"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Cumartesi, Şubat 06, 2010

Gönüllü Sadelik - Jon Kabat-Zinn'in gözünden kahvaltı sofrasında farkındalık


Kendim için ve Münevver Hanım ve "zihnimi kitabın kalın kalkanı arkasına saklamak ihtiyacı" ifadesinin sahibi Selen icin ...
Kitabın bu bölümünün başlığı "Absichtsvolle Einfachheit". Birebir "gönüllü sadelik" anlamına gelmiyor ama kitabın İngilizce aslına bakabilseydim, bu bölümün başlığı büyük ihtimalle Voluntary Simplicity olurdu. Yazının sonunda Thoreau'dan ünlü bir alıntı var. Ben onu çevirmeye üşendiğimden İngilizcesini bulup kopyaladım yerine. Elinde Walden'ın Türkçesi olan bir gönüllü, o paragrafın çevirisini yazabilirse şükran duyarım.

Kitabın bu bölümünü özellikle tamamen çevirip paylaşmak istedim. Çünkü farkındalık geliştirmek için büyük bir ilk adım olduğunu düşünüyorum burada yazılanların. Hiç bir şey yapamıyorsa en azından bunu yapmalı insan. Ayrıca ben tipik bir kahvaltı-sofrasında-mısır-gevreği-paketi-okuyucusuyumdur. Kendime ne yaptığımı unutmayayım, şöyle hep gözümün önünde dursun istedim.

*
Gönüllü sadelik
Kendimde, içinde bulunduğum ana fazladan bir şey daha sıkıştırmak dürtüsü hissettiğim çok olur. Bir telefon görüşmesi daha veya yol üzerinde uğranacak bir yer daha...

Zamanla bu dürtüyü tanıyıp ona karşı şüpheyle yaklaşmayı öğrendim. Ona hayır demek için çaba harcıyorum. Kahvaltı sırasında gözlerimi mısır gevreği paketine yapıştırıp yüzüncü kez içindekiler listesini veya üretici firmanın şaşılası promosyonunu okumama sebep olan işte bu dürtüdür. Beslenebildiği sürece onun için gıdasının nereden geldiği önemli değildir. Gazete veya bir satış kataloğu veya tam da şu anda yakınımda duran herhangi bir şey onun için ilginç olabilir. Zamanı doldurmak konusunda hırslıdır; beni mümkün olduğunca bilinçsiz, hissiz bir uyku halinde tutabilmek için zihnimle gizli bir işbirliğine girmiştir. Öyle ki, kahvaltı sofrasında olduğumun bilincine varmama engel olan, karnımı sadece onunla doyurmama sebep olacak kadar yoğun bir sisin içinde bulurum kendimi. Bu sis nedeniyle diğerleri için erişilmez bir hal alırım, ışığın kahvaltı masasında oynadığı oyunları, mutfaktaki kokuları kaçırırım. Her birimiz gün içinde kendi yolumuza gitmeden önce, kahvaltı sofrasında yasadığımız birlikteliğe ait konuşma ve tartışmalar da dahil, anın tüm enerjisini de kaçırmış olurum böylece.

Bu türden dürtülere karşı durabilmek için istekle gönüllü sadeliği uyguluyorum. Belli bir anda sadece ve sadece tek bir iş yapmak ve o belli anda tamamen ve bütünüyle bu iş için hazır bulunmak konusunda kararlılık göstermek yaptığım şeylerden biridir.

Gönüllü sadelik bir gün içinde daha çok değil, daha az yerde bulunmak; daha çok şey görebilmek için daha az göz atmak; daha çok şey yapabilmek için daha az şey yapmak; daha çok şeye sahip olabilmek için daha az şey edinmek demektir. Her ne kadar zaman zaman gönülden dilesem de, küçük çocukları olan bir baba, bir eş, anne-babamın en büyük çocuğu, ailesi için ekmek parası kazanan ve mesleğini yürekten icra eden biri olarak, orman içinde bir gölcüğün yolunu tutmak, orada bir kac yıl boyunca bir agacın altında oturmak, çimenlerin büyümesini dinlemek ve mevsimlerin değişimini izlemek imkanına sahip değilim. Buna rağmen aile yaşamının karmaşası ve organize kaosun ortasında ve meslek yasamımın tüm gereklilikleri, sorumlulukları, hayalkırıklıkları ve ödüllerine rağmen küçük şeylerde hep basitlikten yana karar kılabilmek için sayısız fırsat bulunur.

