İçeceğini al da öyle gel değerli okuyucu. Hissediyorum yine daldan dala atlayan bir yazı olacak bu.
*
Dikkat! Isınma hareketlerine vaktim yok. Balıklama dalıyorum.
*
Dün ekmek yaptım. Son zamanlarda havaların soğumasıyla (biliyorum Aralık ortası için tuhaf bir laf bu, ama burada iklim böyle) kefir tüketimimiz azalmaya başladı. Biricik kefir taneciğimiz "tombul"un bundan haberi yok tabii. O, yüksek turda kefir üretmeye devam ediyor. Bu yüzden biriken kefirleri ekmek hamuruna katmaya başladım. Hazır ekmek mayası ile kefirdeki maya güzel güzel geçiniyor olmalılar ki, ekmek her zamankinden daha lezzetli oluyor. Kefir fazlası olanlara duyurulur.
Böylece "yapılacak yiyecekler" listemde kefirle ekmek maddesinin üzerine de bir çizgi çekmiş oluyorum. Kefirin altındaki çizgi asıl amacımızın onu tüketmek olduğunu gösteriyor. Son zamanlarda buzdolabında, buzlukta ve kuru gıda dolabında bizi bekleyen yiyecekleri unutmaya başladığımdan aldığım bir önlem bu. Geçen hafta sonu bütün dolapları tek tek dolaşıp sözkonusu listeyi hazırladım. Üzümlü kek, börülce salatası gibi maddeleri de içeren uzun bir liste bu. Evdeki gıda stoğunu kontrol altında tutmak için her hafta tazelemeye karar verdim. Üstelik aynı zamanda beni her gün ne pişirsem derdinden de kurtardığını farkettim. Bir taşla iki kuş...
Bu listeyi hazırlarken bir taraftan kulak kabarttığım El Cezire'deki programın konusu "Dünyada Açlık" idi. Duyduğum şeyler yaptığım şeyle karşılaştırınca utanmama sebep oldu doğrusu. Dünya nüfusunun yaklaşık altıda biri, yani bir milyar kişi açmış! Programda belirtildiğine göre sorunun temel kaynağı dünyanın artan nüfusu besleyememesi falan değil. "Gıda güvenliği"nin (food security) sağlanamaması yani dünyanın bazı bölgelerinde, varolan olan gıdaya sürdürülebilir bir şekilde erişememek asıl sorunmuş. Gıda güvenliği, savaşlar, iç huzursuzluklar, doğal felaketler, çevre felaketleri, iş bilmez veya işini bilen yönetimler nedeniyle sağlanamıyormuş. Aya gitmeyi başaran, Mars' gitmekten bahseden ama aynı gezegendeki bazı bölgelere yeterli yiyecek eriştiremeyen tuhaf yaratıklarız biz. Bu yılın başından beri yükselmeye başlayan gıda fiyatları da açlığın içinden çıkılmaz bir girdaba dönüşmesine yol açıyormuş. Gıda fiyatlarındaki artışta bio-yakıta olan talebin artması da rol oynuyormuş. Düşünsenize, tahıllardan çevreye daha az zararlı enerji üreteceğiz derken, dünya nüfusunun bir kısmının aç kalmasına katkıda(!) bulunuyoruz. "Aaa, bizim ne ilgimiz var, bio-yakıt kullanmıyoruz ki!" demeyin. Gittikçe küçülen küremizde satın aldığımız bazı ürünler veya onların hammaddeleri biyolojik kaynaklı enerji kaynakları kullanılarak üretiliyor. Özet olarak, enerji tüketiminde küresel durumumuz yukarı tükürsen fosil yakıt, aşağı tükürsen bio-yakıt şeklinde. "En temiz enerji, kullanılmamış enerjidir" tezi bir kez daha doğru görünüyor gözüme.
