"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Cuma, Şubat 25, 2011

Yüreginin gösterdigi yerde uyut

Aaaaaa! Aklimi, fikrimi o kadar tomurcuklara vermistim ki bu konuda  gayet de taraf olmama ragmen yazmaya zaman bulamamistim, yaz(a)mayacaktim. Ama öyle komik seyler okuyorum ki, yazmadan da olmuyor, yazmaya karar verdim.

Malum, bebekler nerede uyusun, nasil uyusun tartismasindan bahsediyorum. Keske bebeklerin dili olsaydi da söyleyebilseydi nerede, nasil uyumak istediklerini; onlar cok iyi biliyor neyin dogru oldugunu cünkü. Madem ki (ironik bir sekilde bu kadar aglamalarina ragmen) seslerini bize duyuramiyorlar ve biz büyükler karar verecegiz nerede uyuyacaklarina, o zaman herkes nerede ve nasil isterse orada, öyle uyutsun cocugunu.

Fakat, lütfen, Allah askina, cocugunun nerede uyumasi gerektigine karar vermeye calisan anne babalara
a)"anne babasiyla uyuyan cocuk öyle alisir, hep ister, 8 yasinda bile sizinle uyumak ister"
b)"anne babasiyla uyuyan cocuk anne kuzusu olur, anne-babasina bagimli olur"
c)"özgüveni düsük olur, pisirik olur, icine kapanik olur"
gibi argümanlarla gitmeyiniz, cünkü DOGRU DEGIL! dogru degil!

Bir cocugun kisiligi bundan daha karisik ve cok bilinmeyenli bir formüle göre sekilleniyor cünkü.

Oglum ilk dogdugunda düzenini o zaman en dogru bildigimiz sekilde "ebeveyn odasinda, kendi yataginda" seklinde kurduk. Ilk günden itibaren sabaha karsi uykunun son demlerini ebeveyn yataginda birlikte gecirmenin daha iyi oldugunu tecrübe ettik. Sonrasinda düzenimiz kendiliginden "sürekli ebeveyn yataginda"ya döndü. O siralar henüz birlikte uyumanin erdemlerinden habersizdim, bilseydim taa en basindan düzenimizi ona göre kurardik. Her neyse bizim yumurcak 3,5 yasinda hala "her talep edildiginde anne sütü"+"anne kucaginda uyku" formülüne göre büyümekte. Cok emzirdim, cok birlikte uyudum, cok kucakta tasidim. Her istediginde. 7 gün 24 saat.
  • 7-8 aylikken gelecegi söylenen yabancilama dönemini bekledik, gelmedi.
  • 1 yas civari Malta'dayken saskinlikla arabasindan Ingiliz turistlere el sallayip, öpücük gönderme huyu edindigini tespit ettim. Turistler durup dururken degil, ogluma yanit olarak öpücük göndermekteymis meger! 
  • Yine ayni siralarda (ve sonrasinda da) tanimadigi kisilerin kucagina gitmekle ilgili sorunlar yasamiyordu.
  • 2 yasindan itibaren gittigi oyun parklarinda ve  oyun gruplarinda sürekli oyuncaklarla degil, diger cocuklarla oynamak istedigini gözledim. Cekingenlik gösterip oynamak istemeyen cocuklari taciz ediyor, gelip bana "neden oynamiyor arkadas benimle?" diye soruyordu. Kolaysa anlat! Bu durumu oldukca sasirtici buldum, cünkü cocuklari cekingenlikleriyle ünlü bir aileden geliyorum. Ayrica dogumundan itibaren kosullarimiz sebebiyle akrabalarimizdan uzak, fazla tanidik cevresi, coluk cocuk, kuzen, komsu cocugu olmadan büyüttük sincabi. Günlerinin cogunu sadece anne-babasiyla ve babasinin is yükü sebebiyle agirlikla benimle gecirmesi gerekti. Tüm bunlar sebebiyle sosyal becerileri baslangicta biraz zayif olur, icine kapanik, anneye bagli bir cocuk olur diye düsünüyordum. Hicbir zaman olmadi.
  • 3 yasinda cevredeki anaokullarini tanimak icin ziyaret ederken, okullardan birinde bir ögretmen davranislarini gözleyerek "Ilginc, sizinle göz kontagini korumak cabasinda degil. Bu yastaki cocuklarda tipiktir. Özgüven duygusu yasina göre fazla gelismis" dedi.
  • Yürümeye basladigindan beri babasi tarafindan kalabaliklarda sistematik olarak eli birakilarak yalniz yürümeye tesvik ediliyor. Basini alip gittigi coktur. Pacamiza yapismaz. Bacagimizin arkasina saklanmaz. Genellikle takip etmek, pesinden gidip "cocugum nereye?" diye sormak gerekir. Yoksa arkasini dönüp bakmaz bile. Bir Zülfü Livaneli konserini kendisini kalabaligin icine pervasizca attigi icin ve o insan kalabaliginin icinde bir kaybolursa bir daha bulamam diye agiz tadiyla izleyememisligim vardir. Parklarda, kitapcilarda tanistigi cocuklar mekani terkederken peslerine takilip gittigi, "Cocugum nereye? Ben gitmiyorum, buradayim" diye kolundan tutup zorla geri getirmisligim vardir.   
  • Anaokuluna alismasi biraz zaman aldi. Ama yasaminizda en cok bildiginiz ve sevdiginiz iki kisiden ilk kez ayrilarak, hic tanimadiginiz ve dilini de hic anlamadiginiz 15 cocuk ve 4 yetiskinle tam gün gecirmenizi istesem herhalde siz de zorlanirdiniz. Su anda sancili anaokuluna alisma sürecini geride biraktik. Ögretmenlerinin gözlemiyle gayet neseli, girisken, katilimci bir cocuk. Icine kapanik degil. Her gün severek anaokuluna gidiyor ve 8-4 arasi orada kaliyor. 
  • Anaokulunda kalis süresi arttigindan beri anne sütüne düskünlügü azaldi. Geceleri hic uyanmadigi, 24 saatten fazla hic süt istemedigi oluyor. Geceleri uyandiginda (ki en fazla bir kez oluyor bu)  hafifce konusup, bazen su verip, üzerini örttügümde dönüp kendiliginden tekrar uyudugu günlerdeyiz artik.
  • Son zamanlarda özellikle haftasonlari kendiliginden uyandiginda mutfakta kahvalti ediyor oluyoruz babasiyla. Ne yapacagini merak edip sessizce bekliyoruz. Dogrudan oturma odasina gidip oyuncaklariyla oynamaya basliyor. Uyaninca ille de beni istedigi ve agladigi günler geride kaldi.
  • Belli ki 8 yasinda hala anne sütü emiyor olmayacak. Kendi yataginda uyuyor olacak. Dünyaya bacagimizin arkasindan bakiyor da olmayacak :)
  • Kendine güveni o kadar yüksek ki, "kendi bildigimi yaparim" hallerinden illallah diyorum. Bana akil fikir ögretmelerini saymiyorum bile.
Bütün bunlari "bakin nasil cocuk yetistirdim" ya da "bakin, nasil harika cocugum var" anlaminda anlatmiyorum. Özellikle anneyle yakin temasta  büyüyen her cocuk böyle olur diye de genellemiyorum. Gözlem ve tecrübelerim, yakin ve sürekli temasin, bebegin  isteklerinin sürekli karsilanmasinin kendine güvenli, dünyaya acik, sosyal becerileri yüksek bir yetiskin olmak yolunda cocuga yeterince potansiyel saglayacagi yönünde. Ama asil niyetim, karsi yönde bir genellemenin dogru olmadigini vurgulamak.

