadar dogru, ne kadar yanlismis bu iddialar, bilen yok. Fakat ciddiye alinmis.Iyi de nasil kesilecek bu koca kavak? O kadar büyük ki, kesmeye kalksan daracik sokakta devrilip bir yerlere zarar verme olasiligi var. Hemen karsida ilkokul var, bahcesine devrilirse mazallah... Burasi bir  okul yolu, cocuklara bir sey olursa ya? Öyle üstünkörü kesmeye de gelmez bu devi.

Epey zaman dert olmus bu konu apartman sakinlarine. Derken bu isin bir ustasi bulunmus. Öyle degil mi ya, her isin bir bileni, uzmani var. Demis ki, özel araclarimizla gelecegiz. Bir vincle agaci bir yandan sabitlerken, üstten parca parca keserek kücültecegiz. Köküne kadar böyle kese kese inecegiz. Bu arada yolu kisa süreligine kapatacagiz. Güvenli olacak, merak etmeyin.

Öyle de olmus. Dogru mu olmus, yanlis mi bilmem. Ama ustasi gelip agaci usulünce kesmis, dert bitmis.

Budama:
Zaten sorduk, ögrendik, biliyoruz ki, doganin insan kontrolünde büyümeyen bitkileri de kendi kendine yapar bunu. Agaclar doganin baska gücleri sayesinde zaman zaman budar kendini. Kontrolsüz ve sagliksiz büyümelere pek izin vermez doga. Kuvvetli bir rüzgarda kirilip giden dal, zaten agacin zayif ve hastalikli dalidir. Kabuk böceklerinin istilasina ugrayan agaclar, likenlerin sardigi agaclar genellikle zayif düsmüs  ya da yanlis yerde büyümüs agaclardir.  


Adalar, martılar, yilanlar ve fareler:
Bu hikayeyi yillar önce bir Cetin Altan yazisinda okudugumu animsar gibiyim. Detaylarindan cok emin degilim, kismen uyduruyor da olabilirim. Ama önemli degil, bu hikayenin benzer versiyonlari her yil dünyanin cesitli yerlerinde tekrarlanir. Marmara adalarindan biriymis sözkonusu olan. Ada sakinleri, neden bilinmez martilardan sikayetciymis. Adayi martilardan temizlemeye karar vermisler. Martilar gidince yilanlar cogalmaya baslamis. Adayi yilanlara birakacak degiller ya, bu kez yilanlarin caresine bakmaya karar vermisler. Yapmislar da... Bir sonraki yil adada artan farelerden sikayet etmeye baslamislar. Sonra ne olmus bilmiyorum. Fare büyümesine care olarak farelerin caresine mi bakmislar, yilanlari ve martilari geri mi cagirmislar? Yoksa sorunun asil kaynagi olan türü bulup, onun mu caresine bakmislar?

Ağaçlar,  Çan egrisi ve tümör:
Hayatimda sonsuza dek büyüyen agac hic görmedim. Yedi Göller civarinda Isa'yla yasit oldugu söylenen bir agac görmüstüm vaktiyle. Evet, cok büyüktü, devasaydi. Gövdenin cevresini saran bir halka yapabilmek icin 3-4 kisi gerektigini görmüstük deneyerek. Fakat o bile yasina oranla gayet edepli büyümüs bir agacti. Büyüme oranini gecen yillarla arttiran bir agac hele hic görmedim. Sen gördün mü?

Tuhaf ama gercek. Bütün organik sistemler bir çan egrisi ciziyorlar. Istisnasi yok. Hepsinin ömründe bir hafif tepelik, bir dik yokus, bir zirve, bir dik inis ve düzlüge varis var. Hepsinin ömründe bir ilkbahar, bir yaz, bir sonbahar, bir kis var.

Bütün organik sistemlerde buna direnen bir yapi var. Arada bir ortaya cikiyor. Bazen gözle görünür hal almadan sistem onu kendi kendine yok ediyor. Bazen ise sistemin gözünden kaciyor. O zaman kontrolsüzce eksponensiyel büyümeye basliyor. Bir zirveye, bir üst sinira ulastigini kabul etmiyor. Bu tür büyümenin adi tümörlesme, kanserlesme. Hicbir organik sistemde saglikli kabul edilmiyor. Ya uzmani kesip cikaracak o tümörü, ya büyümesini bir sekilde durduracak, ya da ana organizmanin varligini ( ve dolayisiyla kendi varligini) sona erdirene dek büyüyecek. Erken teshisi cok önemli. Ileri dönemlerinde teshis edilirse, tedavisi bile hasta organizmayi cok zorlayip, sarsiyor.

Epilog:
Böyle iste.
Doga da nasil güzel bir ögretmendir, bilir misin?