"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Cumartesi, Nisan 30, 2011

Filizlendirmeye devam - 5 yil sonra yeni tecrübeler...

Gecen Subat ayinda mutfakta eski aliskanliklarimdan birine; tahil, bakliyat, vb. filizlendirmeye geri döndüm. Sincabin büyümesinin ve bana mutfakta daha cok zaman kalmasinin yeni getirilerinden biri ;)

Filizlendirmenin degisik yöntemleri var. Bu kez Kraut & Rüben'de okudugum, bana pratik gelen bir baska yöntemi kullandim. Kapakli bir kabin icine temiz ve bu ise adadigim bir mutfak bezini islatip koydum. Tohumlari onun üzerine serptim. Tohumlarin sürekli nemli tutulmasi gerek. Filizlendirme kabinin kapagini genelde kapali tuttum ama her gün bir - iki  kez (örnegin  nem durumunu kontrol edecegimde) acip hava almasini da sagladim. Tohumuna göre degisse de 3-5 gün icinde hazir oluyor filizler.

Ilk denememi evde zaten olan keten tohumu ile yaptim. Keten tohumunu salataya baska türlü eklemek aliskanligindayim ama bu türlüsü de güzeldi :) Keten tohumuyla ilgili sorun, islandiginda kolayca yapiskan hale gelmesi. Isil'dan ögrendigim üzere bu aslinda o kadar da kötü bir özellik degil, vegan tariflerde yumurta yerine malzemeyi birlestirici olarak kullaniliyor. Fakat filizlendirmede bu özellik biraz sorun yaratabiliyor, önceden bilmek iyi olur.

Ikinci denemeyi yine evde olan yesil mercimekle yaptim. Corba yapmak icin islatmistim, bir kismini filizlendirme icin ayirdim. Himm, tam olarak aradigim lezzet degildi, ama yine de bir cesni oldu.
Bu arada her gün su ekleme saatini sincabin evde oldugu saatlere denk getirmeye calisiyordum ki, ona da gösterebileyim. Baslangicta ilgisiz olsa da, tohumlarin gün be gün ugradigi degisikligi izlemek bir süre sonra ona da ilginc gelmeye basladi. Burada kücük cocuklar icin toprakla gerceklestirilen diger doga-bahce deneylerinin sunmadigi iki avantaj var. Birincisi olup bileni acikca gözleyebiliyorlar. Ikincisi her sey cok hizli (bir kac gün icinde) oldugu icin takip edip baglantilari kurmalari daha kolay oluyor. Üc yasindan itibaren cocuklarla kolaylikla yapilabilecegini söyleyebilirim.

Ücüncü denememde artik hak ettigimi düsünerek gidip alfaalfa tohumlari aldim. Cok kolayca ve hizla filizlendigi icin olacak, bu tohumlar mutfakta bu amacla en yaygin kullanilanlardan biri. Filizlendirme icin kullanilacak tohumu satin aliyorsak, bahce marketlerde satilanlardan degil, mutlaka bu amacla yetistirilenlerden almaya ve tercihen organik olmasina dikkat etmek gerek. Alfaalfa'nin ilk filizlenisi söyle:



Asagidaki de iyice büyümüs ve yarisi tüketilmis hali ;)


Arkasindan da kirmizi turp tohumlari aldim filizlendirmek icin:


Kirmizi turp filizleri tam benim aradigim lezzetteydi. Bildigimiz turp tadi. Salatada kendini aninda gösteriyor. Denediklerim arasinda en cok bu filizin tadini sevdim.  Bu arada turp fotograftaki kadar büyüyene dek bile müthis kök gelistirme becerisine sahip. Dörde katlanmis bezin arkasina kadar gecip, karmasik bir ag olusturabilecek güclü kökleri var.

Asagidakiler de son denemem; mung fasulyeleri:


Yine filizlenirme icin özel satilan tohumlardan. Su farkla ki, gecen yil almis ve basarisiz bir deneme yapmistim. Dolap bekleyip duruyorlardi. Bu kez paketindeki tarife tam uydum. Önce 12 saat suda beklettim, ardindan sürekli nemli tutmaya ama islak kalmamasina dikkat ettim. Püf noktasi bu. Aslinda filizlendirmenin temel kurali  bu sanirim. Nemli ama suda yüzercesine islak degil... Bazi tohumlarda nemli bir bez ya da pamuk üzerine yaymak nem durumunu ayarlamayi kolaylastiriyor. Mung fasulyesi gibi biraz daha büyük tohumlarda bu sart degil. Ben dogrudan büyük bir kavanozun icinde filizlendirdim. Tadina gelince... Tatlimsi, bakliyatimsi ;) Cocuklugunuzda pazarlarda demet demet satilan taze nohutlardan yemisseniz, bilirsiniz o tadi...

Hepsinden önemlisi, filizlendirme icin özel satilan setlerden edinmeye hic mi hic gerek yok. Herkesin evinde olan türden temiz ve kapakli kaplar, kavanozlar , temiz bezler bu is icin yetip artiyor.

