"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Perşembe, Şubat 23, 2012

Nöbetci moderatör

"Wir wollen die Qualität der Nutzerdiskussionen stärker moderieren. Bitte haben Sie deshalb Verständnis, dass wir die Kommentare ab 19 Uhr bis 8 Uhr des Folgetages einfrieren. In dieser Zeit können keine Kommentare geschrieben werden. Dieser "Freeze" gilt auch für Wochenenden (Freitag 19 Uhr bis Montag 8 Uhr) und für Feiertage."


Süddeutsche Zeitung'da haberlere okuyucu yorumu birakilan bölümün basinda yaziyor bu. Her okudugumda gülümsetir beni. "Okuyucu tartismalarini daha güclü denetleyebilmek icin saat 19.00 ile izleyen günün saat 8:00'i arasinda yorum birakma özelligini donduruyoruz. Bu saatler arasi yorum birakilamaz. Bu özellik haftasonu ve bayramlar icin de gecerlidir" diyor :) Pazar günü fastfood restoranlari, Türk dönercileri ve bazi ekmekciler disinda (onlar da sabah bir kac saat) acik dükkan bulunamayan, cumartesi günü ögleden sonra sehir merkezi disindaki kisiye ait dükkanlarin hizla kapanmaya basladigi, tüm marketlerin hafta ici en gec aksam 8'de kapandigi ülkenin internet gazeteleri de böyle oluyor iste. Gece ve haftasonu yorumlarinin moderasyonu icin nöbetci birakmak akillarina gelmemis :) Uygarlikta, bilisimde, demokraside bir kac adim öndeyiz bu ülkeden, ne güzel, ne güzel :))

Çarşamba, Şubat 22, 2012

Kediyi öldüren meraki...


Photo by M.Bertulat


Daha 5 numarayi yazacagim, unutmadim. Ama karlar eriyor ve daha günesli günlerden geciyoruz.
Ve merak ediyorum,  neden yilin tam bu günleri bastankaralar tam su videonun 20. ve 28 saniyeleri arasindaki sekilde bes kez ardarda kesik kesik öterler?

Aristoteles "Doğanın yaptığı hiçbir şey boşuna değildir" demis.
Iste ben de tam bu yüzden merak ediyorum.

(Güncelleme/Ayni gün, sonraki saatler: Alisveristen dönerken yilin ilk kardelenlerini gördüm:)) Bir de bir agacta telasli kosturmacalar icinde üc mavi bastankara gördüm. En yakindakinin tüyleri uykudan yeni uyanmis gibi pek bir daginikti.Tahminen yuva telasesindeler. Cünkü daha iki gün önce bir serceyi de agzinda minik bir caliyla görmüstüm. Yuvalar kuruluyor :))

Cuma, Şubat 17, 2012

Tiz tarihe gecile!... No: bilmem kac

Tarihe kaydedilmis gecmis notlarima baktim da, gecen yilin 9 Subat'inda yilin ilk cigdemlerini cicek acmis görmüsüm. Burasi bu yil iki haftadir karlar altinda. Bu yilin 9 Subat'ini cigdemler kar ve toprak altinda gecirdi. Sincapla her gün anaokuluna giderken kontrol ettik, ondan biliyorum. Gecen hafta gün icinde en yüksek sicakligin bile -12 oldugu günler yasadik. Dün ve bugün havada hissedilir bir sicaklik var. En yüksek sicaklik -1'e cikinca yaz gelmis gibi hissettim :)

Her neyse, iste böyle karlar altinda ve görece soguk bir günken bugün...
Sincabi okula birakmis eve dönerken...
Bil bakalim ne gördüm?

Yilin ilk cicek acmis cadi findigini!
Ayni asagidaki fotograftaki gibi turunculusuydu:

Photo by Tie Guy II
     
Böylesine kirilgan, nazli görünüslü bir cicek üstelik Subat ayinda acsin, gercek bir kis cicegi olsun!
Hellaborus'u saymazsak, dogada ondan önce uyanan bitki yok benim bildigim.
Aklin aliyor mu?

Aklin alamayacagi, gercekten büyülü bir sey var bu arkadasta. Adlarindan da belli: Cadi findigi, Zaubernuss, Witch Hazel :)

Peki hic cilt sorunlariyla ilgili olarak Hamamelis adini duydun mu? Hamamelis iste bu büyülü arkadasin Latince adi :))

Not I: Bu arada gecen yilin cicek acmis cadi findiklarini da 4 Subat'ta görmüsüm :) Bütün kis boyunca havanin ilikligindan dem vurup durduk ama kis belli ki telafi icin uzatmalari oynadi. Endiseye mahal yok :)
Not II: Bazen keske beni bu havalinin doga gözlemcisi olarak ise alsalar diyorum. Ben her Allah'in günü hava nasildi, hangi kusu ucar, hangi tomurcugu acar gördüm, not etsem. Yüz yil sonra falan okuyanlari olsa. Harika bir kariyer olurdu bence :D

Perşembe, Şubat 16, 2012

Bir arkadasa soracaktim da... (IV)