Baskalarinin 1 yasindan önce kavusmayi diledigi uyku düzenine ancak 3,5 yasinda kavusmak zor muydu? Benim icin hayir. Beraber uyumak isleri zorlastirmadi, tam tersine kolaylastirdi bence. Calisan ve sabah gayet erken kalkmasi gereken annelerin cocuklarinin uykusunu düzene sokmak konusunda aceleci olmalarini anliyorum. Fakat unuttugumuz bir sey var. Sorun gece uyanip duran bebekte degil. O dogasinin geregini yapiyor. Sorun bebegin yasaminin en azindan ilk iki yilinda geceleri pek cok kez uyanacagini ve annesinin 7 gün 24 saat yakin ilgisine  ihtiyac duydugunu göz ardi eden ve bu durumu anneye bir anormallikmis gibi sunan ve anneye "ya meslegin, ya anneligin" diyen sistemde. Ücretli izin hakki, esnek calisma sistemleri, yari zamanli calisma, evden calisma secenekleri sunmayan sistemde. Bir cocuga bakmak icin bir köy gerektigini unutan, köyden kente terfi ederken bunun alternatiflerini yaratmayi ihmal eden ve anne-babayi ama özellikle anneyi kentin ortasinda bebegiyle yapayalniz birakan, sonra da "cocuk da yaparim, kariyer de" diye kent masallari yaratan sistemde.  

Enerjimizi bebegi sisteme degil, sistemi bebege uydurmaya harcamamiz daha dogru olur kanimca.  

Son olarak eski bir yazimdan alintilamak istiyorum:
"İlkel" toplayıcı-avcı toplumlarda bebek doğum ertesinde anneden asla ayrılmaz; yenidoğan sürekli kucakta taşınır; en az 2, çoğunlukla 5-6 yaşına kadar anne sütü verilirmiş. Bebekler anneleri ile uyur, gece dahil ağlamalarına hemen tepki verilir, en fazla iki saatlik aralıklarla beslenirlermiş. Buna karşılık "modern" toplumlarda bebek doğum sonrası anneden alınır, alışacağı kaygısıyla veya ortopedik olarak yanlış olduğu düşüncesiyle fazla kucakta taşınmaz, şanslıysa 6. aya kadar anne sütü alabilir. Yakın döneme kadar batıda, geceleri bebeğin beslenmemesine ve ağlamasına artan sürelerle tepki verilmemesine dayanan kontrollü ağlatma yöntemleri bile uygulanmış ki, dehşet verici. Bu açıdan annelik anlayışımın fazlasıyla "ilkel" olduğu söylenebilir. Yalnız yazarın gözardı ettiği bir şey var bence. Sözkonusu bebek büyütme tarzı ilkel toplayıcı-avcı gruplara özgü değil. Dünyanın batı etkisine kapalı kalababilmiş pek çok yerinde hâlâ böyle büyüyor çocuklar. Yüzyılın başına dek, muhtemelen batı toplumlarında da böyle büyütülüyorlardı. Kişisel olarak, bir annenin kendi haline bırakıldığında içgüdüsel olarak bundan farklı davranacağını sanmıyorum çünkü."

Hangi yazardan bahsediyorum? Su yazardan. Bu konuda ebeveyn bakis acisiyla lehte ve aleyhte pek cok yazi yazildi. Her iki yönde de bilimsel referanslar sunuldu. Ilginizi cekerse iste  bu yazar da  "kontrollü aglatma" konusunun fikri pek sorulmayan muhatabidir, o gözle yaziyor yazisini. Eylül 2008'deki yaziyi yazma sebebimdir kendisi ve yazisi. Yazdiklari  arasinda bana en vurucu gelen bölüm:

"What makes me sad, is that although my mother was not a warm, cuddly person, she was very conscientious. If the childcare books of her time had told her to hold and comfort me after birth, to pick me up and carry me around close to her body, let me sleep with her, feed me when I was hungry, and not leave me to starve for 8 hours every night of my life, she would have followed their instructions. And the story of my life would probably have been very different. "

Cocugumu bir takim kitaplara göre degil, ic sesimin anlattiklarina göre büyütmekle en dogrusunu yaptigimi bana hatirlatan cümleler bunlar.

Su ya da bu yöntemin propagandasini yapmama gerek yok. Tarafim belli, tecrübem budur. Yüreginiz nereyi gösteriyorsa cocugunuzu orada uyutun.

Perşembe, Şubat 24, 2011

Agac dallarinin anlattigi diger masallar - Barbarazweig

Dallarla ve tomurcuklarla bu kadar hasir nesir olmusken, Almanya'da Barbarazweig (Barbara Dali) olarak bilinen eski bir adeti anmamak olmaz. Azize Barbara 3. yüzyilda bugünkü Iznik'te (ya da baska bir efsaneye göre bugünkü Lübnan'da) yasamis, klasik bir hikaye ile ermislik mertebesine yükselmis (dönemin genel gecer düzenini temsil eden babaya karsi cikarak yeni fikirlere, yeni bir dünya görüsüne -bu örnekte Hristiyanlik- tabi olmus, babasi tarafindan basi kesilerek öldürülmüs) bir kadin. 4 Aralik Hristiyanlik aleminde Azize Barbara günü. Adete göre bu günde cevrede bulunan bir agactan bir dal kesilerek su dolu bir vazoya konuyor. Dal yaklasik 20 gün sonra, yani Noel zamani cicek acmaya basliyor. Kaynaklara göre, en azindan 13. yüzyildan beri Avrupa'da yilin karanlik günlerine biraz isik katmak icin uygulanagelmis. Evlenme yasina gelen kizlar, suya koyduklari her bir dala adaylardan birinin adini verir, dali ilk ciceklenen adayla evleneceklerine inanirlarmis. Ya Azize Barbara? Anlatilanlara göre din degistirdigi icin yakalanip götürülürken yol üzerinde buldugu bir dali kesip yanina almis, suya koymus. Dalin cicek actigi gün ölüme mahkum edildigi günmüs.

Barbara dali olarak özellikle kiraz, erik, elma, frenküzümü, kizilcik ve cakal erigi gibi meyve agaclarinin dallari kullaniliyor. Bunlar bir kismi Prunus ailesinden, erken baharda yaprakla beraber ve hatta bazen yapraktan önce cicek acan agaclar zaten. Aslinda hangi agac oldugunun cok da büyük bir önemi yok. Cevrede cok yetisen herhangi bir agac olabilir. Cesitli kaynaklarda at kestanesi, hus, mürver, findik, akdiken türleri ve altin caninin da adi geciyor örnegin. Daha önce de bahsettigim Eyewitness Explorers - Trees adli kitap, bu deneyi evde bir at kestanesi dali ile yaparak, tomurcuklarin nasil gelistigini, yaprak ve cicege dönüstügünü cocuklarimiza gösterebilecegimizi söylüyor. Kraut und Rüben dergisinin Aralik 2010 sayisinda anlatildigina göre dal agactan ne kadar gec kesilip vazoya alinirsa, o kadar garantili acarmis. Uzun bir soguk dönemi ve en az bir kez sifirin altinda isi soku atlatmis olmasi gerekiyormus. Dalda ilk hareketlenmelerin baslamasi her durumda 3-4 hafta sürüyormus.

Gelelim bizim evin dallarina. Hikayelerini önceki yazilarda bölük pörcük anlattim. Simdi tamamlayayim. Gecen sonbahardan beri yerde buldugumuz pek cok dali eve tasimistik zaten. Belki bunlardan bir oyuncak yapariz, sincabin kamyonuna yük yapariz, belki bir vazoya doldururuz, belki kagittan kücük cicekler katlayip yapistiririz dallara (cok eskiden burada Funda vermisti bu ilhami) gibi bir dolu fikir... Vazonun icine dallari yerlestirmeden önce su koymak ve gercek cicekler actirmak hic aklima gelmemisti tabii ki. Onlar agacindan ayrilmis "ölü" dallar degil miydi?