Sizin filizini yiyip memnun kaldiginiz tohumlar var mi? Deneyimlerinizi paylasir misiniz?

Salı, Nisan 26, 2011

Müsliriegel, vejetaryen köfteler ve disarida ögle yemegi üzerine...

Sincaba atistirmalik önerileri sordugum yaziya yazdigi yorumda, Isil'in linkini verdigi Müsliriegel / Baked Oatmeal Snack Bar (yulafli, kuru meyveli ev yapimi gofretimsi bir sey, enerji dolu, saglikli bir atistirmalik) tarifini denedim.  Cok sevdik, cok lezzetliydi, cok basariliydi. Icinde yulaf, kuru meyveler ve süt olmasi sabah kahvaltilari icin pratik ama cok besleyici bir alternatif yapiyor müsliriegeli. Daha önce benzerlerini denemistim ama kivam, vb. acisindan hicbiri bu kadar basarili olmamisti ve hicbirinin bu kadar basit, kolay bulunur malzemeleri yoktu. Aslinda isin sirrinin biraz da yumurtada oldugunu biliyordum. Sonunda inadim kirildi, bu tarifte söylendigi üzere yumurta da ekledim ve dilimlerin dagilip parcalanmasinin da önüne gectim.

Tarifi tekrar vermeye gerek yok sanirim. Sadece bazi ölcüleri bizim bildiklerimize cevirdim, onlari yazayim. 1 cup yaklasik 236 ml, yani bir su bardagindan biraz fazla. Firin isisinda belirtilen 350F°, 176C°'ye denk geliyor.  Bir de 9*9 inch'lik kare seklinde bir firin tepsisinden bahsediliyor. Benim elimdeyse bu tür isler icin sadece capini ayarlayabilecegim bir kelepceden ibaret bir kek kalibi var. Kücük boy keklerden, firinda mücvere, käsekuchen'dan (peynir pastasi/cheese cake) dev boyutlu pizzalara kadar her seyde onu kullaniyorum. Az yer kaplayan tek bir aletle bu kadar cok is yapabiliyor olmaktan mutluluk duyuyorum. Yaptigim en dogru alisverislerden biriydi. Her neyse, inch'den cm.ye ve kareden daireye yaptigim cevirmeler sonucu 26 cm. capinda daire seklinde bir kalibin da ayni miktar icin uygun oldugunu hesapladim ve kelepcenin capini da öyle ayarladim.

Müsliriegel pistikten sonra dikkatle kaliptan cikarip ters cevirdim ve bir gece acikta beklettim. Cünkü üstü gayet iyi görünürken alti biraz islak gibiydi. Sabaha bu sorun da cözülmüstü. Bir dahaki sefere pisirmeden önce kuru malzemenin sütü daha iyi cekebilmesi icin biraz daha uzun bekletecegim.

Müslieriegel sadece sincabin degil, babasinin da beslenme cantasina yerlesti ve tam puan aldi. Almanya'da yaygin sekilde isyerlerinde ögle yemegi verilmiyor. Herkes kendi basinin caresine bakmak durumunda. Disarida yemek hem ekonomik degil, hem de özellikle kücük, ayak üstü yemek sunan lokantalarda Monosodyum glutamat vb. lezzet ve aroma arttiricilar cok yaygin kullaniliyor. MSG tabii ki tek tehlike degil. Disarida yemek yiyen asla ne yediginden emin olamaz. Bu, dünyanin her yerinde gecerli bir kural. Bu yüzden mümkün oldugunca yemegini evden götürmek en mantiklisi. Elbette hem doyurucu, hem de pratik bir seyler hazirlamak her zaman kolay olmuyor. Sincabin anaokulu atistirmaliklarinin beni esimin ögle yemegi kadar zorlamadigini itiraf etmeliyim.  Müsliriegel onun kusluk vakti atistirmasi olarak da cok iyi bir alternatif oldu.
Esimin ögle yemekleri icin genellikle vejetaryen, lezzetli, az yagli, yemesi kolay, isitmak da gerekmeyen bir seyler hazirlamaya calisiyorum. Sibel'in (Sibel'in Kahvesi) cok zaman önce yayinladigi ve Esra'nin (Anne ve Bebisi)  bir kac ay önce bir yazisiyla  bana tekrar hatirlattigi Karmaca bu kriterlerin hepsine uyuyor. Önemli kurtaricilarimizdan biri. Ayrica vejetaryen köfteler de kurtariyor ögünü.  O konudaki becerimi  ve yaraticiligimi gelistirmeye calisiyorum. Gecenlerde dolmaya hazirladigim bol naneli, soganli ve bulgurlu icin bir kismi artinca, üzerine bir yumurta kirip biraz da un ekledim ve kendi vejeteryan köftemi ürettim :) Onu isyerine gönderemeden bir Pazar günü pikniginde yiyip bitirdik. Cok sevdik :)

Ögle yemeginde, disarida yenebilecek, saglikli, doyurucu, pratik, az yagli, az karbonatli, az sekerli baska yiyecek önerileriniz var mi? Biliyorum bu kez kriterlerimiz sincabin atistirmaliklarindan da zor ama önerilerinizi merakla bekliyorum.