Geçen hafta aynı zamanda "yapay köpüklerle savaş eylem raporu"na yazılabilecek bir takım etkinliklerle geçti. Harekete geçmek için eldeki şampuan, el sabunu, banyo jeli, vb. stoğunun tükenmesini beklemenin saçma olduğunu farkettim. Girit'ten gelme halis muhlis zeytinyağı sabunu bulduğumdan bahsetmiştim, değil mi? Radikal bir geçiş yaptım kendilerine. Sıvı el sabunu ve banyo jeli maddelerinin üzerine hiç zorlanmadan çizik attım da şampuan yerine sabun kullanmak beni ilkin biraz korkuttu doğrusu. Ama tuhaf şey, korktuğum gibi saçlarımı dolaştırıp canına okumadı zeytinyağlı sabun. Hiç bir sorun yaşatmadı bana yıkarken. Belki şekle sokması biraz daha zordu. Ama bu aralar mesleki performansımla saçımın ne kadar ütülü olduğu arasında bir korrelasyon olduğunu öngören bir yöneticim olmadığına göre bunu da dert etmiyorum. Böylece şampuan maddesinin üzerini de çiziyorum galiba :D
Gelelim diş macununa... İşin içinde dişler ve dişetleri olunca deneysel girişimlerde daha da korkak olabiliyorum. Ayrıca kullanımı diş macunu kadar da pratik olan bir şey arıyorum. Örneğin bol klorofilli yeşil bitkilerin (nane, maydonoz, dereotu, kereviz, vb.) ağızı temizleme ve ferahlık verme konusunda özel bir becerileri olduğunu biliyorum (deneyin, inanılmaz etkili!) ama her yemekten sonrasına bir avuç maydonoz hazır edip yemek bana çok pratik gelmiyor. Bu arada diş macunu konusundaki arayışlarımı bilen Işıl bana doğal bir tarif göndermiş:
25 ml tatlı badem yağı
5 damla peppermint yağı
5 damla spearmint yağı karıştırılıyor.
Bu miktarlar çocuklar için, yetişkinler kendileri için nane yağlarının miktarını iki katına çıkarabiliyor, ayrıca sevdikleri başka hafif eterik yağlardan ekleyebiliyorlar. Hafifçe ıslatılmış diş macununa 2-3 damla damlatılarak kullanılıyor.
İlk bakışta kulağa tuhaf geliyor, değil mi? İçeriğinde sadece yağ var çünkü. Ben badem yağına spearmint yağıyla bergamot yağını karıştırdım, peppermint hiç eklemedim. Diş macunlarının reklamlarında gösterilen o zalim (!), korkunç (!), feci (!) bakterilerle savaşmakta ne derece etkilidir bilmiyorum, ama ağıza verdiği ferahlık duygusu kesinlikle diş macunundan aşağı kalmıyor. Bu deney bana aynı zamanda hafifçe ıslatılmış ve üzerine hemen hiç bir şey konmamış diş fırçasıyla yapılacak mekanik bir temizliğin bile büyük etkisi olduğunu gösterdi. Sanırım diş macunundan tamamen vazgeçemesem de kullandığım miktarı azaltabilirim artık. Işıl, tarif için teşekkürler.
Peki artık kullanılmayan şampuan, sıvı el sabunu, banyo jeli, vb. ne olacak? Öneriniz var mı? Yer temizliğinde azar azar kullanabileceğim geliyor aklıma. Elbette bu, marketlerin temizlik reyonlarını bonbon şekeri gibi dolduran rengarenk "genel amaçlı temizlik sıvısı" üreticilerinin pek hoşuna gitmeyebilir. Çünkü onlar bizi, adı üstünde formülü sabit, genel amaçlı temizlik maddesi satın aldığımıza değil de, "bahar esintisi", "dağ esintisi", okyanus meltemi" aldığımıza ikna etmeyi daha doğru buluyorlar. Bizler de evimizde büyülü bir şekilde "lavanta tarlası", "limon bahçesi" açtıran deterjanları, banyodaki "orkide ve nar çiçeği tınısını" veya saçlarımızdaki "ipeksi kaşmir dokunuşu"nu öylesine önemsiyoruz ki, market rafları önünde derin, içinden çıkılmaz düşüncelere boğuyor bu bizi. "Vanilya-hindistan cevizli şampuan mııııı, salatalık-limon özlüsü müüüüü?" diye gidip geliyor kafamızın içindeki sarkaç. Sanki işte o küçücük karar, saçımıza süreceğimiz şampuanın ne menem koktuğu, kişiliğimizi, yaşamımızın yönünü ve her şeyimizi belirleyecek.