Barbarazweig adetini ilk okudugumda da agactan bir dali sirf evde yesillensin diye kesmeyi yüregim kaldirmadi. Yilbasindan sonra, havanin biraz isinip, karlarin erimeye basladigi günlerde sincapla iki dal bulduk. Biri yerdeydi; digeri bizim apartmanin önündeki cit görevi gören karamuk calilarinin üzerinde takili kalmisti. Tomurcuktan agac tanima konusuna iyice isinmaya basladigim günlerdi. Hangi agactan olduklarini belki bulurum ümidiyle alip eve getirdim. Suya koydum, ama bir sey olacagindan emin degildim. Agaclarindan ne zaman ayrildiklarini, orada kar altinda ne kadar zamandir beklediklerini bile bilmiyordum cünkü. 25 ocak günü defterime "her iki agac dalinda da tomurcuklar acilmaya basladi  :)" diye not almisim. Yol kenarinda buldugum ve kimbilir ne zamandir orada bekleyen iki agac dalinda bu kadarlik canlilik belirtisi  bile o kadar büyük bir seydi ki, daha fazlasina umutlanmadim bile. Ama hareketlilik devam etti. 6 Subat'ta dallardan birindeki tomurcuklar en az iki kati büyümüs ve ard arda 3  kapi acmislardi. Ilki bordo,kirmizi ve parlak bir kapi(yani katman) ; ikincisi acik, taze yesil ve parlak bir kapi, ücüncüsü ise siyah ve tüylü bir kapi. Bugünlerde yine tüylü ve siyah dördüncü bir kapiyi acmaya calisiyor. Hafifce kivrilan kenarindan minicik bitki taslagini görebiliyorum.  Dördüncü kapiyi da acmayi basarip dogdugunda, onu uzak ve zorlu bir yoldan gelmis bir yolcuyu selamlar gibi selamlamayi düsünüyorum. Belki o zaman minik yapraklarina bakarak hangi agactan olduguna dair bir tahmin de yürütebilirim. Digerine, bahce citinin üzerinde bulduguma gelince, o bambaska bir gelisim yolu izledi ve gecen Pazar günü (20 Subat) suyunu degistirmek icin yanina gittigimde minik, beyaz bir cicekle karsiladi beni!




Doganin bir taraftan bu kadar kanaatkar olusu ve diger taraftan mucizelerini bu kadar cömertce, neredeyse pervasizca sunmasi karsisinda her seferinde dilim tutuluyor.

Diyorlar ki, Azize Barbara jeologlarin, can ustalarinin, demircilerin, duvarcilarin, marangozlarin, elektrikcilerin, mimarlarin, itfaiyecilerin ve bir alay baska meslegin koruyucu azizesiymis. Ne tuhaf sey! Oysa hikayesinde beni en etkileyen sey, yakalanmis götürülürken aklini ve gözünü agac dallarina dikmis olmasi. Ciddi görüsmelere, doktor randevularina, alisverise giderken, sincabi anaokuluna götürürken, "pek berbat basladik bugüne ya, haydi hayirlisi" diye düsünürken,  gözlerimi agaclara, bitkilere, kuslara, tomurcuklara, ciceklere dikiyorum ve basi cidden beladayken hala agaclara bakmayi sürdürebilen bu  genc kadin cok cok yakin geliyor bana. Gercekten yasadi mi, yoksa bir halk efsanesi, bir masal kahramani mi, bilen yok. Ama binlerce yillik insanlik tarihinde, bir yerlerde daima gözlerini agac dallarina ve onlarin tomurcugundaki isiga, umuda ve bilgelige dikmis kadinlar oldugundan eminim.

Subat basindan beri cevredeki marketlerde agac dallari satiyorlar. Ispanya'dan gelme portakallarla, pastorize ve homojenize edilmis kutu sütlerin tam yaninda duruyor dallar.  Bir kismi coktan ciceklenmis ya da ilk canlilik belirtilerini vermis findik, sögüt, kiraz ve altin cani dallari. Tahminen tüketiciye tam bu aralara satilmak üzere Aralik sonu, Ocak basi civarinda toplanmis, bir yerlerde topluca sig havuzlara daldirilmis ve zamanini ve sahibini beklemis agac dallari. Her seyin satilacak metaya dönüstürüldügü ve sokakta buldugumuz kuru dallarin bile cicek acabilecegini bilmeden, kör tüketiciler olarak yetistirildigimiz bir dünyanin yalanci Barbara dallari...  Böylesi bir dünyaya barbara kalmayi dilemek isten degil.

Pazartesi, Şubat 21, 2011

Bir kış gecesi eğer bir yolcu...

Photo by Stephanie Schelfhout

...bir kayın ağacına rastlarsa...

Kayin agacinda (Fagus sp.) tomurcuklar mizrak ucu gibi gayet ince ve uzun. Cok pullu ve kahverengi. Daldaki dizilisi almaşlı.

Insan şanslıysa dalını terketmemis yapraklar da görebilir ağaçta. O zaman tanımak daha da kolay:

Photo by djnisbet
 
Kücük kayın agaççıklarında tomurcuk ve yapraklar kışın tanıyabilmek için tek ipucu olabilir.  Yetiskin bireylerde gövdenin karakteristik özellikleri malum:

Photo by Henk van der Eijk
 
Kayin agacinin gözlerine ne demeli?

Photo by judith74
 Her agac yasaminin bir noktasinda, herhangi bir sebeple bir dalini kaybedebiliyor. Bu kayip cesitli izler birakiyor gövdede. Kayin agacinda iri, etrafi izleyen bir gözü andiriyor bu iz.  Belki de bu gözler sayesinde bakmadan biliyorum yakinda bir kayin agaci oldugunu.
 
Bir kayin agacinin gözünün icine bakabilmek heyecan verici. Özellikle sisli havalarda... Bir hafta önce sisli bir sabah, alisverise giderken marketin yaninda bir bahcede dikilmekte olan ulu bir kayin agacinin gözlerine baktim dik dik. Cok etkileyiciydi.   Ustası "sisli kayın ormanı" üzerine bir siir yazmis olsaydi, onu okumasi da ayni derecede heyecanli olurdu eminim.

Cuma, Şubat 18, 2011

Bir at kestanesi bana dedi ki...

"Gel, komsum ol" diyen Dilek ve  "Artik bizim iyiligimiz icin de bir fotograf makinesi edinsen..." diyen Jale Hanim basta olmak üzere agac dallarinin dilini merak eden herkes icin at kestanesi üzerinden resimli sözlük :)

"At kestanesi hangi agacti?" diyenler, önce buraya bakiniz.

Aesculus sp.

