"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazar, Nisan 29, 2007

101 yol



Hava birkaç gündür Nisan ayına uymayacak kadar sıcak. Gündüzleri mümkün olduğunca dışarı çıkmamaya çalışıyorum. Bugün de öyle... Serin odamın tavanına Mavi Sakal'ın "İki Yol" şarkısı asılı... (Fotoğraf: afeman)

"İki yol var demiştin, hangisini seçeyim?" diye soruyor.

Neyseki yaşamda varmak istediğimiz bütün hedeflere ille de iki yoldan birini seçerek gitmemiz gerekmiyor. Bazen gidilecek yollar pek çok, mümkün olduğunca çoğunu seçip uygulayabilmek ise tercih sebebi :-))

Örneğin, hedef yaşadığımız dünyayı korumak ve daha basit yaşamaksa bu işin 10, 50,100 yolunu anlatan kitaplar ve internet kaynakları karşımıza çıkıyor hemen. Bu listeleri birebir uygulamak ruhsal dinginliği beraberinde getirir mi bilinmez, ama yaşadığımız dünyaya biraz nefes aldıracağı bir gerçek.

Ekolojik bilinç üzerine bir site olan GreenStyle'ın blog bölümünde yaşamımızı yeşillendirmenin :-) 101 yolu sayılmış. Okurken "ben bunların hangilerini yapıyorum?" diye sordum kendime, bir süre sonra da tuhaf bir monoloğa giriştiğimi farkettim:

  1. Organik yiyecekler satın alın. (Biraz pahalılar ama mümkün olduğunca öyle yapıyorum. Yine de yeterince araştırmadan kendini eko, bio, organik çılgınlığına kaptırmamalı insan. Bio yumurta ile olmayan arasında besin değeri olarak bir fark olmadığını açıkladılar geçenlerde. "İlle de bio yumurta" takıntısından vazgeçtim.)
  2. Yaşadığınız bölgenin ürünleri tercih edin. (Kulağa hoş geliyor ama uygulamada zorlanıyorum. Süpermarkette pazarda olduğu gibi "nerden kardeş bunlar?" diye sormak mümkün olmuyor. )
  3. İşe yemek getirmek için tekrar tekrar kullanılabilen kapları kullanın. (Bir nevi sefertası kullanın demek istiyor yani. Bu konuda girişimde bulunmam lazım. Şu anda alüminyum ve plastik kullanıyorum. Sağlam, yeniden kullanılabilir plastik kaplar daha doğru bir çözüm gibi.)
  4. Kahve ve çikolata gibi ürünlerde fair trade yapan markaları tercih edin. ( Bulursak tabii...) (Fotoğraf: flydown)
  5. Gıda atıklarınızı kompost yapın. (3 metrekarelik balkonunda kompost sistemleri kurup, gübreye dönüşsün diye bir yıl bekleyenler var, biliyorum. Çok doğal, çok doğru, biliyorum. Yine de beni şimdilik pas geçin. Bahçeli evim olursa, elbette!)
  6. Şişe suyundan kaçının. (Yaşasın! Bunu yapıyorum işte... Ama çeşme suyu içilebilir bir şehirdeyim. Bu da benim şansım...)
  7. Daha az et yiyin. (Memnuniyetle! Vejeteryan olmama çeyrek var.)
  8. Buzdolabı ve dondurucunuzu uygun ısıya ayarlayın. (En son kontrol ettiğimde öyleydi. Bazen mevsim geçişlerinde değiştirmeyi unutuyorum.)
  9. Alışverişe kendi torbalarınızı götürün. (Öyle yapıyorum. Sattığı malı otomatiğe almış bir şekilde hemen kendi poşetine yerleştiriveren kasiyerlerle "Bi dakka! Benim kendi poşetim var." "Çıkarıyım yani şimdi bundan?" "Evet, lütfen, zahmet olucak...", "?!?" şeklinde diyologlar olmazsa yaşam daha da güzel!)
  10. Paketsiz ürünleri paketli ürünlere tercih edin. (Alışverişte unutmazsam dikkat ediyorum.)
  11. Mısırı alüminyum folyo yerine kendi kabuğunda közleyin.(Eskiden de öyle yapmazlar mıydı? Sokak satıcıları hala öyle yapıyor sanırım. )
  12. Yeniden kullanılabilir kahve filtresini tercih edin. (Filtre kahve içmiyorum zaten.)
  13. Drive-through'dan kaçının. (Arabalı fast-food değil mi bu? Fast-food yemeyeli ne kadar çok zaman oldu. Nerede kalmış drive-through?)
  14. Sadece çevreyle dost deniz ürünleri yiyin. (Hımmm... Çevreyle dost deniz ürünün tam tanımı nedir? Japonlar gibi balina yiyip nesillerini tüketmeye kastım yok. Ama aldığım balığın avlanma mevsimi dışında veya dinamit falan gibi zararlı yöntemlerle avlanıp avlanmadığını nasıl bileceğim?)
  15. Buzdolabı ve dondurucunuzu her zaman dolu tutun. (Süpermarkette elinize ne geçerse alın da dolabınızı doldurun anlamında değil tabii. Boş bir buzdolabını soğutmak için daha çok enerji tüketilir diye duymuştum, onun için. Bir forumda 1,5 litrelik şişeleri suyla doldurup buzdolabınızın boş kısımlarına yerleştirin diyorlardı. Hiç denemedim.)
  16. Kendi yiyeceğinizi yetiştirin. (İnsana "bi dönümcük bahçen var mı?" diye sormazlar da hiç. Ahhh, ah! Ama bahane bulmayalım, Küba'dan alınacak çok ders var. )
  17. Yiyecekleri buzdolabı ve dondurucuya yerleştirmeden önce oda sıcaklığında soğumasını bekleyin. (Annemden aldığım mutfak dersleri de aynı şeyi söyler. Anne sözü dinlerim!)
  18. FSC sertifikalı ahşap ürünlerden alın. (FSC çevre ve toplum dostu orman yönetimini amaçlıyormuş. Hiç duymamıştım.)
  19. Dönüştürün! Şişe, teneke kutu, kağıt, vb. (Yapıyorum!)
  20. İyi durumdaki kullanılmış eşyaları atmak yerine bağışlayın. (Daha da önemlisi "neden iyi durumda olduğu halde onlardan kurtulmak istiyorum?" diye sorabilmek! Özsaygımı zedeliyor, her zaman soramıyorum :-(
  21. Bambu (Bambu ahşaptan daha mı çevre dostu? Uzak Doğu'dan yani uzak yollardan geldiğine göre her zaman öyle olmayabilir. Bu maddeden şüpheliyim.)
  22. Duş başlığında daha az su akıtan modelleri tercih edin.
  23. Tuvalet sifonunda da öyle...
  24. Ön kapılı bir çamaşır makinası alın. (Öyle olmayanı var mı? Varsa enerji tüketimi açısından fark mı var? Bu galiba ABD'ne özgü bir şey. )
  25. Giysileri sıcak veya ılık su yerine soğuk su ile yıkayın. ("Ama benim çamaşır makinamın soğuk su ayarı yoook!" dedim, kalktım, baktım. Varmış! Rezalet, bu kadar zamandır farketmemişim...
  26. Çamaşır kurutucusu kullanmak yerine çamaşırlarınızı asarak kurutun. (Tanrı güneşli ülkemin teknoloji çılgını tüketicilerini çamaşır kurutucusu denen aletin varlığını keşfetmekten korusun!)
  27. Yağmur suyu biriktirin. (Bazen şöyle bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığı zaman komşuların tuhaf bakışlarına falan aldırmayıp sokağa kacaman bir kova yerleştirmek geçiyor kafamdan. Bir kez yapabilmiş değilim. En azından saksı çiçeklerine verirdim. Balkonum olursa kesin yapacağım!)
  28. Musluklarınızın damlamamasına dikkat edin.