Temel olarak "daha yavaş bir tempo"ya şunlar örnek verilebilir: Çalan telefona koşmak yerine, vücuduma ve zihnime kızımın yanında kalmayı emretmek, birine "tam da şu an" telefon edilmesi gerektiğini söyleyen içsel dürtüye karşılık vermemek, herhangi bir şeyi tamamen anlık bir dürtü ile satın almamak; gazete, televizyon ve reklamların çaldığı alarm zillerine düşünmeden tepki vermemek. Bütün bunlar insanın yaşamını birazcık da olsa basitleştirebilmesi için elde olan olasılıklardır. Buna ek olarak, bir akşam boyunca hiç bir şey yapmadan oturmak, kitap okumak, kendi başıma, çocuklardan biriyle veya eşimle yürüyüşe çıkmak, ayı gözlemek, ağaçların altında durup yüzüme vuran rüzgarı hissetmek ya da erkenden uyumaya gitmek sayılabilir.

Yaşamımı mümkün olduğunca basit tutabilmek için "Hayır" diyebilme alıştırmaları yapıyorum ve içimde bunu asla yeterli ölçüde yapmadığıma dair bir his var. Hayır demek gerçekten büyük çaba gerektiren bir eylem ve sonuç bu çabayı göstermeye gerçekten değiyor. Ama hiç de kolay degil. Sonuçta yaşamda karşımıza sadece bir kez çıkan fırsatlar ve doğası gereği mecbur olduğumuz şeyler var. Kendine sadeliği görev edinmek; gereklilik üzerine yeniden ve yeniden düşünmeyi, nesne ve durumları her an yeniden değerlendirmeyi ,onları derinlemesine incelemeyi ve böylece zor da olsa bir denge kurmayı gerektiriyor. Tüm güçlüğüne rağmen gönüllü sadeliğin temel olana (yani zihne , vücuda , herşeyin birbirine bağlı olduğu ve her kararın çapı büyük sonuçları olduğu türden bir dünyaya) karşı farkındalığımı arttırdığı duygusu içindeyim. Her şeyi kontrol altında tutmak zorunda değilsiniz. Mümkün olan her firsatta sadeligi tercih ettiginiz zaman, her daim elinizden kaçıp giden o özgürlüğü sunacak yaşamınız size ve "az"ın aslında "çok" demek olduğunu keşfedeceksiniz.

Simplicity, simplicity, simplicity! I say, let your affairs be as two or three, and not a hundred or a thousand; instead of a million count half a dozen, and keep your accounts on your thumb-nail. In the midst of this chopping sea of civilized life, such are the clouds and storms and quicksands and thousand-and-one items to be allowed for, that a man has to live, if he would not founder and go to the bottom and not make his port at all, by dead reckoning, and he must be a great calculator indeed who succeeds. Simplify, simplify. (Thoreau, Walden)
Fotograf: Westpark

17 yorum:

  1. Piyuuu.. Tam yılmak üzereydim, buldum nihayet 83. sayfada...
    Senin okuyucularına tek tek ilgilendikleri başlıkları sorup, kitabından çeviriler yapman yanında benim bu arayışımın lafı bile olmaz gerçi..

    *
    "Sadelik, sadelik, sadelik! İşleriniz yüzlerce, binlerce olacağına iki ya da üç tane olsun, derim; bir milyon yerine yarım düzine sayın, hesaplarınızı parmaklarınızın ucunda tutun! Uygar yaşamın bu girdaplı denizinde, kişinin üstesinden gelmek zorunda olduğu bulutlar, kasırgalar, kum bataklıkları ve bunun gibi bin bir çeşit şey vardır. Su alıp batmadan, dibe çökmeden ve rotasından sapmadan yaşayabilmek için insanın çok iyi bir muhasebeci olması gerekir. Sadeleştirin, sadeleştirin!"

