"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Cuma, Ekim 26, 2007

Yine yol göründü gurbete...

... Bir süre buralardan ve internet'ten uzak olacağım. İlk bağlantım ne zaman, nereden olur hiç bilmiyorum.

Bavul hazırlamak kendime güvenimi sarsıyor.
Nesnelere bağımlılıklar,
"o olmadan asla",
"bunu bırakamam",
"şunsuz yapamam" lar tekrar su yüzüne çıkıyor.

Çok dikkat etmeme rağmen yine de ne çok eşya edindiğimi, onlara ne çabuk ve ne çok alıştığımı anlıyorum.

Yine de her taşınmada, her yolculukta daha azla yetinmeyi ve yaşamayı biraz daha öğreniyorum sanki...

Perşembe, Ekim 18, 2007

Otomobil sürücülerinin diktatörlüğünde...

"Otomobil bizi tamamen çılgına çeviriyor."
"Otomobil kullanmak bir bağımlılık."
"Kesinlikle bir otomobil sürücüleri diktatörlüğünde yaşıyoruz."


Bu "tuhaf" fikirler Hermann Knoflacher'a ait. Prof. Knoflacher 30 yıldan uzun zamandır Viyana Teknik Üniversitesi Ulaşım Planlaması ve Tekniği Enstütüsü'nde çalışan bir akademisyen. Viyana için tasarladığı değişik ulaşım şekilleri ile tanınıyormuş. Otomobili olmayan ve çok nadiren otomobil kullanan Knoflacher'la Die Zeit bir ay kadar önce bir röportaj yapmış. Bir çok otomobil kullanıcısına oldukça sivri gelebilecek görüşleri var. "Şoför mahalli"ne bir türlü alışamayan ve takıntılı bir "kaldırım kullanıcısı" olan ben, doğrusu biraz şaşırarak, biraz da eğlenerek okudum söylediklerini.

İşte söylediklerinden dikkat çekici alıntılar:

"Otomobil beyinde yerleşip davranış şeklimizi, değer sistemimizi ve algılamamızı etkileyen bir virüs. Normal bir insan bugünkü yaşam alanlarımızı çılgınca bulabilir. Kendimiz az çok gönüllü olarak izole edilmiş evlere çekilip, dış mekanları otomobillerin gürültü, toz ve egzoz gazlarına bırakıyoruz."

"Otomobil sürücüsü ile insan arasındaki fark, insanla bütün böcek türleri arasındaki farktan daha büyüktür. İnsanlarla böceklerin ortak yanı bir yerden bir yere gitmek için kendi vücut enerjilerini kullanmalarıdır. Otomobil sürücüsü buna ihtiyaç duymaz. Ayrıca kendi rahatları uğruna sonraki nesillerin yaşam alanlarını tahrip eden veya kendini öldürecek kadar hızlı hareket eden hiç bir böcek türü yoktur."

"Bana kalırsa ulaşım biliminin temel tezleri tamamen yanlış! ... Motorizasyonun artması ile hareket becerisinin de arttığı varsayılıyordu. Bugün biliyoruz ki artan sadece otomobil ile seyahat edenlerin sayısı. Kullanılan toplam yol ise sabit kalıyor, çünkü aynı zamanda toplu ulaşım araçları kullanımı ve yayalar azalıyor. İkinci yanlış varsayım hız arttıkça zaman tasarrufu yaptığımız. ... Aslında hız arttıkça zamandan tasarruf yapılmıyor. Sadece aynı süre içinde ulaşabileceğimiz mesafeler artıyor."
... "Artan mesafenin bir anlamı yok. İnsanoğlu aynı ihtiyaçları karşılamak için eskiden olduğundan daha uzağa gidiyor. Eskiden yaptığının aynısını yapıyor. Ama bunun için daha uzağa gidiyor."

Daha büyük mesafeler katetmenin ufkumuzu genişlettiği yorumu üzerine: "Saatte 100 kilometre hızla geçip giderken ufkumu nasıl genişletebilirim? Ufkumuz hız yüzünden aşırı daralıyor!"

"Bugünkü şekliyle kaldırımlar bir şaka gibi! 7000 yıl boyunca yayalar yol yüzeyinin tamamına sahipti. Son elli yıldır yayaları yol kenarına itiyoruz ve sonra da bu ulaşım şeklinin neden ortadan kaybolduğuna şaşırıyoruz. Biz insanları otomobil kullannmaya mecbur eden yapılar inşa ettik!"

"Otomobil sürücüsünün özgürlüğü reklamlarla satılan tamamen sanal bir özgürlük. Harika bir çevrede, bomboş bir yol boyunca giden tek bir otomobil gösterilir. Gerçek durum, trafikte takılıp kalmış otomobiller, gösterilseydi; hiç kimse otomobil alacak kadar aptal olmazdı."

"Yaya olarak bir kutu dolusu kanser yapan maddeyi etrafa püskürtseydim, yaptığım kanuna karşı olurdu. Binlerce otomobil sürücüsü bunu hiç bir engelle karşılaşmadan her gün yapıyor ve hepimizin yaşamını ortalama 12 yıl kısaltıyor."