Cuma, Nisan 22, 2011

Pancar tursusu, kefir süzmesi, ayi sarimsakli ekmek ve iade-i itibar

Ücü tarifli ve neseli , biri tarifsiz ve hüzünlü, dört perdeden olusan yazidir.  Surata tokat gibi vuran dipnotu saymiyorum bile...

--1--

Pancar tursusu:
Pancar tursusunu severim. Ama burada yedigim usulde degil. Almanya'da tursuya sirke ve tuz yaninda seker eklemek cok yaygin bir aliskanlik. Baska türlüsünü bulmak imkansiz gibi bir sey. Türk marketlerinden Türk usulü tursu almak ise bir yanilgi. Onda da kimyasal koruyucular ve tuz miktari cok abartilmis. Bu yüzden firsat buldukca, uygun mevsim sebzelerinden minik minik tursu yapma adetime geri döndüm. Bir Türk marketinde uygun fiyata pancar buldugumda da firsati kacirmadim ayni sebeple. Ben tursu ustasi degilim. Kendi kendime ve salyangoz hiziyla ögreniyorum. Asagidaki tarifi hem benim arsivimde olsun, hem de benim gibi acemilere bir ilk yardim bilgisi saglasin diye yaziyorum. Ustalarin öneri ve düzeltmelerine acigim:

Malzemeler:
1 kg. kirmizi pancar
2 dis sarimsak
1 su bardagi sirke
1/2 corba kasigi tuz

Yapilisi:
Pancarlari yikayip  haslayin (cok yumusamasin) ve soyun. Yuvarlak dilimler halinde kesin, kavanoza yerlestirin. Sarimsagi tuzla ezip, sirke ve suyu ekleyin. Bu karisimi da kavanoza ekleyip kapagini sikica kapatin. Bir gün sonra hazir :)

--2--
Kefir Süzmesi: Kefir süzmesi adini ben uydurdum. Böyle bir sey var mi, bilmiyorum. Genellikle eksi maya, yogurt, kefir gibi zaman ve bakim isteyen gidalarla aram hostur. Fakat ne zaman sincap hasta olsa gözüm dünyayi görmez. Hepsi bir kenara itilir. Sincap ilgi ve dikkatimin odagina gelip yerlesir. Bir kac hafta önce ayni sey oldu. Bir litreden fazla kefir coktan mayalanip süzülmüs mutfak tezgahinin üzerinde buzdolabina kaldirilmayi ve icilmeyi bekliyordu. Sincap hasta oldu. 5 gün boyunca mutfaga ruh gibi girip ciktikca kavanoza bakmakla yetindim. Sivi ve kati kisminin iyice birbirinden ayristigini görebiliyordum. Sincap iyilesip ilgim tekrar mutfaga dönebildiginde, ilk is olarak kefiri suyundan süzmek ve geri kalan "sey"e bir bakmak geldi aklima. Uzun süredir aklimda olan bir seyi de denemis olacaktim böylece. Büyük ve derin bir kabin üzerine bir süzgec, onun da üzerine ince gözenekli bir müslin bez koyup kefiri bunlarin üzerinden süzdüm. Ilk anda ayrisan suyu alip kefiri bu düzenekte bir gün kadar süzülmeye biraktim. Ertesi gün merakla tadina baktim. Bu benim cocuklugumdan hatirladigim ve bir daha aynisini hic bulamadigim harika eksi süzme yogurduydu! Esim tadina bakinca, o da cocuklugunun "kese yogurdu"nun tadini buldu. Sanirim ayni seyden bahsediyorduk. Cocuklugumun yazlarinda anneannem bu süzme yogurt, semizotu, ekmek, nane ve kirmizi biberi önümüze koyarak bize basit ama harika bir ögle yemegi sunardi. Tadi hala damagimda, anisi hala yüregimde. Iste o yüzden elde ettigim bu nefis seye " kefir süzmesi" adini koydum ve ekmegin üzerine sürerek, baharatlar ekleyerek yedik. Evde mevsimin getirilerinden yabani ayi sarimsagi (Allium ursinum) vardi. Almanya'da ayi sarimsaginin quark'a (lor peyniri) eklenerek tüketildigini biliyordum. Kefir süzmesine ayi sarmisagi ekleyerek denedim ve bu da cok hosumuza gitti. Sonraki günlerde kefir süzmesini beklememis kefirle de denedim, o da oldu. Öyle 3-5 gün beklemesine gerek yok aslinda. Ayrisacak kadar yogun mayalanmis olmasi yeterli. Bu yaz kefir üretimimiz artarsa bunu da bir tüketim sekli olarak aklima yazdim :)