"Bak reklamcı arkadaş, 'bu şampuandır, saçını temizler, biraz da güzel kokutur' demelisin. Aksi tüketiciyi yanlış yönlendirir, acımasızca tüketimi körükler" saflığından vazgeçeli çok oldu. Fonksiyonun değil imajın alınıp satıldığı bir dünyada yaşıyoruz açıkça. O yüzden otomobiller dört tekerlekleri üzerinde bizi üşümeden, terlemeden, yorulmadan bir yerden bir yere hızlıca götüren araçlar değiller. Otomobiller bize ve çevremizdekilere kim olduğumuzu, nasıl yaşadığımızı, nasıl düşündüğümüzü, neyi hak edip neyi etmediğimizi anlatır. Otomobil reklamları bize güzel, çekici kadınları (ve nadiren de çekici adamları), bahçeli şık evleri, tartışmasız en cool bakışı kimin hakettiğini söyler; ıssız dağ başlarındaki özgürlüğe, tropik kumsallardaki huzura, aile mutluluğuna nasıl kavuşulacağını gösterir. Hâl böyle iken, tüketiciye kalan sadece bilinçli olmak. En az reklamcılar kadar bilinçli, en az onlar kadar kurnaz...
Neden aynı ürünün bonbon şekeri gibi yirmi beş ayrı renk, koku ve "konsept"te sunulduğunu,
neden otomobil reklamcılarının ıssız kumsalları TEM otoyolundan daha çok sevdiğini,
neden kasadaki sevimli ve düşünceli kızın bir loyalty (sadakat) kartından haberdar olup olmadığımızı sorduğunu,
neden internetteki kitapçımın bazı kolaylaştırıcı hizmetleri sadece -ücretsiz- kayıt olmam durumunda kullanımıma açtığını,
X firmasının bugünlerde DVD-Çalarlarla ilgilendiğimi, üstelik bir de numaramı nereden bilip cep telefonuma bir SMS gönderdiğini bilecek kadar bilinçli...
En azından....
Sadece imajın cilasını kazıyıp altta duranı görmek için değil, Müşteri ilişkileri yönetimine (CRM-Customer Relations Management) karşı omuz omuza verebilmek için üreticiler ile ilişkilerimize bir çeki düzen vermek, bir tür "üretici/satıcı ilişkileri yönetimi" geliştirmekte fayda var. Adını biz de süslü bir PRM (Provider Relations Management) koyabiliriz mesela. Meyvelitepe, konuya dikkat çeken yazınız için teşekkürler.
Bu arada Canterbury piskoposu Rowan Williams ekonomik krizin gerçekliğin yeniden değerlendirilmesi için iyi bir fırsat olduğunu beyan ederek, durgunluğu tüketimi arttırarak yenme niyetinde olan İngiliz Başbakanı Gordon Brown'ı yermiş. Pek takip edemiyorum ama anlaşılan küresel ekonominin karar mercileri tüketimi körüklemek dışında krize yaratıcı bir yaklaşım getiremiyorlar. Vatandaşlarına harcamaları için belli miktarlarda hediye çekleri vermeyi düşünen Almanya da benzer bir çaba içinde bildiğim kadarıyla. Bu yılın başında Amerika Birleşik Devletleri de emlak kriziyle durgunluğun ilk işaretleri geldiğinde vergi indirimiyle finanse edilecek benzer harcama çekleri dağıtmakta bulmuştu çareyi. Simple Living Network "Change this stupid economy!" (Bu aptalca ekonomiyi değiştir!) sloganıyla bir karşıt eylem başlatmıştı hatta. Hareketi başlatan küçük kıvılcım da şu yazıydı. Halihazırdaki ekonominin aptalca olduğu konusunda galiba hemfikiriz; bir de yerine koyabilecek yaratıcı çözümü bilebilseydik. Cantebury piskoposu da bilmiyor sanırım.
"Bahçe"den haberlere gelince...
Liçi küçük küçük yapraklar vermeye devam ediyor ama fotoğraf çektirmek için hâlâ istekli değil.
Keçiboynuzu 3. yaprak çiftini büyüttü, hem de çok büyüttü. 4. için çalışıp çabalamakta.
UGO'nun bir çim tohumu olduğunu sanıyorum. Toprağı eşeleyip baktım, benim son zamanlarda uğraşığım tohumlara benzemiyor. Üstelik gayet de çim gibi büyüyor. Satın aldığım toprakla beraber geldiğini tahmin ediyorum. Yani o gerçek bir "dış uzaylı".