Elektronik atik ve genel olarak küresel atik problemiyle devam ediyoruz.
Öylesine genis ve öylesine herseyle ve herkesle baglantili bir konu ki, nasil derleyip toplayacagimi bilemiyorum. Bu yüzden arkadasimdan, onun gönderdigi makalelerden, seyrettigim televizyon programindan (linkini bir önceki yazida vermistim) ve internette okuduklarimdan ögrendiklerimi ardarda siralamaya karar verdim. Hepimiz herbirinden kendimize cikarilacak payi cikaralim diye.
  • Birincisi, atik ya da cöp, adina ne dersek diyelim, bu nükleer enerji, kirli madencilik uygulamalari vb gibi uzaklardaki bir takim yaramaz, kötü adamlarin sebep oldugu bir sorun degil. Sincabin dünyasinda öyle. Bütün fenaliklar "yaramazlar"in isi. Gercek dünyada öyle degil. Hepimiz, her gün bu soruna bir sekilde "katkida" bulunuyoruz. Bunu bilmeli, farkinda olmaliyiz atik konusuyla hasir nesir olurken.
  • Dogada cöp yoktur. Ilk duyusta insana olanaksiz görünse de gercek bu. Kisa vadede cöp, atik gibi görünen seyler bile uzun vadede dönüsür; eski ve tükenmis yasamdan, "ölü"den,"atik"tan yeni yasam dogar. Doga "biyolojik döngü" adinda  harika bir atik yönetim sistemine sahiptir. Kendisinden alinacak cok dersler var. Almanca bilip konuyla ilgilenenlere adi gecen Scobel programinin su kismini tavsiye ederim; 5:27 kisaliginda bir video'cuk :) 
  • Jennifer Clapp, Distancing of Waste: Overconsumption in a Global Economy adli makalede yeniden dönüstürülemeyen, yeniden kullanilamayan ve kompost edilemeyen türden tüketim sonrasi cöpün tamamen bir 20. yüzyil fenomeni oldugunu söyler. Bu ilk duyusta insana bir öncekinden bile olanaksiz görünse de dogru olmamasi icin sebep yok. Endüstri devrimine ve hatta 20. yüzyila kadar insan eliyle üretilen seylerin tamamina yakini biyolojik kaynakliydi. Domatesleri ve cilekleri tasima görevini plastik yerine üstlenen sepetler saz vb. seylerden yapiliyordu. Giysilerin dokundugu bütün ipler (pamuk, yün, ipek, vb) bitkisel ya da hayvansal kaynakliydi. Sivilari saklamakta kullanilan kaplar, siseler topraktan, ahsaptan  ya da camdan üretiliyordu. Temizlik ürünlerimiz de yine bitkisel, hayvansal kaynakliydi ya da soda vb. gibi zaten dogadan elde edilen ürünlerdi.  Kullandigin tüm ürünleri ve bunlarin bir iki yüzyil önceki karsiliklarini tek tek düsün. Clapp'in hakli oldugunu göreceksin.
  • Tüketim sonrasi cöp (post-consumer waste) inanilmaz boyutlarda. 1998 yili verilerine göre OECD ülkelerinde kisi basina ortalama cöp miktari 500 kg! Bu miktar önceki on yillardakinden %30 daha fazla. Gelismekte olan ülkelerde kisi basina yillik cöp 100-330 kg arasi. Gelismemis ülkelerde oran dikkat cekici bicimde düsük. Örnegin Nijerya'da kisi basina yillik cöp miktari 20 kg. Insan haliyle uygarligimiz herseyden cok cöp üretiyor galiba sonucuna varmadan edemiyor.
  • Cöp arttiran sebeplerden biri toplu / seri üretim tekniklerinin varligi. Ilk üretim ne kadar kolay ve düsük maliyetli olursa, var olani tamir etme, dönüstürerek kullanma egilimi de o kadar azaliyor. Bir diger sebep önceki yazida bahsettigim gibi teknolojinin önümüze sürekli "daha yeni", "daha hizli", "daha kapasiteli", "daha fonksiyonelli"yi sunup durmasi. Sirasi gelmisken Serdar Kuzuloglu'nun bu konudaki yazilarini severim. Seni de haberdar edeyim: Burada  ve burada
  • Cöpün gözden irak olmasi gönülden de irak olmasiyla sonuclaniyor. Bir kez gözümüzden uzak olunca cöpü dert etmemeye, üzerinde düsünmemeye basliyoruz. Varolan atik yönetim sistemleri herseyden önce atigin uzaklastirilmasi, hem de mümkün oldugunca cok uzaklastirilmasi ile ilgileniyor. Modern endüstriyel sartlar, küresellesme ve gelir dengesizlikleri (özetle "fakirler zenginlerin cöpünü de kabul etmek zorunda kalir ") de cöpün üretildigi yerden olabildigince uzakta depolanmasiyla sonuclaniyor. Tarafsiz cevre kuruluslarinin bildirimine göre ABD ve Kanada'dan geri dönüsüm amaciyla toplanan elektronik atigin %50-%80'i denizasiri ülkere ihrac ediliyor. Kuzey Amerika'yi terkeden bu atiklar cogunlukla elde, son derece kontrolsüz sartlarda Asya ve Afrika'nin gelir düzeyi son derece düsük halklari tarafindan isleniyor. Durum Avrupa'da biraz daha iyi ama sevindirecek kadar iyi degil. Scobel'da belirtildigine göre bu dönüsüm sirasinda aslinda pek cok önemli kullanim alani olan altin, gümüs, platin gibi degerli ve nadir madenler kaybolup gidiyor. Sadece Almanya'dan baska ülkelere gönderilen e-atigin icinden yilda 1,6 ton gümüs, 300 kg altin ve 120 kg paladyum elde edilebilecegi tespit edilmis. Ne yazik ki, bu türden bir islemi yapabilecek isletme sayisi Avrupa'da 3 (yaziyla üc) imis. Su anda e-atik yönetiminde hakim egilim "downcycling" imis. Yani ürünün icindeki degerli hammaddelerin cikarilamadigi, degerinin daha altinda bir seye dönüstürüldügü ya da yakilarak ortadan kaldirildigi geri dönüsüm yöntemi. 
  • Az önce elimde iki kocaman torbayla evden ciktim. Biri plastik, digeri cam siseler. Plastik siseleri süpermarkete iade edip sise basina en basinda ödedigim 25 cent'i geri aldim. Plastik siseler üreticisine geri dönecek; o da yikayip yeniden kullanacak. Cam siseleri geri dönüsüm kumbaralarina attim. Beyaz, yesil ve kahverengi cam icin üc ayri kumabara var; renklerine dikkat ederek attim. Bu ülkeye ilk geldigimde dahil oldugum geri dönüsüm sisteminden mutluluk ve gurur duyuyordum. Artik duymuyorum. Kagit, cam  ve plastikte özellikle Avrupa'da neredeyse geleneksellesmis bir geri dönüsüm kültürü var. Ancak hersey görünüdügü kadar mutluluk verici degil. Kagitlarda kullanilan mürekkeplerden toksik olanlar var. Alisveris fislerinin kagidinda toksik maddeler kullaniliyor. Cam siselerin geri dönüsümünde renk önemli ve bazen cok dikat ettigim halde ben bile bir sisenin kahverengi mi yoksa yesil mi oldugunu ayirt edemiyorum. Öyle günlerim oluyor ki, cam sisenin metal kapagini cikarip ona ait geri dönüsüm kutusuna atmaya zamanim olmuyor ya da üseniyorum. Plastik ürünlerin hepsi geri dönüsüme giremiyor. Mutfak malzemeleri ya da oyuncaklari plastik geri dönüsümü kutularina atmamamiz gerektigi konusunda uyariyor belediyemiz. Altlarini cevirip bakinca bir geri dönüsüm kodu olmadigini görüyoruz zaten. Bütün bu plastik nereye gidiyor? dersen, Pasifik'te iki Teksas eyaleti büyüklügündeki  Great Pacific Garbage Patch'e buyur. Hazir gelmisken Midway Atolü'ne de ugramadan gecme.