At kestanesinin kış tomurcuklari karsilikli. Asagidaki fotograf bunun en güzel kanitlarindan biri. Sadece dallarin uclarindaki tomurcuklar degil, dallar bile karsilikli.  Bir önceki dalin hep ayni hizasindan ikiye ayriliyor. Böylesi at kestanelerine ben burada hic rastlamadim mesela. Buradakilerde tomurcuklarin biri hep kücük kalmis, arkadan gelmis vb. Dallar da keza böyle simetrik degil.

gwen
Bu da at kestanesinin karsilikli tomurcuklarini gösteren bir baska güzel fotograf. Benim sahsen hic görmedigim bir türe, Kaliforniya at kestanesine aitmis. Tomurcuklar o yüzden benim bildiklerimden biraz daha farkli renk :

gwen

3. fotografta tomurcugun acilip icinden yeni mevsimin yapraklarinin ciktigi ani görüyoruz. Bu dala özellikle dikkat. Alt sol kösenin yaklasik bir cm üzerinde yillik sürgün izi görülüyor. Onun yukarisinda 3 ayri yerde yaprak izi var. En üstte, yapragi veren tomurcugun dibinde, ona ait yillik sürgün izinin ilk belirtileri de görülüyor:

Kaliforniya at kestanesi  gwen

Asagidaki fotografta karsilikli tomurcuklara ek olarak, tepe (terminal) tomurcugu da görülüyor. Görüldügü gibi tomurcuklar cok pulcuklu (ne isimize yarayacaksa bu bilgi :D ) Tepe tomurcugunun hemen altinda bir önceki yildan bir yaprak izi görülüyor. Diger tomurcuklarin altinda da var aslinda ama bu acidan cok net gözükmüyorlar. Neden bazen tepe tomurcugu var, bazen yok demeyin; ben de bilmiyorum. Dal üzerindeki beyaz cilimsi yapilar da türe özgü olmali. Cünkü Prof. Yaltirik'in kitabindaki cizimlerde de var birebir :

sonnentau

Bu da tomurcuk, yillik yürgün izi ve yaprak izi toplu gösterimi. Sanki dal uzayip gelisemeden ardarda yaprak ve tomurcuk vererek gecirmis son  bir kac yili gibi okuyorum ben bunu. Cahilane. Buralarda bu konunun uzmani yok mu; bu blogu hic orman mühendisi, botanist falan okumuyor mu bizi aydinlatacak? :

dnny17
Asagidaki fotografta görüldügü gibi at kestanesinin kis tomurcugu sadece yapraklari degil, cicegi de tasiyor icinde. Böyle olmayan agac türleri de var.

dnnya17

Son olarak, bu da bir kis günü eger bir agacin at kestanesi oldugundan süphelenir ama emin olamazsaniz, yerde arayip bulmaniz gereken yaprak görüntüsü:

imago


Eylemlerim devam edecek!
 
Dip  not: Bu konuda Flickr'da fotograf bulmakta güclük cekiyorum. Elinizde baska amaclarla (kus veya meyve cekmek icin örnegin) cekilmis, ama bir sekilde bir agac dalini net sekilde gösteren fotograflar var mi? Cevrenizde özellikle kisin ne oldugunu merak ettiginiz agaclarin fotograflarini cekebilir misiniz?  Bildiginiz gibi uzman degilim; birlikte ögrenebiliriz ;) Fotograflar elbette kaynagi belirtilerek yayinlanacak...

Perşembe, Şubat 17, 2011

Agac dallarinin anlattigi masallar

Photo by Djane88

Bu kis iki kitap okudum. Biri cocuklar, biri yetiskinler icindi. Yetiskinler icin olan hatta sokaktaki adam icin bile degil, agaclari meslek edinmis olanlar icindi. Ne tuhaf, ikisi de ayni seylerden bahsediyordu. Agac dallarinin dilini ögrenmek icin ya bunun cocuklara bile ögretildigi bir ülkede dogmaniz ya da orman mühendisligi, botanik, biyoloji falan okumaniz gerekiyor demek.
Peki ya biz ne olacagiz? Ister metropolde yasasin, ister dag basinda, agaclarin bir sey anlattigini duyar gibi olan ve o sese kulak vermek isteyen yetiskinler? Unutulmus bir dili hafizasinda yeniden canlandirmaya calisanlar?

Unutulmus bir dil diyorum; cünkü agac dallarina en son ne zaman dikkatle baktigimi hatirlamaya calisinca aklima hep cocuklugum geliyor. Agac dallarinin bir dili oldugunu, bir seyler anlattigini hissetmem, ne oldugunu anlayamayip yorulmam ve sonunda gözümü anlattiklarina kapamam, yaklasik o zamanlara denk geliyor olmali.


Ocak ayinin baslarinda karin ilk erimeye basladigi günlerde yolda sincapla bir agac dali bulduk. Tomurcuklari dikkat cekiciydi, eski bir Alman adetine dair bir seyler okumustum, deneyebilecegimi düsünüyordum. Alip eve getirdik. Bir kavanozun icine, suya koyduk.

Bir süre sonra bahsettigim iki kitabi okudum. Kavanozdaki dal birden yasini söylemeye, bir seyler anlatmaya basladi bana. 2009 yilinin sonunda iki karsilikli tomurcuk vermisti. Tomurcuklardan biri daha iyi gelismis, iki yaprak (grubu?) vermisti, digeri biraz daha kücük kalmis ama ayni miktarda yaprak vermeyi basarmisti yine de. Bütün bunlar 2010 yazinda olmustu. 2009 yazi ise nedense biraz güc gecmisti. Hava mi soguktu, yoksa az mi yagmur yagmisti? Ben de tam hatirlamiyorum o yazi. Tasiniyorduk, aklimi mesgul eden fazlasiyla sey vardi. Nedense bir türlü yaz gelmemisti gibi hatirliyorum sadece. Agac dalinin anlattigina bakilirsa 2008 yazi öyle degildi. Bir sekilde 2009 yazindan daha iyi, daha mutlu gecirmisti o yazi. 2007 yazina, oglumun dogdugu yaza dair ise anlatacak birseyi yoktu. Tam o noktada kirilmisti agacindan.  
---§---

Kis tomurcuklari arkalarinda her zaman bir iz birakiyor. Üstüste incecik halkalar seklinde. Bu, agac dalinin yasaminda bir yil demek. Meslek dilinde "yillik sürgün izi" adi veriliyor.  Dikkatli bakinca yazinin girisindeki fotografta da görülüyor.

Her yaprak, ya da yaprak demeti sonbaharda "bir baska yolculuk"a cikarken, yine bir iz birakiyor dal üstünde. V seklinde, bazen gülen bir surati andiran bir iz.  Uzmanlari "yaprak sapi izi" diyor buna da. Üzerinde agactan yapraga akan yasamin iletim noktalarini tasiyor. Kücük yuvarlak izler bunlar ve her agacta birbirinden farkli. Eger bu dili yeterince biliyorsa insan, sadece yaprak izine bakarak bile bir dalin hangi tür agaca ait oldugunu söyleyebiliyor.
---§---
Bütün bunlarin ne anlami var?

Agac dallarinin anlattigi dili ögrenmek -bir biyolog, orman mühendisi ya da botanist degilsek- neden önemli ya da gerekli olsun ki?

Bilmiyorum.
Benim cevremde bu dili bilen kimse yoktu. Iste o yüzden, simdi kör topal ilerleyerek, kendi kendime ögrenmeye calisiyorum. Ögrendikce, agac dallarindan dinledigim masallar hosuma gidiyor.
Aklimda Thoreau'un su sözleri var bir de:
"Kiyidaki kuru mese agaclarinin üzerinde oturup kalin yünlü paltolarina bürünmüs sekilde hafif ögle yemeklerini yerlerdi; sehirliler suni bilgide ilerlemisken, bunlar dogal yasamda ariftiler. Asla kitaplara basvurmazlardi, yaptiklarinin cok azini bilip anlatabilirlerdi. Uyguladiklari seylerin henüz bilinmedigi söylenir"
Bir zamanlar dogal yasamda arif ve asla kitaplara basvurmayan birileri yasamisti.
Agaclarin
ve kuslarin
ve rengarenk tac yapraklarinin
ve onlarin bir orkestranin üyeleriymis gibi harmoni icinde acilip kapanmalarinin
ve bulutlarin
ve gögün
ve suyun
ve baliklarin
ve karincalarin
ve arilarin
ve aklimiza gelmeyen bir milyon seyin dilini biliyorlardi.

