Önceki gece biraz rahatsızlandım. Önemli bir şey değil...Fakat ciddileşmemesi için dün bütün günü hiç bir şey yapmadan yatıp dinlenerek geçirmem gerektiğini söylediler. Canıma minnet!
Sabah kahvaltıdan sonra oğlum, oyuncakları, battaniyeler, ben ve Kakuro bulmacalarım oturma odasında pencerenin karşısındaki kanepeye yerleştik. İki Kakuro bulmacasını çözmeyi başardım. Kakuro'nun mantığını anlar gibi oldum, kendimce bir iki genel çözüm stratejisi geliştirdim, keyiflendim.
Oğlumla "aaa, topa bak!" ve "oyuncağı bir elimden diğerine geçirebilirim ben" gibi çeşitli oyunlar oynadık. Biraz uyumayı denedik. Olmadı, telefon geldi. Kalkıp ailemi aradım, bayramlarını kutladım.
Kanapeye geri dönmeden önce Haşmet Babaoğlu'nun Kurban bayramı üzerine düşündürücü yazısını okudum. Yıllar önce başka bir gazetede -Radikal'de miydi?- kurban bayramının ve diğer dinlerdeki benzer uygulamaların "sakınanların şiddeti" olduğuna dair ilginç bir yazı okuduğumu hatırladım.
Öğle yemeğinde dün akşamdan kalan, velakin günün anlam ve önemine hiç mi hiç uymayan rezene yemeğini afiyetle yiyip bitirdim. Yerime dönerken bir büyük bardak çay ve bir kaç bisküvinin bana eşlik etmesine izin verdim. Çay içip bisküvi yemeyi severim. Özellikle kışın...
Bu arada camdan dışarıyı seyrettim uzun uzun. Daha önce söylemiş miydim? Bebek televizyonumuzda program değişikliği var. Huş ağacı ve göküzünün yerini gökyüzü ve deniz aldı. Hava biraz kapalı ve keyifsizdi. Güneş bulutların arkasına saklanmış. Uzakta, Luqa'daki havaalanına inip duran uçakları seyrettim. Hayal meyal gördüğüm açılmış iniş takımlarının, göremediğim piste değdiği anı hayal ettim. Tanımadığım yolcularla beraber bitmiş bir uçak yolculuğunun huzurunu duydum her seferinde.
Valletta'nın iki tarafındaki iki büyük doğal limana turist götüren büyüklü küçüklü tur teknelerini izledim. Bir çok turistin kendilerine verilen battaniyelere sarınarak dışarda oturmayı tercih ettiklerini gördüm. Ben de olsam öyle yapardım. Valletta Sliema arasında düzenli aralıklarla gidip gelen Valletta dolmuşunu* gördüm defalarca.
Sonra martı gördüm bir tane. Buraya geldiğimden ber ilk kez... Elektrik tellerine ve balkona konan bir kaç serçe...
Denizin gün içinde değişip duran rengini izledim. Mavili yeşilli o güzel renge petrol keşfedilip mertlik bozulmadan önce ne isim verildiğini düşündüm. Denizin yüzüne bakarak rüzgarın yönünü ve şiddetini anlamaca oynadım. Bu oyuna oğlum katılmadı ama. Bu, büyükler için bir oyun...
Uzaklardaki bir kaç dosta benim olmayan bir bayramı kutlayan tebrik kartları yazdım. Onlar mutlu olsun diye, onların da beni mutlu ettiği gibi...Internetten de yazıp gönderebilirim ama böylesi daha hoş geliyor bana.
Dışarıda, Sliema'da, hoparlörlerden gün boyu Noel şarkıları çalınan ve akşamları Noel süsleri ile daha da canlanan caddelerde, günlerden beri devam eden hay huyu, koşturmacayı düşündüm. Türkiye'nin büyüklü küçüklü tüm şehirlerinde geçen haftadan beri devam eden ve önümüzdeki 3-5 gün daha devam edecek koşturmacayı düşündüm. Neden dünyanın her yerinde bayramlar -öncesi ve sonrası dahil- böyle koşturmacayla geçiyor? Bir gün olsun bir köşeye çekilmek, biraz yaşam, biraz dünya, biraz o günün anlamı üzerine düşünmek...
...başka hiç bir şey yapmamak...
...belki sevdiğimiz bir kaç kişi ve sevdiğimiz bir kaç şeyi yanımıza alıp...
...oturmak ve sadece düşünmek...
...konuşmak belki azıcık da...
...fena olmaz mıydı?
...diye düşündüm.
Belki öyleydi zaten her bayram en başında.
Düşünmek zor geldiği için...
...ve derin şeyler üzerine konuşmak hep biraz korkutucu...
Belki işte o yüzden oraya buraya koşturmalar, hazırlıklar, özel(leştirilmiş) yemekler ve yiyecekler, görev olsun diye hediyeleşmeler,sıra savar gibi mesajlaşmalar birer ritüel halini alıverdi.
...diye düşündüm.
Böyle geçti bir bayram günüm işte...
Green gaslighting
14 saat önce
Ben en çok insanların bir araya gelmek için bayram bahanesine dayanmasına sinir oluyorum. Sanki sadece birbirini seven akrabalar, eş dost bayramlarda bir arada bulunabilirmiş gibi...Herkesin yüzünde bir naske, yapay ir gülümseme, elden ele dolaşan çikolata yada şeker kutuları, el öpme denilen o korkunç ve hiçbir zaman anlam veremediğim ki bu yüzden her zaman reddetmişimdir birinin elini öpmeyi (köle miyiz efendimizin elini öper gibi), birlikte yenen yemekler v.s Hele bazı aileler akrabalar vardır ki bayramlar dışında ne birlikte vakit geçirir nede birbirlerini ziyaret ederler...Bayramlarda da can ciğer kuzu sarması olurlar. Ben de sevmem bayramları...Yalnız değilmişim demek ki... Bu arada oğlun kaç yaşında? Öpüyorum ikinizi de...
YanıtlaSilMerhaba Hande,
YanıtlaSilOğlumla (6 aylık :)) birlikte hala şiddetli soğuk algınlığından muzdaribiz :( Ne yapalım, bu bayram da böyle oldu...
Selamlar
Wegwarte ciğim çok geçmiş olsun. Umarım en kısa zamanda iyileşirsiniz. Sevgiler...
YanıtlaSilSevgili Evren,
YanıtlaSilTelevizyonunuz ne kadar zevkli ve renkli!! Ben de mutfagimin televizyonunu cok severim. Calisirken bazen uzaklari, ormani, ufku, bazense gelen otobüsten inen yolculara, binenlere bakar, büyümelerine tanik oldugum komsu cocuklarinin oyunlarini izler, yasli komsu amcanin her mevsim elma agaclarina cocuklari gibi bakisina tanik olur calismami bayginlik ve yorgunluktan kurtaririm...
Bayrami, beni ve konustugum kisileri mutlu eden bir kac telefon görüsmesi disinda bizim evde de sadece olagan bir gündü. Noel'i de ayni olaganlikta atlatmaya gayret ettik. Sakin ve her anlamdaki az tüketimle!!
Ayça'cığım,
YanıtlaSilSizinki de bizimkinden aşağı kalmıyor doğrusu... Hatta bizim eski televizyona benzettim de biraz burnumun direği sızladı. Deniz insanı olamayacağım ben galiba hiç bir zaman. Neyse, haftaya ben de oralarda olacağım kısa bir süreliğine...
Az tüketmeye ve az tüketilmeye devam :))
Sevgiler