  29. Şofbeninizi izole edin. (Ne için?)
  30. Furnace ya da boiler'inizi temiz tutun.(? Bilmediğimiz sularda yüzmeye başladık!)
  31. Greywater (Çamaşır, bulaşık, banyodan çıkan atık su) biriktirin. (Bazı ülkelerde geridönüşüm sisteminin ev kaynaklı atık suları da topladığını duymuştum. Şimdilik bize uzak. Bireysel uygulamalar için biraz tesisat işlerinden anlamak lazım bence.)
  32. Evinizi bir enerji denetlemesinden geç(irt)in. (Ama siz de çok zor sormaya başladınız hocam yaaaa!)
  33. Ampullerinizi kompakt floresan lambalarla değiştirin. (Aklımda!)
  34. Tüm elektrikli aletlerinizi her zaman düğmesinden tam olarak kapattığınızdan emin olun. (Stand-by'da kalmayacak yani. Buna çok dikkat ediyorum.) (Fotoğraf:limemintcooler)
  35. Evinizin kış için izolasyonunu yapın. (Şaka bir yana, bu da çok önemli. Evlerde en çok enerji ısınma için tüketiliyormuş. )
  36. Ev aletlerinizi enerji tasarruflu olanlardan seçin. (Satın alırken enerji tüketimi ile ilgili sertifikasına bakmak gerekli. Hani üzerinde yeşil, kırmızı, sarı ile işaretlenmiş A,'dan G'ye kadar kategorisini belirtilen etiketler oluyor da, satın aldıktan sonra çıkarmaya uğraşırken "Bunu niye yapıştırmışlar buraya?!?" diye söyleniyoruz ya, işte o.) )
  37. Yenilenebilir enerji kullanın. (Güneş, su, rüzgar enerjisi...Belediyemiz uyuyor mu?)
  38. Sıcak su için güneş enerjisinden faydalanın. (Özellikle yeni geliştirilenler görüntü kirliliği de yaratmıyor.)
  39. Şarj edilebilir pillerden alın. (Ve de onları şarj eden aletlerden tabii... Bu konuda biraz bilgilenmem lazım.)
  40. Hediye paketi olarak geri dönüşümü mümkün kağıt kullanın. (Hediye yerine hediye çeki alıyorum. Pek hediye paketiyle işim olmuyor bu yüzden.)
  41. Jeotermal ısı kullanın. (Sanırım jeotermal kaynakları olan bölgeler için bu öneri.)
  42. Termostatınızı düşük ısıya ayarlayın. (Kaloriferi mi yoksa şofbeni mi kastediyor anlamadım ama her ikisinde de ısıyı düşük tutmaya çalışıyorum. İnsanın 1-2 derece düşük ısıya kolaylıkla alışabileceğini farkettim. Oysa o 1-2 derecenin sağladığı enerji tasarrufu çok büyük.)
  43. Kışın geceleri perdelerinizi kapatın. (Enerji tasarrufuna faydası olduğunu hiç düşünmemiştim.)
  44. Yazın gündüzleri perdelerinizi kapatın. (Bunun da...)
  45. Su ısıtıcınızı (şofben) en fazla 120 F (48 C) dereceye ayarlayın. (Ben en fazla 45 yapıyorum. Mevsime göre değişiyor. Her şofbende derece ayarı olmaması bir dezavantaj.)
  46. Organik veya dönüştürülebilir malzemeden üretilmiş giysiler alın. (Buldukça tercih ediyorum. Bakımları daha zor ve biraz daha pahalılar. Ama daha sağlıklı ve çevre dostu.)
  47. Petrol içermeyen ürünler kullanın. (Öyle beklenmedik ürünlerin içinde petrol ve türevleri karşımıza çıkıyor ki... Araştırmak ve doğal alternatiflerini bulmak gerekli.)
  48. Hayvanlar üzerinde test edilmeyen ürünlerden alın. (Bazı kozmetik ürünlerinin üzerinde yazıyor bu sanırım. Daha çok doğal -bitkisel malzemelerin kullanıldığı bakım ürünlerini kullanıyorum. Bunlar için fazla test yapılmadığını varsayıyorum. Umarım öyledir.)
  49. Kendi temizlik malzemelerinizi üretin. (Bu konuda bir kaç denemem oldu. Artık daha çok gıda reyonlarından alıyorum temizlik malzemelerimi :-)) Sirke, karbonat, vb...)
  50. Kütüphanelerden faydalanın. (İkinci evim olur kütüphaneler :-))
  51. Biten pillerin geri dönüşümünü sağlayın. ( Madde 39. Şarj edilebilir pil kullanın. Sanki daha doğru...)
  52. Mürekkep kartuşlarının geri dönüşümünü sağlayın. (Yapabileceğim halde tembellikten yapmadığım bir şey de bu :-(
  53. Güzellik ve kişisel bakım ürünlerinin organik ve doğal olanlarını kullanın. ( Kullandığım ürünlerin sayısını azalttım ve onların da kimyasal değil bitkisel kaynaklı olmasına çok dikkat ediyorum.)
  54. Organik iç çamaşırı satın alın. (Bkz. madde 46)
  55. Kendi sabununuzu üretin. (Çok merak ediyorum nasıl yapıldığını! Bir kaç kaynak da buldum bu konuda. Ama neredeyse evde bir laboratuar kurmak gerek bu iş için... Herşeye rağmen denemek istediğim bir şey...)
  56. Çocuklarınızı çevre bilinci ile yetiştirin. (Herşeyden çok istiyorum bunu! Ama her çocuk sonunda ne olmak istiyorsa onu oluyor. Ve hatta çok kuralcı olunca da tam tersini olmak istiyor.)
  57. Sadece low-VOC veya no-VOC boyalar kullanın. ( Boya işleri uzmanlık alanıma girmiyor. Ama herhalde boya kutularının üzerinde bu konuda bilgi vardır.)
  58. Mimari malzemeleri de tekrar kullanın. (Tekrar uzmanlık alanım dışındayız :-)
  59. Evinizi yeniden dekore ederken gereği kalmayan eşyaları bağışlayın. (Her yıl yeniden dekore de etmeyelim ama!)
  60. Hava filtresini kullanıldığı sürece ayda bir değiştirin.
  61. Klima yerine pervane kullanın. (Eski filmlerdeki gibi! Klimanın en büyük enerji canavarlarından biri olduğunu duymuştum, üstelik pek sağlıklı da değil...)