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Evren,

    Sindire sindire, defalarca okumalıyım bu bölümü. Bende de "Ana fazladan bir şey sıkıştırma dürtüsü" fazlasıyla var. Öncelikle bundan kurtulmalıyım demek ki. Bir de düşüncelerimde sadeliğe gitmeliyim. Yaşantımda sadelik tamam da düşüncelerimi terbiye etmeli, basitleştirmeliyim. Günlük hayatta sadelik de bu düşüncelerimin sonucu ama gereksiz olanları savuşturmayı da öğrenmeli, bunun üzerinde çalışmalıyım.

    Güzel bir kaynak olacak bizim için bu dizi. Diğer bilgiler gibi.

    Thoreau' dan alıntı için Yaban'a ve Evren sana teşekkürler.

    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. Jon Kabat Zinn'in gönüllü sadelikten anladığı benim anladığımla çelişiyor. Hiç bir şeyden vazgeçmek istenmiyor ne günlük hayattan, ne işten ne telefon görüşmelerinden, ne tv seyredip, gazete okumaktan. Tek istenen biraz frene basabilmek ve günlük tempoyu azıcık yavaşlatabilmek, bunun adı gönüllü sadelikten ziyade gönüllü yavaşlama olsa daha iyi olmaz mıydı?
    Not:
    Kitabın İng. aslında da o bölümün adı "Voluntary Simplicity." (Amazon üyeleri için "search inside" opsiyonuyla bakabilirsin).
    Ayrıca Kuraldışı yayınları "Neredeysen Orada Ol" diye yazarın bir kitabını çevirmiş ve yayınlamış, sanırım (orijinal adını yazmamışlar ama) aynı kitap.

    YanıtlaSil
  4. Cok tesekkurler Evren. Bu yazi da, oncekiler gibi cok iyi geldi bana.

    Meyvelitepe, nasil ayni anda bircok is yada dusunceyle mesgul olmak hizli olmak demek degilse, bu da yavaslamak degil. Benim bu konulara ilgi duymam aslinda isle ilgili oldu. Nasil daha efektif olurum sorusundan yola ciktim. Katildigim bir zaman yonetimi egitiminde verilen en onemli mesajdi, herhangi birsey yaparken tamamen ona konsantre olmak. E-mail uyarilarini kapali tutmak, gerekiyorsa ofisinin kapisini kapatip isini bitirmek. Daha sonra Onemli Islere Oncelik kitabinda ozel hayatin zaman planlamasinin disinda tutulamayacagini ogrendim.
    O yuzden bunun yavaslama olmadigini hatta daha efektif bir yasam tarzi oldugunu gonul rahatligiyla soyleyebilirim.

    Gerci benim, beynimin coksesliligini sadelestirmem ve mutlak sadelik yolunda onemli adim atmam yoga ve meditasyon sayesinde oldu :) Ama tek yok meditasyon degil elbette ve meditasyonun tek yolu yok. Kendini tanimak ve bazi kisisel ozelliklerini bastirip, kendini zorlamak yerine, onlara meydan vererek zihni rahatlatmak daha dogru geliyor bana.

    YanıtlaSil
  5. Bariiiis!
    Cok sagol! Sende oldugunu biliyordum ama acikca isteyemedim. Bi kez yapmistin zaten benim icin o iyiligi...

    Münevver hanim,
    bu kadar yil, bu kadar blog yazisi sonra ben de yasamda belki biraz sadelessem de, düsüncede hala hic sadelesemedigimi farkettim. Bu hafta sonu "dur sunu da...", "ha bir de su..." dürtüsüne hayir demeyi cok denedim. Zor, zor, zor. Ama hic fena gelmiyor.