--3--
Ayi sarimsakli Ekmek:
Hazir elimizde varken ayi sarimsakli ekmegi de denedim. Bu türden tariflere baharda hep rastliyordum. Sonra aklimda yillardir Tijen'in "Bir Ot Masali"ndan köremenli ekmegi var. Köremen yoksa ayi sarimsagi :) Her zamanki ekmek hamuruna ince ince dogranmis ayi sarimsagi ve her zamankinden biraz daha fazla zeytinyagi ekledim. Piserken saldigi kokular icin bile degerdi :) Peki ya ne köremen, ne de ayi sarimsagi varsa? Himm, taze sarimsakla kücük bir deneme yapmaktan kacinmazdim ;)

--4--
Iade-i itibar:
Bazen genc bir kadin ölür. Erken. Zamansiz. Yaptigi recellerden birini iki yil sonra tika basa dolu bir dolabinin arkalarinda bir yerden bulur cikarirsiniz. Kavanozu acip saskinlikla bozulmadigini görürsünüz. Aglaya aglaya yersiniz.

Bazen bir kadin ölür. Belki yasli, belki tam zamaninda. Ölümün bir dogru zamani olabilirse eger. Dünyanin bütün kadinlari su böregi yapmayi bilseydi bile, bir daha asla öyle bir su böregi yiyemeyeceginizi bilirsiniz. Ve bir daha asla öyle bir tursu...

Bazen bir kadin ölür. Yasli ama yine de beklenmeyen bir zamanda. Buzdolabiniz onun yaptigi tarhana, salca ve kurutmalarla doludur. Buzdolabini her acisinizda burnunuz ve yüreginiz sizlar. O tarhana sanki degerli bir miras gibidir, hic bitmesin istersiniz.

Itiraf edelim simdi. O kadinlara iade-i itibar zamani geldi de geciyor.  Evde recel, tursu falan filan yapmaktan öte bir bilgi/becerileri olmadigi, topluma ekonomik ya da düsünsel anlamda bir sey katmadiklari, bu dünyadan göcüp giderken bir iz, bir eser birakmadiklari toplumsal bilincaltimiza islenip durmakta günbegün. Iste o yüzden bir sey olmak, bir sey basarmak hevesindeysek, recel ve tursuyla ugrasmayiz hic. Büyük kariyer hedeflerinin, büyük projelerin pesinde kosariz. Birakin recel yapmayi, öglen yemek icin sandvic yapmaya bile zamanimiz yoktur.

Her kadinin (cinsiyetci davranmayip hemen ekleyelim; ve her erkegin) recel, tursu, ekmek, yogurt, kurutma, salca, eriste ... yapisi farklidir. Evde yapilmissa hicbir zaman iki ayri kisinin elinden ayni receli yedigimizi iddia edemeyiz. Her kadin ( ve erkek) kendi imzasini atar ona. Kisiliginden, varligindan, birikimlerinden bir sey koyar ortaya. Ve ne zaman bir kadin (veya bir erkek) ölse kaybolup giden bir tarz, bir bilgi, bir incelik vardir mutlaka. Sansliysak zamaninda sorup ögrenmis oluruz. Kendi tarzimizi yaratmak icin bir temel yapariz onu kendimize. Ama ya sansli degilsek ve büyük kariyer hedeflerinin pesinden kosarken, bir cilek mevsimi mutfakta dikilmeyi ve tencerenin üzerindeki buhara karisip giden bir sohbeti kacirmissak? O zaman bir bilgi, bir nüans farki, bir incelik kaybolur ve kahvaltida dün marketten aldigimiz cilek recelinin tadina bakip, kendimizi "Hic bir seyin eski tadi yok" der ve kavanozunun üzerindeki minik yazilari desifre etmeye calisirken buluruz. Üretim bandindan cikan cilek recelinde eksik  bir sey vardir. Sadece incelikli bilgi degil. Bilimsel arastirmalarla kanitlanmis ki (hangi bilimsel arastirma derseniz bulup cikaramam; ama okudum, eminim) sizi taniyan birinin, sizi düsünerek pisirdiklerinden daha cok yarar görür, daha cok beslenirsiniz. Özellikle cocuklar icin gecerlidir bu. Etrafta recel kaynatip, ekmek yoguran bir büyükannenin bulunmasi bir cocugun basina gelebilecek en güzel seylerden biridir.

Sanirim bir yanlis anlama oldu. Kadinin toplumsal yasamda daha cok pay almasi, egitim görmesi ve meslek sahibi olmasi gerektigini (hakli olarak) savunurken, evde ekmek ve recel yapmasini bunun karsiti gibi algiladik. "Ya doktor ol, ya mühendis ol, ya da evde otur recel-tursu yap" gibi tuhaf, mantiksiz ikilemlere indirgedik durumu. Hem kariyer, hem de cocuk yapmak mümkün müdür bilmiyorum ama hem kariyer, hem de tursu yapmak mümkündür. Üstelik bu bir durustur, arkasinda derin felsefi anlamlar tasiyan bir durus... Icinde yasadigimiz dünyanin ekonomik düzenine, gida politikalarina, toplumsal trendlerine inceden inceye dokunan bir durus...