İki nergis soğanı diktim. Evde soğanlı bitki yetiştirmek için son demleriniz olabilir veya çoktan mevsimi kaçırdınız. Üstelik ben de haber vermeyi unuttum. Bir sonraki kışa unutmayalım. Bu nergis soğanlarından çiçek çıksa da çıkmasa da, bir hikaye çıkacak gibi. Adı "nergis olmazsa sarımsak" olabilir. Bakalım...
Bir baharat bahçesi yaratma girişimim oldu.Mevsim itibariyle kısmen başarısız. Bir saksıya karabiber, keten tohumu, çörekotu, kimyon tohumu, hardal tohumu, kakule ektim. Bunlar mutfakta kullandığım tohum baharatlardan bir kısmı. Saksıda durumları ne olur diye merak ettim. Soframıza gelen şeylerin yaşayan ve yeni yaşamlar yaratma potansiyeline sahip nesneler olduğunu bilmek hoşuma gidiyor. Ayrıca bazılarının çok da güzel çiçekleri olduğunu duydum. Çörekotu ve kimyon tohumu filizlendi, diğerlerinden ses yok. Baharda tekrarlamak üzere rafa kaldırdım bu projeyi.
Bugünlerde böyle akıp gitmekte yaşam bu kıyıda. Sizlerden ne haber?
China syndrome?
7 saat önce
evrencim ne sevindim yine uzun yazı görünce.. kefirle lor da yapabilirsin kendin. sütü kaynatırken içine bir parça kefir atıp kesilmesini sağla, koyu kıvamı elde edince bir tülbentle süz, nefis bir lora sahip olabilirsin. süzdüğün peyniraltı suyunu da sakın atma evde yaptığın ekmeğin içine bu su harika oluyor..
YanıtlaSilkalan şampuanları ve sabunları arapsabunu ve suyla karıştırıp yer silme sıvısı yapıyorum ben, öyle okyanus vs. gler gibi güzel koksun istiyorsan diş macunu için kullandığın yağlardan ekleyebilirsin içine. ben lavanta yağı eklemiştim mis olmuştu..
liçiye de çok selam bol öpücük benden....
ne güzel bir yazi..bu "basit yaşam formüllerini" bulmak beni mutlu etti.Diş macununu denemek istiyorum. Çiceklerini çok sevdim.Ama yaz ayında bunun için cesaretli olacagim sanirim..Peynirde yasana evren ? İçinde ne varsa, bir süre sonra plastik gibi oluyor ya...
YanıtlaSilAh o kefir bende olsa :P
YanıtlaSilIngilizce'de buttermilk diyorlar, ararsan bir suru tarif bulabilirsin. Ben limonlu kek yapiyorum Ev Cini'nin tarifi. Bayila bayila yiyoruz. Turkiye'de hazir satilan kefirle yaptim. Olmadi :( Ingilizlerin meshur scone lari da kefir ile yapiliyor. Evren bu bana yapilir mi yaaa :)
Kakule yetistirme isini pek bir merak ettim. Gerci Hindistan'dan bol bol getiriyorlar ama olsun kendi yetistirdigi baska insanin degil mi :)
çok güzel bir yazı olmuş yine.. diş macununu en kısa zamanda denemek istiyorum. belki yağlardan biri bakteri öldürücü özeliği de olan bir yağla da değiştirilebilir?
YanıtlaSilFunda,
YanıtlaSilSütün limon veya sirkeyle kesildiğini biliyordum ama kefirle kesildiğini senden öğrendim :)
Diğer konuda seninle aynı fikirdeyim. Temizliğimin nasıl kokacağına ürün geliştiriciler değil ben karar vereyim, değil mi?
Liçi bu uzak öpücükleri hissedip de büyüyor kesin :)
Brajeshwari,
Bir limon çekirdeğini küçücük bir saksıya ek. Evin güneş alan, ılık bir yerine yerleştir. Ankara'da kışın kalorifer faktörü var. Odanın havası fazla kuru olmasın. Kaloriferin üzerine su dolu bir kap koy; kabın içine bir kaç damla da alacağın nane yağından damlat. Hem bu sorunu kısmen çözer, hem de oda hoş kokar. Erteleme, yazı bekleme.
Peynir için iyi maya bulmak gerek sanırım, belki bir gün...