    Meyvelitepe,
    Size celiskili gelen kisim sadelesmek yerine yavaslamak istemesi mi, yoksa yeterince gönüllü olmayisi mi emin olamadim. Ikisi de sanirim. Bana vazgecmeye istekli ama yasam parametreleri izin vermiyor gibi geldi. Hemen herkesin az cok yasadigi bir sey. Yeterince istese temel yasam parametrelerini de degistirebilir elbette. Ama kisisel olarak herkesin ayni anda bu türden degisikliklere gitmesinin ne gerekli, ne de mümkün oldugunu saniyorum. Bana öyle geliyor ki an be an frene basmak, belli bir ani doldurmaya girisen seyleri sürekli kontrol altinda tutmak ve süzgecten gecirmek yavaslamaktan öte bir sonuc verir. Ki aslina bakarsaniz yavaslamakta da büyük bir yanlislik veya eksiklik yok gibi. Gazete okumaktan vazgecmek nitel, gazeteyi kahvalti sofrasinda iki lafin arasinda okumamayi tercih etmek nicel bir sadelesme olur sanirim. Ama gazete okumak nitelik olarak gercekten sadelesmeye engel ise zaten an be an öteleneceginden sonunda tamamen yasamimizdan cikmasi da mümkün. Bu konuda biraz daha düsünecegim. Belki haklisiniz da...
    "Neredeysen Orada Ol"un tanitim yazisini okudum. Ayni kitaba benziyor.

    Selen,
    Ben de nasil efektif olabilirim diye cikmistim yola. Vardigimiz yere bak :)

    YanıtlaSil
  6. Ama ben cidden daha efektifim simdi :)

    YanıtlaSil
  7. ahtapot gibi bir anda bir suru isi yapip zihnimi cok yordugumdan, dinlenmek huzur bulmak noktasindan basliyorum ben her seferinde. Bir ara isler yolunda gibi oluyor sonra hop ayni noktadayim. Bu yazi dizisiyle yeni, yine bir baslangic yapacagim bakalim:) tesekkurler Evren

    YanıtlaSil
  8. Selen hanım yavaşlamanın tabii ki ne eleştirilecek ne de kınanacak bir yanı var. Aksine belki gerçekten sadeliğe götürebilir insanı ve dediğiniz gibi verimliliği artırır. Ancak bence bütün işleri öncelik sırasına koyup, iyi bir zaman yönetimiyle yapmak bir şey, bu işlerin bir bölümünü hayatından tamamen çıkarabilmek bambaşka bir şeydir.

    Evren, benim sadelikten anladığım hem varlıkları, dolayısıyla onların yükünü azaltabilmek, hem de zihinsel olarak sadeleşebilmek. Tv. ve gazeteler farkında olmadığımız bir biçimde kendi bakış açılarını dikte ediyor bize, bu da pencerelerimizi daraltmakla kalmıyor, beynimize sürekli abur cubur veriler yüklüyor. Bu abur cuburun aslında ne kadar "kalabalık" ettiğini hiç değilse günün belli bir bölümünde bu verilere kapanarak veya bu verilere bilinçli seçicilik uygulayarak farkedebilmek mümkün. İnsanın yediklerini seçebildiğinde, huzurlu yiyebildiğinde hissettiği rahatlık gibi bir duygu yaratıyor. Nasıl sağlıklı beslenince kilo veriyorsa insan, süzülen veriler de beyinde aynı rahatlığı sağlayabiliyor.

    Sadeleşmek ve yavaşlamak arasındaki farkı şöyle görüyorum. Hızla giden arabanızdaki fazla yükü atmak için önce yavaşlarsınız hatta belki biraz durursunuz. Ama yavaşlamanız sadeleştiğiniz anlamına gelmez, yük hala arabanızdadır. Ama gereksiz yükleri dışarı atabilirseniz, işte o zaman sadeleşmiş olursunuz.

    Biz kır hayatı yaşıyoruz, ciddi bir yavaşlama söz konusu, ama sadeleşebildik mi? Sanmıyorum.

    YanıtlaSil
  9. evren, hatırlamıyorum oncekini unutmusum bile, ama ne zaman lazım olursa söyle, sayende thoreau yine başucuma geldi, oturdu..

    YanıtlaSil
  10. Selen,
    onu anladim. sonunda ondan da anlamli bir seye erismeyi kastetmistim :)

    Beste,
    sürekli hatirlatmak gerekiyor kendine. ben de tecrübe ediyorum.