Iste o yüzden, simdi, cok gec olmadan o kadinlara itibarlarini iade etmek ve miraslarini devralmak zamanidir.

--|--

Dipnot: Itiraf ediyorum, ben bu yaziyi bir süre önce yazdim ve bugün yayinlanmak üzere bir kenara koydum. Tam bugün yayinlanmasi anlamliydi cünkü benim icin. Üzerinden bir zaman gecti. Ben internet kusu gibi o daldan bu dala ziplarken su yaziya rastgeldim. Yilmaz Özdil'in dili öyle hüzünlü müzünlü de degil, bir tokat gibi vurmus gercegi yüzümüze: "Mutfak genetigimizi kaybettik biz. Dolayisiyla ne verirlerse onu yiyecegiz" demis özetle...   

Salı, Nisan 19, 2011

"Osnabrück Üniversitesi'nden egitim psikolojisi profesörü Heide Keller'in kültür karsilastirmali arastirmalarina göre geleneksek olarak  anneleri tarafindan cokca tasinan ve yetiskinlerin bunun disinda da agladiginda, öfkeli ve üzgün oldugunda aninda ve güvenilir reaksiyon verdigi Afrikali cocuklar duygularini kontrol etmeyi* cok daha hizli ögrenmektedirler. Anne-babasi tarafindan sevildigini hissetme ve kendini onlarin yaninda güvende bilme tecrübesi, erken yasta bagimsizlik/yeterlilik becerisini tesvik eder.

Bu acidan Avrupali anne-babalarin endisesi temelsizdir. Aglayan bir bebegi kucagina almak, bebegin kendi kendini sakinlestirmeyi gec ögrenecegi ya da asla ögrenemeyecegi anlamina gelmez. Tam tersine.  Yogun ilgi ve sevgi sayesinde cocuk, ailesinin yardimiyla duygularini daha iyi kontrol edebilmek icin gereksinimlerini ifade etmenin uygun oldugu tecrübesini yasamis olur. " 

 Bu alinti beslenme ve gelecek gida trendleri konusunda arastirmalari olan Hanni Rützler'in "Kinder lernen Essen - Strategien gegen Zuviel" (Cocuklar yemek yemeyi ögreniyor - Cok fazlaya karsi stratejiler) adli kitabindan. Aslinda -adindan anlasilacagi üzere- ana konusu bambaska. Cagimizin yemek aliskanliklari ve bolluk dünyasinda cocuklara saglikli beslenmeyi ögretmek üzerine bir kitap. Oldukca ilginc bölümleri var. Bir ara onlardan da bahsetmek istiyorum.

*Duygularini kontrol edebilmek bizim dilimizde duygulari bastirmak, gizlemek gibi bir anlamda kullanilabiliyor bazen. Yazinin orjinalinde "regulieren" / to regulate fiili kullanilmis. Cevirirken aklima kontrol etmekten daha uygun bir fiil gelmedi. Burada "Duygularinin farkinda olmak, onlari uygun sekilde ifade edebilmek, yansitabilmek ve yasayabilmek" gibi anlasilmali bastirmaktan ziyade.

Pazar, Nisan 17, 2011

Baska türlü bir ekonomi? -IV

Baska türlü bir ekonomi? baslikli yazilarimdan sonuncusunu söyle bitirmistim: "Bildigim bütün ipleri getirip koydum önünüze. Kendi baglantilarinizi kurmayi, kendi dügümlerinizi atmayi size birakiyorum. Ben bir sonraki sefere vakit ve enerji bulursam kendi dügümlerimi anlatacagim size. Teoriden degil, uygulamadan bahsedecegim. "

Sonra yazamadim bir türlü o yaziyi. Kafami toplayamadim.
Fakat roman gibi e-postalar yazarim, dogru. Karsimda kendimi yüksek sesle düsünüyormus rahatliginda hissedebilecegim insanlar varsa hele. Öyle bir yüksek sesle düsünme seansinda cikti su cümleler ortaya. Bir türlü yazamadigim bir kilometrelik yazinin özü oldugunu farkettim:

"Shareable'in giris sayfasina baktim simdi, baslik su: "Should Products Be Designed for Sharing? "

Bir süredir düsündügüm bir sey bu da... Kitaplari paylasarak okuyabilecegimiz harika bir sistem yarattik (her ne kadar fazla kullanmasak da) : kütüphaneler.  Neden ayni fikri baska ürünlerde uygulamak gelmedi aklimiza? Neden uygulayamiyoruz? Avrupa'nin camasir makinesini paylasan apartman sakinlerini duyunca saskinliga düsüyoruz, azicik gururlaniyoruz, "ha ha, bizde her evde var" falan diye. Neden arabalari 5 kisilik imal ediyoruz da icinde ortalamada bir kisi gidiyor hep? Ayni ürüne farkli tüketim modelleri uygulayarak her seyi ne kadar degistirmek mümkün oysa... Apartman sakinlerinin, site sakinlerinin, ayni semtte yasayanlarin, ayni köyün sakinlerinin kiralayarak, ödünc alarak ortak kullanabilecegi kücük ev mutfak aletleri, tamir aletleri, cocuk oyuncaklari, bisikletler, hatta arabalar vb vb vb...

