"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazartesi, Ağustos 28, 2006

kimyonun maceraları 28/08/2006

kimyona kalsa hep ottan, ağaçtan bahsedeceğiz. bir el koymalı bu duruma. sokak kapısının önüne iki gün önce iki kız çocuğunun tebeşirle çizdiği; iki güneş, bir ağaç ve bir çocuktan oluşan mutlu tablodan bahsetmeli mesela. sonra az önce yağan yağmurdan. nihayet hava hafiften serinlemiş. karşı apartmanın giriş katında bir genç kadın bunu fırsat bilmiş olacak, pencereden sarkmış, dışarıyı seyrediyor. mutlu belli ki. kendi kendine gülüyor. üst kattaki yaşlı komşu (hani kimyonun her sesini duyduğunda "gençliğinde çok sigara içmiş bu teyze, belli!" dediği) yine sokaktan geçen birini yakalamış, laflıyor. patatesçi geçti bir de.

sokağın sesleri bunlardan ibaret değil. bir saat önceydi. yağmurdan önce. bir ufaklığın sesi yankılanıyordu sokakta. camdan bakınca görünmeyen bir çocuk sadece çocukların anlayabileceği ve sadece çocukları mutlu edebilecek bir oyun oynuyordu, sokakta yankılanan sesini bir polis sireni gibi dalgalandırarak...

Salı, Ağustos 22, 2006

bir deneme: basit yaşam ne değildir?

basit yaşamın etrafında dolaşmak kolay, tam bir tanımını yapmak, sıkı bir çerçevenin içine yerleştirmek bir o kadar zor. yaşamın kendisi gibi yani...

bir şeyi zıtlarıyla tarif etmek bazen başvurulan bir yöntemdir. basit yaşamı tarif etmek için de denenebilir:

basit yaşam inzivaya çekilmek değildir.
ya da şöyle demeli: inzivaya çekilmek basit yaşamın ön şartı değildir. bazı ingiliz romanlarında "simple life" bu şekliyle kullanılır. "aa, o mu? basit bir yaşam sürmeye karar verdi" denir biri için. "taşraya taşındı, kimseyle görüşmüyor, bahçesinde kabak yetiştiriyor" anlamında... bizde basit yaşamdan bahsedildi mi hemen köye dönmekten ya da güneyde küçük bir kasabaya yerleşmekten bahis açılır. doğaya dönmek güzeldir, hoştur ve de basit yaşamla barışıktır. dönecek köyünüz varsa, dönün tabii. ama basit yaşamı herşeyden elini eteğini çekmek, izole olmak, inzivaya çekilmek gibi anlamak yanlış.

basit yaşam teknolojiye sırtını dönmek değildir.
teknolojiyle bir alıp veremediğimiz varsa kullanılış şeklinde. televizyonun kitlelerin davranışlarını ve düşüncelerini değiştirmek için kullanılmasına; otomobilin, cep telefonunun değerli fonksiyonları ötesinde sadece statü sembolü olarak görülmesine; başını kaşımak için dahi elektrikli araçlardan medet ummalara bozuluyoruz, o kadar.

basit yaşam (sadece) çevrecilik değildir.
evet, kesişim noktaları çok fazla doğal olarak. çünkü basit yaşamın çıkış noktası sayılabilecek modern zamanların temel problemleri arasında eko sistemin küresel boyutta tahrip edilmesi de var. fakat basit yaşamı çevrecilikle eş anlamlı saymak doğru değil.

basit yaşam fakirlik değildir.
burada zenginlik ve fakirliğin, ihtiyaç ve isteğin, yeterlilik kavramının uzun uzadıya bir tartışmasını yapmak da mümkün. ama kısa kesmeli. Duane Elgin'in basitçe ifade ettiği gibi "dışsal (materiyal) açıdan basit, içsel (ruhsal) açıdan zengin bir yaşam sürmek" aslında temel amaç. ("Living in a way that is outwardly simple and inwardly rich.")
bir de kaynakların daha adil ve verimli kullanılması adına gönüllü vazgeçişler var.