  62. Plastik kullanımınızı azaltın. (Uğraşıyorum, uğraşıyorum!)
  63. Kağıt veya styrofoam bardaklar yerine bir kahve kupası kullanın. (Özellikle işyerinde...)
  64. Büyük miktarlarla satın alın. (Çok doğru bulduğum ama pratikte pek uygulayamadığım bir şey daha :-(
  65. Kullan-at ürünleri mümkün olduğunca az kullanın. ( İşte buna da çok dikkat ediyorum.)
  66. Dış mekanlarda güneş enerjisi ile çalışan lambalar kullanın.
  67. Banyo yapmak yerine duş alın.
  68. Ağaç kesilmeden üretilen tebrik kartlarından kullanın. (Daha önce hiç duymamıştım ama gerçekten böyle kartlar varmış. Aklımızda olsun!)
  69. PVC'den yapılmış oyuncaklardan uzak durun. ( Özellikle ahşaptan yapılanlar daha çok hoşuma gidiyor. Hele çocuklar ve anne-babalar oyuncakları kendileri üretince daha da güzel!)
  70. Okumadığınız kitap ve dergileri bağışlayın.
  71. Perc kullanmayan kuru temizlemeci bulun. ( "Perc kullanıyor musunuz?" diye sorsam kuru temizlemecinin yüzü ne hal alır? Şaka bir yana dikkat etmeli böyle şeylere...Hem dünyanın hem kendimizin sağlığıyla oynuyoruz yoksa. )
  72. Geri dönüşümden üretilmiş kağıt kullanın. (Bir ara araştırdım geri dönüşümden çıkma kağıdı. Bir türlü nerede satıldığını bulamadım. Geri dönüşüme çok kağıt topluyorum ama...)
  73. Bilgisayarınızın enerji tasarrufu ayarlarını optimize edin. (Uzun zaman önce yapmıştım.)
  74. Patronunuzu çalışma sürenizin bir kısmında evden çalışmak (telecommute) için ikna edin. (Kaç patron ve hangi şartlarda ikna olur bilmiyorum ama hayalimdeki çalışma tarzı budur. Pijamalarımla, canım istediğinde kahve içerek :))
  75. Desktop bilgisayar yerine laptop bilgisayar kullanın. (Ne gibi ekolojik bir değeri olduğunu bilmiyorum ama öyle yapıyorum.)
  76. Lüzumsuz postalardan kurtulun. (Bir yıl önce bu konuda girişimde bulundum ve gereksiz reklam postalarından epeyce kurtuldum. Büyük ferahlık!)
  77. Ağartılmamış kağıt kullanın. (Genellikle kullanılmış kağıtların arkasını kullandığımdan kağıt satın almıyorum pek.)
  78. LCD bilgisayar monitoru kullanın. (Hem daha sağlıklı, hem de daha tasarruflu olduğunu duymuştum. Enerji açısından... Bir sonraki bilgisayarımda düşünebilirim.)
  79. Mümkün olduğunca dijital iletişim yöntemlerini kullanın. (Evet, çevre açısından daha doğrusu bu. Ama bir posta kartının yerini de bir e-kart tutmuyor her zaman!)
  80. Fax makinası yerine fax-modem veya e-faxing hizmeti kullanın.
  81. Bahçenizde kimyasal gübre kullanmaktan vazgeçin.
  82. Çim biçme makinalarının gazla çalışanlarından kaçının.
  83. Yaşadığınız bölgeye ait bitkiler yetiştirmeyi tercih edin.
  84. Organik kesme çiçek satın alın. (Nereden buluyoruz bunu?)
  85. Bir ağaç dikin. (Kendim hiç ağaç dikmedim ama pek çok ağacın dikimini maddi olarak destekledim, birkaç ağacın dikiminde de bizzat bulundum veya vesile oldum. Sayılır mı?)
  86. Bir hybrid satın alın. (Burada bir hybrid araç kastediliyor sanırım.)
  87. Arabanızı kendiniz yıkamak yerine bir araba yıkama servisine yıkatın. (Arabam yok ama olanlara söylemeliyim bunu, eğer bilmiyorlarsa.)
  88. Dizel bir araba satın alın. (Hiç araba almasam? Aram hoş değil onlarla...)
  89. Biodizel kullanın.
  90. Carpool yapın. ( Trafikte içinde tek kişi bulunan araçların çokluğunu gördükçe ben de hep düşünürüm bunu. Otomobillerin satatü sembolü olmaktan çıkıp fonksiyonel ulaşım araçlarına dönüştükleri günler gelirse belki yaygınlaşır bu alışkanlık.)
  91. Toplu ulaşım araçlarını kullanın. (Otomobilim olmadığından zaten toplu ulaşım araçlarının müdavimiyim. Ama sistemin iyi kurulmadığı şehirlerde "hadi arabadan inin, toplu ulaşım araçlarına binin." diye önermek hiç de gerçekçi değil.) (Fotoğraf: gananarama)
  92. Mümkün olduğunca yürüyün veya bisiklete binin. (Öteden beri çok ve severek yürürüm zaten. Bisiklet sürmeyi ise öğrenmem lazım. Belki bir gün...)
  93. Araba yolculuklarınızın sayısını azaltın.
  94. Mümkün olduğunca hava taşımacılığından kaçının. (Uçuş korkum bu konuda çok yardımcı oluyor "maalesef" :-((
  95. Otomobilinizi düzenli bakım ile arızalardan koruyun.
  96. Karbon veya yenilenebilir enerji kredisi kullanın. (Anladığım kadarıyla bireylerin değil şirketlerin yapabileceği bir şey bu...)
  97. Çevre ve sosyal yardım kuruluşlarına bağışta bulunun.
  98. Yardım kuruluşlarında gönüllü çalışın.
  99. Sizi temsil ettiğine inandığınız politikacılara konu hakkındaki hassasiyetinizi yazın.
  100. Yatırımlarınızın çevreye zarar vermeyen ve sosyal açıdan sorumlu yatırımlar olmasına dikkat edin.
  101. Ahlaklı bir banka ile çalışın. (Biliyorum, Türkçe'ye çevirince "var mı öyle olanı?" dedirtiyor, ama İngilizce'de böyle bir kavram var. Alışverişlerimde az da olsa dikkat ederim bu konuya, sosyal bilincini daha yüksek bulduğum firmaların ürünlerini tercih etmeye çalışırım. Finans sektöründe nasıl bulunur öylesi, bilmiyorum.)