    Meyvelitepe,
    ikini paragrafta mutabigiz. Ücüncü paragraf (yani arabali örneginiz) de tamam. Ama bu yazida anlatilan ile sizin anlattiginiz ayni bütünün birer parcasi gibi geliyor bana sadece. Yani celismiyorlar da birbirlerini tamamliyorlar gibi. Belki de ben gözümün önündeki gemileri algilayamiyorum bir türlü:) Ama düsünüyorum bu konu hakkinda. Bu arada ben hep sizin kir yasaminda sadelestiginizi ama muhtemelen pek yavaslamadiginizi düsünürdüm. Tersini duymak ilginc.

    Baris,
    ise yaramisim, ne iyi :)

    YanıtlaSil
  11. Evren aslında haklısın, Zinn'in sözleri özellikle de bu bölümün son paragrafı gönüllü sadeliği tarif ediyor etmesine ama ikna olamadığım nokta yazarın gönüllü sadeliği benimsemiş görünüp bunu kendi koşullarına uydurmaya çalışması sanırım. Çünkü günümüz gönüllü sadelik tarifinde deniyor ki:
    "Bu hareket kişinin kendi hayatının kontrolünü eline alması, akıntıya kapılmamasıyla ilgili.Özgürlük. Tüketimi azalt, daha az çalış ve daha çok zamanın olsun - daha mutlu bir yaşam için paradan geçmeyen bir yol. Zenginlik, mevki ve güç yerine iç huzuru ve doygunluk.
    Yıllarca çalışıp biriktirdiklerinizi paraya çevirip istediğiniz bir şeyi, istediğiniz gibi yapmak için başka bir yere çalışmaya gitmekle ilgili."

    Oysa Zinn'in gönüllü sadeliği bir iki şeye hayır demeye indirgeyip, varolan düzene uydurmaya çalışması bende yazarın hile yaptığı hissini uyandırıyor (ben bu giysiye giremiyorsam , giysiyi kendime uydururum gibi). Ayrıca kendi yaşamında, bu konudaki "kitaplarından," muhtemelen vereceği konferanslardan ve kurslardan elde edeceği gelirden, mevcut hayatından da vazgeçemiyor. Özrünü ise "Her ne kadar zaman zaman gönülden dilesem de, küçük çocukları olan bir baba, bir eş, anne-babamın en büyük çocuğu, ailesi için ekmek parası kazanan ve mesleğini yürekten icra eden biri olarak, orman içinde bir gölcüğün yolunu tutmak, orada bir kac yıl boyunca bir agacın altında oturmak, çimenlerin büyümesini dinlemek ve mevsimlerin değişimini izlemek imkanına sahip değilim" diye açıklıyor. Oysa gönüllü sadeliğin anafikri bir takım lükslerden vazgeçip, varolan koşulları ve yaşam biçimini değiştirebilmek. Örneğin daha az gelire razı olup, daha mütevazi bir hayat sürmeyi göze alabilseydi belki "orman içindeki bir gölcüğün yolunu tutmaya" gerçekten zamanı olabilirdi ve bu durumda yazdıkları da inandırıcı olurdu.
    "Ferrarisini Satan Bilge" kitabını duymuşsundur. Kitabı okuduktan sonra yazar R.Sharma'yı şöyle bir araştırdığımda kendimi aldatılmış hissetmiştim. Çünkü okuduklarım, yazarın okuyucuya "ferrarileri satmayı," bunun hiç zor olmadığını öğütler ve sanki derinden söz konusu bilge kendisiymiş gibi mesajlar verirken, aslında insanların düştüğü bir ruhsal boşluğu bulup sömüren, açgözlü bir ticaret adamı gibi yaşadığını düşündürmüştü bana.
    Aynı nedenlerden sanki Zinn'in de gönüllü sadelik akımı ortalığı kasıp kavururken bu akımdan parsa kapmaya çalışanlardan biri olduğunu düşünmeden edemediğimden, itiraf edeyim, Sharma'ya olduğu gibi ona da tepki duydum. Tabii bu onların hayatı, seçimi, hakkı ve yanlış da değil, bunu eleştirmiyorum.