  • Bütün bunlarin senin katkin olmadan olustugunu ya da senin sorunun olmadigini mi düsünüyorsun? Unutma, bütün sorun mesafe! Atikla aramiza koydugumuz mesafe! Bak bir blog arkadasim, bir adasim ne güzel ifade etmis bunu
  • Yillardir oynadigim bir oyun var. Aklima geldikce oynarim. Daha az atik üretmeme yardimci oldu mu, bilmiyorum. Emin degilim. Ama  "cöp"e, "atik"a baska gözlerle bakmami saglayan bir oyundur. Pek cok sey ögrendim, degisik bakis acilari edindim sayesinde. Sana da tavsiye ederim.
  • Cradle-to-cradle diye yeni bir üretim ve tasarim anlayisi var. Dogayi ve onun yöntemlerini örnek aliyor. Bu anlayisla ürünlerinin paketindeki tüm detaylarin kaybolmadan geri dönüstürülmesini amaclayan firmalar var. Iyi niyetli ama sonucsuz bir girisim mi, yoksa gelecek bunda mi yatiyor bilmiyorum. Fakat bilmek bir farkindalik yaratiyor. Ben uzun zamandir plastik seffaf pencereli zarflardan rahatsizim. Bana faturalar gönderen büyük firmalarin yasamini kolaylastirabilirler ama zarfi sonunda plastik cöpüne mi, kagit cöpüne mi atmam gerektigini  bilemiyorum. Ögrensin diye eline tutusturdugum bir cöple cöp kutularinin basinda dikilen ve dönüp bana "buna mi? ,buna mi?" diye soran sincap gibiyim. 
  • Aklimdaki ve notlarimdaki son ama en önemli noktaya gelince... Atik yönetimi nerede baslar sahi? Cöp tenekesinin basinda mi? Süpermarkette mi? Ürün tasariminda mi? Bir görüse göre bunlar isin sadece bir kismidir. Belli bir bakis acisindan bakilinca görülen kismidir. Bu bakis acisina "production angle" denir. Production angle, "ama ürettigin arabanin saldigi gazlar cok feci sera etkisi yapiyoooo!!!" diye sikayet alan otomobil üreticisinin oturup daha "green" bir araba tasarlamasi ve üretmesi, sonra da onunla otomobil fuarlarinda arz-i endam etmesiyle sonuclanir.  Bu, ekonomistin, endüstrinin, üreticinin bakis acisidir. Bir nevi elinde bir cekic tuttugu icin bütün dünyayi cividen ibaret görme durumudur. Elinde bir üretim süreci oldugu icin ve üretime odakli oldugu icin, sorunu da, cözümü de üretim sürecinde görme, arama durumudur. Thomas Princen Consumption and Its Externalities: Where Economy Meets Ecology adli makalede bunu "When the idea of production as the core of economic activity is pervasive, problems in the economy (like ecosystem decline and community deterioration) are logically construed as indeed, production problems , problems to be solved with more ore better production. If more, even better production makes only marginal improvements, if it increases risk or material throughput , it only postpones the day of reckoning...The challenge is to push beyond the production angle..." diye özetler. Onun belirttigi gibi, production angle'in ötesinde bir baska bakis acisi daha vardir. Buna da "consumption angle" denir. Bu bakis acisi "sürdürülebilirlikle ilgili sorunlara (enerji, su, atiklar) dominant ekonomik sistemin üretim odakli bakis acisindansa (acaba nasil daha iyi/daha verimli bir uretim metodu getirerek bu sorunu cozebiliriz?) tüketim trendlerini ve sosyal modelleri/egilimleri anlama cabasiyla yaklasma geregini" savunur (arkadasimdan alinti :)) . Daha Türkce'si "Madem araba kullanmak bu kadar cevre sorununa neden oluyor; daha az araba kullanmanin yollarini bulabilir miyiz? Toplu tasima araclarini yayginlastirmak bir cözüm olur mu? Ortak araba kullanma modelleri gelistirmek bir cözüm olur mu? Yürüme mesafesinde araba kullanma egiliminin sebepleri nelerdir? Bu sorunu asabilecek cözümler nelerdir?" gibi sorular sorar. "Consumption angle" zordur. Ölcülmesi zor, muglak gerceklerle ugrasmayi gerektirir. Karli degildir, cünkü daha az tüketmekten, neredeyse ekonomik olarak kücülmekten bahseder (ya da ucu oraya varir diyelim). Consumption angle "madem cep telefonunun icindeki altini alip tekrar kullanacak modeller gelistirmekte basarisiziz ve madem hirslarimiz sebebiyle altin, gümüs vb madenleri elde etmenin kirli yöntemlerinden baskasini da tercih etmiyoruz, daha az cep telefonu kullanmaktan, konforlu ya da konforsuz olsun, iletisimin daha yeni (ya da daha eski) yöntemlerine gecmekten ne haber?" gibi naif sorularla mesguldür. (Yaaa! Böyle de baglarim herseyi birbirine ;)
  • Teorisyenler ne der bilmiyorum, ama bence consumption angle tüketiciden baslar. Senin de bildigin gibi artik net cekimler vermemekte direnen bir fotograf makinem var. Bir yildir yenisini almamakta direniyorum. Tamir icin aldigim yere götürdügümde bana sadece acip bakma ücretinin 50 Euro oldugunu söylediler. Makineyi aldigim paranin yarisiydi bu. Bana gidip yeni bir makine almami , eskisini de cöpe atmami tavsiye ve hatta ima bile etmediler. Benim zaten ilkokul seviyesi matematikle bu sonuca varacagimi biliyorlardi. Bilmedikleri sey naif oldugumdur :) Ikinci bir makine almadan önce ilk makinenin bence makul ekonomik ömrünü beklemeyi tercih etmeye kalkisacagimdir. Bu arada makinenin dis mekanda degilse de, ic mekanda iyi kötü net cekimler yapabilecegini kesfetmis olmamdir. Komik bir sekilde bu bozuk cekimli fotograflara hayran bir kitlenin olustugudur. Bana calismakta olan eski fotograf makinelerini teklif edecek kadar iyi arkadaslara sahip oldugumdur :)  Gidip gezdikleri yerlerde beni animsayan ve "seni düsünerek, senden ögrendiklerimi animsayarak cektim, kullanabilirsin" diyerek harika fotograflar gönderen harika arkadaslarim oldugudur. Flickr'da gözümle gördügüm her seyi benimkine yakin gözlerle görmüs ve fotograflamis ve paylasmis cömert insanlarin varoldugunu kesfetmis bulunmamdir. Insanin bir kez consumption angle'dan bakmaya baslayinca , ne de zengin, bolluk dolu bir dünyada yasamaya basladigini farkedebilecegi gercegidir :) 

