"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Çarşamba, Temmuz 27, 2011

Özgürlestirici sebepler

Gecen Cumartesi yaptigimiz bir yürüyüsten bitki portrelerini yaziyordum, bitiremedim.
Agustos'ta sincabin tatili baslayacak. Günler nasil gecer, neler yapar, neler oynariz listesi cikariyordum. En cok da kendim icin. Acil durumda bakilacak. Bitiremedim.

Su, yürümek ve nefes almak üzerine en az iki yildir yazmak istedigim bir seri yazi var. Son zamanlarda suyun nasil da canli olduguna dair hislerle doldum; özellikle o kismini cok yazmak istiyorum. Bir türlü baslayamadim.

Yeni dondurmalar var denedigim. Yazamadim.

Oturup tek tek detayina girerek yazmak istedigim bitki öyküleri var. Yok, olmuyor, olmuyor.

Burada ruhsal arinma üzerine ne az yazdim. Öncelikli amacim bu degildi cünkü. Bir yazayim tam yazayim:
"Kendini zihninden ayirmayi basardiginda özgüvenin acisindan hakli olmakla olmamak arasinda hicbir fark kalmaz. Bu bütün anlasmazliklarin ve güc oyunlarinin sonudur. Baskalari üzerindeki güc, kendini güclülük olarak gösteren zayifliktan baska bir sey degildir."

Hakli olup olmadigini önemsemek ve bunun icin caba harcamak... Ben hep bunun bir hak oldugunu düsünmüstüm. En azindan bunun... Gönüllü olarak vazgecmek... Zor ama özgürlestirici olmali.

Yaz(a)mayisim bu sebepten degilse de, benzeri sebeplerdendir.

Çarşamba, Temmuz 20, 2011

Çocuk kestanesi ve anne salyangoz

Anaokuluna gidiyoruz. Yagmur var. Cagrisimla mi bilmiyorum, at kestanelerinin altindan gecerken gecen yildan kalma bir kac atkestanesi kabugu gördü yerde. Diyalog böylece basladi:

Sincap: Aneee, bak kestaneler!
Anne: Evet, ama gecen yildan onlar. Bu yilin kestaneleri daha gelmedi (Ic ses: Ne didaktiksin sen var ya!)
Sincap: Hayvanlar sever mi onlari?
Anne: Evet, atlar cok sever.
Sincap: Insanlar da sever mi?
Anne: Evet, ama insanlarin sevdigi baskasidir. Bunu atlar yer, onu insanlar yer...
Sincap: Ben de severim.
Anne: ... o yüzden bunun adi "at kestanesidir"...
Sincap: Öbürünün adi da "cocuk kestanesi" , degil mi?
Anne: (Bir an yutkunup) evet cocugum, aynen öyle.

Kim kime bir seyler ögretiyor, süpheye düstügüm anlardandir.

*

Bugünkü gibi yagmurlu yaz günlerinde disarida yürürken oynadigimiz oyunlardan biri "salyangoz bulmaca". Bu cevrede bol miktarda salyangoz yasiyor ve biraz yagmur yagdi mi hepsi ortalikta dolasmaya basliyorlar. Bahce sahiplerinin sevmedigine eminim ama bizim icin doganin gözlenecek binlerce yaratigindan biri. Sincap salyangoz kesfetme oyununda benden daha basarili. Hemen görüyor benim görmedigim salyangozlari bile. Duvarda yanyana yürüyen iki salyangozu (Tam olarak Helix pomatia - Roman salyangozu) da o farketti. Biri büyük, biri kücücük. "Belki de anneyle cocuk salyangozdur bunlar" dedi. "Öyledir mutlaka, anne salyangoz yavrusunu salyangoz anaokuluna götürüyordur" dedim. "Evet öyledir" dedi.


photo by Jürgen Schoner

Ona salyangozlarin hermafrodit oldugunu ve birbirlerini döllediklerini, dolayisiyla hic "anne" salyangoz olmadigini, yumurtalarini da zaten topraga gömdüklerini ve bir zaman sonra yumurtadan cikan yavru salyangozlarin "anne"leri onlari anaokuluna götürmeden hayat okuluna kayit yaptırdıklarını söylemedim.

Didaktikligimin de bir sınırı var.

Yogurt raporu

Türkiye'den getirdigim mayalik yogurtla yogurt mayalamaya devam ediyorum. Gecen iki ay icinde kac kez mayaladim, sayisini bile bilmiyorum artik. Dogal maya ile yogurt yapanlara tuhaf gelebilir ama son bir kac yildir her yeni denememde üst üste kac kez (kac nesil) sorunsuz yogurt mayalayabiliyorum diye saymaktaydim ben. Dördü gectigim olmamisti.

Yogurtla yaptigimiz her seye bir tat geldi. Cacik keyif verir oldu. Yillardan sonra tekrar yogurt corbasi yapmaya basladim. Yogurt corbasi yapamayan bir beceriksiz olduguma inanip vazgecmistim oysa.

Mayaladigim yogurtlar bu sicak yaz günlerinde, fazla ugrasmadan 4-5 saatte oluyor. Sulu olsa bile o sinir bozucu sünen kivam yok. Böyle durumlarda daha cok ayran, cacik yapip yiyoruz. Eger cok beklerse (örnegin bütün bir gece) o zaman da kati kivami asip pütürlü bir kivama dönüyor. Cok da eksi oluyor.  Tam corbalik :) Yani artik mayaladigim yogurtlar benim anladigim bir dilden konusmaya basladi.

Yogurt eger buzdolabinda fazla beklerse yine eksiyor. Kefirden biliyorum ki bu maya bakterilerinin hala canli ve aktif oldugunun göstergesi. Yedigimiz yogurdun ölü degil canli oldugunu bilmek bile mutlu ediyor, canlandiriyor beni :) Nasil ki gercek süt oda sicakliginda bozulmaliysa (ve pastörize süt bozulmak bilmiyorsa) gercek yogurt da mayalandiktan sonraki günlerde de mayalanmaya devam etmeli.

Her sey yolunda gittigi icin, buzluga attigim maya ile bir deneme yapmadim henüz.

Talep üzerine blogda "yogurt" diye bir etiket aciyorum. Tüm yogurt yazilarini altina toplayacagim. Ilgilenenlere duyurulur :)

Salı, Temmuz 19, 2011

Ortanca sinirotu (Plantago media)

photo by Siebrand

Bugün nehir kenarinda yürürken, bir sinirotu, ciceklerinin farkli rengiyle dikkatimi cekti. Sinirotu cicekleri benim bildigim beyaz renkli olur. Bunlar acik pembe/leylak renkliydi. Sasirdim, emin olmak icin yapraklarina baktim. Genis yaprakli sinirotuna (Plantago major) benziyordu daha cok. Ama ondan daha kücüktü.  Henüz tanismadigim bir sinir otu türüyle karsi karsiya oldugumu farkettim. Eve gelince hemen doga kilavuzundan baktim. Plantago media imis. Ciceklerinin uzunlugu ve yapraklarinin boyu ile diger iki sinirotu türünün arasinda yer aldigi icin hem Latince de, hem de baska dillerde "orta (boylu) sinirotu " olarak biliniyormus. Örnegin Almanca'da "Mittlerer Wegerich" , Türkce'de ise "Ortanca Sinirotu". Türkce'de ayrica "oval yaprakli sinirotu" dendigine de rastladim ki, bu da yanlis bir benzetme degil hic. Ingilizce adi Hoary Plantain imis. "Aksacli sinirotu" yani. Buna bir anlam veremedim. Basbayagi pembe sacli bir sinirotu bu cünkü :)

Bu arada özellikle yaz kosularinda sinek, böcek isirmasindan muzdarip olan esime sinirotunu ögrettim. Kostugu yerler bu otla dolu zaten. O hatta kosuya baslamadan önce bir iki yaprak koparip sürüyormus ve bu yil hic böcek isirigi sorunu yasamamis :) Önleyici tip?! :)

Pazartesi, Temmuz 18, 2011

Cumartesi, dalindan orman meyveleri, ayni safa kremi, kayin agaclari

photo by Arthur Chapman

Cumartesi günlerimi planlamam. Esim ve sincap evde olunca, gün kendi rüzgarina kapilip gider; bizi de ardindan sürükler. Genellikle alisveris, biraz yürüyüs, biraz da evde tembellikle gecer. Gecen Cumartesi farkliydi. Planlamaya kalksam bu kadarini ne planlayabilir, ne de hayal edebilirdim.

