"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Çarşamba, Mart 21, 2007

Enerjiden tasarruf...

Hafta sonu okuduğum bir dergide enerji tasarrufu hakkında bir test vardı. Şunları öğrendim / tekrar hatırladım:


  • Gıdaların taze tutulması için buzdolabında ısının 7 derece olması yeterliymiş. Yani bundan daha fazla soğutmaya gerek yok, boşuna enerji kaybı...
  • Aynı şekilde dondurucularda da ısı -18 dereceden daha az olmamalıymış.
  • Fırın ve benzeri ısı kaynaklarının yakınına yerleştirilen buzdolapları daha fazla enerji tüketirmiş.
  • Enerji tasarrufu sağlayan özel duş başlıkları bildiğimiz duş başlıklarına göre %50 daha az sıcak su tüketmemize yardımcı olur, dolayısıyla enerji tüketimini de yarı yarıya azaltabilirlermiş. Değiştirmeye değer...
  • Enerji tasarruflu lambalar (Internette yaptığım ufak bir aramaya göre bu lambalar kompakt floresan ampul olarak da biliniyor.) bildiğimiz akkor lambalardan daha pahalı olmalarına karşın kullanırken hem oldukça tasarruflu, hem de çok uzun ömürlülermiş. 60 Watt'lık bir akkor ampulün aydınlattığı mekan için 11 Watt'lık bir enerji tasarrufu ampulü yeterli oluyormuş. Üstelik on kat da uzun ömürlü oluyormuş. Ekonomik nedenlerle bir evde tüm ampullerin değiştirilemediği durumlarda bile her akkor ampulün yanması/bozulması durumunda enerji tasarrufu sağlayan muadiliyle değiştirilmesi (yani geçişin aşamalı yapılması) bile büyük fark yaratıyormuş.
  • Televizyon, bilgisayar, video vb. elektronik cihazların Stand-by modunda bekletilmesi elektrik faturalarında pek hissedilmese bile toplamda ülke ekonomisine büyük yük getiriyormuş. Yani bu cihazları kullanmadığımızda tamamen kapatmak daha doğru...
  • Hanelerde enerji tüketiminin en büyük bölümü (%80 civarı!) ısınma için yapılmaktaymış. Yani bu konuda yapılacak çok şey var. Örneğin oda sıcaklığının sadece bir derece düşürülmesi %6 enerji tasarrufu sağlıyormuş.
  • Önemli olan her odayı uygun ısıda tutabilmek. Yatak odaları için 16 derece yeterli iken, oturma odalarının bundan biraz daha ılık olması , çocuk odalarında ise ısının 21 derecede tutulması (ve bundan daha sıcak olmaması!) öneriliyor.
  • Doğru havalandırma da önemliymiş. Pencerelerin sürekli açık tutularak odaların boşu boşuna soğutulması yerine gün içinde tüm penceleri ve kapıları açarak tüm evin aynı anda 5 dakikalığına havalandırılması yeterlimiş. Gerekli durumlarda 2-3 kez tekrarlanabilirmiş tabii...
  • Elektrikli ev aletlerini satın alırken enerji tüketim durumlarını da göz önüne almalıymış. Pek çok beyaz eşya belli bir enerji tüketim sınıflandırmasına göre etiketlenmiş oluyor. Buna göre A++ sınıfı aletler özellikle tasarruflu, G sınıfı aletler çok enerji harcıyor.
  • Kimi ev eşyaları alternatiflerine göre daha az enerji tüketimine sabep oluyormuş. Örneğin ocak üzerinde su kaynatmak veya yumurta haşlamak yerine su ısıtıcısı ve yumurta pişirme makinası kullanmak daha tasarruflu ve ekonomikmiş. Gaz fırınları da elektrik fırınlarına (ceran ve indüksiyon) göre daha enerji dostuymuş.