basit yaşam az harcamak, ucuza maletmek değildir.
bu da bir başka yanlış anlama. kaynağı frugal living (tutumlu yaşam) kavramının sıklıkla basit yaşamla birlikte anılması olabilir. bir de "büyük tasarruflar yapalım, üç günde köşeyi dönelim, genç yaşta emekli olalım" hayalleri. basit yaşamın diğer hedefleriyle tutarlı olduğu sürece tutumlu bir yaşamın erdemleri yadsınamaz elbette. tüketim toplumu olmayalım derken ekonomiyi durgunluğa sokmak değil ancak amacımız. üç gün sonra dağılıp gidecek kalitesiz ürünleri ucuz diye tercih edip evde bir hurda mallar koleksiyonu oluşturmak da olmamalı.

basit yaşam sihirli değnek değildir.
her şeyden önce göreceli basit yaşam. her bünyeye şifa , her hastalığa deva tek bir basit yaşam tipi yok. yaşanan yere, zaman-mevsime, yaşa-başa, sosyal yapıya göre herkesin başka başka basitleşme, sadeleşme ihtiyaçları var. birinin büyük basitleşme ritüelleri, bir diğerinin zaten kurtulmaya çalıştığı şey olabilir. en iyisi kendi yaşam tarzına en uygun basitliği yakalamakta. böylece bir yük olup çıkmamış da olur zamanla. ama bu bolca düşünmek, kendi fikirlerini ve yöntemlerini geliştirmek ve denemeler yapmak gerektiriyor. basit yaşamın basit olmayan yönü de burası...

karabaş

mevsiminde İzmir'de pazarlarda satarlar karabaşı. bir de Kemeraltı'nda. tazecik mor çiçekli demetleri eve götürür, mutfak tezgahı üzerinde bir bardağa yerleştirir, her çay demliğine atarsın bir başcık. aktarlarda kurusu da satılır her mevsim. kolestrole ve öksürüğe iyi gelir, derler. bilemem. sadece dağlardan gelen bu güzelliğe demlikte yer açmanın ve hafif kekikli kokusunu çayda duymanın ruhlarda yaratacağı sağlıklı etki bile yeterlidir bence.

bir yerlerde bir tür lavanta olduğunu ilk okuduğumda inanmamıştım. heyhat, doğru. latince adı lavandula stoechas. akdeniz ülkelerinde kendiliğinden yetişen bir tür yabani lavanta. geçenlerde hep alışveriş yaptığım süpermarketin bitki bölümünde gördüm saksılar içinde. çiçek de açmış, ne güzeldi. bir tane alıp eve götürmek, mutfağa biraz akdeniz getirmek vardı. ve lakin saksı üzerinde "süs amaçlıdır, yenilmez" yazıyordu. kimya laboratuvarına döndürmüşler belli ki lavanta saksılarını. kös kös döndüm eve, almadan tabii. suç bende, süpermarketten seri üretilmiş lavanta alma fikrine nerden kapıldım ki zaten?

fotoğraf: Eric in SF

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

kimyonun maceraları 19/08/2006

hani ormana yürüyüşe gitmiştik. serin ama güneşli bir sonbahar günüydü. sık ağaçların arasından giden patikada güneş ve gölge eşsiz oyunlarını oynuyorlardı yine. hani hemen önümüzde tuhaf birşey, ağaçların arasından süzülerek inen güneş ışığında daha da tuhaflaşan birşey hızla geçip yandaki çalıların arasında inivermişti. bakakalmıştık ne olduğuna. "böcek miydi o?" diye sormuştu birimiz. sonra sen anlayıvermiştin ne olduğunu kimyon. kitaplarda okuduğun ama hiç görmediğin bir şeydi. hemen çalılara dalıp düştüğü yerden bulup çıkarmış , "hayır, kanatlı bir tohum bu" demiştin. akçaağaç tohumuymuş, tasarım harikasıymış, rüzgarın sırtına bindi mi metrelerce gidermiş, sonra nazikçe iniverirmiş işte böyle yeni meskenine . hani inanmak biraz güçtü de anlattıklarına, sen denemek için parmaklarının arasında hafifçe çevirip ivmelendirerek bırakıvermiştin elinden tohumu. aynı güzellikle süzülerek bir kaç metre daha gitmişti şaşkın bakışların önünde...sen kendin bile şaşırmıştın bu kadarını beklemediğinden.

neden anlattım şimdi bunları ben? akçaağaçlar gördüm bugün. dalları bir kanatlanmış, bir kanatlanmış... ha deyince ilk rüzgar, dans başlayacak haberin olsun!