Sabah kahvaltidan sonra hep beraber cikip alisverise gitmeye karar verdik. Daha apartmanin kapisindan cikar cikmaz yan binada oturan yeni komsumla karsilastik. 70 yas civari tek basina yasayan ak sacli bir teyze. Diger komsum gibi Romanya Almanlarindan. Bir hafta önce Pazar günü siddetli bir yagmur sonrasi, biz yürüyüsten dönerken, o da bahcesinden dönüyordu. Yagmurun yere indirdigi elmalari toplamaya gitmismis. Bize de topladiklarinin yarisini vermisti. Cocuklugumuzdan hatirladigimiz, market raflarina asla ugramayan türden, kücük, eksimsi, lezzetli elmalardan. Cok sevmistik. "Bahceye gidiyorum, yine elma vardir cok, benimle gelirseniz vereyim" deyince bu cazip davete dayanamayip pesine takildim sincapla. Baba tek basina alisverise yollandi.

Derdim sadece elma degil. Bu yasli hanimlarin kücük hobi bahcelerinde yetistirdikleri türlü otlari, sebze meyveleri falan merak ediyorum. Daha önce de diger komsumun bahcesine gitmistim. Bu kadinlarla ve mesgaleleriyle bir yakinlik hissediyorum. Galiba icerde bir yerlerde onlarla ayni yastayim :D

Yeni komsum bahceyi yillar önce esiyle beraber kurmus. O zamanlar torunlari henüz kücükmüs ve cocuklarin severek zaman gecirecegi bir bahce olmasini hayal ederek türlü türlü orman meyveleri dikmisler. Sincap calilardan kendisi kesfedip frenküzümü, bektasi üzümü, ahududu ve bögürtlen yemeye bayildi. Cilek de vardi ama olanlarin hepsi toplanmis, bir iki tane mini mini kalmis. Frenküzümünün benim bildigim kirmizisi disinda bir de siyahi vardi bahcede. Gerci tamamen gecmis, bir iki tane bulup tadina baktik. Tadi kirmizininkinden tamamen farkli. "Ilactir bu, ilac" dedi teyzem.

Elma agaci oldukca ilginc, asili bir agacti. Bir dali, teyzenin bize de verdigi erkenci elmalarla doluydu. Diger dalindaki elmalar henüz olmamisti. Onlar daha gec olgunlasan ve kisin yenen bir cinse aitmis. Ben yere düsen elmalari toplayip sirt cantama doldururken, komsum bana bir yandan kücük baharat bahcesini gösteriyordu. Adacayi, lavanta, kekik, iki cins nane, isirganotu ve selamotu (Türkce adindan emin degilim, Levisticum officinale) . Bu sonuncu bitkiyi taa Lesley Bremness günlerinden bilirim, görür görmez de tanidim. Ama bu ilk resmi tanismamiz ve tadina ilk bakisim. Komsum bu ottan bir tür eksili corba yapildigini söyledi.

Bu arada dikkatimi tohum kapsülleriyle ceken bir bitkiyi gösterip "bu cörekotu, degil mi?" diye sordum. Emin degildi, "bilmiyorum, bahcenin her yerinden cikiyorlar, cok güzel mavi cicekleri var" dedi. "Evet, cörekotu öyleyse"dedim. Cünkü cörekotunun (Nigella sativa) da öyle mavi cicekleri oldugunu biliyorum. Tohum kapsüllerinin icini kontrol ettik. Gercekten cörekotuna benzeyen siyah tohumlar vardi ama tohumlar bizim bildigimiz cöreotu tadinda degildi. Hic bir belirgin tadi yoktu. Cöreotu ailesinden bir benzer tür olabilecegine karar verdim. Ona cörekotuyla (yani yaklasik bu cicegin tohumuyla) Türk mutfaginda yapilanlari anlattim, cok sasirdi. Bir avuc kadar cörekotu vermeye söz verdim. Seneye yetistirmeyi deneyecek.

Bahcenin diger bölümünde sebzeler vardi. Basim büyüklügünde bir alabas beni cok sasirtti. Elma büyüklügünde olanlari görmeye alismisim :) Ayrica pancar (tamam artik kesinlikle eminim, simdi mevsimi!), kereviz, fasulye, isgin, maydonoz, biber, domates, patates vb. vardi. Alabasin Türkiye'de pek bilinmedigini söyleyince sasirdi. Yemegini yapiyorlarmis. Almanya'ya ilk geldigimde bamya ve semizotu bilmezliklerine sasirmam geldi aklima :)

Bahcenin dibine dogru bir agaca geldigimizde ise sasirma sirasi ondaydi. "Ayva..., bilir misiniz?" diye sordu. "Bilmez miyiz, elbette" dedim. "Nesini yaparsiniz?" dedi. Recelini, tatlisini yaptigimizi unutmusum galiba, "Öylece, elma gibi yeriz" deyiverdim :) Cok sasirdi. Sanirim onunki farkli bir tür, saskinligi bu yüzdendi. Sonbaharda oldugunda bana verebilecegini söyledi, "menun olurum" dedim :) Cig yenmeyen bir cins ise, yapacak bir seyler buluruz elbet. Ona Türkiye'de "ayva cok olursa, kis sert gecer" dendigini anlattim. Bilmiyormus, ama dogru olmaliymis cünkü her zaman cok ayvasi oluyormus :D (Burada kisin sert gecmedigi yil yok gibi...)

Bu arada teyze sincapla bana bektasi üzümü ve kayisidan yapilmis bir komposta ikram etti. Bahceyi gezerken orman meyveleri ve elma atistirip onu iciyorduk bir yandan.

Bahcenin girisinde ise öbek öbek aynisafa (Calendula officinalis) cicekleri vardi. Onlari anlatmayi en sona biraktim :) Cünkü günün büyük sürpriziydiler benim icin. Teyze bana aynisafalardan bir tür merhem/krem yaptigini anlatinca cok meraklandim. Cünkü cilt icin cok faydali bir bitki oldugunu biliyorum. Sincabin tüm bebeklik ürünleri aynisafa (Calendula) özlüydü. Banyosunda hala Calendula özlü sampuan ve dus jeli kullaniyoruz. Merhemi varisleri icin kullanyormus. Ama her türlü yaraya da iyi geliyormus. Geleneksel olarak hayvansal ic yag ile yapiliyormus ama melkfett (parafin bazli, vazelin benzeri bir mineral yag) da olurmus. Yarim kilo yag dikkatle eritilip iki avuc dolusu aynisafa cicegi (kücük kücük böllünmüs) ekleniyormus. Yag bu sirada "snitzel pisirecek kadar" sicak/kizmis olmaliymis. Cicekleri ekleyince düsük isiya alip bir süre yavas yavas pisiriliyormus. Sonra kenara alip bir gün bekletiliyormus. Cicekli yag sogurken cicekler de bu 24 saatte özünü iyice birakiyormus. Ertesi gün yine dikkatle düsük isida eritip cicekleri süzüyor, yagi temiz bir kavanoza doldurup uzunca bir süre kullanabiliyormusuz.