Dilek,
Ben buttermilk'i bayıla bayıla içerdim ama ondan hiç kek yapmamıştım. Tarifini araştırayım. Ama ben limonu sarartmak için kullandıkları madde yüzünden iç rahatlığıyla kullanamıyorum kabukları :( Buna çözümün var mı?Şimdi scone nedir araştırıp öğrenmek ve yapmak ve kargoya vermek şart oldu, değil mi? Asıl bu bana yapılır mı? :P
Kakule tamamen benim deneysel uydurmam. Bir yerde okumuş falan değilim. Bu şekilde yetişir mi bilmem, yetişse de meyve vereceğini sanmam.
N.,
Teşekkürler, aynı şey benim de aklıma geldi. Fakat antibakteriyel özelliği güçlü yağlar (en azından benim bildiklerim) biraz güçlü yağlar oluyor hep. O yüzden bergamot dışındakileri araştırıp bir yerlerde tavsiye edildiğini okumadan denemeye cesaret edemedim.
Evren, banyoda jel ve şampuan kullanmadığımı söylemiştim hatırlarsan. Kalan şampuanları, yün kazak ve diğer yün giysileri elde ya da makinada( sıkma yapmadan ) yıkamada kullanıyorum. Yumuşacık oluyorlar böylece.
YanıtlaSilBen de lor için sütü limon ya da sirkeyle kestiriyordum. Kefirle de yapacağım artık. Teşekkürler Funda.
Kefirli sconu öğrenirsen bana da söyler misin? ( Ne garip, yemek blogu yazmama rağmen, internette tarif aramayı sevmiyorum artık.)
Bir de - affına sığınarak Evren - Berceste'ye bir notum var: Bana annenin adresini yazarsan, sana hemen kefir gönderirim.
Baharat bahçesi fikrinden yararlanacağım bahara. Alternatif diş macunu fikrinden de hemen.
Sevgiler Evren. Kereviz sapı ve brokoli yiyen miniğini de öp benim için.
Cok guzel bir yazi olmus.Ellerinize saglik.
YanıtlaSilTohumlardan cimlendirme konusunda biraz korkagim ama bundan sonra ben de basliyorum! Aslinda 1 hafta kadar once, taze zencefil (ginger) kokunu buralarda bulma keyfine eristim. Onlardan bir kac tane koku topraga soktum. Bilmem cikar mi? Aslinda kurusu hayatta cikmaz diye dusundugumden hic denemedim, ama kimbilir!
Evren, gecmis yaziliriniza donup bakacagim ama bulasik ve camasir deterjani icin de ise yarayan, kullandiginiz bir tarif var mi?
Evreeenn burcuya anlattığın o "limon çekirdeğini saksıya ek" sözü limon ağacı yetiştirmek için mi, evde olabilirmi yani. ben mi anlamadım yoksa.
YanıtlaSilMünevver Hanım,
YanıtlaSilen son seferinde sabunla yıkamıştım yünlüleri.
Bir daha sefere şampuan kullanayım. Bu fikir için teşekkürler.
Scone tarifi ulaştı galiba :)
Pınar,
Zencefilin kökünden nasıl yetiştirildiğine dair bir site biliyorum ama Almanca. Yine de fotoğrafları ilgini çeker diye veriyorum linki
Temizlikle ilgili bulduğum, uyguladığım yöntemleri doğal yöntemler etiketinin altında topluyorum. Bir çok yazıda geçti ve diğer arkadaşlardan da ilginç öneriler geldi. Oraya bakabilir misin? İşine yarayacak bir şeyler bulacağından eminim.
Funda,
Sıcak bir iklimde, yeterince beklersen ve iyi bakarsan bir limon ağacın olur elbet. Eğer bilen birisi de aşılarsa onu, meyve bile verir herhalde :) O zaman ben de senin limonlardan nasiplenir, gönül rahatlığıyla limonlu kek yapabilirim :))
yapıcammmm..çok heyecanlandim.
YanıtlaSilBabamın ofisinde limon agaci var..O kadar güzel ki..Dur bunu hemen yapayim..Sagol Evren ya..
Burcu,
YanıtlaSilDün ben de mandalina çekirdeği diktim seninle beraber yetiştirmek için. Tavsiyene uyup "Merhaba mandalina" yazdım başucuna da :)