Aslında "normal doğum mu yoksa sezaryen mı?" gibi bir ikileme düşmedim hiç. En başından beri -sezaryen için tıbbi bir gereklilik olmadıkça- normal doğumdan yanaydı kararım. Biraz korkuyordum da tabii... Üzerine çok şey duyulmuş ama hiç yaşanmamış her şeyden korktuğumuz gibi. Sonra, bir kaç ay önce, tüm dünyadan doğum adetlerini ve ritüellerini karşılaştıran ilginç bir kitap geçti elime: "Dalgalarla Dünyaya". Özellikle "ilkel" sayılan kabile toplumlarıyla "modern" toplumların doğuma bakışlarını karşılaştıran bu kitapta, yazar Ines Albrecht-Engel doğum üzerine bugüne dek rastladığım en güzel benzetmelerden birini yapıyordu (tam bir çeviri değil, benim anladığım şekliyle) :
Doğum tamamen doğal bir süreçtir. Kontrol edilmeye gelmez. Tam tersine kendini baskı altında tutmaya çalıştıkça fazladan stres hormonları salgılanır ve bu da doğumu olumsuz etkiler. Doğru olan vücudu doğum sırasında kendi haline bırakmak ve duygularını kontrol etmeye çalışmaktan vazgeçmektir.
Doğum sancıları bir kıyıya vuran dalgalar gibidir. (Yazar burada kendi dilindeki Wehe/Sancı ve Welle/Dalga kelimelerinin benzerliği üzerine bir kelime oyunu kuruyor.) Önce kıyıyı yalayan ufak dalgalarla başlar her şey. Daha sonra metrelerce yükseklikte dev dalgalara dönüşürler. Direnmek korkunç dalgaların üzerimize yıkılıp bizi incitmesinden başka bir işe yaramaz. Doğru olan belli aralıklarla gelen dalgaya (sancıya!) direnmek yerine kendini ona bırakmak, onunla birlikte yüzmeyi başarmaktır. Ve her yeni dalganın beklediğimiz hazineyi kıyıya biraz daha yaklaştırdığını hiç unutmamak... Dayanılması gerçekten zor son bir kaç "yıkıcı" dalganın ardından bebeğimiz de doğmuş olur. Sonra deniz birdenbire sütliman oluverir tekrar. Sanki başka bir boyuta ulaşmış gibi olur insan. Fırtına unutuluverir.
Uzun bir bekleyişin ama kısa süren bir "fırtınanın" ardından küçüğümüz, biriciğimiz, değerlimiz 13.06.2007 günü sabaha karşı kıyıya vurdu :-))
Fury as farm retains RSPCA welfare mark
8 saat önce