Cuma, Ağustos 18, 2006

kimyonu takdimimdir (...ve 12/06/2006-18/08/2006 arası maceralar)

ilk kez bir-iki ay önce bazı tartışma gruplarına göndermeye başlamıştım "kimyonun maceraları"nı. başlangıçta sadece basit bir yaşama dair gördüklerini ve yaşadıklarını yazsın istemiştim. bir de büyük fikirler satmasın, büyük büyük konuşmasın... bilmiyorum başarabildim mi? zamanla kendi prensiplerini ve karakterini yarattı denebilir. biraz elimden kaçıverdi ipin ucu. düşündüm ki göçebeliği, misafirliği son bulabilir artık. kendi evinden yayınlansın bundan sonra...

ilk şöyle başlamıştı macera:

kimyonun maceraları 12/06/2006
kimyon bu sabah uyanınca pencereyi açmış. gökyüzü hiç olmadığı kadar mavi, ağaç hiç olmadığı kadar yeşilmiş. kimyon dünyanın nasıl olup da hem bu kadar kötü hem bu kadar güzel olabildiğine şaşırmış kalmış.

sonra da şöyle devam etmişti maceralar. bugüne kadar...

kimyonun maceraları 13/06/2006
mevsim yaz, sokak ıssız... saat öğle, kimyon yorgun...iyi ki serin ve sessiz ağaç gölgeleri var. yerde gölge oyunları bir hikaye anlatır, dalda tarifi olmayan koku başka bir hikaye. düşünme kimyon, düşünme. ağaçları çoktan kesilmiş, yerine ruhsuz beton gölgeleri ekilmiş o eski sokakları sakın düşünme...

kimyonun maceraları 14/06/2006
kendini gizli bir hristiyan örgütün militer kanadı zanneden latin çiçegi bu sabah ilk çiçeğini açmış. uyuyarak büyüyen bebekler gibi geceleri büyümekteymiş zaten çokça. dün akşam kendisini izleyip "yarına belki açar" diyen kimyonu yanıltmak istercesine yarını falan beklemeyip gece patlatıvermiş tomurcuğunu.
"peki macera bunun neresinde?" dedim şüpheyle. kimyondan el cevap: "latin çiçegi için hayatının macerası bu."

kimyonun maceraları 18/06/2006
"dış" bahçeden insan boyunu aşan yeşil çalılarla ayrılarak adeta gizlenmiş olan "iç" bahçenin kapısı öylesine küçük ve dikkat çekmeyen birşeymiş ki, önünden ilk geçtiklerinde farketmemişler bile. neden sonra anlayıp geri döndüklerinde kapıdan geçebilmek için biraz eğilmeleri gerekmiş. "iç" bahçede kayalara çarpan derenin çağıltısı ve kuşların neşeli cıvıltılarına karşın yine de huzurlu bir sessizlik varmış. kayaların birinin dibinden bitmiş güzelim iris çiçeğine bakarken kimyon çok önce okuduğu birşeyi hatırlamış:"bazen daha iyiye, daha güzele erişmek için biraz küçülmek, büyük beklentilerden biraz arınmak gerekir."