Salı, Şubat 14, 2012

Bir arkadasa soracaktim da... (III)

Elektronik atik (e-atik) konusunda arkadasimla yazistigim günlerde büyük bir tesadüf eseri (?) severek izledigim Scobel programinin 2 Subat tarihli konusu da "Abfall - Wohin mit dem Müll?" (Atik - Cöpler nereye?) idi. Arkadasimin hem kendi yazdiklarini, hem de paylastigi makaleleri aktarirken araya Scobel'den de bilgiler ekleyecegim. Yeri geldikce kaynagi (Scobel) seklinde ayrica belirtecegim. Programin bütün video kaydini da iceren link burada.

Elektronik atik konusunda Bati'da ve kagit üzerinde aslinda oldukca iyi tanimlanmis bir sistem var. Buna ragmen elektronik atigin büyük kismi (illegal) bir sekilde 3. Dünya ülkelerine ulasiyor ve orada "dönüstürülüyor". Geri dönüsüm konusunda dünyanin önde gelen ülkelerinden Almanya'da her yil 800.000 ton elektronik atik 3. Dünya ülkelerine "ihrac" ediliyor. Bunun beste biri illegal yollardan (Scobel).  Gelismis ülkelerin e-atigi cogunlukla kullanilabilir 2.el ürün olarak  deklare edilerek ya da teknolojik yardim adi altinda gelismemis ülkelere gönderiliyor. Oysa büyük kismi calisamaz durumda (ya da sadece bir iki yillik ömrü kalmis), yani cöp! Bu durum kagit üzerinde Basel Konvansiyonu'na aykiri ama pratikte vuku buluyor. Batili ülkelerde legal yollarla geri donusum icin toplanan e-atiklarin bile illegal yollarla Cin, Hindistan ve Afrika'ya gitme durumu var. Cunku Batili ulkelerde geri donusum maliyeti yuksek. Doguya yada guneye yollamak cok daha karli. Transport maliyetleri sanilandan daha ucuz cünkü örnegin Cin'den tonlarca mal getiren gemiler bos donmesin diye e-atiklarla dolduruluyor. Dönüstürme maliyetleri düsük, cünkü nüfusun en fakir kesimi bu islerler ugrasiyor. Gana'da cocuk isciler televizyonlarin icindeki bakir kablo demetlerinin yakilarak ortadan kaldirilmasindan 50 cent kazaniyor. Bu islem sirasinda ortama toksik gazlar saliniyor (Scobel).  Isin kaymagini toplu ticaretini yapanlar ve elle geri donusum yapan atolyeleri isletenler yiyor. E-atik trafigi su anda uyusturucu trafiginden sonra en karli ikinci illegal trafik. Oyle ki uluslararasi organize suc örgütleri, büyük mafya aileleri bile bu isle ilgileniyorlarmis.

Gelelim isin degerli ve az bulunur madenler kismina. Elektronik esyalarin icinde bakir, alüminyum, altin, gümüs, platin gibi pek cok degerli iletken metal bulunuyor. Scobel'da belirtildigine göre,  madencilik sektöründe bir ton kayac icinden 5 gr. altin elde edebilmek karli (rentable) bir is olarak görülürken; bir ton eski cep telefonundan 250 gr (yani 50 kat daha fazla) altin cikarabilmek mümkünmüs! Eski elektronik esyalardaki degerli metallerin dönüstürülmesiyle ilgili sorun ise, bunlarin son derece kompleks ürünler olmasiymis. Bazen üretici disinda hic kimse ürünün neresinde ne bulundugunu bilemiyormus. Halihazirdaki kullanim ve tüketim modelleri, elektronik ürünün kullanim ömrü sonunda, üreticisine geri dönmesi seklinde düzenlemeler de icermediginden, cep telefonu ya da benzer ürünlerin icindeki degerli madenler bir noktada kaybolup gidiyormus (Cekmecede, dolapta bir kösede bekleyen eski bir cep telefonun var mi? Hah! Tam olarak bundan bahsediliyor burada.).  Scobel programin sonlarina dogru bir yerde "atik, yanlis yerde bulunan bir hammaddedir" ifadesini kullandi. Dikkat cekici buluyorum. 

Bir baska sorun da elektronik esyalarin islevsel acidan gittikce daha kisa ömürlü üretiliyor olmalari. Ayrica islevleri disinda sembolik deger ve anlam tasimalari. Her ikisi de elektronik atik miktarinin artmasina sebep oluyor.  Annie Leonard, Story of Electronics'de elektronik cöpün sonunda üreticisine geri döndügü bir sistemde maliyet dissallastirmasi ( cost externalization) gerceklesmedigi icin üreticinin otomatik olarak daha uzun ömürlü ürünler tasarlamayi tercih edecegini söyler. Bizler, öyle bir dünyada yasamiyoruz elbette.

Fakat yasadigimiz dünyada bile tüketiciler olarak yapabilecegimiz seyler var, farkindasin degil mi?
Kötü tüketiciler olmak pahasina elektronik ürünlere islevleri disinda özel anlamlar yüklememek, ömürlerini uzatabilmek, yeni kullanim modelleri olusturabilmek ya da üreticinden/ saticisindan bunlari talep etmek... aklima hemen simdi gelenler.

Yoruldum, gidip sincabi anaokulundan alacagim.
Yarin devam edelim :)
Sen de bu arada aklina gelenleri yazarsin belki...
 

Bir arkadasa soracaktim da... (II)

Nerede kalmistik?
Haa, evet, Kaz Daglari'ni kurtariyorduk, degil mi? :)

Saka bir yana, derdim tam olarak Kaz Daglari'ni kurtarmak da degil. Böyle "Ida'cigim..." diye senli benli konustuguma bakma; uzaktan uzaga sevsem de, gidip görmüslügüm bile yok kendisini. Ayrica daha gecen gün bir arkadasim sayesinde animsadim da, James Lovelock'un kitabindan ders notlarimi (!) okudum tekrar. James Lovelock Revenge of Gaia'da diyor ki, Gaia (dünya yani) zaten başının çaresine bakabilecek savunma mekanizmalarına sahiptir. Fakat onun cözümleri o kadar da "hümanist" , yani "insansever" ve insan çıkarlarını gözetir olmayacak. Kendi türümüzün varlığını sürdürmek istiyorsak, kendi çıkarlarımızı değil, Gaia'nin -yani yaşayan tüm canlılar ve ekosistemin- genel çıkarlarını gözeten önlemler almalıyız. Dolayisiyla Kaz daglari da kendi basinin caresine bakacak güctedir eminim.