Böylece dikkat ettiğim pek çok şeye rağmen, daha yapmam gereken ne çok şey olduğu ortaya çıktı.

Salı, Nisan 24, 2007

Hız hakkında...


Gandhi demiş ki:

"Eğer yanlış yönde ilerliyorsanız, ne hızla gittiğinizin hiç bir önemi yoktur."

Öyleyse nereye varmak istediğini bile bilmeden koşturmak niye? Biri şu etrafımızda son hızla dönen "modern" dünyaya durup biraz nefes alması gerektiğini hatırlatsa...

Fotoğraf: squishband

Cumartesi, Nisan 21, 2007

Bu bahar gözüme takılanlar - 4: Leylak

Ah...ah! Bu leylak ağaçlarını boş bırakmaya gelmiyor!


Daha bir kaç gün önce sokağın başındaki leylağı şöyle bir inceleyip bir on güne kadar açarlar herhalde diye düşünmüştüm. Bugün aynı yerden geçerken gözlerime inanamadım. Bütün ağaç çiçeğe durmuş bile!

İlkokuldayken her yıl bir zaman gelir, mavi ekoseden bir örtünün örtüldüğü, tertipli öğretmen masasının üzerinde mütevazi bir su bardağının içinde, bir demet leylak yerini alırdı. Bahçesinde leylak ağacı olan bir sınıf arkadaşının hediyesi... Okul çıkışında aynı bahçelerin duvarından sarkan leylak dallarını biz yağmalardık bu sefer. Eve varınca anneleri sevindirmek ve günlük yaramazlıkları unutturmak için birebirdi... Aynı günlerde gidilen pastanelerin, çay bahçelerinin masalarında da yine mütevazi bir bardakçık içinde birer dal leylak olurdu.

O zamanlar şehirler daha küçüktü belki ama kaldırım kenarlarında, bahçe duvarlarının kıyısında, okul-hastane bahçelerinde, orada burada rastlamak mümkündü bu güzelim ağaca.

Şimdinin büyüyüp yayılan, herşeye yer açan, herşeyi sığıştıran şehirlerinde leylak ağaçlarına neredeyse hiç yer kalmaması tuhaf değil mi? İlkbaharın diğer ağaçlarına da elbette...