Yapamiyoruz cünkü paylasarak kullanma kültürünü kaybediyoruz. Organizasyonel beceri gerektiriyor, üseniyoruz. Insanlarla daha yakindan kontaga girmeyi gerektiriyor, istemiyoruz. Hijyen takintiliyiz. "Baskasinin kullandigi camasir makinesini kullanmam", "Ama hemen simdi lazim oluverdi bisiklet/mikser/matkap, önceden bilip reserve edemezdim ya, en iyisi elimin altinda duruversin hep bi tane...", "Aman bizim oglan sevdi mi cok sever oyuncagini, iade tarihi de geldi falan dinlemez, geri verince kiyameti koparir, oyuncak kiralama da neymis" vb vb gibi düsünceler. Üreticiler de islerine geldigi icin reklamlarla falan bireyselligimizi, essizligimizi, tekligimizi vurgulayip, körükleyip duruyor. "
 
Kulaga cok radikal geliyor, biliyorum. 50 yil öncesine dek böyle yasadigimiz halde üstelik. Disarida bu konuda kafa yoran akademisyenler ve okunacak tonlarca materyal var. Üzerinde düsünmeye ve güzellesmeye deger...

Cuma, Nisan 15, 2011

Az ve öz yazabilmek

If you can’t write your idea on the back of my calling card, you don’t have a clear idea.’
~David Belasco


Özlü sözü Zen Habits'den caldim. O kendisine gelen e-maillerden sikayetci. Benim sikayetim yok. Benim derdim kendimle ve özellikle bir kilometre uzunlugundaki cümlelerimle.

Kendimi hep uyariyorum. "Cok uzun yaziyorsun, e-maillerin bazen roman uzunlugunda, yorumlarin bazen yazinin kendisini geciyor, vb, vb" Surada da demistim; Sorun tam olarak yazinin uzunlugu da degil, kurgulanisi, tasarlanisi daha cok.
Sirf bu yüzden blogun kapisina kilit vurup Twitter'a mi tasinsam?
Her durumda benim icin  az ve öz yazmak iyi bir alistirma olabilir. Bir projem vardi. Bütün günü sadece 3 cümlede özetleyecegim bir blog acmak. Günün en anlamli, önemli detayini bulmama da yardimci olacakti. Cok dallanip budaklanmamak icin yapmadim. Ama burada zaman zaman deneyebilirim bunu.

Var misiniz bu yazinin yorumlarinda kendi dününüzü sadece 3 cümleyle özetlemeye?
Benimki:
"Sabah yürüyerek kütüphaneye giderken nehir kenarindaki sakinlik cok hosuma gitti.
Dönüste zihin acici, heyecan verici bir e-mail yazismasi yaptim.
Ögleden sonra nihayet gelir vergisi bildirimi okyanusuna attim kendimi." 

Pazar, Nisan 10, 2011

Okuyalım güzelleşelim: Degrowth

Kaynak: DeshazkundeaLa Croissance: Growth, büyüme

Christoph Süß'ün dedigi gibi "Neden düsünelim? Güzellestirdigi icin. Bizi degil belki ama yasamimizi..."

Okuyalım güzelleşelim belli konularda okuma listeleri icerecek. Hep beraber okuyalim, üzerinde fikir yürütelim diye. Bir sonuca varmamiz gerekmeden kafa yoralim, yüksek sesle düsünelim diye...

Ilk konu "degrowth":

Cuma, Nisan 08, 2011

4) Git iyi bir uyku cek.


Klasik ekmek tarifime yeni bir madde eklemeye karar verdim. Malzemeyi yogurma ile hamuru pisirme arasina girmek üzere. Tam olarak söyle bir sey:

4) Git iyi bir uyku cek.

 Normalde hamuru yas maya ile yogurduktan sonra bir saat bekleyip öyle pisiririm. Gectigimiz günlerde iki kez aksam mayaladigim hamuru sincabin uyumadan önce  uzun uzun kitap oku(t)ma aski yüzünden unuttum ve ancak 12 saat kadar sonra sabah pisirebildim. Her iki seferinde de ekmegin daha lezzetli, kabugunun ve ic dokusunun da daha iyi oldugunu  farkettim. Şu ekmegi her zaman aksamdan mayalayip sabaha mi pisirsem diye ciddi olarak düsünmekteyim. Ve ayni zamanda düsünmekteyim; önce ekmeklerin bozulma sebebi biraz da bu muydu? Endüstriyel üretim aksamdan mayalayip sabaha pisirmekten hoslanmaz. Her saat basi firina giren ekmek seri üretim icin tercih sebebidir. Oysa yavaslamak, ah yavaslamak, sen nelere kadirsin!

Fotograf gecen yazdan. Kalite kontrol mühendisi sincap is basinda...