kimyonun maceraları 19/06/2006
dağ sokağı 22 numara. bir kenara not edilecek. eğer dünyanın herhangi bir köşesinde "basit ama özenli tasarımlar" ödülü dağıtılıyorsa bir sonraki seçmede kimyonun adayıdır. bu bir "ev". villa değil; dubleks, tripleks değil; "ev" gibi bir ev. resim çizmeyi öğrenen çocukların ilk çizdiği ev gibi... duvarlar taze badana beyazı, ahşap panjurlar cam göbeği mavisi... nazarboncuğu gibi ev. yoksa organize edilmeli böyle bir yarışma. birinciye verilen plaketin üzerinde de sergey korolyov'un şu sözü yazıyor olmalı: "bir yapının dehası basitliğinde yatar. karmaşık bir şeyi herkes inşa edebilir". adayımız dağ sokağı 22 numaradır. öyle söyledi kimyon...

kimyonun maceraları 23/06/2006
ayşe teyze bütün kışı pencerede geçirdi. geleni gideni, olanı biteni seyretti.yaz gelince pencere kenarından alınıp bahçeye çıkarılan saksı çiçekleri gibi o da kendini dışarı atacak tabii. dün akşam üstü kimyon eve dönerken görmüş. ayşe teyze iki ahbap edinmiş kendine. apartmanın önüne de birer iskemle atılmış. keyifli bir sohbet almış yürümüş. ahbapları hatice teyze ile torunu. ufaklık nasıl da yetişkin gibi, ayşe teyzeyle hatice teyzenin dert ortağı gibi, ciddiyetle oturmuş aralarına. ah bir de kucağına yerleştirdiği o kocaman, sarı, oyuncak kamyon olmasa!
bir tek keyif kahveleri eksikmiş, bir de pencere kenarına konmuş bir radyodan "sulanmış akşam üstü bahçelerinde dostluk kokan kahveler içmişler" şarkısı çalsa tam olacakmış.


kimyonun maceraları 26/06/2006
bugün boya vardı. süs havuzunu boyadılar bir usta ile çırağı. kimyon ustanın calışmasına bayıldı. öyle telaşsız ve sakin... sanki her fırça darbesinde bir eser çıkarırmış gibi ortaya. öğleye varmadan boya işi bitmisti. usta çırağını gönderip kalan birkaç işi de kendisi tamamladı. malzemeleri topladı tek tek ve ölçülü hareketlerle. mutlu görünüyordu çıkardıkları işten. havuzun kenarını güzelce çeviriverdi bir uyarı bandı ile. aman kimseler gelip yanlışlıkla oturmasın kenarına diye. uzun zamandır böyle şiir gibi ve ruhla çalışan birini görmemiş kimyon. ne beyni ile ne eli ile çalışanlar arasında...ne büyük işler, ne basit işler yapanlar dünyasında..."seyretmek bile iyi geldi" dedi. diline de bi şarkı taktı bu haller üzerine:
"ağzımda bal gibi tatlı bir türkü

bir iner bir çıkarım bu yokuşu
ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
kazanırım çocuklarıma ekmek parası"

kimyonun maceraları 30/06/2006
işbu gönderi kimyonun haftalık teşekkür listesidir:
bir: otobüs durağının arkasında bitmiş mavi ıtır çiçeklerine, başlayan günü taçlandırdıkları için...

iki: tüm köşebaşlarını kapmış ve kokularıyla tüm kaldırımları ele geçirmiş ıhlamur ağaclarına, bütün gerçek güzelliklerin alçakgönüllü olduğunu hatırlattıkları için...
üç: güneş doğmadan ötmeye başlayan ve bütün gün şarkılar söyleyen civarın ötücü kuşlarına, güne başlama ve devam etme cesareti verdikleri için...
dört: ağaca yeşil için...gökyüzüne bulut oyalı mavi için...
beş: güneşe ve yağmura malum sebeplerden...