Otomobillerin savaş nedeni olup olmadığı sorusu üzerine: "Yüzde yüz! Ve bunun için Irak'a bile bakmaya gerek yok. Avusturya'da her gün iki kişi yollarda ölüyor. Ulaşım her yıl 400.000 kişiye fiziksel zarar veriyor. Bu rakama egzoz gazlarının sebep olduğu ölümler dahil değil."



Türkiye' de her gün, her saat, her dakika kaç kişinin yollarda öldüğünü düşünürsek, sürekli bir savaş halinde olduğumuz inkar edilemez sanırım.

Bay Knoflacher! Arada bir bize de uğrasanıza!

Pazartesi, Ekim 15, 2007

Keten tohumunu yeniden keşfim

"Keten tohumu yemeye alıştıramadıklarımızdan mısınız?"
Geçen haftaya dek bu soruya "evet :((" yanıtı verenlerdendim.
Çok sağlıklı olduğunu, balıktan sonra en önemli Omega-3 kaynaklarından biri olduğunu, sindirimi düzenlediğini duyduğumdan beri mümkün olduğunca mutfakta kullanmaya çalışıyordum. Örneğin ekmek hamuruna bolca katıyordum. Bazen pilavlara falan da...Ama önerildiği şekilde yoğurt, müsli veya salatada denediğimde çiğimsi tadı pek hoşuma gitmiyordu, ne yalan söyleyeyim. Geçen hafta ilk kez keten tohumunu hafifçe kavurarak denedim. Yanmaz bir tavada, yağ vb. hiçbir şey eklemeden en fazla 5 dakika çevirdim. Zaten hazır olunca keten tohumları mısır gibi patlamaya ("pıtlamaya" demek daha doğru olacak!) başlıyorlar. Öncü keten tohumları pıtlamaya başlayınca hemen alıyoruz ocaktan. Bu şekilde kavrulan keten tohumları salataya da, yoğurt ve müsliye de çok yakıştı. Öyle hoşuma gitti ki neredeyse hiçbir şeye katmadan kendi başına yiyeceğim!
Keten tohumuna alışamayan ama faydalarından mahrum da kalmamak isteyenlerdenseniz, bir de böyle deneyin derim.




Haa! unutmadan... Aynı zamanda bahçeyle uğraşıyor, özellikle bahçenizde veya balkonunuzda kır görüntülerinden hoşlanıyorsanız, keten tohumlarını - tabii ki kavurmadan :) - baharda filizlendirip, yaz ayları boyunca masmavi çiçeklerinin tadını çıkarabilirsiniz. Elimdeki bilgiye göre Nisan-Mayıs aylarında tohumlar ekilip filizlendiriliyor, Mayıs-Haziran gibi de asıl yerine yaklaşık 20 cm. aralıkla dikiliyormuş.
(Keten çiçeği fotoğrafı: kate e.did )

Salı, Ekim 09, 2007

Kimyonun maceraları 09/10/2007


Gün batarken parktaki büyük ağaçların her biri yaşlı birer bilgeye dönüşmüşler. Kimyon hiç bir ağacın da hiç bir insan gibi birbirine benzemediğini ilk o zaman farketmiş. Her bir kayın, her bir meşe yılların gövdelerinde bıraktığı izlerle, başka yönlere uzanmış, başka şekiller almış dallarıyla farklı farklıymış. Ama yanından geçtiği her bilge ağaç bir şey fısıldar gibiymiş. Yaşlı kayın "olabiliyorsan duru ol" demiş, "herkesten önce de kendine". Kollarından birini kimyona doğru uzatan ulu kestane "yaşamındaki herşeyde dengeyi gözet" diye tembihlemiş. Bir meşe "her daim uyum içinde olanlarla, doğayla, uyum içinde ol" diye fısıldamış. "Başka?" diye sormuş kimyon yanından geçtiği bir diğer kayının sessiz kalışına şaşarak. "Fazlalık şaşırtır" demiş o, "şimdilik bunlar üzerinde düşün". Kimyon eve dönerken yaşlı bilgelerin üzerinde güzel mi güzel bir ay yükselmekteymiş.

Perşembe, Ekim 04, 2007

Başka türlü...

Mark Twain "Medeniyet gereksiz gereksinimlerin sınırsız çoğaltımıdır" demiş. (Civilization is a limitless multiplication of unnecessary neccessities.)

Herhalde bunu söylerken aklından her gün dünya çapında trafiğe çıkan yeni otomobil sayısını geçirmiyordu. Her altı ayda bir cep telefonunu, her sezon gardrobunu değiştiren; her yeni süpermarketin ilk açılış günü birbirini çiğnemeye kalkan insan türünden de habersizdi. Bardakların ve mendillerin yanında ilişkilerin bile "kullan-at" olduğu bir dönemi hayal edebiliyor muydu acaba?

Yine de ne söylediğini bilirmiş gibi görünüyor.
Peki ya başka türlü bir medeniyet mümkün mü Bay Twain?

Başka türlü dedim de... Bu da sevdiğim bir şarkıdır benim.