"Cicekleri daha gecen gün topladim, bakin yine bir sürü var. Bugün toplasam yarin yine cicek dolar burasi. Sizin icin toplayayim mi, denemek ister misiniz?" dedi. Istemez miyim! Hemen iki avuc kadar cicek icin sözlestik. Acelesi yok dediysem de "yok olmaz, tam simdi ögle sicaginda toplanmali" dedi. Dogru, bazi sifali otlar özellikle ögle sicaginda, eterik yaglari yogunken toplanmali.

Bu arada biz de, nehir kenarindan sehre yollandik. Terkedilmis, eski bir demiryolunda hoplaya ziplaya yürürken bir taraftan da elmasini kemiren sincap, "anne, biz bu bahceye yine gelelim" dedi :) Cok sevmis :)

Sehir merkezinde aynisafa merhemi icin kullanacagim tasiyici/temel yagin ne olacagini arastirmaya basladim. Ic yag her ne kadar geleneksel olsa da, benim icin olasilik disiydi. Kendimi vücuduma tereyag sürerken bile hayal etmekte zorlaniyorum :) Melkfett'in tam ne oldugunu bilmiyordum. Sorup sorusturdum. Eskiden o da hayvansal kaynakli imis ve sütü sagilan ineklerin catlayan memeleri icin kullanilirmis. Adi oradan geliyormus :) Fakat bugünlerde o da  mineral bazliymis hep. Alternatif dükkanlarin birinde satici kadina ne yapmaya calistigimi anlatip yardim isteyince saticinin gözleri parladi. Bana Calendula armagan edecek bir tanidigim oldugu icin cok sansliymisim :) Daha önce kendisi de denemis. Harika bir krem oldugunu söyledi. Özellikle dudaklarda, dudak kenarlarinda kisin yasanan catlaklara cok iyi gelirmis ki, kisin en büyük sorunlarimdan biridir. Bana mineral bazli ve daha uygun fiyatli bir alternatifin vazelin ya da melkfett kullanmak olacagini ama kremin hakkini vemek istersem hindistancevizi yagi kullanmamin daha iyi olacagini söyledi. "Biz dogal ürüncülerin bakis acisiyla hayvansal ve mineral bazli yaglar bir yana, bitkisel yaglar bir yana" dedi. Eh, ben de ayni fikirdeydim; paraya kiyip hindistancevizi yagi aldim :) Cünkü aklimda su yazi vardi :)

Eve döndügümüzde alisveristen dönen baba yemegi bile hazir etmisti. Yemekten sonra, aksama dogru, sincabin deyisiyle "büyük park"a gittik. Büyük, yasli kayin agaclarinin cevreledigi bir ormanimsi alanin ortasindadir bu park. Cantama su ve kitap aldim sadece. Su sincap, kitap benim icin. Daha önce de demistim ya, kayin agaclariyla aramizda gizli bir sey var. Yanlarindan gecerken bir sey oluyor; sanki bir sey sarip sarmaliyor, ürperiyorum. Bir tanesi bile yetiyor. Kayin ormanindan gecerken hissettiklerimi anlatamam. Parkta sincap oynarken, ben kitaba gömüldüm. Adi Simdi'nin Gücü. Eckhart Tolle'nin. Aylar sonra yeniden ana yogunlasma, farkindalik, "simdi ve burada" nin pesindeyim. Kitapta anlatilanlari en kolay doganin kucaginda anlayabildigimi ve uygulayabildigimi farkettim. Kayin agaclari sahittir. Eve geri dönerken sincabin cikardigi büyük capli kiyamete ve cileden cikan babasina ragmen, sükunetimi ve huzurumu korumayi basardiysam, bu da Simdi'nin Gücü sayesindedir.  Kayin agaclari buna da sahittir.

Kayin agaclarinin bilmedigi  -ya da bilip bilmemezlikten geldigi- su ki, eve vardigimizda kapimizin önüne birakilmis bir kesekagidi dolusu aynisafa cicegi ve kafam büyüklügünde bir alabasin yarisi bizi bekliyordu :) Komsum sagolsun, üstelik bahcedeki iki tür Calendula'dan da toplamis. Biri bu, digeri de su. Komsuluk ne güzel, ne güzel sey :) Komsuma bir avuc cöreotu, bir kase findik ve kabak cicegi dolmasinin tarifini götürecegim. Hep ciceklenen ama bir türlü meyve dökmeyen kabaklari varmis. Ciceklerinin yenebildigini duyunca da cok sasirdi. Cok sasirdigim ve cok sasirttigim bir gündü gecen Cumartesi :)

Aynisafa kremine gelince...
Internette biraz arastirdim. Ic yag, vazelin, melkfett disinda dogal bir tasiyici yag alternatifi de balmumu-zeytinyagi karisimi imis. Aklima bitkisel bazli olarak, hindistancevizi yaninda kakao yagi da kullanilabilecegi geliyor. O da pahali ama oldukca dogal ve saglikli bir yag. Yillar önce kizkardesimle günes kremi yerine (koruma amacli degil, bronzlasma amacli) kullanmisligimiz vardi. Hey gidi genclik, hey :D Balmumu-zeytinyagi orani icin tam ölcü yok elimde, ama isteyen olursa arar bulurum. Klasik tarif 500 gr tasiyici yag, iki avuc dolusu cicek seklinde.

Benim yaptigim sekliyle gerekli malzeme 200 gr soguk preslenmis hindistan cevizi yagi ve bir avuctan biraz fazla ayni safa cicegi...

Normal oda sicakliginda kati olan yagi erittim. Eriyip gerekli isiya geldigini görünce elimle kücük kücük bir iki parcaya ayirdigim cicekleri ekledim. Yag cicekleri tamamen örtmeli. Hindistancevizi yagi kullanmanin bir avantaji cok yüksek isilara dayanabiliyor olmasi. Yakma riski yok denebilir. Bir diger avantaj da, mutfakta kullanilan kap kacakla calisabiliyor olmamiz. Yagin kendisi zaten yenebilen, mutfakta kullanilan bir yag. Ocagi en düsük isiya ayarladim. Benim 9 ölcekli ocagimda 1 dereceye yani. Yarim saat kadar (cünkü tüm tariflerde böyle söyleniyor) cicekli yag ince ince kaynadi. Yarim saat sonra yagi ocaktan alip kenara koydum. Günün büyük kismi boyunca sivi kaldi. Ancak 12 saat kadar sonra tekrar katiya döndü. 24 saat sonra düsük isida tekrar erittimInce bir müslin bezden süzdügüm yagi, hemen temiz bir kavanoza doldurdum. Hindistancevizi yagi kullandigim icin buzdolabinda saklamaliymisim. Sicak yaz günlerinde kivami siviya yakin olurmus yoksa. Baska türlü bür yag kullanildiysa, krem oda sicakliginda da saklanabilirmis.

Ben kremi hazirlarken fotograf cekmedim. Surada tüm asamalarinda fotografi cekilmis bir tarif var. Bu tarifte 60 gr bitkisel kati yag, 10 gr bitkisel siviyag ve 6 gr kuru cicek kullanilmis.