Pazar, Mart 11, 2007

Bugün canım masal anlatmak istiyor

Dün en son çocukluğumda okuduğum bir masala, Alan Durning'in "How much is enough?" adlı kitabını bir kitapçıda karıştırırken rastladım. Kitaba göre masal bir Polonya masalıymış... Tuhaf olan kitapta son derece kısa bir özeti olmasına rağmen, yıllar önce okuduğum bu masalı birden tüm detaylarıyla hatırlamamdı:

Karısıyla beraber deniz kenarında kum ve çakıldan yapılmış bir kovukta yaşayan fakir bir balıkçı varmış. Bir gün denize attığı ağına sihirli güçleri olan bir balık takılmış. Balık dile gelip "Eğer beni bırakırsan, bir dileğini gerçekleştiririm" demiş. Şaşkın balıkçı "şimdi içinde yaşadığımız kovuk yerine bir küçük kulübeciğimiz olsaydı, karnımızı doyurabileceğimiz kadar da yiyecek..." diyecek olmuş. Balık "eve dön, dileklerinin gerçekleştiğini göreceksin" diye yanıtlamış. Geri dönen balıkçı karısını bir kulübenin yanında gülümserken görmüş, ona başından geçenleri anlatmış. Bir kaç gün mutluluk içinde yeni kulübelerinde yaşamışlar. "Madem bir dilek hakkın vardı. Keşke bir ev dileseydin, şöyle küçük de bir bahçesi olan..." demiş kadın. Balıkçıyı bir umutla tekrar denize göndermiş. Ağını atan balıkçı şaşkınlıkla sihirli balığı çekmiş tekrar... "Ne istiyorsun?" diye sormuş balık. Balıkçı derdini anlatmış. "Geri dön, dileğinin gerçekleştiğini göreceksin" demiş balık. Balıkçı ve karısı bir hafta sevimli evlerinde mutlulukla yaşamışlar. Sonra evleri eskisinden çirkin, bahçeleri küçük görünmeye başlamış gözlerine. Artık balıkçı her hafta gidip ağını atarak sihirli balığı yakalıyor ve gittikçe artan yeni dileklerini aktarıyormuş ona. Balık da her defasında ona geri dönüp dileğinin sonucunu görmesini söylüyormuş. Gittikçe büyüyüp zenginleşen evleri, bir kale ve bir saray izlemiş ilerleyen haftalarda. Saraya dönüşen evlerinde geçirdikleri ilk günün sabahı balıkçının karısı doğan güneşe bakmış ve "Neden güneşe de hükmedemeyelim? Gidip balıktan bunu iste!" demiş. Balıkçı biraz korkarak da olsa gidip atmış ağını ve ağa takılıp gelen balığa en son dileklerini iletmiş. Balıkçı ve karısının bitmek bilmeyen dileklerinden bıkmış olan balık bu son dileğin imkansızlığı karşısında çileden çıkmış. "Git ve dileğinin sonucunu gör." demiş balıkçıya. Kıyıya geri dönen balıkçı sarayın yerinde yeller estiğini görmüş. Karısı eski püskü giysileri içinde kumdan yapılma kovuklarının yanında dikilmekteymiş...

Masalları hikayelerden ayıran şey gerçek hayatta olamayacak olaylar içermeleridir, denir. Yine de sormadan olmuyor. Bazı masallar etrafımızda veya kendi yaşamımızda kaç kez tekrarlanır durur? Daha da ötesi, doğa çileden çıkıp bir gün insanoğlunu da eski kovuğuna geri gönderir mi?

(Fotoğraf: kamoda )

Perşembe, Mart 08, 2007

Yaşamınızdan fazlalıkları çıkarın

Pazar günkü ufak temizlik sırasında Voluntary Simplicity üzerine pratik ipuçları içeren bir kitaptan aldığım bir not da ortaya çıktı. Ne yapacağımı düşünürken en iyisinin notu buraya, yani doğru yere arşivlemek olduğunu farkettim. Kitabın yazarını ve adını şu anda hatırlayamadım.

Yaşamınızdan fazlalıkları çıkarın:
Tüm evi, varsa arabanızı ve deponuzu dolaşarak ihtiyacınız olmayan eşyaları belirleyin.
Burada işe yarayacak kural: Eğer bir eşya bir yıl veya daha fazla zamandır kullanılmamışsa evden çıkmaya aday olmalıdır.
Bu tür eşyaları atılabilir, hediye edilebilir, bağışlanabilir, bit pazarında satılabilir vb. şeklinde ayırın.

Pek çok eşyadan vazgeçmek ilk anda kolay olmayacağı için bu tür büyük temizliklerin bir kaç seansta tekrarlanarak tamamlanması işi kolaylaştırabilir.

Kullanılmayan, ihtiyaç duyulmayan ama ayrılmak istemediğiniz şeyleri bir poşete ya da kutuya koyup, üzerine uzun bir süre sonrasının ( 6 ay veya bir yıl gibi) tarihini atın. Eğer bu süre içinde paket hiç açılmamışsa, kurtulun içindekilerden...