Tek bir sorun vardi; yaptiklarinin cok azini bilip anlatabiliyorlardi. Sadece biliyorlardi; bildiklerinin bile farkinda olmadan. Tahminen bütün bunlarin bilinmedigi bir dünyayi (bizim dünyamizi) hayal bile etmemislerdi.

Iste o yüzden kayip kadim bilgilerden bahsediyoruz durmadan. Taslara kazinmis ve sonra unutulmus sembolik dilleri, hiyeroglifleri ögrenir gibi bunlari da kör topal ama bir sekilde ögrenmemiz gerek. Ancak ondan sonra bilecegiz neden bilmemiz gerektigini.

Salı, Şubat 15, 2011

Zencefilli Portakal Receli

- Dikkat! Uzun rasyonalizasyon girisi ile eski usul yemek kitaplarindaki gibi fotografsiz recel tarifidir.

Bu iklimde, bu cografyada, hele de bahcesiz bir evde yasiyorsa, insanin recel, marmelat ve tursu yapmakla ilgili radikal bir anlayis degisikligine gitmesi gerekiyor. Benim büyüdügüm evde bunlar kis hazirligi  ve gida saklama islemi olarak ve bol miktarda yapilirdi. Sebze veya meyve pazardan en uygun ve bol oldugu zamanda satin alinir, hummali recel-tursu aktivitesi bir kac gün sürerdi.

Burada meyve-sebzeyi markette ya da pazarda hicbir zaman o kadar bol, o kadar olgun ve o kadar uygun fiyata bulmak mümkün degil. Dolayisiyla ev ekonomisini düsünerek ya da bir konserve islemi olarak görerek recel-tursu yapmak olasiligi yok.

Bütün bunlari neden anlatiyorum? Kütüphanede recel, marmelat, tursu, saglikli yemek tarifi kitaplarini, Kraut und Rüben dergilerini görünce bastan cikiyorum cünkü! Acilen icimdeki büyük motivasyonu rasyonalize edecek gerekceler bulmam gerek. Öyleyse neymis efendim?  Recel (ve tursu) bir saklama teknigi degildir sadece. Bazen bir iki kavanozcuk da yapilabilir. Tatli niyetine, baklava yapar gibi (!). Üstelik ondan da daha saglikli! Özellikle cocuklu evlerde disaridan satin alinacak bol katkili üvey kardeslerine (bkz. endüstri receli)  ve kuzenlerine (bkz. kakaolu findik ezmesi taklidi yapan o bol yagli ve sekerli sey, ismi lazim degil) göre de daha saglikli bir alternatif.

Bakin, bakin, iste gerekcelerimiz tamam. Simdi tarife gecelim:

Zencefilli Portakal Receli ( ya da Marmeladi - ben hep karistiririm)
Tarif Kraut und Rüben dergisi Aralik 2009 sayisindan

Malzeme (200 ml.lik 7 kavanoz icin)
20-30 gr. taze kök zencefil
1,5 - 1, 8 kg. portakal
500 gr. seker
20 gr. Konfigel (bunun hakkinda detay asagida)

1) Tüm kavanoz ve kapaklarini sicak suyla yikayip durulayip kurulayin.
2) Zencefili soyun. Ince dograyin ya da rendeleyin. (1,5 yemek kasigi kadar cikiyor. Bence biraz daha fazla zencefili kaldirir bu tarif.)
3) Portakallardan birinin kabugunu soyun ve ince dilimler halinde dograyin. (Portakaliniz organikse yapin bunu tabii. Yoksa kabuktaki tüm kimyasallari da recele dahil etmis olacaksiniz. Turuncgillerin sofraniza gelmeden önce kabuklarinda kimyasal islemle ile olgunlastirilmasi cok yaygin bir islem, ihmal etmeyin. Portakal organik degilse dogal portakal aromasi kullanabilirsiniz. Ben öyle yaptim, evde zaten vardi cünkü. Bir tatli kasigi dogal aroma bir portakalin kabuguna denk geliyor. O da yoksa bu adim tamamen atlanabilir. Bence sart degil.)
4) Bu portakal ve 3-4 portakali daha, beyaz ic kabuklari dahil tamamen soyun. Portakallarin ortasindaki beyaz kismi ve cekirdeklerini de ayiklayin. Ince ince dograyin. Toplam 500 gr. kadar ayiklanmis, dilimlenmis portakal olmali. (Ben hem bu aralar daha uygun ve bol oldugu, hem de evde daha cok sevildigi icin Italyan Moro cinsi kan portakallari kullandim. Bulursaniz, tavsiye ederim kan portakali ile yapmanizi.)
5) Kalan portakallarin suyunu sıkın. O da toplam 500 ml. kadar olmali.
6) Dilimlenmis portakallari, portakal suyunu, portakal kabugu ya da aromasini, zencefil ve sekeri bir tencerede karistirin. (Seker olarak da ham seker kamisi sekeri kullandim)
7) Konfigel'i ekleyin. (Konfigel burada alternatif/dogalci dükkanlarda satilan bir ürün. Elma pektini, sitrik asit (limon asidi) ve patates nisastasindan olusuyor. Uzun uzun kaynatmadan, kolayca kivam tutturabilmek icin kullaniliyor. Bir de Gelefix var. Icerigine bakinca birakip kacasiniz geliyor, kimyasal dolu. Ondan kullanmayin mümkünse lütfen. Ben ilk denemede konfigel ile gelefix'i ayni sey sandigimdan evde bulunan baska bir dogal kivam arttiriciyi kullandim: Ögütülmüs Guar bitkisi cekirdegi. Bu madde tamamen dogal, bazi hazir gidalarda da kullaniliyor. Bir gida paketinin üzerinde E412 kodunu görürseniz, korkmayin. Guar cekirdegi ile yaptigim recel oldukca sivi oldu, cünkü ne kadar kullanmam gerektiginden emin degildim. Sadece bir silme tatli kasigi koydum, yetmedi tabii. Guar cekirdeginin bir baska sorunu da uzak diyarlardan gelmesi. Araya ulasim, tasima girince yeterince dogal olamiyor bana göre. Ikinci denemeyi konfigel ile yaptim; bu sefer kivam tamam :) Recel-marmelat yapiminda kullanilabilecek diger dogal kivam arttiricilar saf elma pektini ve agar agar. Bunlari hic denemedim, ne miktarda kullanilacaklarini arastirmak gerek. Peki neden ille de bir kivam arttirici? Cünkü pek cok tarifte rastliyorum ve onlari eklemezsem ne kadar pisirmek gerek bilmiyorum. Ayrica uzun uzun pisen recellerde besin degeri ne durumda diye süphelerdeyim. Bunlari dert etmeyen usta bir recel pisiricisi iseniz, beni ve bu paragrafin icerigini ciddiye almayin.)

8) Tüm karisimi sürekli karistirarak kaynama noktasina getirin ve 3 dakika daha kaynatin. (3 dakika degil tabii. Benim her iki denememde de bundan daha fazla pisirmem  gerekti.)
9) Üstte biriken köpügü alin. Receli siselere doldurun ve kapaklarini hemen kapatin.
10) Kavanozlari ters cevirerek sogutun. Serin ve günes isigi almayan bir yerde saklayin.
11) Endüstri recellerinden farkli olarak kavanozu her actiginizda mis gibi kokusunu icinize cekin ;)

Malum sebeplerden fotograf yok. Recelin kirmizi-pembe rengini , etiketlenmis ve bir parca kurdela ile süslenmis kavanozlarini  hayal gücünüze birakiyorum. Ama hayalinize oldukca yaklastigini iddia edebilirim. Bu recelin serefine evdeki kavanoz koleksiyonumun en secme üyelerinin kagit etikletlerini bile sabirla yikaya yikaya söktüm. Ki huyum, adetim degildir; harcanan suya bakilirsa "pseudo-simple" gelir bana.