Biraz cicek artti. Onlari da kurutuyorum. Cayi yapiliyormus cünkü :) 

Önüme birakilan günleri seviyorum. Benim planladiklarimdan daha güzeller cünkü :)

Güncelleme: (21. Temmuz. 2011) Az önce okudugum su Kardes Bitkiler yazisinda da zeytinyagi ve balmumu ile yapilan bir aynisafa merhemi tarifi var. Mürver ve sari kantoron kremleri de cabasi :) 

Muz dondurmasi

Evet, "muzlu dondurma" degil, "muz dondurmasi".

Ilk kez Tijen'in Meyve Agacindan Hikayeler'inde okumustum. Bir iki olgun muzu soyup buzluga atiyoruz. Örnegin aniden gelen misafirlerimize bir yaz serinligi sunmak istersek muzlari cikarip biraz yumusayinca blender'dan geciriyoruz. Iste muz dondurmasi :)

Sonra unuttum bu tarifi. Buz gibi kis günlerinde, örnegin sincabin beslenme cantasindan yenmeyip iyice yumusamis muzlar ciktiginda geldi aklima. Ama yaz günleri unuttum.

Daha da unuturdum ya, arastiran anne bugünlerde dondurmalara daldigimi görünce bu dünyanin en basit dondurmasini paylasti benimle. Sadece tek bir malzemeden harika kivamli ve saglikli bir dondurma elde etme fikri cok hosuma gitti. Cuma günü denedim. Muzun tadinin ev halkina az gelebilecegini düsünerek bir silme yemek kasigi kadar da bal ekledim blender'dan gecmeden önce. Bal isiya tabi tutulmadan girdigi icin dondurmaya kendi tat ve aromasini da getirip ekledi.

Cok sevdik, yine yapacagiz, hep yapacagiz :)

Cuma, Temmuz 15, 2011

Yaprak iskeleti


Dün yolda buldum. Burada bir kac tane yasli, anit agac mertebesine terfi etmis kavak agaci var. Onlardan birinin (tam olarak su agacin) dibindeydi. Sanki beni bekliyordu. Alip eve getirdim. Sincabin merakina yenik düsmeden önce hic parcalanmamis tam bir yaprak iskeletiydi.

Cok zaman önce Dilek evde buna benzer güzelliklerin nasil yapilabilecegine dair bir link göndermisti. Hep yapmak istedim, bir türlü firsat olmadi. O örnekte camasir sodasi kullaniliyordu. Dün bunu doganin zaten kendi basina da yapabildigini ögrendim. Ve merak ettim camasir sodasi yerine tam olarak ne kullandigini. Su, rüzgar ve zaman sanirim...

Çarşamba, Temmuz 13, 2011

Annenin mucize kokteyli kapsülden süte karsi

Dün Süddeutsche Zeitung'da iki yazi okudum. Biri tam bir komedi, digeri oldukca ilginc ve bilgilendirici. Birinciyi komik yapan ise ikinci...

Birincinin basligi Kindermilch aus Kapseln - Latte macchiato für Babys (Kapsülden cocuk sütü -  Bebekler icin Latte macchiato). Hem kahve, hem  de bebek mamasi üreten ünlü bir uluslararasi gida devi, sonunda bu iki üründe sahip oldugu know-how'i bir araya getirerek yepyeni bir ürün ortaya cikarmaya karar vermis. Isteyen anne babalar bundan böyle mamayi kapsülle alip verebilecekmis bebeklerine. Gittikce yayginlasan kapsüllü kahve makinelerindeki teknolojiye cok benzer bir sekilde süt/mama otomati seklinde calisan makinelere, bebekler icin mama veya kücük cocuklar icin süt tozu iceren kapsüller yerlestirilecek, bir kac dakika icinde sicak su ile hem hijyenik, hem pratik mama hazir olacakmis. Kapsüller kahve makinelerindeki gibi alüminyumdan degil, plastikten olacakmis. 0-36 ay arasi icin düsünülmüs 6 degisik mama varmis. Makine 202 Euro, kapsüller 1.5 Euro'dan satilacakmis. Makine internet üzerinden üyelikle, kapsüller de yine internet üzerinden ya da eczanelerde satilacakmis. Ürün müdürü yüksek fiyata ragmen ürünün ilgi göreceginden eminmis. Sagladigi hijyen, güvenilirlik ve pratiklik sebebiyle...

unclutter'i ben yaziyor olsaydim, bu ürün unitasker wednesday kategorisi icin harika bir adaydi. Ama yine de ürünün Türkiye'de cok ilgi göreceginden emin gibiyim.

Gelelim ikinci habere... Simdi yüzünüzdeki o bastirilmis kahkahanin izlerini siliniz lütfen. Mucizeler ciddiyet gerektirir. Haberin basligi Muttermilch: Functional Food der Natur, Mamas Wundercocktail (Anne sütü: Doganin islevsel gidasi, Annenin Mucize Kokteyli). Haberde belirtildigine göre, anne sütünün icerigi  bebegin yasina ve hatta cinsiyetine, ayrica annenin icinde yasadigi yasam sartlarina ve bugüne dek bilinmeyen pek cok baska faktöre bagli olarak sürekli degisiyor. Bu bilgiye cok da yabanci degiliz zaten. Fakat bunu tam olarak nasil yaptigi benim icin uzun zaman bir sirdi.

Ayrica anne sütü yenidoganlarin virüs ve bakterilerle savasimini destekliyor, belli hastaliklara olan egilimini engelliyor ya da (ilginc bir sekilde) arttiriyor, bazen bütün bir gen grubunun aktivitesinde degisikliklere yol acabiliyor (Bu konu bir ara Emziren Anneler grubunda tartisilmis ve dogumdan sonra anne sütü araciligiyla gen degisikliginin olamayacagina karar verilmisti. Gen aktivitelerinde degisiklik olabiliyormus heyhat. Konuyla ilgilenenler "epigenetics" kavramini arastirabilir.). Yazida belirtildigine göre, anne sütünün bebegin zekasini etkilemesi cok olasiyken, karakterini bile etkilemesi mümkün görülüyormus.

Isin asil mucizevi tarafi (ki beni öteden beri sasirtmistir bu), anne sütünün yaklasik %90'i su, %6'si da süt sekeri laktoz aslinda! Geriye kalan ve anne sütünü bebege özel bicilmis yapanlar ise diger seker türleri, protein ve lipidler. Bunlarin saf besin maddesi moleküllerinin yaninda yüzlerce düzenleyici madde icerdigi söyleniyor. Sözkonusu "süt sinyal maddeleri" de, hormonlarda oldugu gibi cok düsük miktarlarda bile etkili olabiliyorlar. Bugüne dek varliklarinin ve etkilerinin az bilinmesi de bu yüzden.

Kaliforniya Üniversitesi'nden seker kimyasi üzerine calisan bilim adami Carlito Lebrilla'nin bulgularina göre annenin farkinda bile olmadan sütüne ekledigi olasi 200 farkli seker zinciri (oligosaccarid) var. Oligosaccarid'ler yeni dogurmus annenin sütünde su ve laktozdan sonra ücüncü yüksek oranla yer alan kolostrumu olusturuyor.  Sonucta kolostrum kisa (en fazla on molekül) ve bilgi tasima fonksiyonu tasiyan karbonhidrat zincirlerinden olusuyor.