kimyonun maceraları 05/07/2006
bu maceranın adı "filbahrinin peşinde" olsun mu? Olsun!bir çiçeğe isim arıyor kimyon. isimsiz ne de çok çiçek var! bu seferki beyaz ve çok hoş kokulu... bir bahçe duvarının üzerinden eğiliyor bir zamandır. kimyonun günlük yol eşlikçisi. tanışmadan olur mu? ama eldeki bilgiler işte bu kadar: beyaz çiçek, güzel koku. ..
büyük ağa sormuş kimyon. beyaza bürünmüş türlü çiçek görmüş sayfalar boyu. an gelmiş hepsi birbirine benzer olmuş beyazların. o muydu, bu muydu derken... bir resim "mock orange" diye fısıldayıvermiş. o da nasıl isim öyle? "philadelphus coronarius" deyivermiş az sonraağların ağı. eh, işler biraz kolaylaşmış ondan sonra. "filbahri" dir bu, hem de nasıl güzel, nasıl tatlı kokar demiş bilenler. düğünçiçeğigillerdendir diye ekleyivermiş büyük sözlük. işte bu uyar! düğünçiçeğigillerden filbahri. memnun olduk tanıştığımıza...


kimyonun maceraları 05/07/2006
öğle ortası, şehir merkezi... ne ıhlamur var, ne filbahri yol eşlikçisi olarak. trafik lambasında yeşil yanmasını bekleyememeler, ayaküstü atıştırmalar, koşarak telefonda konuşmalar, hızlı adımlar var daha çok... herkesin mi dişçide randevusu var? herkesin mi yetişeceği işi? yoksa telaşlı görünmek gizliden gizliye bir önem duygusu mu veriyor? metro çıkışında duvara dayanmış dikilen bir adam görüyor kimyon. hızla yanından geçerken tişörtündeki yazıya takılıyor gözü: "bırakın diğerleri koştursun!" alttaki yazılara bakılırsa kimyonun tanımadığı bir markanın reklamı bu. ne farkeder, tam da gereğini yapıyor. adam yani... keyifle yaslanmış duvara, "diğerleri"nin koşturmasını izliyor. koşturmanın iki kötü özelliği var diye düşünüyor kimyon, hayatın her alanında. biri bulaşıcı olması, diğeri hemen alışkanlık yapması. bir süre sonra sebepsiz koşturmaya başlıyor insan. şehir merkezi koşturmaları, kariyer yarışları, mülkiyet koşuları... oysa yaşam kısa. işte tam da bu yüzden koşturmaya gelmiyor.

kimyonun maceraları 18/07/2006
kimyon serin köşesine çekilmiş, yaşadığımızın bilgi değil de "kayıp bilgi çağı" olduğunu savunan kitaba dalmıştı. iki cümle okudu yüksek sesle: "dağbaşında hiçbir şey sonsuza dek büyümez. doğada ikibin metre boyunda ağaçlar yoktur." bu cümlelerin amacı her yıl şu ya da bu şekilde büyümek, sonsuza dek hep büyümek isteyen ekonomilere gönderme yapmak.sonra sonsuza dek büyümek isteyen başka şeyler bulduk biz de. şirketlerin satış hedefleri ve pazar payları hep büyümek ister mesela. kişi başına düşen otomobil sayısı ve ona paralel olarak petrol tüketimi ... yaşadığımız evlerin metrekareleri...eve getirdiğimiz paketlerin ve çöpe attığımız poşetlerin sayısı...atmosfere yayılan ve sera etkisi yaratan gazların miktarı...enerji savaşlarında verilen canların bilançosu...saydık da saydık. sonlu ve sınırlı bir dünyada sınırı zorlayan hallerimize burukça güldük sonra da... "ağaçlardan öğrenecek çok şey var" dedi kimyon.

kimyonun maceraları 24/07/2006
ilk kez mısır koçanı parkında gördük seni. güzeldin. şaşırdık önceden farketmediğimize. hep oradaydın oysaki. bizden önce de oradaydın. kimbilir kaç mevsim...bu bahar da önce yapraklandın, sonra çiçeklendin. görmedik. ne zamanki meyvelerini verdin, salkım salkım yere uzanan... gördük. sevdik. çarpıldık. zaten güzelsin. hiç çirkin ağaç olur mu? ama salkımlarını da takınınca bir güzel, gelin telleri takmış gibiydin. vallahi gelin gibiydin...tesadüfen öğrendik, bir kafkas ceviziymişsin sen.bir adın dişbudak yapraklı kanatlı cevizmiş. diğer adın yalankoz. kimyonla hemfikiriz. sen adlarından daha güzelsin.