Güncelleme (25.03.2011): Fotograf makinem bozuk oldugundan recelin fotografini cekemedim demistim ya, yakinlardaki bir iki arkadasa tatmalari icin birer kavanoz göndermeyi basarmistim. Onlardan birinden bir fotograf geldi. Tesekkür edip, bir fikir vermesi icin ekliyorum fotografi :

Pazartesi, Şubat 14, 2011

koca kafali Büyükbaba Werner , "gördüm-gibi-oldu" agackakan ve havada asili kalan karga

Yazmak gidam mi olmus, afyonum mu bilmiyorum. Ben yazilarin arasini acmaya niyetlendikce onlar gelip dipdibe diziliyorlar.

Yazarken nasil bu kadar geveze olabildigime sasiyorum. Hic konu sıkıntısı cekmeyen Türk köse yazarlari gibiyim. Bazen öyle oluyor ki, her gün sincabi anaokuluna birakip döndükten sonra, sabah o 10 dakikalik yolda gördüklerimi yazsam, zorlanmadan her gün bir post cikarabilirmisim gibi geliyor.

Hic karsilasmadigimiz kücük sokak sanatcisindan bahsetmis miydim örnegin? Yol üstündeki bahceli evlerin birinin önünde kaldirima cizer. Tebesir kullanir. Renkli calisir. Genellikle büyük bir aile sofrasi, sandalyeler, TV gibi oturma odasi objelerine odaklanir. Perspektifi önemsemez. Cizimlerine iyi havalarda ve genellikle Pazartesi sabahlari rastlariz. Sincap sıkı bir elestirmen gibi resmin ve icindeki objelerin cevresinde dikkatle dolasir. "Hadi ama artik, gec kaliyoruz" seklindeki sözlü ittirmelerimi ciddiye almaz. Haftaortasina dogru genelde yagmur yagar, cizimler silinir. Haftanin kalan günleri sabah sohbetimizin önemli bir konusu resimlerin artik neden orada olmadigidir.

Genellikle  Pazartesi rastladigimizdan ve evin genel "emekli" havasindan bu kaldirim resimlerini haftasonlari ziyarete gelen bir torunun yaptigini düsünürdüm. Bu sabahki resim gayet sadeydi. Koca kafali, incecik boyunlu, kücücük bedenli, komik ve rengarenk bir adamin üzerinde "Opa Werner" (Büyükbaba Werner) yaziyordu. Yanindaki ne oldugu belirsiz kargacik burgacik seklin üzerine ise Tankstelle (Benzin istasyonu) yazilmisti.

Yaşlandigimda kapimin önünde böyle resimler cizen bir cocuk olsun diliyorum. Benim resmim ne kadar komik cizilirse o kadar iyi olur.


Kar cicekleri
Photo by harald52
 Kösedeki bahcedeki öbek öbek kardelenleri de anlatmadim degil mi`? Dünyada baska hic dert yokmus gibi, bahce sahibi bunlari gecen sonbaharda mi ekmistir, yoksa cok yillar önce ekilmis soganlarin yabanilesmis yavrulari midir diye merak ediyorum.

Sokak üzerinde iki ayri bahcede ayni anda kar cicekleri (Eranthis hyemalis / Winterling ) acmaya basladi. Ayni zamanda mi ekildiler yoksa bizim göremedigimiz o evrensel takvim bu derece mi hassas? Iste bir merak konusu daha.


Mavi bastankara
Photo by Maggi_94
 Tam karsidan karsiya gecmek icin yesil isigi beklerken citin üzerinde bir mavi bastankara gördüm. Böyle bir kusun varligindan haberdardim ama bu ilk karsilasmamiz. Gecen gün de cok uzaktaki büyük bir agacin üzerinde siyah, mavi, kirmizi renkleriyle bir kus dikkatimi cekmisti. Bir saniye icin görebildim, otobüsteydim zaten. Göknar agackakani (Dendrocopos major / Buntspecht) oldugunu tahmin ediyorum. Varliklarindan haberdarim diye gözüme görünmeye baslayan kuslar bunlar... Varliklarindan  haberim yok diye yanimdan kimbilir neler gecip gidiyor.

Ya karga? O, sokak lambasinin üzerine dogru alcalirken birden yavasladi. Orada trafik isiginin yesile dönmesini beklerken, bir saniye icin havada kipirtisiz asili kaldigini iddia edebilirim. Gayet "Matrix"vari bir görüntüydü.

Bazen aksam haberlerini seyrederken, bütün bu anlattiklarimda bir önem ve anlam görmenin  yanilsama oldugu hissine kapiliyorum. Dünyanin öbür tarafinda devrimler yapilir ve büyük baslar devrilirken mesela, koca kafali Büyükbaba Werner , "gördüm-gibi-oldu" agackakan ve havada asili kalan karga kimin umurunda? Yine de, derinde bir yerde tüm bu gündelik, basit detaylarin da bir tür devrimin kronolojisi oldugunu fisildayan biri var. Hakli cikmasini umarim, en azindan kisisel düzeyde.

Kardelenler ve kar cicekleri nasil da güzel , derin semboligi olan cicekler. Buna ragmen benim de dibe vurdugum zamanlar yok degil ve bugün kesinlikle onlardan biri.

Cuma, Şubat 11, 2011

Kuslar...

Bu kış bu civarin kuslari hakkinda gözlemlediklerim, ögrendiklerim:

  • Karatavuklarin (Turdus merula) kis gelince göcüp gittiklerini saniyordum. Bu yil dikkatle takip edince anladim ki, burada kaliyorlarmis. Genelde alçak çalı, ağaççık ve çit bitkilerinin diplerinde oluyorlar. Özellikle yedikleri bir seyler var orada belli ki; bir de korunakli.
Phot by Charlott_L

Ilginc bir sey ögrendim karatavuklar hakkinda. Baharda; ciftlesme, cogalma mevsiminde karatavuklarin erkekleri sari olan herseye karsi  saldirgan bir tavir gelistirirlermis. Turuncumsu sari, erkek karatavukta oldukca dikkat cekici olan gaganin rengi. Nerede sari görseler -kendi gagalarindan habersiz- rakipleri bilip saldirmaya basliyormus saskin seyler . Bundan en cok nasibini alan da, ayni siralar acmaya baslayan sari cigdemler oluyormus (Die Blumen Uhr, Una Jacobs). Ola ki bir bahar günü dagilmis, yagmalanmis cigdem cicekleri görürseniz bir yerlerde; suclusu sorumlusu karatavuklardir, biliniz.
  • Nehir kenarinda ve kanalda en cok gördügümüz su kuslari yesilbasli ördekler (Anas platyrhynchos). Her mevsim buradalar. Sincapla kiyida veya nehrin üstündeki köprüde durup onlari seyretmeyi seviyoruz. Özellikle erkek yesilbaslar bana doganin sürrealist bir oyunu gibi geliyor. Kafalarinin fosforlu yesili, kanatlarindaki fosforlu mavi seritler... Buna karsilik disiler gayet sıkıcı kahverengi, gri tonlarda. Fakat bunun da bir sebebi varmis. Kulucka zamani yuvadan fazla ayrilamayan disinin dış tehlikelerden daha iyi korunabilmesini saglayan kamuflaj elbisesi imis o. Bu arada sincap da ögrendi, "bu baba ördek, bu da anne ördek" diye gösteriyor her seferinde.  Yesilbasli ördekler kargalarla iyi geciniyor. Sabahlari erken saatte, nehir kiyisindaki köprünün orada kargalari yere inmis, ördekleri sudan cikmis, ayni yerde topragi eseleyip bir seyler yerken görüyorum.  Kavgasiz gürültüsüz...
Yesilbasli ördek cifti
Photo by arne.list

Konvansiyonel günlükten: "19.Ocak.2011/ Carsamba - Sabah anaokulundan verilen yanlis bir bilgi yüzünden okula erken birakilmis sincap, iptal edilmis bir randevu, coktan yapilmis bir kahvalti ve henüz kapali dükkanlar bana bombos bir ögleden önce birakti. Ben de eve, yolu uzatip nehir kenarindan dönmeye karar verdim. Sabah saati, hele de yagmur yagarken, kuslari daha iyi gözleyebilirim demistim. Sadece ördekleri gördüm. Ördeklerin bu kadar iyi ucabildiklerini bilmezdim.  Ucarken de, yüzerken oldugu gibi, hic mi hic paytak degil bu kuslar. Nehrin hemen bir kac metre üzerinde, akışın tersi yönde yüzlerce metre süzüldüklerini görmek ben de garip bir özgürlük ve hafiflik duygusu uyandırıyor."