Salı, Nisan 05, 2011

Kim demiş bahçıvanlık sıkıcıdır diye?

Öncelikle, ne zaman ektigimi hatirlayamadigim, Subat ayinda ilk yapraklarini gördügümde saskinliktan kücük dilimi yuttugum avokadoyu takdimimdir:


Cekirdekten avokado yetistirmenin iki yöntemi var. Dört bir yanindan batirdiginiz kürdanlarla su dolu bir bardaga/kavanoza daldirmak ya da dogrudan topraga ekmek. Iki yöntemi de denemisligim var ama ne yalan söyleyeyim ilki biraz vahsice geliyor bana. Bu yüzden son zamanlarda genellikle dogrudan topraga ekiyordum. Her iki durumda da yumurta seklindeki dev cekirdegin sivri ucu yukariya bakmali.

Avokado simdilik keyifli duruyor. Sadece asagida görüldügü gibi iki yapraginda delikler olusmaya basladi.



Iki yaprak da pencereye dokunuyordu ve Subat-Mart aylarinin soguk gecelerini diger yapraklardan daha cok hissettiklerini saniyorum. Sebebi bu mu, yoksa eksiklik duyduklari bir sey mi var bilmem...

Her neyse, bu yaziyi avokado almak icin bir provokasyon olarak görmeyin lütfen. Yasadiginiz ülkede yetismiyorsa, avokado yemek aslinda gayet de bir cevre sucu. Ola ki arada bir kendinizi tutamayip benim gibi bu sucu isliyorsaniz, hic olmazsa cekirdeklerini yetistirip ic mekan bitkisi olarak yeniden degerlendirmeye bakin telafi olarak...

Gelelim beni sasirtan ikinci seye. Bir seyler ekip dikmeye basladigimdan beri genellikle mutfak penceresinde saksi niyetine kullandigim bir ya da daha fazla plastik kabim olur. Mutfakta calisirken elime gecen tohumlari, cekirdekleri genelde ona ekerim. Bazen yoldan buldugum baska bitkileri de... Cogunlukla ne ektigimi unuturum. Sonradan cimlenen cekirdekler, tohumlar büyük saskinliklar yasatir bana.  Adini "büyük saskinliklar kabi" koydum o yüzden. Asagidaki fotograf bu kabin fotografi:


Biber 2009 Agustos'unda ekildi. 2009 sonbaharinda bir iki yaprak verdi. 2010 baharina kadar durakladi ama yasamaya devam etti. Ocak 2010'daki durumu su yazidaki ilk fotografta görüldügü gibiydi. 2010'un bahar aylari boyunca bitkileri önemseyen ama genel olarak dalgin biri olan esime emanet edildi. Haziran 2010'unda eve döndügümde iyi bakilmis, günese ve suya doymus olarak karsiladi beni. 2010 yazini güle oynaya büyüyerek gecirdi. 2010 sonbaharinin ortalarinda cicek acmaya basladi! En az bes cicegini hatirliyorum. Sonra saymayi biraktim. Bir yil sonra cicek acmaya baslayan bir biber yeterince saskinlik vericiyken bununla yetinmedi. Kis ortasinda ciceklerinin ardindan mini mini biberler dökmeye basladi! Önceleri yesil yesildi biberler ve bana "bak, kirmizi biber cekirdeklerini bile ekiyorsun, sonra yesil biber veriyorlar. Bu tohumlara güvenilmez" dedirtmisti. 2011 Mart ayinda günes görmeye basladikca renkleri kirmiziya dönmeye basladi. Bu arada ben bir temizlik sirasinda istemeyerek yapraklarindan bir kismina zarar verdim. Ardindan digerleri de sararip dökülmeye basladi. Önce endiselendim ama sonra tüm gücünü biberlere vermis olabilecegini de düsündüm. Toplam 4 tane biber var. Boyutlari elbette tohumu aldigim bibere göre minyatür. Ama bu saksida daha baska ne beklenir ki?  Fakat bu biber beni sasirtmaya devam ediyor. Bakiniz:


2011 Mart ayi sonu itibariyle ana dalin topraga yakin kisminda yeni bir gözden yeni yapraklar veriyor! Biber benim bildigim tek yillik bir bitkidir. Bu biber tek yillik döngüyü 2 yila yakin bir zamana yayarak yasamaya devam ediyor :)

Üstelik saksisini adini bilmedigim bir sukkulent, kendisi ile ayni yasta bir turuncgil ve belki köklenir umuduyla yol kenarindan alinip gelmis orman sarmasigi yapraklariyla paylasiyor. Nazar degmesin ona! :)

Ücüncü hos saskinligi da yine Mart sonunda yasadim. Yol kenarinda bulup geldigim , yapraklanisini su yazida anlattigim agac dalinin vazosundaki suyu tazelerken köklendigini farkettim birden. Suya koyunca naneler köklenir, feslegenler köklenir, fakat agac dallari da köklenir mi? Kökleniyormus, bir yasima daha girdim.
Dedim ki ona "Adini sanini bile bilmiyorum. Evde büyümeyi sever misin, sevmez misin, onu da bilmiyorum. Ama köklendiysen topragi hak ettin, gel bakalim". En torpillisinden bir saksiye diktim onu:


Fotografini cekerken yanimda duran sincap, az öncesinde fotografladigimiz biberlerden yola cikarak "Anne, bundan da yiyecek bir sey cikacak mi?" diye sordu. Net bir poz yakalamaya calisirken dalginlikla "hi, hi, evet, belki" demis bulundum. "Evet! cikolata cikacak mesela!" buyurdu yumurcak. Bana bir sögüt dali oldugunu düsündürse de , anne-ogul bir gün cikolata meyveleri vermesi konusunda umutluyuz. Sürprizi bol bitkiler dünyasindan cok sey mi bekliyoruz sanki?

Neden sögüt oldugunu düsündügüme gelince... Bu hafta sonu güzel havayi firsat bilip nehir kenarinda kücük bir piknik yaptik. Yapraklari bu dalin verdigi yapraklara cok benzeyen agaclar gördüm. Elbette kendi dogal ortamlarinda daha gelismisti yapraklar ve sögüte benziyordu. Ayrica ancak burnunuzu yaklastirdiginizda duyulacak kadar hafif ama harika kokan kedicikleri vardi. Üstelik tomurcuk dizilisi ve sekli de uyuyor :)

Evde sögüt agaci yetistiriyor ve cikolata meyveleri vermesini bekliyorum. Kim demiş bahçıvanlık sıkıcıdır diye?

Cumartesi, Nisan 02, 2011

Akçaağaç, gümüşlüsünden :)

Photo by Stadtkatze

Mart ayinin ortasinda sincabin biraz hasta olup anaokuluna gitmedigi bir gündü. Disarinin günesli ve ilik olmasini firsat bilip biraz temiz hava almaya cikmistik. Sincap fazla yorulmasin diye evin cevresindeki sokaklarda dolasiyorduk. Üc agac gördüm. Birinin kistan beri ne agaci oldugunu cikarmaya calisiyor, tomurcuklarinin durusundan akcaagac oldugunu tahmin ediyordum. Biri yazin sincabin cokca oynadigi parktaydi, akcaagac olmadigindan neredeyse emindim. 3. ilk kez dikkatimi cekiyordu, daha önce gördügümü bile hatirlamiyordum.

Ilginc olan her ücünün üzerinde de mini mini, kizil-pembe ciceklerin acmis olmasiydi. Sasirdim. Eve dönünce akcaagaclar cicek acar mi, acarsa ne renk acar diye baktim. Son zamanlarda agaclar hakkinda en hizli bilgiye agaclarin her halinin arsivlendigi  (yaprak, dal, tomurcuk, gövde, siluet vb.) baumkunde.de'den ulasiyorum. Bu kez de öyle oldu. Evet, akcaagaclar yapraktan önce cicek aciyorlarmis ve bir tür akcaagacta bu cicekler kirmizi renkliymis: Acer saccharinum yani Gümüs akcaagaci. Gümüs akcagacinin detaylarina bakarken yapraklarinin arka tarafinin gri, tüylü dokusu dikkatimi cekti. Adını da buradan alıyormuş. Sincabin oynadigi parktaki agacin yapraklarini tam hatirlamiyordum ama arka taraflarinin böyle oldugu aklimda kalmis. Sanirim yapraklar Kanada bayragindan da bildigimiz klasik akcaagaci yapraklari gibi olmayip, daha derin oyulmus oldugundan akcaagac olduklarini hic düsünmemistim ben :)

Ilk kez bir agaci yapraksiz-meyvesiz halinde, bir tek tomurcuk ve ciceklerine bakarak, sadece cins degil, tür olarak da taniyabiliyorum. Akcaagac olmakla kalmayip gümüs akcaagacidir bu diyebiliyorum :)
Gelelim genel olarak kis halinde akcaagaci tanimaya. Akcaagaclar genellikle karsilikli tomurcuklariyla ilk ipucunu veriyor. Kesin ipucu ise dallarin en ucundaki incecik, adeta sacakli saplar. Sonbaharda ucmaya karar verene dek akcaagacin kanatli tohumlarini tasiyor o saplar :) Bakin su fotografta daha net görülebilir kesin ipucu:

dongga BS

Güncelleme- 4 Nisan: Bu haftasonu cevrede cicek acmis bir sürü akcaagac daha gördüm. Onlarin cicekleri yesilimsi-sari idi, su fotograftaki gibiydiler. Tahminen Ova Akcaagaci denen tür (Acer campestire). Daha da ilginci  bu agaclardan birinin tomurcuklu dallarindan biri asagiya dogru öylesine egilmisti ki, dikkatle inceleme firsati buldum. Pek cok acidan su yazida ilk fotograftaki dala benziyor. Ne oldugunu cok merak etmistim. O da bir akcaagacmis demek :)