Fakat sunu söyleyeyim ki, benim derdim birincil olarak insanligin cikarlarini gözetmek de degil. Tabii oglumun cikarlarini önemsedigim yadsinamaz. Fakat ilk elde, tam da ekonomistlerin  savunduguna paralel olarak, kendimle ilgili bireysel motivasyonlarim var. En cok kendimi kaybetmekten korkuyorum ve en cok kendimi kurtarmak istiyorum. Ne zaman birseylerin anlamsizca yok olmasina sebep olan bir oyunun bilincsizce parcasi oldugumu kesfetsem, kendimi kaybettigimi, icimdeki derin ve bilge özle baglantimin azaldigini hissediyorum. "Anlamsizca"nin altini cizdim cünkü termodinamigin yasalari geregi kainatin hicbir yerinde enerjiyi bozmadan kullanmanin bir yolu yoktur ve Yesiller'in sıkca tekrarladigi gibi "en temiz enerji kullanılmamıs enerjidir". Dolayisiyla varoldugum sürece dogada bir seylerin bozulmasina sebep olacagimin gayet de farkindayim. Yeter ki, icinde kendimi bulabilecegim bir anlami olsun.

Neyse lafi uzatmayayim, ekonomistler hakli aslinda. Eger hepimiz gezegeni ve insanligi kurtarmak gibi ulvi bir takim amaclari bir tarafa birakip, sadece ve sadece kendimize gelmeye  ve kendimizi kurtarmaya calisiyor olsaydik, eminim kendimizi de, insanligi da, gezegeni de kurtarmis olacaktik. Bundan daha büyük bir kâr optimizasyonu düsünemiyorum. Fakat, bildigin gibi naifim de biraz :D

Altina dönelim.
Gercekten ilginc bir metal bu altin.Sembolik degeri bir yana, insan ruhunun üzerinde turnusol benzeri etki gösterme gibi bir özelligi var. B.Trevan'in "The Treasure of the Sierra Madre" adli kitabini okumus muydun? Türkce'ye sanirim "Altina Hücum" adiyla cevrilmisti. Altinin turnusol görevini gördükten sonra haydan gelip huya gidisinin trajikomik öyküsüdür.

"Iyi de ne ise yarar bu altin? Sembolik ve ekonomik degerini bir yana birakirsak? 156.000 ton altinin %60'ini son 30 yilda cikarip da ne yaptik? Yedik mi yani?" diye kendi kendime palyacoluklar yapiyordum ki tam, aklima geldi. Evet, bazilarimiz yiyor da bu altini :) Son yillarda gurme mutfaklarin vazgecilmezi altin.Yakin zamanda bu konuyla ilgili bir gazete haberi paylasmis bir arkadasima dönüp (Ahh! Arkadaslarim olmasa ne yapardim ben!) haberi tekrar bulup bulmayacagini sordum. Bulamadi gerci ama bana Google'da "edible gold leaf" diye aratmami tavsiye etti. Ben de sana tavsiye ederim. Her keseye göre var. Amazon'da bile satiliyor. Online siparis verebiliyorsun. Hatta bir gida katki malzemesi olara e kodu bile varmis altinin: E175. Hayir, miligram miligram satilan yenebilir altinin bütün cevre sorunlarimizin merkezi oldugunu idida etmiyorum. Yine de 2 gr. altinin 20 ton maden atigi ürettigi gercegi dururken bir tarafta, züppeligin bu kadarina güler misin, aglar misin?

Fakat hepimizi ciddiyete davet ediyorum. Altin önemlidir ve bir ise yarar. Bak su ansiklopedik bilgiyi Vikipedi'den alintiliyorum: "Elektrik iletkenliği yüksek (bakırdan daha çok gümüşten biraz az) olan ve kolayca kimyasal tepkimeye girmeyen altın en çok elektrik ve elektronik sanayilerde bağlantıların, terminallerin, baskı devrelerinin, transistörlerin ve yarı iletken sistemlerin kaplanmasında kullanılır. Üstüne düşen kızılötesi ışınların yaklaşık yüzde 98’ini yansıtarak geri çevirebilen ince altın levhalar, uzay elbiselerinin başlığındaki göz deliklerinde zararlı ışınlardan korunmayı ve sun’i uyduların yüzeylerinde sıcaklığın denetlenebilmesini sağlar. Büyük büro binalarının pencerelerinde de gene ince levhalar halinde altın kullanılması, yalnız estetik açısından değil, bu yansıtıcı yüzeyin çevreyle ısı alış-verişini büyük ölçüde azaltmasından kaynaklanır."


Elektronik ürünlerle ilgili sektörde mühendis bir arkadasim olmadigi icin, altin bir iletken olarak elektronik  endüstrisinde ne capta kullaniliyor, istatistiki veriler, oranlar vb, nedir soramadim. Fakat ben tüketici olarak her iki üc senede bir "modasi gecti, kapasitesi geri kaldi, bozuldu" vb. bahanesiyle atilan elektronik esyalardaki altinin durumunu merak ediyordum en cok. Veeee saka gibi; belki inanmayacaksin ama benim e-atik konusunda akademik kariyer yapan bir arkadasim da var! :)


Hemen bir e-mail yazdim arkadasima. Hiiiic filtrelemeden yine, aklima gelen bütün sorulari yönelttim kendisine:
"Batili ülkelerde elektronik bir esya (bilgisayar vb) eskiyip elden cikarildiginda, ne kadari geri dönüsüme giriyor?, ve hasbelkader geri dönüsüm sistemine girmisse altin gümüs hemen oracikta cikarilip, kalan "cöp" mü Afrika'ya (ya da baska 3. dünya ülkelerine) gönderiliyor? Yoksa direk Afrika'da mi cikariliyor?
Cikarilmasinda ya da cikarilmis altin gümüsün yeniden üretime sokulmasinda olusan cevre problemleri var mi?
Yoksa asil altin-gümüs madenciliginin kirliligi hesaba katilidiginda, ne kadari cöpten kurtarilip geri dönüstürülerek tekrar üretime dahil edilse kar mi?"


Arkadasim bana hizla yanit verdi ve sorduklarimin e-atik konusunun ne cetrefilli bir konu olduguna dair sorulup sorulup henüz yanitlanamayan en can alici sorulari oldugunu söyledi.