  • Bu kış nehirde ve cevredeki kanallarda daha önce hic görmedigim iki ördek cinsi daha gördüm. Biri Aythya fuligula. Türkcesi tepeli patka. Erkekleri dikkat cekici siyah beyaz renklerde, disilerin rengi malum. Yine konvansiyonel günlükten :"19.Ocak.2011/ Çarşamba  - Tepeli patkalar da gördüm. Hatta birinin yeni avladigi bir balığı ağzında tuttuğunu görünce şaşırdım. Çırpınıp duruyordu balik. Özellikle yazin yürüyerek karşı kıyısına geçmenin mümkün oldugunu düsündügüm nehircigimizde bu kadar büyük baliklar yasadigini bilmiyordum."
Tepeli patka cifti
Photo by  SergeyYeliseev


  • Ilk kez gördüğüm diger ördekler ise, son derece ilginc görüntüleriyle baska bir dünyaya ait gibi duran Mandarin ördekleri (Aix galericulata). Sincabin anaokulunun yakininda bir kanal ve kanalin üstünden gecen bir küçük köprü var. Çevresi bögürtlen calilari, kizilagaclar vb, ile oldukca korunakli. Orada yasayan bir sürü yesilbasliya ek olarak bir de mandarin ördegi cifti var mesela. Her gün okul cikisinda bakiyoruz, görürsek seviniyoruz.

Mandarin ördegi cifti
Photo by Martinroell

  • Veee.... martilar! Martilari ilk kez 2005 ya da 2006 kisinda gördüm burada. Nehrin yine bir köprüyle korunan sularinda yesilbaslilari (ve kargalari ) hep gördügümüz yerde bitiverdiler bir gün. Köprünün üzerine dizi dizi konup sessizce bir seyleri bekler gibi dikiliyor ya da derin pikelerle suya iniyorlardi. Oldukca ilik bir kisti, internette üye oldugum gruplarda herkes mevsime ait olmayan tuhafliklardan bahsediyor, küresel isinmanin etkilerinin nasil da farkedilmeye basladigini tartisiyordu. Ben de bu martilari hayra yormamistim. Göc yollari üzerinde ilik bir köse bulduklari icin konakladiklarini sanmistim. Oysa iste bu yilin gayet soguk gecen kisinda da buradalar. Belki her kis geliyorlardi zaten. Bu kis, karin ilk yagdigi günlerde sincapla bir gün alisveristen dönerken cebimizdeki ekmek parcalarini attik köprüden. Daha yesilbaslilar yüzüp ulasmadan suyun üstüne delice pikeler yapip kapiyorlardi ekmekleri martilar. Sincaba belli etmedim ama korktum resmen pikelerinden.
Dizi dizi martilar :)
Photo by az1172

Sonra kar kis öyle fena bastirdi ki, kendi kendimle celismek pahasina mutfak penceresine ekmek parcalari koydum. Umudum bir kac kücük kus, belki kizilgerdan, belki bastankara falan ugramasi idi. Sincapla ahbaplik etmeleri olasiligiydi bir de. Gelen giden olmadi. Ekmekler orada kac kez yagip eriyen karin altinda bir bucuk ay kadar bekleyip durdular. Yilbasi civari bir gün mutfakta gözucumla hissettigim bir hareketle basimi pencereye cevirdim ve bir martinin cama dogru yaklasip uzaklasarak uctugunu gördüm. Sasirdim. Sonra pek cok kez geldi o marti. Sincaba ve babasina mutfaga yavas girmelerini, bir marti konugumuz oldugunu söyledim. Bir kac gün icinde pencere pervazindaki ekmeklerin hepsini silip süpürdü marticik. Bir gün tam biz kahvalti ederken geldi, sincabin saskinligini ve keyfini bir görmeliydiniz. Bu soguk karlar ülkesinde, denizden bu kadar uzaklarda, hem de evimin penceresinde bir marti besleyecegim kirk yil düsünsem aklima gelmezdi.

  • Ah, evet, bir de bastankaralar (Parus major)... Onlardan beni ilk haberdar eden Demet'ti. Sonra sincabin resimli kitaplarinda, Meyvelitepe'nin ve Beste'nin yazilarinda gördüm. Buralarda da oldugunu tahmin ediyordum ama kus gözleminin zor bir sey oldugunu düsündügümden ugrasmamistim bile görmeye. Bu kis farkettim ki, son derece korkusuz, girisken kuslar bunlar. Ve o kadar cok var ki bu cevrede... Dikkatli bakinca görmemek olanaksiz. Biraz okudum haklarinda. Artik disiler ile erkekleri kolayca ayirt edebiliyorum. Bastankaralarin gögsünden asagi dogru siyah bir cizgi iniyor. Bu cizgi disilerde ince, erkeklerde ise dikkat cekecek kadar genis. Konvansiyonel günlüge bakilirsa 25 ocak günü sincabin anaokulundan dönerken agaclarin birinde iki bastankara görmüsüm ve ikisinin gögüsleri de bana dönükmüs. Birinin disi, birinin erkek oldugu rahatca anlasilmaktaymis. 28 Ocak günü ise buzzz gibi soguk bir havada alisverise giderken agaclarin birinde son derece ilginc bir tonlamayla öten (suradaki gibi) bir bastankara görmüsüm ve durup bir dakika kadar takip etmisim. Daha önce hic böyle öten bir bastankara duymadigim icin de, ne demek istedigini cok merak etmisim tabii. "Birrr, cok soguk bugün hava" mi, yoksa "Mmmm, burda yiyecek bi seyler buldum , gelin hemen" mi? Kuslarin dilini anlamayi cok istiyorum :)
Bastankara
Photo by abejjorro34

    
    Psittacula krameri by Paul and Jill
    
    Picus viridis by Mostly Dans
  • Bir de iki ayri kus gözlemim var ki, iki ayri kusa da ait olabilir, ayni kusa da. Ilkini yakinimizdaki ilkokulun bahcesindeki bir at kestanesi agacinin gövdesine tünemis gördüm. Gövdeye tüneme bicimi bana bir agackakani animsatti. Tüyleri  yesildi. Baska bir sey dikkatimi cekmedi. Internetteki kus sitelerine bakilirsa yesil bir agackakan varmis gercekten de: Picus Viridis. Ama onun bas ve ensesi koyu kirmizi imis. Bir baska gün (3. Subat. 2011) bir evin catisindan basini uzatmis bana bakan bir yesil kus daha gördüm yarim yamalak. Yaklasik ayni büyüklükte gibiydi, yaniliyor da olabilirim. Ayni tonlarda yesildi. Bana gagasi gibi görünen  kismi koyu kirmiziydi. Yesil tüylü ve kirmizi gagali kus diye aratinca , kus sitelerinin verdigi yanit: Yesil papagan! (Psittacula krameri). Dogal yasam alani Afrika olmasina ragmen Avrupa'da da rastlanan bir kusmus. Sehirlere de bir sekilde uyum saglayabiliyormus. Nitekim Türkce Vikipedi'ye bakilirsa Ankara'da, Almanca Wikipedia'ya bakilirsa Köln, Bonn ve Heidelberg gibi pek cok Alman sehrinde görülmekteymis! 
Himm, bi papagan gördüm sanki, olmadi bir agackakan ...