Vikipedi'de de bahsedildiği üzere 20'ye yakın alt türü varmış leylağın. TDK sözlüğüne bakılırsa adı Arapça'dan geliyor. Bugünlerde sıkça uğradığım bahcevan.comda Murat Pilevneli leylağın kireçli toprak sevdiğini, yan yana ekilen leylak ağaçları ile harika bir bahçe çiti yaratmanın mümkün olduğunu yazmış. Üretilmesi, yetiştirilmesi, budanması hakkında da pek çok ipucu vermiş. Benim gibi kendi bahçesiz, "ruhu bahçıvan"lara da okuyup hayıflanmak düşmüş!


Ne yapalım, çevremizde hala baharın geldiğini müjdeleyen bir kaç leylak ağacı bulabildiğimize sevinelim en azından... Zaten bir ağaca veya bir çiçeğe sahip olmanın yolu bahçesinde bulundurmaktan mı, yoksa mevsimler boyu onu izlemekten ve sevmekten mi geçiyor; kafam bu konuda biraz karışık diyebilirim.

Fotoğraflar:
1.)
jikido-san
2.)
Michelle Kroll
3.)
Muffet

Perşembe, Nisan 19, 2007

Kitaplar...

Simple Living üzerine okuduğum , tekrar tekrar okumak istediğim veya "okunacaklar" listeme aldığım kitaplar:

  • Affluenza, John De Graaf, David Wann, Thomas H. Naylor: Aynı adlı ünlü filmin ardından yazılmış olan, tüketim alışkanlıklarımızı bulaşıcı hastalığa benzeten kitap...
  • Voluntary Simplicity, Duane Elgin: Simple Living felsefesinin klasiği haline gelmiş kitap... >>>
  • The Last Hours of Ancient Sunlight, Thom Hartmann: Sorumsuzca tükettiğimiz enerjinin kökenleri ve yaşam biçimimize yönelik eleştirel bir kitap... >>>
  • Simplify your life, Elaine St. James : Hayatımızdaki detayları sadeleştirmek üzerine pratik önerilerin yer verildiği bir kitap...
  • How much is enough?, Alan Durning: Tüketim toplumuna eleştirel bir bakış... >>>
  • Freedom of Simplicity, Richard J.Foster >>>
  • The Age of Missing Information, Bill McKibben : Bilgide "boğulmuş", gerçek bilgiyi kaybetmiş toplum!
  • The Consumer's Guide to Effective Enviromental Choices: Practical Advice from the Union of Concerned Scientists, Brower & Leon

Güncelleme-04.02.2009: Bloga vaktiyle bu kitapları okurken tuttuğum notları da ekledim. (>>> ile işaretli linklerde.)

Pazartesi, Nisan 16, 2007

Bu bahar gözüme takılanlar - 3: Muscari


Baharın ilk karşılayıcılarından muscari'ler yavaş yavaş geçmeye başladı. Bu yüzden daha geç olmadan onlardan bahsetmek istedim. İngilizcesi grape hyacinth olan bu soğanlı bitkinin Türkçe'de pek çok adına rastladım. Dağ sümbülü, morbaş, müşkülüm gibi... Bir sap çevresine dizilmiş minik mavi toplardan oluşan çiçekleriyle bir üzüm salkımını andırıyor. Böylece ingilizce adının nereden geldiği hakkında bir fikir veren muscari bildiğimiz diğer çiçeklerden öyle farklı ki insanda (özellikle ilk karşılaşıldığında) gerçek değilmiş izlenimi yaratıyor.
Neyseki öyle gerçekler ki insan özen ve ilgi gösterildiğinde doğanın bizlere ne görsel güzellikler sunabildiğini görüp mutlu oluyor.
Daha çok bahçelerde lale, nergis gibi diğer soğanlı bitkilerin arasına serpilmiş olarak görüyorum. Görünüşe göre bizim mahallede muscari yetiştirmeyi seven hakiki hayranları var.
Fakat bir kaç yerde yol kenarında, ağaç altında kendiliğinden bitmiş olanlarına da rastladım. Eğer çevrede hızını alamayan gerilla bahçıvanlar* yoksa muscari de bizim mahalleyi seviyor olmalı :-)
En bilineni Muscari armeniacum olmakla birlikte pek çok değişik muscari türü bulunuyor. Şu sayfada en çok rastlanan türleri fotoğraflarla örneklenmiş. Şurada, bahcevan.com da ise oldukça detaylı bilgiler var.
Yeterince büyük ve derin bir saksıya ekilirse evde muscari yetiştirmek de mümkün sanırım. Internette çok hoş saksıda muscari fotoğrafları gördüğümü hatırlıyorum. Elbette önce soğanlı bitkilerin nasıl yetiştirileceği konusunda biraz bilgilenmek gerek. Eğlenceli bir uğraşı! Çoğu zaman sonuçları da kış ortasında dışarısı henüz kar kaplıyken alınıyor.