Daha da pek cok sey anlatti e-atik konusunda. Ama bu noktada altin konusundan ayrilip global e-atik problemine atlamis bulunuyoruz. O yüzden bir nefeslenelim. Bir sonraki yazida kaldigimiz yerden devam edelim :)

Pazartesi, Şubat 13, 2012

Bir arkadasa soracaktim da... (I)

Bir arkadasim gecenlerde sosyal mecrada Kaz Daglari'na ait bir fotograf paylasmis. Fotograf altin madenciligi calismalarinin basladigi bölgeye aitmis ve tepelerin nasil da traslanip zarar görmeye basladiginin havadan cekilmis bir kaniti imis. Ben görünce kötü oldum. Ama beni bilirsin; yikilmis bir agac görsem yine kötü olurdum. Altina da su yazi ilistirilmis:

"Kaz Dağları'nda altın işletmeciliğine hazırlanan şirket, gerekli su ihtiyacının karşılanması için baraj yapılmasını istedi. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, ilin su kaynakları üzerine kurulacak barajın, 400 bine yakın kişinin su gereksinimini olumsuz etkileyeceğini belirtti.

Kuzey Biga Madencilik İcra Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Han İlhan, Kazdağları eteklerinde 2014 yılında faaliyete geçirmeyi hedefledikleri altın işletmeciliği için gerekli olan su ihtiyacının DSİ 25. Bölge Müdürlüğü’nce uygun görülecek alana kurulacak baraj ile karşılanabileceğini söyledi. Açıklama, Çanakkale şehir merkezinin içme suyu ve tarımsal sulama ihtiyacını karşılayan Atikhisar, Umurbey Ovası tarımsal sulama suyunun depolandığı Bayramdere ve Biga tarımı için önemli su kaynağını oluşturan Bakacak barajlarının su kaynaklarını engelleyeceği için kuraklık endişesi doğurdu.

‘Katletmek demek’

Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, ilin bölgesel su kaynakları üzerine kurulacak barajın, 400 bine yakın insanın su ihtiyacını olumsuz yönde etkileyeceğini belirtti. Gökhan, “Su kaynaklarının üzerine baraj kurdurmak bu kentte yaşayan insanları susuzluğa mahkûm ettirip katletmek demektir. Bu anlayış, çokuluslu 6. Filo’nun işgalci anlayışını ortaya koymaktadır” dedi.

Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant da, “Çanakkale halkının sularına da göz diktiler. Siyanürlü liç havuzları kurup bunları baraj suları ile kirletip bölgede tek bir canlı bırakmama kararlılığı içinde oldukları açığa çıkmıştır. Bu açıklama gerçek niyetlerini ortaya çıkarmıştır” dedi.

Haber Cumhuriyet Haber Portalı
 Fotoğraf Edremit Son Nokta"



Sen bu fotografi gördün mü, bu yazilanlardan haberin oldu mu, bilmem? Aksam ana haber bültenlerinde pek bahsedilmiyor böyle seylerden. Ayni gün bir arkadasim bahsediyordu. Aksam haberlerinde ana konu tatli tarifi imis. "Flas flas flas!" teraneleriyle dört ayri tatlinin tarifi veriliyormus. Tatli yiyip, tatli konusalim diye galiba.


Tatli yiyip, tatli konusamayacagim, kusura bakma. Kaz Daglari'nda altin madenciligi ne asamadadir, bu fotograf ve haberler ne kadar güncel, ne kadar dogrudur bilemiyorum. Ama beni sasirtmadigi kesin. Türkiye'de altin madenciligi üzerine birazcik okudum son zamanlarda. Sen de okuyabilirsin. Büyük kitapcilarin  cevreyle ilgili kitap raflarini tara, ya da görevliye sor. Sana altin madenciligi hakkinda yazilmis en az 3-4 kitap cikarip gösterecektir.

Hikaye genellikle aynidir. Altinin varligi coook cok yillar önce yabanci bir maden firmasi tarafindan kesfedilmistir. Madeni isletme hakki devletten kolayca alinmistir. Ilgili firma bazen arazi, bazen yol, bazen su istemek icin yerel halkin kapisini caldiginda is coktan olup bitmistir. Tatsizliklar ondan sonra baslar. Madeni isteyen vardir, istemeyen vardir. Arsasini satmak isteyen vardir, istemeyen vardir. Yolundan yol, suyundan su vermek isteyen cevre köyler vardir, istemeyenler vardir. Istemeyenlerden tatli tatli, iknayla yola getirilmisler vardir, kadinli cocuklu jandarma dayagi yemisler vardir. Rivayet odur ki, arazisini satsin diye kapisina maden sirketinin temsilcisiyle, jandarma komutaninin birlikte geldigi köylüler vardir. Rivayet odur ki, madenin ( ve genel olarak altin madenciliginin) cevre zararlarini anlatmak icin ugrasanlarin bir Alman vakfindan beslemeli olduklarina dair kitaplar bile yaz(dir)ilmistir. Tatsiz diyorum ya iste, tatsiz detaylar bunlar. Bana tek tek anlattirma, git kitapcidan ya da internetten bulup kendin oku. Aksam haberlerinde rastlamayi bekleme.

Altin madenciligi ile ilgili sorun nedir peki? Daha önce biraz bahsetmistim; surada, surada ve surada.

Ister istemez düsünmeye basliyor insan? Ne yapilabilir? Fakat bana öyle geliyor ki, bu yanlis bir soru. Uzun zamandir Thoreau ile ayni fikirdeyim. Ona kalirsa yol almak isteyen, yola cikmak icin yol arkadaslarinin hazir olmasini beklememelidir. Dolayisiyla dogru soru "Ben ne yapabilirim?" olmali. Tüketici, sade vatandas, sokaktaki insan, birey ... olarak ben ne yapabilirim?

Oyunun bir parcasi olmamak mümkün mü? Iste bu düsüncelerle ekonomi konusunda benden daha bilgili bir arkadasima isin o boyutunu sordum. "Bir ülkenin kücük yatirimcilarinin bir yatirim araci olarak altin almamasinin bir anlami var mi? Altin ekonomide neden bu kadar cok (yani gercekten bu kadar cok!) önemli? Bütün ekonomi gercekten pratikte altin üzerinde mi dönüyor? Baska bir temel varlik birimi yok mu? Olamaz mi?" gibi gaaaayet naif oldugunu bildigim sorulari aklima geldigi gibi, filtrelemeden yazip sordum.