Anne sütündeki seker zincirleri özellikle belli bir bakteri türünün ilgisini cekiyor: Bifidobacterium longum infantis. Dolayisiyla bu bakteri bebegin bagirsaklarinda yerlesen ilk mikroorganizma. Böylece anne sütü bebek icin ilk günden itibaren diger zararli (örnegin su kaybina sebep olacak tehlikeli ishallere sebep olan) mikroorganizmalardan koruyacak yararli bir misafiri cagirmis oluyor.

Lebrilla'nin bulgularina göre sözkonusu seker zincirlerinden yarisi emziren tüm annelerde sabit. Diger yarisi ise zaman ve kosullara göre degisiyor. Böylece -haberdeki ifadeyle- anne bebege kendi kisisel damgasini vurmus oluyor. Cünkü her bir oligosaccarid'in türü yaninda süte eklenme zamani, miktari  bebege ayri bir gelisim mesaji bildirmis oluyor; aktif mikroplari yok ediyor, bagisiklik sistemini kuruyor, beyin gelisimine dair sinyaller veriyor.

Buradan anne sütüyle büyümüs bebekler, formül sütle beslenmislerden daha zekidir sonucuna varmak hata olur tabii... Arastirmalara göre anne sütüyle beslenenler ilkokula basladiktan kisa bir süre sonra yapilan zeka testlerinde ortalama 6 puan daha yüksek aliyorlarmis. Ama standart testin yargiya varmadaki basarisi bir yana, zekayi dogumdan 6-7 yasa kadar etkileyen bir cok baska faktör de var.    

Karakter etkisine gelince... Anne makaklarin stres sebebiyle emzirirken daha cok kortisol aktardigi erkek bebek makaklar yetiskin dönemlerinde daha saldirgan oluyormus. Bu bir maymunun kariyerinde dezavantaj degil, avantaj tabii ki. Homo sapiens'te benzer bir etki kanitlanmis degil, ama olasi görülüyor.
 
Tüm bunlardan cikarilacak sonuc?  
Demek ki ben emzirdigim süre boyunca, ürettigim sütün icindeki su, yag, seker vb oranini uyurken bile degistirebilen; kafama, yiyip ictigime, ruh halime, yasadigim ülkeye, sincabin yasina, cinsiyetine göre 200 farkli seker zincirini bir öyle, bir böyle kombine edebilen mucizevi bir süt otomatiydim! :)
 
Sadece 6 türden olusan bir ürün portföyü mü dediniz?
Hah hah ha ha!  

Saka bir yana, tüm bunlardan cikarilacak sonuc?
Etrafima bakiyorum ve bloglarda, gruplarda ve baska internet ortamlarindaki pek cok annenin (ben dahil) dogumdan sonraki ilk haftalarda ciddi bir emzirme sorunu yasadigini görüyorum. Biz sehirli, modern annelerin emzirmeyle ilgili ciddi bir sorunu var. Tuhaf olan kirsal kesimde de emzirme süre ve oraninin düsüyor olmasi. Baslarda problemin anne sütünün gücü hakkinda yeterince bilgilenmemek, onu önemsememek ve kolayina, yasam tarzimiza daha uyarina, yani formül süte kacmak oldugunu sanmistim. O zamanlar kizgindim. Oysa görüyorum ki, bir bebek sahibi olacagini duyan annelerin büyük cogunlugu anne sütü konusunda yeterince bilgileniyor ve cogu zaman kararini ondan yana kullaniyor. Fakat dogumun ardindan ters giden bir seyler var. Elimizin altinda harika, mucizelerle dolu bir makine var ve nasil calisacagini bir türlü cözemiyor gibiyiz. Bu cözümsüzlük yeni anneyi ve cevresini son derece yipratan bir sorun. Yasadim, biliyorum. Artik kizginliktan cok, okudugum her yeni hikayede üzüntü duyuyorum. Neden cagdas insan elinin altindaki bilim ve teknolojiyi anne ve bebegin süt sorununu cözmek icin böylesine komik "cözümler" bulmak icin harciyor? Diger türlüsü, yani annenin dogumdan itibaren sorunsuz bir sekilde bebegini emzirebilmesi yeni ve sürekli kazanc kapilari acmadigi icin mi ilginc bir AR-GE konusu degil? Aci olan su ki, bu üstün bir bilgi ve teknik düzeyi bile gerektirmiyor. Genel saglik sisteminde (hastanelerin dogum bölümlerinde, saglik ocaklarinda) sosyal politikalarda, sehirlerin tasarlanmasinda, is kanunlarinda, olasi her seyi daha "anne, bebek ve emzirme dostu" yapacak kücücük, basit düzenlemeler bile yeterli olacak belki. Yeni anne ve bebegin de disariya cikmak ve orada, kamuya acik alanda da emzir(il)mek hakki oldugu yönünde ufacik bir anlayis degisikligi bile herseyi ne kadar kolaylastiracak oysa. Annelerin dogumdan yeterince önce ve dogumdan hemen sonra emzirmenin dogasi, olasi sorunlar ve bunlarin nasil asilacagi konusunda bilgilendirilmesi ve desteklenmesi ne kadar düsük maliyetli ve kadar kolay basarilabilir istenirse...

Eger gercekten istenirse...  
 

Pazartesi, Temmuz 11, 2011

Bu haftanin dondurmalari

Hizimi alamiyorum! Evdeki bir dondurma bitmeden aklima bir kac yeni dondurma fikri daha geliyor. Bu hafta avokadolu dondurma ve kakaolu-cevizli dondurma yaptim. Avokadolu dondurmayi özellikle denedim; cünkü meyvenin kremsi dokusu ve icerdigi yüksek yag orani sebebiyle dondurmanin kivamina katkisi olacagini tahmin ediyordum. Nitekim  öyle de oldu ve evde cok begenildi. Fakat yerel bir meyve olmaması sebebiyle sık sık yapılacak dondurmalar listemde olamayacak. Zaten avokadoyu cok sevdigim halde, elim üc dört kez gidiyorsa bir kez aliyordum. Fakat Türkiye'de durum belki farkli olabilir. En azindan güney illeri acisindan. Tijen hem kitaplarinda hem de blogunda Antalya'da yerli avokado yetistirildigini ve satildigini söylemisti gibi animsiyorum. Antalyalilar'a özellikle öneririm öyleyse :)

Tarif söyle:
Avokadolu dondurma:
200 ml. krema
1 avokado
1 bardak süt
1 cay kasigi guar cekirdegi tozu (guar ve alternatifleri icin bu yaziya bakiniz)
5 yemek kasigi seker

Avokado soyulup küp küp dograniyor. Guar tozu bir bardak soguk sütte eritiliyor ve orta isida bir ocakta kivamlanana kadar karistiriliyor. Tüm malzeme birlestirilip blender'dan geciriliyor. Buzluga konuyor. Her yarim saatte bir cikarip karistiriliyor ve tekrar buzluga konuyor. 4-5 saat sonra hazir.

Avokadolu dondurma cok cabuk tükendigi icin modellik yapmaya firsati olamadi. Onun yerine evdeki avokado bitkimizin son durumunu gösteren bir fotograf ekliyorum. Dondurmasini yaptiginiz avokadonun cekirdeginden avokado yetistirmenin detaylari icin buraya. Öylesine hizli büyüyor ki, yaz ortasinda saksisini degistirsem mi, sonbahari beklesem cok mu gec olur diye düsünmekteyim su anda:




Gelelim diger dondurmaya. Kakaolu dondurma, her dondurma lafi acildiginda bu yöndeki talebini belli eden sincap icin yapildi. Icine ekledigim ögütülmüs cevizlerden biri büyükce kaldigi icin dilinde hissedince pek hosuna gitmedi ve hemen dondurma kasesini eliyle itiverdi. Nitekim diger dondurmalari da hep azar azar yemisti. Ama önemli degil. Önemli olan sincapta bir "ev yapimi dondurma" hafizasi ve damaginin gelisiyor olmasi.