Gerilla bahçıvan: Bahçıvanlık merakını sadece kendi bahçesiyle sınırlı tutmayıp çevresindeki kamuya ait veya sahipsiz alanları da yeşillendiren kişiler için kullanılan bir terim bu. Aralarında kendi bahçesi olmayıp da yeşile merakını böyle giderenler de var. Bu açıdan potansiyel bir gerilla bahçıvan sayılabilirim. İş çekingenliği yenebilmekte... Gerilla bahçıvanlık hakkında eğlenceli bir yazı da ehlikeyif bahçe'den...

Fotoğraflar:
1)
rutgersmith
2)
finstr
3) Niall McAuley

Cuma, Nisan 13, 2007

Bu bahar gözüme takılanlar - 2: manolya

Aslında sırada başka mavi güzeller vardı ama bugün yolda gördüğüm bütün manolya ağaçları "önce bizden sözet, önce bizden!" diye sıkı sıkı tembih ettiler. Ben de öyle yapacağım...

Fotoğraf:jwinfred Manolya ile tanışıklığımız pek eskilere gidiyor aslında. Çocukluğumda adını çok duyar, kendisini bilmezdim. Herşeyden önce Zeki Müren'in "Benim güzel manolyam"ı vardı. Sadece bu şarkıda değil, nerede karşımıza çıksa, manolya çabuk incinen, nazlı bir sevgiliydi. Değerliydi, güzeldi. Değer atfedilmek istenen şeylere ad olurdu.

Çok sonraları -yaklaşık üç yıl önce- hiç sevmediğim bir derse azimle devam etmemi bir manolya ağacı sağladı. Aldığım diğer derslerin tersine ana kampüste değil, şehrin öbür ucunda sapa bir yerde veriliyordu ders. Sıkıcıydı. Üstelik haftanın son iş/okul günü sabahın köründe tatlı uykuyu bölüp yollara düşmeyi gerektiriyordu. Gitmemek için her hafta ne bahaneler yaratıyordum kendime. Sonra bir gün dersin Fotoğraf= elfledaverildiği binanın önünde bir ağaç çiçek açmaya başladı. Ufak ufak filizlenen tüm diğer ağaçların tersine kocaman tomurcuklar verdi önce. Sonra bu dev gibi tomurcuklar patlayıp avuç büyüklüğünde çiçeklere dönüştüler. Üzerinde tek bir yaprak bile bitmeden tüm ağaç çiçeğe büründü, çiçek oldu. Yanından geçerken gözlerimi kapatıp kokusunu içime çekmek ayrı bir zevkti. Her hafta ağacın ne şekil aldığını, çiçeklerin ne kadar büyüdüğünü görmek merakıyla derse gitmeye başladım. Bir kaç haftanın sonunda tüm çiçeklerini altındaki yeşil çimenliğe serip orada başka bir cümbüş başlattı ne olduğunu bilmediğim ağaç. Ancak bundan sonra yaprağa durdu ve bütün bir yaz boyunca da baharki halinden çok uzak, bilmeyenin dikkat etmeden geçeceği bir ağaca dönüştü. İşte her gün sokaktan geçerken veya durakta beklerken gördüğümüz ama tanımadığımız birine duyulan aşk gibi ben de o bahar aşık oluverdim bu gizemli ağaca. Ancak pek çok aramadan ve meraklı soruşturmadan sonra anladım onun "koklamaya kıyılmaz" manolya olduğunu...
Tuhaftır bu yazıya hazırlanmak için Internet'te araştırma yaparken bulduğum yazısında Mehmet Yılmaz da bir manolya ağacına aşkından bahsediyor. Bu ağacın insanda yarattığı ortak duygu aşk galiba...

Böyle olunca latince adından, kökeninden, sevdiği iklimden, topraktan falan bahsetmek de istemiyor insanın canı. İstenirse Wikipedia'nın İngilizce sayfasından, şuradan veya agaclar.net'teki şu forum girişinden bir şeyler öğrenmek mümkün tabii.
Fotoğraf:hakaider "Bir gün sahip olursam" diye umduğum hayal bahçemin en baş köşesinde bir manolya ağacı var şimdi. Mevsimi geldiğinde sokaklarında dolaşırken manolyalara rastlamanın işten bile olmadığı bir şehirde yaşamak ise büyük mutluluk!