Bana ekonominin o kadar da altin üzerinde dönmedigini, Nixon'un 1970'lerde altin - dolar bagini kopardigini animsatarak soruyu ondan daha iyi yanitlayabilecek bir arkadasina pas etti.

Arkadasimin arkadasi (iktisatci, akademisyen), pek cok ilginc sey anlatan bir e-maille yanitladi beni hemen. Ondan ögrendiklerimi aktariyorum:

Altın doğadaki en ağır elementlerden biri imis. Özgül ağırlığı 13.2. Yani 1 metreküp altın 13.2 ton yapıyormus. Herhalde saklama kolayligi bir deger birimi olarak epey önem kazaniyordur diye düsündüm bunu okuyunca :) Dünyada şu zamana kadar çıkartılan saf altın miktarı 156 000 ton imis. Bunun %60’ı son 30 senede çıkartılmış. Bütün insanlik tarihi boyunca gerekenden daha fazla altin son 30 yildir nereye gidiyor; düsünmeden edemiyor insan. Her neyse, sözkonusu 156 000 ton altin basit bir hesapla 2,5 olimpik yüzme havuzuna sigabilecek bir miktarmis. Buymus iste, üzerinde bu kadar firtinalar kopan madenin epi topu miktari.

Gelelim isin ekonomik boyutuna. Bir kere Nixon 1971'de yaptigi ünlü bir konusmayla dolar arkasindaki altin teminatini kaldirdigindan beri dünya para birimleri - altin bagi kopmus. Dolayisiyla bütün ekonomi altin üzerinde degil, fakat "güven" üzerinde dönüyormus. 2008 den bu yana emtia güvenilir bir yatirim araci olarak  görüldügünden  herkes yatırımı oraya yapıyormus. Dolayisiyla sadece altın, gümüş değil, bugün artık petrol, mısır, şeker, pirinç buğday bile birer yatırım aracına dönüsmüs. Bu sartlar altinda eğer bir birey altın spekülasyonu ile kisisel cikarini maksimize edeceğini düşünüyorsa altin alırmis. Eğer bir birey alırsa, diğerleri de firsati kacirmamak adina altina yönelirmis, altın değerlenir, zincir bu şekilde devam edermis. Dolayısıyla benim pek safca ifade ettigim bireysel tepkilerden dogan kollektif güç cikmasi beklentisi ters tepermis. Özellikle Türkiye’de fayda getiren bir eylemin tersi yönde  kollektif güç oluşturmaya çalışmak naiflikten öte birşey değilmis. Ekonomik acidan bakildiginda kilit söz "optimum"mus, ekonomistler maximum ve minimum kavramlarını sevmezmis. Dolayisiyla altın çıkarmaya karsilik çevreye zarar konusunda da optimum'u bulmak daha dogru  (altın çıkarmayı engellemekten daha dogru) bir yaklasim olurmus.

Himmm, peki.
Bu durumda sana tavsiye edecek bir seyim yok.
Sevgililer Günü'nde sevgilini mutlu etmek icin,
arkadasinin yeni dogan bebegi icin,
komsunun yeni evlenen oglu icin,
parmaginda, kulaginda, boynundaki pariltinin seni daha güzel, daha dikkat cekici ve böylece daha mutlu yapabilmesi icin,
maasindan artan üc kurusun eriyip gitmemesi ve gelecekte bir ise yarayabilmesi icin
altin alman gerektigini düsünüyorsan,
al onu.

Ben alamayacagimi hissediyorum.
Biz ailecek alamayacagimizi düsünüyoruz.
Parmagimdaki alyans 2 gr. altin iceriyormus. Ve bu iki gram altin icin 20 ton maden atigi olusuyormus.
Keske daha önce bilseydim.

Belki sen de bilmek istersin diye yazdim bunlari sadece.

Haaa, bu arada aklima gelen baska sorular da vardi. Onlari da bir baska konunun uzmani arkadasima sordum.
Bir sonraki yazida onlardan bahsedecegim. Hatta konu e-atiktan genel olarak global atik problemine, oradan da gida israfina atladi. Ben böyle daldan dala atlayarak daha bir kac yazi daha yazacagim. Keske bir maden mühendisi arkadasim olsaydi da, ona da "su altin cikarmanin cevreye zarar vermeyen daha optimum bir yolu yok mudur?" diye sorabilseydim. Ve bir cevre mühendisi arkadasim, bir ekolojist arkadasim, bir biyolog arkadasim, bir zoolog ve bir botanist, bir hidrolojist arkadasim daha olsaydi da, onlara da "nedir doga acisindan altin cikarmanin optimum'u?" diye sorabilseydim. Keske bir sosyolog arkadasim olsaydi da altin madenciliginin sosyolojik acidan optimumunu anlatabilseydi bana. Keske Kaz Daglari'nin da dili olsaydi, ona da "Nedir bu isin en oluru Ida'cigim?" diyebilseydim...

Yağmur için kim ağlar?

Photo by KRO-Media

Asagidaki alinti gecen hafta okudugum bir kitaptan. Gün gelip baska yazilardan link vermem gerekecegini hissettigimden simdi suraciga not ediyorum:


Bilim adamlari Navajo yerlilerinin "Cayir köpeklerini öldürürseniz, yagmur icin aglayan kimse kalmayacak" itirazlarina güldüler. Hic bir anlami yoktu. Hicbir ilgi ve baglanti göremiyorlardi. 1950'lerde Arizona Chilchinbito cevresindeki bütün cayir köpekleri öldürüldü. Cünkü insanlar bunun cöldeki bitkileri koruyacagini düsünüyordu. Sözkonusu alan ıssız ve terkedilmis bir araziye dönüstü.


Stephen Buhner One Spirit Many Peoples adli kitabinda neyin ters gittigini aciklar:

Cayir köpekleri ve toprakta oyuklar kazan bütün diger hayvanlar yeryüzünde nefes alan tüneller acarlar. Ay dünya cevresinde dönerken okyanuslarda gel-git ile suyun yükselmesine sebep oldugu gibi, yer altindaki akiferlerde de suyu cekip yükseltir. Yeralti akiferlerindeki bu alcalip yükselme insan vücudundaki nefes alip vermeye benzer. Yeralti sulari alcalip yükseldikce yeryüzü oyuk kazan hayvanlarin olusturdugu yariklar vasitasiyla nefes alip verir. Böylece yeryüzü, yagmur olusumuna yardimci olan  nem yüklü havayi disari dogru verir.