Kakaolu-Cevizli Dondurma:
200 ml.den biraz fazla krema
1,5 bardak süt
2 cay kasigi guar cekirdegi tozu
1 avuc ceviz
2 yemek kasigi kakao (sekersiz, saf kakao)
5 yemek kasigi seker

Guar cekirdegi tozu yine soguk süte ekleniyor ve orta isida ocakta karistirarak cok az (belirgin bir kivam alana dek) isitiliyor. Ceviz döverek ya da blender'dan gecirilerek incecik ögütülüyor. Tüm malzeme birlestiriliyor. Kasik ya da cirpma teli  ile iyice karistiriliyor. Buzluga konuyor. Her yarim saatte bir cikarip karistiriliyor ve tekrar buzluga konuyor. 4-5 saat sonra hazir. 

Bana kalirsa hem renk, hem tat olarak gayet kakaolu bir dondurmaydi ama esim daha yogun, aci cikolatayi andiran bir kakao tadi istiyormus. Bir dahaki sefer icin not aliyor ve yogun cikolata tadi sevenlere de daha fazla kakao katmalarini tavsiye ediyorum.

Cuma, Temmuz 08, 2011

Aklima gelmisken, bunlar da senin icin:



Adacayi bebekleri...
Sol üst kösedeki haric.
O (eger kabul ederse elbette) feslegen olacak.

Organize umut


Saksi isareti icin gerekli malzeme:
  • Atac
  • Yarim cm genisliginde kagit seritler (eski kagittan kendin kes)
  • Herhangi bir yapistirici malzeme
  • Orijinal fikre ulasmani saglayacak ve yazisirken "tohum imkansiza umuttur" gibi iddiali cümleler yumurtlamana ortam hazirlayacak bir arkadas 

Yaşam devam edecek ve o yaşam güzel olacak*

Bugün bu belgeseli seyrettim:

Life After People Insandan Sonraki Yasam (Türkçe)

(Tesekkürler Meyvelitepe!)

Yillar öncesinde okudugum bir haberin basligi geldi aklima. Haber Filipinler'in eski diktatörü Marcos hakkindaydi. Iktidardayken A.B.D'deki örneklerine özenerek kayalara heykelini oydurtmus. Ölümünden cok kisa bir süre sonra, kayalara oyulmus heykel de dogaya yenik düsmüs, nemden zarar görmüs, sarmasik bitkiler her yanini sarip örtmeye baslamis. Haberin basligi suydu: "Hayat kisa, sanat uzun, doga daha da uzun"

*Bu yazinin basligi ise belgeselden.

Perşembe, Temmuz 07, 2011

Gerçek çarpması

"Sigirlarimiz öldü ve yiyecek hicbir sey bulamadik. Bu yüzden kactik" dedi  Maryan Abdullah bir ajans muhabirine. Maryan Abdullah 32 yasinda ve 6 cocugu var. Hicbirinin ayakkabisi yok. Sali aksamindan beri Dadaab'dalar.  "7 günü sokaklarda gecirdik ve dün gece buraya ulastigimizda komsulardan  biri bana cocuklar icin biraz süt verdi."


Afrika'nin göbeginde 80'lerde Etiyopya'da yasanmisa benzer yeni bir aclik dalgasinin kapiyi calmakta oldugunu bildiren haberin gerisini okuyamadim.

Bir cocugum var. Ayakkabisi var. Bu sabah kahvaltida yumurta ve recel yedi. Portakal suyu icti. Ekmek yemedi diye endiselenmistim biraz; ona da gercek carpti, dagildi gitti.

Bir yerlerde Maryan Abdullah'a rastlasam, yüzüne bakabilir miydim?

Dip not: Bir yerlerde Gülay'in annesine rastlasam (ki daha da olasidir bu), yüzüne bakabilir miydim?

Çarşamba, Temmuz 06, 2011

Bir kutuya ne kadar mutluluk sığar? Peki ya bir sepete?

Mutfakta Zen ile ilk tanismam 5-6 yil öncesi. Yazilari okumaya basladiktan kisa bir süre sonra farkettim ki, blog sahibinin kitaplari da var. Biri "Tak Koluna Sepeti", digeri "Bir Ot Masali". Blog bir süredir icine daldigim büyülü bir dünyadan masallar anlatiyor ya, kitaplarin neler anlattigini da cok merak ettim. Türkiye'yi arayip anneme adlarini verdim, bana göndermesini rica ettim. Bir süre sonra posta kutuma  "Bir Ot Masali"nin müjdeli haberi düstü. Ertesi gün büyük bir sabirsizlikla postaneye gidip, icinde kitabin yaninda mis gibi Türkiye olan baska güzelliklerle dolu paketimi teslim aldim. Gidecegim yere kadar sabredemeyip paketi otobüste actim, hemen orada "Bir Ot Masali"na daldim. Adacayindan, kisnise, köremenden tekesakalina atlarken nasil da mutlu, nasil da mutlu oluyordum. Öyle bir mutluluk ki, insanin böylesini şu kadarcik bir karton kutuya sigdirip, elle tutulabilir bir seymis gibi taa uzaklara gönderebiliyor olmasina sasip kaliyordum. O gün aksam eve dönene dek buldugum her firsatta, cocuklar gibi şen "Bir Ot Masali'nin" sayfalarini karistirdim.

Sonra Tijen Inaltong'la  klavye üzerinden de olsa tanismak, karsilikli yazismak ve hatta birlikte yazan bir ekibin üyesi olmak gibi sanslara da sahip oldum. O her ne kadar büyük mütevazilikle "Tijen"i yeterli görse de, icimde bir yerde adinin arkasina daima sessizce "Hanim" eklemeye beni mecbur kilan derin bir saygi var.

Bu uzun ve kisisel girisin sebebi aslinda su:
Duyduk duymadik demeyin!
"Tak Sepeti Koluna" basliyooooooor!
Tijen hazirliyor, Tijen sunuyor :)
Kanal 24'te yayinlanacak programin ilk bölümü 8 Temmuz Cuma günü aksam 21:00'de yayinlanacak. Yurtdisinda yasayan ya da kaciranlar icin web sitesinden canli, facebook'dan gecikmeli izlemek de mümkün. Detaylari burada ve burada.

Simdiden eline saglik; bu yeni deneyimde yolun acik, her sey gönlünce olsun Tijen'cigim. Ben bir kücücük karton kutuya ne mutluluklar sigdirabildigine sahidim; sepet senin kolundaysa, ona kimbilir ne hikayeler, ne güzellikler, ne mutluluklar sigar.

Ahududulu dondurma

Dört yilin ardindan tekrar evde dondurma denemelerine geri döndüm. Dört yil önceki denemelerin özeti burada. Bu dört yil boyunca sincabi itinayla dondurmadan kacirdik. Zavalli cocugum böyle bir seyin varligini ilk kez bu yaz ögreniyor. Ev yapimi dondurma ve alternatif dükkanlardan satin alinmis organik dondurma ile... Anaokulunda annebabaya sormadan ve sorgulamadan verilmis dondurmalari saymazsak... (Evet , kizginim!)

