Her yil sonbaharda tekrarlanan komik bir ritüelim var. Yaklasik olarak blogu ilk yazmaya basladigim su günlerden beri... Alisverise gidiyorum. Bir bakiyorum, sıklamenler gelmis. " Yoook, yok , hayir, olmaz!" diyorum kendi kendime. Fakat nasil oluyorsa oluyor, kendimi bir adet almis alisveris sepetine yerlestirirken buluyorum.
Eve geliyorum. Sıklamen icin evin az günes alan, en soguk kösesini buluyorum. Cünkü epey arastirdim, bu cicek az günes ister, soguk severmis. Suyu fazla olmayacak, o da yukaridan yaprak üstünden verilmeyecek. Mümkünse saksi altindan. Arastirdim bak gercekten, cok özel cicek bu. Ben de harfi harfine uyguladim okuyup ögrendiklerimi. Hatta bir seferinde penceresi yaz kis acik oldugu icin banyoda bir yer bulmustum ona. Dolap üstünde, ancak basini kaldirip belli bir aciyla bakabildiginde görebildigin bir yer :)
Fakat her yil, ama istisnasiz her yil aldigim sıklamen bir haftayi tamamlamadan solmaya basladi. Cicekleri boynunu büktü, yapraklari sarardi. Ben ayikladim kuruyup gidenleri, "yok , cok soguk oldu, yok suyu az geldi" deyip yaptiklarimin tersini yapmaya basladim. Daha beter sararip solmaya basladi. Su evde zencefilden civanpercemine, mangodan sinir otuna herseyi besleyip büyüttüm de bir sıklamen yetistiremedim. Korkulu rüyam oldu.
Komsularimdan birinin mutfak penceresinde var dizi dizi sıklamen. Neredeyse yaz kis cicek aciyor. Imrenmek ve kiskanmak sözcükleri arasindaki anlam farkini ilkokulda ögrendim. Ve ben bu cicekleri kelimenin gercek ve direk anlamiyla, acikca kis-ka-ni-yo-rum! Hatta bir ara camur bile attim "yapmadir onlaaaar, gercek degildir, plastiktir" diye. Gercekmis fakat.
Bu yil marketin cicek bölümünde o lila mini saksisinin icinde pembe sıklamenle göz göze gelince karsilikli sırıttık birbirimize. Ben repligimi okudum: "Yoook, yok , hayir, hayatta olmaz!". O sadece mahcup mahcup gülümsemekle yetindi. Duymus galiba bir yerlerden hikayemi. Dedim ki " Bak seni sen icin aldigimi saniyorsan cok yaniliyorsun. Saksin cok hosuma gitti, evde bir sukkulent var, onu ekecegim senden sonra." Böyle de aciksözlüyüm.
Eve gelince, bütün diger bitkilerin de durdugu oturma odasindaki güney penceresinin önüne yerlestirdim pembe sıklameni. Bütün ögleden sonra direk günes alir söylemesi ayiptir. Adi üstünde oturma odasi, Kücük Asya'nin dag baslarindaki serin agac diplerine oranla epey sicaktir. Diger cicekleri nasil suluyorsam, bir güzel suladim onu da. Üstten üstten. Yapraklarina degdirerek...
Iki hafta gecti üzerinden. Yapraklarda asayis berkemal. Cicek üstüne cicek aciyor. Gecen gün suyu var mi anlamak icin biraz egilmistim üzerine; mis gibi koktugunu farkettim üstelik. Nasil güzel bir koku, anlatamam.
Öyle bir koku ki, "Her seyi oluruna birak, müdahale edip durma. Bak o zaman nasil da sade, nasil da güzel insanoglu. Bak o zaman ne kadar da kolay, ne kadar da basit dünya." diyor bana. Bak bak su yaramaza!
Böylece bir halka tamamlanmis gibi oldu. 2006'da ilk sıklameni aldigim günlerde baslamistim yazmaya. Yil 2012 olmus. Bu kadar uzun zaman yazabilecegimi tahmin etmistim de, hic bu kadar cok yazacagimi düsünmemistim. Rakamlarin semboligini sevenler 12 icin "tamamlanan döngü" derler zaten.
Bu yazinin bu blogdaki son yazi olmasinin birinci ve öncelikli sebebi budur dersem yalan olur. Aylar önce "bu blogda son yaziyi bu yil icinde yazayim" dedigimde, bu yaziya konu olan sıklamen henüz lila mini saksisina yerlesmemisti bile sanirim. 12'nin semboligi üzerine kafa yordugum da yoktu.
Takvime baktim da, zamanlamanin pek güzel oldugunu farkettim. Simdi ben bu blogu bunca yil besledim büyüttüm ya. Üc güne kadar üce bölecegim. Birazini ihtiyac sahiplerine verecegim, birazini ese dosta dagitacagim, kalanini da sabah kahvaltilarinda kavurma edip yiyecegim :)
Bunu bir veda saymiyorum. Zaten hep buralardayim, biliyorsun. Hep buralarda oldugun icin sana da cok tesekkür ederim.
Noktayi koymadan önce sunu da belirtmeden gecemeyecegim. Hani evde yaptigin recellerin kavonozlari üzerine örnegin "mürdüm erigi receli - 2012" falan diye bir etiket yapistiriyorsun da, sonra recel bitip kavanoz yikanirken o etiket cikmak bilmiyor ya. Hani cikarmaya calistikca daha beter yapiskan bir leke birakiyor. Onun üzerine biraz yag damlat, birazcik beklet. Sonra tekrar yika. Ne kadar kolay ciktigini görünce sasiracaksin. Dogrudur, alkol de ayni isi görür. Ama ben denedim, yag daha iyi sonuc veriyor, daha pratik.
Ve bir de bazen mutfakta davlumbaz, lamba, firin kösesi vb. gözden irak gönülden irak yüzeylerin üzerinde yagli su buhariyla tozun birlesiminden olusan, neyle silersen sil cikmak bilmeyen, hatta silmeye calistikca daha beter yapiskanlasan bir tabaka var ya. Onun icin de öyle yag sökücü özel deterjan falan almana gerek yok. Yüzeyin ya da bezin üzerine biraz karbonat serp (Kabartma tozu degil, karbonat). Sonra biraz da su damlatarak nemlendir. Bu hafif nemli karbonatla hafifce ovarak sil. Bak, ne kadar kolay cikacak o inatci tabaka.
Haydi saglicakla kal :)
.
Leadership in the end times
15 saat önce