Kus gözlemine merakiniz varsa, acemi bir kus gözlemcisi olarak ögrendigim ilk bir kac seyi söyleyeyim size: Sabah erken saatlerde yollarda olacaksiniz. Ne kadar erken, o kadar iyi. Kisin yapraklari dökülen agaclar kuslari daha iyi gözleme imkani veriyor insana. Yazin ise yagmurlu günlerde havaya aldirmadan yollara düseceksiniz. Yagmur, özellikle siddetliyse kuslari yavaslatiyor ve daha iyi gözlenebilir hale getiriyor.  Gözünüz agac dallarinda olacak. Gerektiginde durup dinlemesini bileceksiniz. "Bu da ne duruyor , nereye bakiyor böyle sokak ortasinda" diyecek insanlari  takmayacak kadar konformistliginizden siyrilmis olacaksiniz :) Yaninizda cocuk varsa daha iyi tabii; "aa, bak kus cocugum" cümlesi nasil olsa anne-babalik klisesine dahildir :)

Özellikle Avrupa'da yasayan kuslarin teshisinde oldukca ise yarayan ve hemen hemen benzer ayirici özelliklere göre calisan iki site; biri Ingilizce, digeri Almanca:
Bütün bu kuslari, hele de suda yasayanlarini gördükce aklima büyüdügüm sehir geliyor. Her zaman bir yerlerinde belediye tarafindan asilmis, üzerinde büyük harflerle ve gizlenemeyen bir gururla "Dere Islah Calismasi" yazan tabelalar olurdu. "Dere Islah" derenin üzerinin kapatilmasi, örtülmesi, cevresinin  "temizlenmesi" (hayir, cer cöpten degil, yesilden) insanlarla kontaginin kesilmesi ve cogunlukla üzerine bir bina kondurulmasi demekti. Ankara'da yasiyorsaniz ve kara mizah ilginizi cekiyorsa, önce gidip adi "Incesu" olan semtteki cok katli otoparka bir bakiniz, bir derenin hayaleti var oralarda. Sonra da belediyenin bu bozkir sehrinin degerli halki biraz suyla hasir nesir olsun diye dört bir yanda insaa ettigi fıskiyeli havuzlari, yapay selaleleri ziyaret ediniz. O havuzlar ve selaleler ki, -bazen otomobil gürültülerinden duyulmaz ama-sessiz kahkahalarini atip durmaktalar 7 gün 24 saat.
Ördekler mi? Komik olmayiniz. Fıskiyeli havuzlarda yasamaz ördekler.   

Çarşamba, Şubat 09, 2011

Güne dair...

Sabah yilin ilk cigdemini gördüm!
Mordu.

Az ötesinde ise, zemini kaplayan yapraklarinin arasindan yeni günü, mevsimi ve yili selamlayan iki Cezayir Meneksesi vardi :) ("Cezayir Meneksesi mi? O da ne?" diyenler, buraya bakiniz.)

Doktora ugradik. Bekleme odasindaki dergide Iskandinavya kaynakli orman anaokullarina (Waldkindergarten / Forest kindergarten) dair bir yazi okudum. Haftanin  büyük cogunlugunu her hava sartinda ormanda geciren, oyuncak bulundurmayan, cocuklar icin en dogru oyun alaninin doga olduguna inanan anaokullari bunlar. Sincap henüz cok kücükken epey heveslenmistím. Sonra anaokulu arayisi sirasinda hic sormadim, sehrimizde var mi diye. Varmis :(

Muayene sirasinda sincabin kum ve camur icindeki ayakkabilari icin özür dileyince ben (aksam silmeye firsatim olmamisti), doktor "yoo, tam bir zamanini bahcede gecirmis anaokulu cocugunun ayakkabilari bunlar" dedi gülümseyerek. Doktor dediginin iki cocuk annesi hali bir baska oluyor. Ben de cocugum orman anaokuluna gitmiyor ama hic olmazsa ayakkabilarindan özür diletecek kadar kum ve camurla hasir nesir diye teselli buldum.

Sincabi anaokuluna biraktim, dönüste marketten turuncu laleler aldim. Kücük bir kacamak :)

Eve gelince dün ikinci kez denedigim zencefilli portakal recelini lezzet ve kivam testine tabi tuttum, bu kez basarmisim :) Tutturabilmek icin patates unu ve sitrik asit esliginde elma pektininden medet umdum. Bu kücük kacamak icin de cok üzgünüm, ama tadi öyle güzeldi ki, yine gerekse yine yaparim. Hatta bitince yine yapacagim. Isteyene tarif de verebilirim.

Haa, annemi arayip anneler gününü kutladim bir de...

Pazartesi, Şubat 07, 2011

Kutlu olsun!

Yok , bunu da yazmayi erteleyemezdim artik!

Yilbasi civari yolda karlarin arasinda bulup eve getirdigimiz, suya koydugumuz, bir aydir bize türlü masallar anlatan iki agac dalının tomurcuklarında gecen hafta baslayan canliligi...



Haftalardir gözlerimin zaten yeni bir dil ögrenmek askiyla agac tomurcuklarinda oldugunu, bu arada ilk ciceklenen/yapraklanan hangisi olacak diye de  merakla baktigimi...

Nihayet gecen Cuma günü bahcelerde gördügüm Salix türlerine ait bahar müjdecisi sevimli tüylüleri :)

Photo by Martius
Yine Cuma günü anayol üzerinde bir bahcede acmis gördügüm, adini merak ettigim sari cicekleri...

Aksam evde o gün kütüphaneden aldigim canimin ici Kraut&Rüben dergilerinde fotograflarina rastlayip adinin  Cadi Findigi (Zaubernuss /Hamamelis ) oldugunu ögrendigimi...

Photo by Sonnentau

Bastankaralarin beş kesik ötüşten civildasmaya gectiklerini...

Aylar süren ayriliktan sonra parlak mavi gökyüzüne kavustugumuzu ve en azindan eldivenlerimize veda ettigimizi...

geciktirmeden haber vermeliydim.

Adina  ister Subat, ister bahar, ister yeni yil de...
"Bir sey" basliyor.

Bulutlar yine gelebilir, ısı yine düsebilir, eldivenlerimizle yeniden bulusabiliriz.
Farketmez.
Doganin takviminde bir kez bir disli  'tık' dedi, bir ibre yer degistirdi.

Yerinden kalk. Disari cik. Bir agaca dokun. Cok istiyorsan sarilabilirsin de...

Gözünü kapat, kulagini ac. Kuslari dinle.
 
Şölene katıl.
 
Şimdi zamanı.  
Kutlu olsun!


Annesinin bozuk fotograf  makinesinden
sincabin bir Bati (ya da Londra) cinarina sarilarak
uyanisi kutladiginin resmidir. 

Bir saat sonra gelen dipnot: Varligini bir dakika önce pencere önündeki saksilarda temizlik yaparken farkettigim, 6 yildir cimlendirmeyi basardigim ilk AVOKADO CEKIRDEGIni de listeye eklemeyi unutmamaliyim! :D