Nature's Secret Messages
Elaine Wilkes

Güncelleme: Cayir köpeklerinin köpek havlayisina benzer bir ses cikardiklarini ve adlarini da buradan aldiklarini okudugumda "yayinla" tusuna coktan basmistim. Sanirim "If you kill off the prairie dogs, there will be no one to cry for the rain" cümlesini yanlis cevirdim :) Keza basligi da yanlis attim bu durumda. Oldugu gibi  birakiyorum yine de. Navajo yerlilerinin yaninda dört mevsimcik olsun staj yapmak isterdim. Korkarim onlarin neslini de tükettiler. Cünkü hic bir anlami yoktu. Hicbir ilgi ve baglanti göremiyorlardi.  

Cuma, Şubat 10, 2012

Himmm, evet, evet, hersey cok sıkıcı...

"Hayat cok sıkıcı, dünya cok tekdüze, günler hep birbirinin aynisi" dedigin oluyor mu?
Asagidaki fotograflar öyle günler icin. Tekdüzeligin disina cikan, dallari bir yana gövdesiyle cicege ve meyveye duran agaclardan secmeler...


Kakao agaci cicekleri:

Photo by tatters:)

Kakao agaci meyveleri:

Photo by JanetandPhil

Keciboynuzu cicekleri:

Photo by macropoulos
Keciboynuzu meyveleri:

Photo by TreesOfTheWorld.Net


Incir...
Photo by chotda
Incir agacinda cicek fotografi yok, dikkat ettiysen. Cünkü incir cicekleri bizim "incir" deyip yedigimiz "meyve"nin icinde acar. O aslinda agacin meyvesi degil, cicek tablasidir. Meyveler ise cicekten sonra olusur. Incir yerken sertce, citir citir agzimiza gelen minik "cekirdek"lerdir asil meyvesi incir agacinin :)

Erguvan agaci:

Photo by .Bambo.
Cicege durmus erguvan agaci fotograflari icin bir de su yaziya göz ativer lütfen.

Jabuticaba agaci (beni tanistirdigi icin Brajeshwari'ye tesekkür ederim)

Photo by mauroguonandi

Tekdüzeligin dibine vurmussan, buna da bak mutlaka!

Jabuticaba agacinin meyveleri:
Photo by robertohoffmann

Peki yaprakta acan ciceklere ne dersin?
Udumbara cicegiyle tanistirayim (ve beni tanistiran Berceste'ye tesekkür edeyim)  :

Photo by zensquared
Udumbara ciceginin hikayesi icin buraya.

Peki, gününü tekdüzelikten kurtarmak icin gaaayet tekdüze bir meyveden örnek vereyim mi?
Yedigin her elmada bir yildiz var.
Farkinda misin?
-|-

There are only two ways to live your life. One is as though nothing is a miracle. The other is as though everything is a miracle. I believe in the latter.
Albert Einstein 

(Yasaminizi sürdürmenin sadece iki yolu var. Biri hicbir sey mucize degilmis gibi. Digeri hersey bir mucizeymis gibi. Ben ikincisine inaniyorum.)    

Çarşamba, Şubat 08, 2012

Bir sana, bir bana aldim.



Gecen yil bir daha suda sümbül yetistirmeyecegim demistim.
Cicek actiktan sonra topraga kavusturamamak, dogasina aykiri bir sey yapiyormus hissine kapilmak rahatsiz ediyordu.
Bu sonbaharda bir gün kendimi bir bahce markette buldum. Birisi beni resmen eliyle kapisindan iceri itti. Abartmiyorum.
Aslinda minik sukkulentler alacaktim, bulamadim.
Bunlari aldim.
Bir sana, bir bana aldim.
Bu yil özellikle bu renk aldim.

Bazen topragindan uzaktayken cicek acmak zor geliyor.
Bazen cicek aciyorsun, onu da birakip gitmek gerekiyor.
Sümbüller öyle zamanlarda güc veriyor.
Bunlara dair uzun uzun yazmak vardi.
Ama sincap evde bugün ve uyandi simdi.
Sümbülleri gösterecegim ona, burnuna dayacagim hatta kokusunu icine ceksin diye
ve gecikmis güzel bir kahvalti yapacagim onunla :)

Çarşamba, Şubat 01, 2012

Bu ay ben ellerimle - Ocak-Subat 2012

Bilenler bilir, kendi kendini ceviren otonom sistemleri seviyorum.

Moderasyon gerektirmeyen gruplar, kendi kendine güncellenen listeler, dis/yukari müdahale olmadan yürüyebilen takim calismalari vb . ilgi alanim icinde :)

Ellerimizle (ya da ellerimiz olmadan) ürettiklerimizi paylasacagimiz aylik listenin de böyle olmasini tercih ediyorum. (Cünkü, evet, biraz tembelim de :D ) 

Söyle bir sey düsündüm. Ben her ay basinda yeni ve cogunlukla bir sey anlatmayan bir post acacagim. Sonra o ay boyunca yaptiklarimizi anlattigimiz linkleri yazinin en altindaki link listesine ekleyecegiz. Böylece yazi icinde otomatik yerlerini alacaklar. Blog ya da internet sitesi olmayanlar yorumlarda da anlatabilir. Güncel aya ait post sag tarafta görülecek, tüm arsiv ise "ellerimle" etiketi altinda bulunabilecek. Bu ay hem Ocak, hem Subat icin aciyorum postu; cünkü ben bunu tasarlayip organize edene dek  Ocak ayi bitti :)

"Simply Linked" fikrini Isil'dan aldim, onun haberi olmadan :) Tesekkür ederim :)
"Neden bahsediyor bu?" diyenleri suraya ve suraya alayim.

Evet, neler yaptik Ocak ayinda? Ve neler yapmak niyetindeyiz Subat ayinda?
Linkleri ve yorumlari görelim :)

Ben zencefil receli ve probiyotik olmasi sebebiyle cok ilgimi ceken Alman usulü fermente lahana tursusu yaptim. Tursu Beste'nin bir tarifiydi. Gelismeleri onun blogunda yorumlara yazdim. O linki verecegim o yüzden. Lahana tursusu havanim olmadigi icin beni gercekten cok yordu. Kesme tahtasi kenariyla ve bütün gücümü kullanarak ezdim lahanalari. Bir kilo kadardi lahana. Sonra da Beste'ye bir e-mail yazip "bana hic bir güc bundan bes kilo yaptiramaz" dedim :)  Itiraf ediyorum, onun yazisinda adi gecen havansiz ve cok sikayet eden arkadas benim :) Son olarak, bir dosta sonsuz tesekkürlerimin kücük bir habercisi olarak yaprak baskili bir defter daha yapip gönderdim. Baska defterlerler var planlarimda :)