    Bize gelince, evet, sadeleşmeye özeniyoruz, ufak tefek şeylerle başlayabilmek de hiç yoktan iyidir diyoruz. Hatta hayatımızı daha hoşumuza giden bir biçimde değiştiriyoruz, ama bir bakıyorum vazgeçemediğimiz için yanımızda taşıdığımız o kadar çok şey var ki. O yüzden arabayı yavaşlattık (ki doğayla içiçe olunca bu zaten kendiliğinden oluyor), gel gör ki arabayı bırakıp yürüyecek kadar cesaretli olamadık. Halbuki bunu gerçekten başarabilenler var ve bu konuda deneyim paylaşıp öğüt verenler de onlar olmalıydı.

    Düşündüklerimi en kısa şekilde anlatmaya çalıştıysam da korkarım fazla uzadı. (Mr. Zinn kitabının bu denli tartışmaya değer bulunduğunu duysa, nobele kendi adaylığını önerebilirdi:)

    Gemilere gelince, bana kalırsa görmekle kalmıyor çoğu zaman gösteriyorsun da. Yine de gemileri görme ustası eşim, ona sormalı:)

    YanıtlaSil
  12. Wherever You Go There You Are bundan tam 14 yil once okudugum bir kitap. Beni o gunlere goturdun Evren...

    YanıtlaSil
  13. Meyvelitepe,
    Endisenizi anladim, cünkü ayni endiseleri paylasiyorum. Bu benim uzun yillardir okudugum ilk kisisel gelisim kitabi. Genelde kendimi yazilanlarla sinirliyor ve yazanlari bunun disinda tutmaya calisiyorum. Yani hocanin dedigini yapip, yaptigi ile dedigi tutarli mi diye sorgulamaya kalkismiyorum. Cünkü bu sorgulama genelde hayalkirikligi yaratiyor. Yazarin egitim DVD'leri, seminerleri vb.leri oldugunu okudum ve bulasmamaya özen gösterdim bu sebeple. Belki de kendini aldatmak bu. Eger insanin yazdigi ve yasadigi birbiri ile tutarli olmali, yoksa okuyucuyu kandirir diyorsaniz, haklisiniz. Belki de bu yazinin basligi da gönüllü sadelik olmamaliydi. Icerigin baslikla celismesi disinda cok da yanlis oldugu söylenemez cünkü. Ben mesela ormana gidemeyenlerdenim.
    Her zaman sunu düsündüm. Bilgisayar basinda oturup sadelesme üzerine yazilar yazdikca asla tam anlamiyla sadelesmis olmayacagim. Bunu basardigimda ise eristigim noktadan büyük ihtimalle kimsenin haberi olmayacak. Ben gölün dibindeki kütük ve karinca ordularinin savasi üzerine düsünüyor olacagim o sirada cünkü. O yüzden bir yerlerde gercekten bunu basarmis birileri olduguna eminim ama onlardan ses cikmamasi da normal.
    Buranin cok tartisilan bir blog olmasi hosuma gidiyor. Uzun uzun yazmaniz bu yüzden beni sevindirdi. Bu konuda aklimda bir seyler var. Kiziniz cizim yapiyor mu? Benim icin ufacik birseyler cizer miydi acaba? Benim elimden hic gelmeyen seyler bunlar.

    YanıtlaSil
  14. Tijen,
    Bu kitabi okursen seni cok andim. Okumus olmana hic sasirmadim o yüzden.

    YanıtlaSil
  15. Sevgili Evren, benim geveleyip geveleyip anlatmaya çalıştığımı sen çok net ifade etmişsin.
    İlle ormana gitmek lazım değil sanırım, bugünlerde "power of half" beni büyülüyor.

    Çizim konusunu sanırım kızıma sormalısın, blogunda (a-mad-tea-party...) mail adresi var.

    YanıtlaSil
  16. nihayet biri farketti! Sirf bu basligi atabilmek icin yazdim bu yaziyi denebilir. Blogroll listelerinde de pek havali duruyor. Diyorum ki bir süre sirf bu yüzden yeni yazi yazmasam...

    Meyvelitepe,
    Power of Half. Peki yarinki ödevim bu olsun kendime :)

    YanıtlaSil