Fotoğraflar:
1)http://www.flickr.com/photos/jimmysmith/400775002/
2)http://www.flickr.com/photos/carolinespics/124735492/
3)http://www.flickr.com/photos/hakaider/456953558/

Çarşamba, Nisan 11, 2007

Bu bahar gözüme takılanlar - 1: Scilla siberica

Baharın gelişiyle beraber (hiç gitmiş miydi ki!) bahçelerde ve yol kenarlarında çeşit çeşit güzeller de arz-ı endam etmeye başladı. Ben de gözümü komşu bahçelerden ve pencerelerden alamaz oldum. Yanlış anlaşılmıyorumdur umarım...

Böyle olunca sözkonusu güzelleri burada da arşivlemek ve hepsinin bıraktığı küçük ama derin mutluluklardan bahsetmek şart oldu....

İlki bu yukarıda resmi görülen minik, mavi ve olağanüstü güzel çiçek... "Daha önce nasıl olmuş da hiç görmemişim" dedirtenlerden... Her bahar böyle en az bir çiçek veya ağaç çıkar önüme. Bu sefer bu mavi keşfin hemen ertesi günü hava soğuyuverdi ve bir kar indirdi. "Eyvah, kara dayanabilecekler mi?" diye endişe ettim ama iki-üç gün sonra kar kalktığında mutlu mutlu güneşi selamlıyorlardı yine. Adını sanını bulmak her zamanki gibi biraz güç oldu. Internet'te epeyce aradıktan sonra Latince adının Scilla siberica olduğunu öğrendim. Adından anlaşıldığı üzere aslen Sibirya'ya özgü çok yıllık bir çiçekmiş. Bu durumda kar yüzünden boşuna endişelenmişim! Zaten Wikipedia'da da soğuğa dayanıklı bir bitki olduğu yazıyor. İngilizce adı Siberian squill, Wood squill veya spring beauty imiş. Bazı Türkçe makalelerde Latince adına rastlamakla beraber ne yazık ki Türkçe adını bulamadım. Türkçe adını bilemediğim her bitkide olduğu gibi de yarım yamalak bir tanışma saydım bunu... Türkçe bitki adlarına dair bu kadar az kaynak olması (özellikle internette) ne yazık!

(Fotoğraf: NorthernLala)

Pazar, Nisan 08, 2007

Ne koçu, ne koçu???

Daha hafta başında Nicomedian'ın bloglararası bir etkinlik çerçevesinde yazdığı "Türkçenin yaraları - Türkçe gibi görünüp de aslında Türkçe olmayan ifadeler" adlı yazıyı okumuş, sözettiği örneklerin ("kendine iyi bak", "beni geri ara", ...) her birinde günlük konuşma tarzımızın düştüğü hallere güleyim mi, ağlayayım mı bilememiştim.

Dün Internet'te Türkçe gazeteleri dolaşırken rastladığım bir haber, daha doğrusu haberin içinde geçen bir söz ise beni gülmekten yere serdi! Aslında haberin kendisinde bir tuhaflık yok. 29 yıldır anne ve bebek hemşireliği yapan, 11 yıldır da doğum hazırlık kursları düzenleyen Ayşe Öner, nam-ı diğer "Ayşe Hemşire", anne-baba adayları için yeni bir kitap yazmış. Yazının genel içeriğinden anlaşıldığı üzere, kendisi bizde biraz unutulmaya yüz tutsa da öteden beri varolan, Batı'da ise oldukça kurumsallaşmış ve hala çok yaygın bir mesleğin saygıdeğer bir üyesi... Yani bir ebe...
Peki haberin içinde geçen "falanca filancanın eşleri falanca filancanın doğum koçluğunu(!) yapan Öner..." ifadesine ne demeli?
Ebe deyince veya olmadı "doğum hemşiresi" deyince bu mesleğin değerinden değer, öneminden önem mi eksiliyor? Yoksa daha mı az şık duruyor? Zaten kulaklarımızı tırmalayan "yönetim koçluğu", "yaşam koçluğu" gibi ithal kavramlar yetmezmiş gibi (ve de Türkçe'de zaten yüzyıllardır kullanılan bir karşılığı yokmuş gibi) "doğum koçluğu" gibi tuhaf meslek isimleri uydurmak da nereden çıktı?
Dilimizi olabildiğince sade kullanmak varken, pek çok alanda olduğu gibi meslek adlarında da bu tür abartılara, süslemelere gitmek toplumdaki genel psikoloji hakkında da acı ipuçları veriyor ne yazık ki...