kimyonun maceraları 02/08/2006
evde eksikler vardı, alışveriş yoluna düşüldü. daha dış kapıdan adım atar atmaz mis gibi bir kurabiye kokusu... kimyon yan evdeki sabah kahvaltısında ufaklıklar için yapılmış kurabiyeler olduğunu tahmin etti. ikinci adımda mis gibi taze oksijen kokusu... hava öyle güzel ki... hafifçe serin. ama rahatsız edici değil. gökyüzü baştan çıkaran mavilerin birinde. yol boyunca civanperçemleri ve güneyiklerle selamlaşıldı. bir apartman bahçesinde keyif süren kara gözlü Susan'a da bir selam çakıldı. huş ağacı, akçaağaç ve vallahi de billahi de fındıkla merhabalaşıldı. trafik lambalarına varıldığında ışık kimyon için yeşile dönüverdi. öyle de şanslı bir gün. aç açıkta değiliz, sağlığımız da yerinde... yetmez mi? dünyanın hiç de hain değil, bal gibi güzel bir yer olduğunu düşünmek için bu küçük güzellikler yetmez mi?

belki ilk haber bültenine kadar... o zamana kadar dünyanın hiçbir köşesinde dün hiçbir çocuğun ölmediğine, tersine bu sabah sevgi dolu evlerde mis kokulu kurabiyeler yediklerine de inanabiliriz belki.

Perşembe, Ağustos 17, 2006

küçük mutluluklar...: kitap

ne zaman kütüphaneye sadece adına bakarak bir kitap sipariş etsem ve kitap geldiğinde sayfalarını heyecanla çevirirken içeriğinin tam da umduğum gibi olduğunu anlasam....

...çok mutlu oluyorum!

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

şöyle başladı...

ben aslında sadece bana zaman kazandıracak parlak ve mucizevi bir kaç ipucu arıyordum. zaman en çok eksikliğini çektiğim şeydi o zamanlar... günde 3-4 saati yolda geçirmeler, bolca okumalar, çokça yazmalar, sıkça alışverişler, bir evi ayakta ve sağ ve salim tutmalar... 24 saat yetmeyecek diye korkuyordum. arama motorlarına "time management tips" yazmam ondandı.

bu işin üç cümlede ifade edilmiş kolaycı yöntemleri yoktur oysaki.
kökten değişiklikler ister yaşam tarzında...

simple living.
dolaştığım sitelerden birinde karşıma çıkıverdi. sağ taraftaki menüde öylesine duran herhangi iki kelimeydi. hoşuma gitti. "basit bir yaşam" fikri yani. verilen linke tıkladım. açılan sayfada da bir diğerine. söylenen şeyler tümüyle yepyeni fikirler değildi aslında. bir kısmı zaten bir süredir etrafında dolaşıp durduğum şeylerdi. sanki bir başkasının ağzından (ya da klavyesinden) dökülünce daha elle tutulur, daha kabul edilir oluyorlardı sadece.

mucizevi zaman yaratma formüllerini bulamadım o gün.
ama aradığımı buldum sanırım.
belki de sadece doğru zamandı. öyle ya da böyle başlayacaktı.
böyle başladı.

Salı, Ağustos 15, 2006

bu blog basit şeyler üstüne...

Bu blog...

yol güncesi...
herşeyden önce karmaşadan, koşturmadan, modern zamanların fazlalıklarından kurtulmaya çalışan bir gönüllünün yol güncesi olarak düşünüldü.

not defteri...
basit bir yaşam kurmak için alınmış notları, denenmiş şeyleri ve bazı fikirleri bir araya toplayan bir not defteri aynı zamanda...

ve hikayeler...
içinde yolda yürürken görülmüş güzelliklerin, küçük mutlulukların ve sade insanların hikayeleri de eksik olmayacak...


başlayalım mı?
başlayalım.