Asagidaki tarif bu yilin ikinci denemesi; evdeki malzemelere bakarak ben uydurdum. Bugüne dek yaptiklarim arasinda kivam olarak en hosuma gidenlerden biriydi. Demek ki kendi kendime tarif uydurabilecek kadar evde dondurma yapmanin temel mantigini anlamaya baslamisim diye sevindim sonra da... :)

Ahududulu Dondurma:
Malzeme ve biraz laf kalabaligi:
300 gr. ahududu
200 ml krema
1 su bardagi süt
1 cay kasigi (silme) guarn cekirdegi tozu
2 yemek kasigi seker

Üzülerek itiraf ediyorum ki, ahududu dondurulmus idi. Tazesini kullanmak daha iyi olurdu. Ahududu yerine benzer baska meyveler (cilek, bögürtlen, dut, belki frenküzümü, vb.)  de kullanilabilir. Dondurulmus meyve kullaniyorsak, meyvenin tamamen eritilmesi gerekli degil. Blender'dan gecebilecek kadar yumusamasi yeterli. Böylece hem donma süresini kisaltiyor, hem de biraz enerji tasarrufu yapmis oluyoruz ;)

 Guar cekirdegi tozu tamamen dogal bir kivam arttirici. Tek kötü yani uzak yerlerden gelmesi. Guar bitkisi aslen Hindistan-Pakistan civarinda yetisiyor. Ögütülmüs cekirdeklerinin kivam arttirici özelligi sebebiyle vegan-vejeteryan mutfaklarda jölemsi tatli, sos, corba, ekmek, dondurma vb. yapiminda kullaniliyor. Bazi hazir gidalarda E412 koduyla rastlanabilir ama hazir gida üreticileri maliyet sebebiyle genelde ne oldugu belirsiz baska kivam arttiricilari tercih ediyorlar. Paket üstüne E412 koduna rastlayinca biraz olsun dikkatli bir üreticiyle karsi karsiya oldugumuzu varsaymak cok da yanlis olmaz sanirim. Guarn cekirdegi tozu bulunamadigi taktirde baska dogal kivam arttiricilar da olur. Tam miktar veremesem de aklima gelenler  nisasta, pektin, keciboynuzu cekirdegi tozu (dikkat! meyvenin degil, cekirdegin tozu), salep. Salebi sonuncu sirada yaziyorum, cünkü dondurma askimiz yüzünden pek cok güzel orkide cinsinin köküne kiran girmek üzere. Önemli olan hangisini kullanirsak kullanalim bir bardak süte eklenip isitildiginda muhallebimsi bir kivama dönüsmesi. Guarn cekirdegi tozunda bu gayet düsük isida bir iki dakikada gerceklesiyor; uzun uzadiya isitilmamali. Dondurmada gerekli kivami yakalamak icin kullanilan bir baska kivam arttirici da yumurta. Italyan dondurmalari genelde bu temele dayaniyor. Fakat bu baska ve benim az tecrübeli oldugum bir yöntem.

Sekeri iki kasik kullandim ama dört kasik bile olurmus. Sekeri ne kadar sevdiginize bagli; ben meyvenin kendi tadini almaktan hosnuttum. En iyisi karisimi dondurmadan önce lezzet testi yapmak :)

Yapilisi:
´Meyveler taze ise yikayip hazirliyor, dondurulmus ise yarim saat kadar (blender bicaginin kesebilecegi kadar) eritiyoruz. Guarn c. tozunu bir bardak soguk sütle iyice karistiriyoruz ve kücük bir tencerede, düsük isida sürekli karistirip kivamlanana dek isitiyoruz. Meyve, krema ve sekeri de bu karisima ekleyip blender'dan geciriyoruz. Uygun bir kaba alip buzluga yerlestiriyoruz. Her yarim saatte bir cikarip iyice karistiriyor, tekrar buzluga koyuyoruz. 2-3 saat sonra hazir :)

Sonunda söyle bir sey oluyor:


Eski yazilarimdan birinde "Üreticisi ne derse desin, gıda boyası katılmadan hiç bir fıstıklı dondurma o kadar yeşil, hiç bir çilekli dondurma o kadar pembe, hiç bir limonlu dondurma o kadar sarı O-LA-MAZ" demistim. Bu sözümü geri aliyorum. Gercek meyveyi gercek oranda kullanirsak o kadar pembe bir dondurma yapabiliriz bal gibi. Limonlu ve fistikli dondurmadan yana ise hala süpheliyim. O kadar pembe bir dondurmanin mümkün oldugunu ögrenmenin ise söyle bir aydinlatici yönü var: Endüstriyel üretici dondurmasina ahududu ya da cilek yaninda gida boyasi ya da pancar da katiyorsa, yani o pembe rengi en iyi ihtimalle pancar sayesinde elde ediyorsa, o zaman meyveden caliyor ve maliyeti bu sekilde düsürüyor olabilir.

Kisaca, bütün bir yaz evde dondurma yapmak belki mümkün olmaz ama arada bir yapmak bile bizi daha farkinda ve bilincli tüketiciler yapar.


Salı, Temmuz 05, 2011

Bay ispinozla tanisma

photo by chausinho
Bugün bu sevimli seyi dis doktoruna giderken gördüm. Kaldirimda gelip önümde durdu. "Bi sey mi vardi?" deyip ben de durdum. Bi sey yokmus, öyle kendini göstermek, tanismak istermis. Peki, ben de aklima yazdim boyunu posunu ; bas ve ensesinin mavimsi gri, karin ve sirtinin kahverengi, kanatlarinin siyah ve beyaz renk oldugunu...
Eve geldim,  RSPB ve NABU'ya sordum.

Bay Ispinoz degil miymis megerse!
Fringilla coelebs / Buchfink /Caffinch.

Üstelik Avrupa'nin en cok rastlanan kuslarindan da biriymis.
Daha önce neden rastlamamisim, bilemedim.
O da bilememis belli ki. Ondanmis kendini önüme atisi.

Memnun oldum Bay Ispinoz. Esiniz Ispinoz Hanimefendi'ye de selamlar, saygilar...   

Pseudofumaria lutea ( Corydalis lutea)

photo by Dénes Emőke

Pseudofumaria lutea ( Corydalis lutea)
Gelber Lerchensporn / Yellow Corydalis / ?
Bir baska duvar catlagi sever daha. Cünkü o da karincalarla anlasmis tohumlarinin dagitimi konusunda. Bugün sehrin daha önce hic gecmedigim bir sokagindan gectim ve duvar dipleri öbek öbek sari Corydalis ile doluydu. Hic yabancilik cekmedim :)

Ben bu güzeli, ciceklerinden gectim, sadece yapraklari icin bile evde yetistirmek istiyorum. Bizim sokakta duvar diplerinde de bolca var. Hepsine (ve tabii sokagin bütün karincalarina) ilan ettim. Bu yil tohum nakliyat isinin bir kismina talibim.