Pazartesi, Mart 05, 2007

Sisyphus kağıt dağına tırmanıyor...

Pazar günü ne tertipli, ne düzenliydim ben öyle?
Sabah nedense erken kalkacağım tuttu. O saatte ev halkını ayaklandırmadan yapılacak başka hiç bir iş olmadığından, telefonun yanındaki kağıt kalabalığına el atmaya karar verdim. Ne kadar da dikkat edilse evde en verimli üreyen şey kağıt, kağıt, kağıt... Küçük notlar, broşürler, postayla gelenler, orada burada elimize tutuşturulanlar...
Bugünlerde ihtiyaç duyma ihtimalimiz yüksek olan tesisatçının telefonu ilgisiz, tozlu bir alışveriş fişinin arkasından çıktı ve doğruca telefon defterine not edildi.
Son iki aydır gittiğim tüm doktorlara ait reçete, rapor vb.de "ararsan bulama bizi" dercesine masanın çeşitli yerlerine dağılmış durumdaydı. Aslında her türlü önemli belgeyi topladığımız bir klasör ve onun içinde de kocaman harflerle SAĞLIK diye ayrılmış bir bölüm var ve tüm bunların aslında orada olması gerek. Tek eksik ayaklanıp kendi kendilerini dosyalamıyor olmaları :-(
İlerideki aylarda gerekecek bazı şeylere ait bir listeyi iki kez hazırladığım da ortaya çıktı ayrıca. İlginç olan birbirinden ilgisiz zamanlarda hazırlanmış iki listenin de hemen hemen aynı olmasıydı. Yazılanların gerçek ihtiyaçlar olduğu bir şekilde onaylandı böylece :-)) Fazladan hazırlanmış olan liste, işi bitmiş başka pek çok notla beraber geri dönüşüm çöpüne yollandı...
Sabah serinliğinde bütün bunlarla uğraşırken yaptığım temizlikle ve şimdi daha düzenli görünen masayla gurur mu duymalıyım; yoksa bu kadar çok gereksiz kağıdı üretebildiğim için kendime kızmalı mıyım, bilemedim.
Gerekli tüm telefon numaralarını ezberden bilen, önümüzdeki iki haftanın tüm randevularını yer ve saat detayı ile aklında tutabilen, alışverişe listesiz çıkan ve ne eksik ne fazla, birşey atlamadan alıp getirebilen insanlar gerçekten var mı acaba? Yoksa onlar da bir şehir veya internet efsanesi mi? Modern çağların kahramanları herhalde böyle tiplerden seçilirdi. Ben onlardan değilim...

(Fotoğraf: the lady dimora)

Cuma, Mart 02, 2007

Küçük mutluluklar: hafta boyu...

Geriye dönüp bakınca, bütün bir hafta mutlu olmak için küçük sebeplerle geçmiş...

Pazartesi hava biraz kapalı ve soğuktu. Kakaolu kek yaptım. Tam hayal ettiğim gibi oldu. Bu kadar basit malzemelerden insanı böylesine mutlu edebilecek bir lezzet çıkması mucize gibi...

Salı günü pek sevdiğim ama uzun zamandır dinlemediğim bir şarkı internette çıkıverdi karşıma: Güneye giderken... Hani "Zefir radyoları var ya, briket duvarlarda" diye başlayan şarkı... Bir anda bir şehirlerarası otobüste, bir gece yolculuğundan sonra güneş doğarken hedefe yaklaşmışların çocuksu neşesi kaplayıverdi yine içimi :-))

Çarşamba günü eve dönerken farkettim. Bahçede, mutfak penceresinin tam altında kendiliğinden beyaz çiçekler açmış. Normalde bir-iki ay sonra yağacak son karın altından başlarını uzatmaları gerekiyordu. Ama hiç şikayet etmiyorum. Bu yıl da böyle...
(Fotoğraf: Wikipedia- Bernd Haynold)

Perşembe günü ekmek yaptım. Zaten başkaca hiç bir şeyin olmadığı günlerde bile fırından yeni çıkmış taze ekmek kokusu başlıbaşına bir mutluluk sebebidir.

Cuma gününün, yani bugünün payına ise güneş düştü! Biraz kapalı, puslu başlar gibi olmuştu gün. Ama öğleye varmadan harika bir güneş kaplayıverdi şehri. Bir günü kurtarmaya kendi başına yeter de artar bile...