Pazartesi, Temmuz 04, 2011

Cesitlilik üzerine

Zürih Teknik Yüksekokulu (Technische Hochschule Zürich) biyologlari tarafindan gerceklestirilen bir deneyden detaylar:

Birbirinden farkli iklim sartlarinin her birinde tek  bir tür (monokültür) ekerek gelisimini takip etmisler ve her seferinde bu tek türün bir süre sonra öldügünü tespit etmisler. Ne zaman ki ortama baska bitkiler de eklenmis, o zaman tüm bitkilerin yasama oraninin arttigi belirlenmis. Paradoks gibi görünmesine ragmen, ortama bitki yiyen böcekler eklendiginde, bitkilerin bir kismi yense de geriye kalanlarin cok daha saglikli gelistigi görülmüs. Acikca bitkiler ortamda "düsmanlari" da olmasi durumunda daha iyi gelisiyorlarmis. Böceklere saldiran türden parazitler deneye dahil edildiginde ortamin canliligi daha da artmis. Özetle görülmüs ki, sadece en güclü ile sinirlanmis bir ortam degisikliklere ve dis saldirilara karsi son derece kirilgan iken, birbirinin yaninda yasayan cesitli türden canlilar yasamin sihirli formülünü olusturuyormus. Cesitlilik bir yasam alaninda istikrarin artmasina yol aciyormus. Fakat sözkonusu olan sadece bir "türlerin coklugu, bollugu" degilmis; tüm türler daima bir iliskiler agi ile de sımsıkı bir sekilde birbirine bagli bulunmaktaymis.

Sivrisineklerin varlik sebebini sorgulamak gafletine düstügümde animsamak
 ve yirmili yaslarimda aklima kazimaya kalktiklari "isbirliginin degil rekabetin basarinin formülü oldugu" yalanini unutabilmek icin...

Pazar, Temmuz 03, 2011

"Kaz Dağları-Siyanürlü Altın Madenciliği" baslikli yaziyi ilk kez ODTÜ Cevre Toplulugu sitesinde buldum. Cizimleriyle beraber asli ise Ekolojistler sitesinde Eylül 2008'de yayinlanmis.

 Alintilayamayacagim kadar cok önemli ve temel bilgi var icinde.
  • Siyanür nedir?
  • Altin madenciliginde cok kullanilan "Siyanürlü Liç Yöntemi" nedir?
  • Siyanürlü altin madenciligi neden (ya da ne zaman) sorun yaratir?
  • Dünyada yasanmis siyanürlü altin madenciligi kazalari nelerdir?
  • Bergama'da ne oldu?
  • Türkiye'de bir altin madeninin isletmeye acilmasi (birinci dereceden taraf olan cevre halkinin ve cevre gönüllülerinin karsi cikmasina, direnmesine karsin) hukuki ve idari acidan nasil bir tipik yol izler?
  • Dünyada durum ne? Neden böyle oluyor?
gibi aklimiza gelen pek cok önemli soruya biz sokaktaki insanin anlayabilecegi dille yanit verilmis yazida.

Cumartesi, Temmuz 02, 2011

'bugünün hikayesi' ya da sipariş üzerine hikaye

Mısır koçanı parkı
Fısıldayan ulu kayınlar
Kayın tohumu
Meşe palamudu
Elleri pembeye boyayan  Rubus caesius / Kratzbeere / Dewberry / ?
6 yıldır kayıp olan ahududu; söğüt ağacının dibinde
Thoreau'un toprağı bol olsun: 'Hiç toplamadığınız yaban mersinlerini tattığınızı sanıyorsanız, kötü bir hata yapıyorsunuz... Ebedi adalet hüküm sürdüğü müddetçe, tek bir masum yaban mersini bile arazideki tepelerden şehre taşınamayacaktır.'
Mutluluk, yatağından taşan nehir gibi değil, dingin bir okyanus gibi, onbin besyüz metre derinliğinde...

Al da bu yapboz parçalarından bir hikaye kur şimdi.
Ben çok mu yorgundum bilmiyorum, bir türlü beceremedim.
Adı da 'bugünün hikayesi' olsun lütfen.


Yukaridaki bir kitap kapagi. Almanya'da gecmiste sifali otlar ve onlardan hazirlanan ilaclarla ilgili bilgiler genellikle aile icinde kalir, yemek tariflerinin yazildigi deftere not edilir, anadan kiza devrolurmus. Dogal tedavi yöntemlerinin bir kismi da yayginlasmadan, bu defterlerin tozlu sayfalari arasinda kaybolup gidermis. Sözkonusu kitap bu türden aile defterlerinin toplanip taranmasiyla olusturulmus; yazarin yillar icinde olusturdugu bir koleksiyon ve bilgi birikiminin eseriymis. Kitabi, hayir, okumadim. Fakat kapagindaki resimden etkilendim. Yasli kadinin durusunda bana kendi anneannemi animsatan bir sey var. O yüzden buracikta dursun; arada bir gelip bakayim. Yüzyillardir ailelerine sifa vermek görevini azimle üstlenmis her kültürden yasli kadinlari anayim.

Bu arada anneannemden bana kalmis herhangi bir dogal tedavi bilgisi yok. 6-7 yaslarindayken kollarimdaki sivrisinek isiriklarinin kasintisi dayanilmaz hal alinca, tuzlu suyla ovdugunu animsiyorum. Tuzlu su ise yaramamis, ellerinin nasirlari kasintiyi daha da arttirmisti :D Fakat sirt agrilarina karsi cay bardagiyla uygulanan, simdi adini unuttugum o tedavi yönteminin uzmaniydi. Ah! Kaybolup giden bilgiler...

Cuma, Temmuz 01, 2011

Biraz rahatladim mi, ne?

Havalarin isinmasiyla birlikte ayni dert yeniden basladi.
Sincaba günes kremi sürmeli mi?
Evet, plajda degiliz. Ama anaokulunun bahcesinde uzun uzun oynadiklari oluyor.
Kimyasal koruyuculara güvenmiyorum.
Onun yerine mini partiküllerle koruma saglayan ürünler öneriliyor. Icgüdüsel olarak onlara da güvenmiyorum.

Yaz basinda gidip bir eczaciyla görüstüm. Bizim kara kafa sincabi görünce "oglunuzun cilt rengi itibariyle bu iklimde yüksek faktörleri kullanmasina hic gerek yok" dedi.
Ben zaten cocuklugumda sokakta oynamaya günes kremiyle gönderildigimi hic animsamiyorum.

Ne yapiyorum?
Maltalilar'i örnek almaya calisiyorum. 2-3 bin yildan fazla zamandir günesle mücadeledeler. Herkesten iyi onlar bilirler. Onlar cocuklarini günesin dik geldigi saatlerde (yaklasik 11-17 arasi) disari cikarmiyordu. Nokta. Herhangi bir sebeple bu saatlerde disarida olmamiz gerektiginde etrafta gördügüm cocuklar, sadece kreme bulanmis turist cocuklariydi. Her zamankinden daha sicak ve günesli bir Mayis sabahi sincap arabasinda basini bir tarafa yatirmis uyurken, yasli adamin biri beni durdurup acikta kalan boynunu örtmemi önermisti. Bana kalirsa arabanin üstünden hafifce sarkittigim müslin bez orayi zaten gölgelemekteydi ama yine de günesin uzmanlari "örtün" buyurunca itiraz etmem ben.  

Simdilerde mümkün oldugunca ince ama uzun beyaz pantolon ve kisa kollu (kolsuz degil) tisört giydirmeye calisiyorum. Sort baska acilardan da sorunlu. Iki gün önce aksamüstü gezmeye sortuyla cikti. Simdi bir böcek isirigi sebebiyle davul gibi sisen bacagini tedaviye calisiyoruz. Zihnimi mesgul edip duran "Kene miydi, degil miydi?" sorusunu saymiyorum bile...

Yine de "sincap icin günes kremi kullanmali miyim?" sorusuyla huzursuzlanmaya devam ediyorum.
Siddetle birilerinin bana  "kullanma o kremleri, gerek yok, zarari cok" demesini bekliyorum.

Bu sabah nihayet dedi birisi:
Çocuğunuza güneş kremi sürmeyin!


Biraz rahatladim mi, ne?