Basligi tuhaf buldugum icin internette derginin web sayfasina girdigimde karsima cikan aktuel sayinin kapagi ise böyleydi. Das Ende des Atomzeitalters (Atom caginin sonu):
Biraz arastirinca iki ayri kapagin sebebini ögrendim. 14 Mart sayili Der Spiegel aslinda Japonya'daki deprem ve tsunami felaketinin ardindan birinci fotograftaki gibi tasarlanmisti. Haftasonu Fukushima atom santrallerindeki durum an be an ciddilesip ön plana gecince, dergi kapagi ani bir kararla degistirilmisti. Bu sirada belli bir miktar dergi coktan basildigi icin, Almanya'nin bazi bölgelerinde birinci kapak (Düsman gezegengimiz) satisa sunulmustu.
Kanimca iki baslik da durumu dogru yansitmiyor. Atom caginin sonunda falan olmadigimiz cok acik. Almanya ve Cin gibi bazi ülkeler atom enerjisine daha cekimser bakmaya baslamis gözüküyor. Toz duman dagildiginda yeni görüntü ne olur, merak konusu. Türkiye'nin "dünyaya örnek olma" hevesi malum. Benzerleri her zaman olacaktir. Bütün dünya bir "sonsuza dek büyüme" kosusu tutturmusken, hangi hükümet enerji sorununu kücülmek ve yavaslamakla cözme cesareti gösterebilir? Secmenlerinden acikca bu yönde bir baski gelmedigi sürece... Sorun atom enerjisinin kendisi bile degil aslinda. Bir cocugun eline kazara bir bicak ya da daha kötüsü bir silah gecmesi neyse, insanligin elinde atom enerjisinin bugünkü hali de böyle. Yanlis olan teknolojiye yeterince hakim olmadan yayginlastirmak istememiz daha cok. Doganin büyük gücleri göz önüne alindiginda ne zaman tam olarak hakim olabilecegimiz de belirsiz. Atom cagini sona erdirmekten bahsetmemiz tuhaf, atom cagini bu kadar erken baslatmamis olmamiz gerekli degil miydi aslinda?
Fakat asil bahsetmek istedigim bu degil, Der Spiegel'in ilk kapagi. Gezegenimiz gercekten bize düsman mi? Ac bir aslanin bir insana saldirmasi düsmanliktan midir? Tirtillar yapraklara düsmanlik mi duyar? Tavsanin havucla bir derdi mi var? Yatagindan tasan bir irmagin insanlikla ne alip veremedigi vardir? Okyanus tabanindaki bir sarsintinin metrelerce yükselen dalgalar yaratmasi fizik kurallariyla mi, düsmanlikla mi aciklanir? Peki ya alev alan petrol rafinerileri ve sogutma sistemi devre disi kalan nükleer reaktörler?
Binlerce yillik insan-doga iliskisi hep bu türden hikayelerle dolu: "Ben sana karsi". Uygarlik tarihi insanin dogaya egemen olmasindan, dogayi yenmesinden, dogaya üstün gelmesinden bahseder hep. Tuhaf bir savas var aramizda. Doganin koydugu sinirlarin icinde yasamak bugünün dünyasinda bir eksiklik, ilkellik, geri kalmislik gibi algilaniyor. Insan cok uzun zamandir dogadan ayri ve onun üstünde bir yerde görüyor kendini. Öyle mi gercekten? Antik caglardan beri dogadaki canlilari bir sistematik icinde siniflandirmaya calisiyoruz. 20. yüzyila kadar genel egilim türlerin siniflandirilmasini hiyerarsik bir düzende ve bir agac seklinde canlandirmakti. En altta en ilkel türler, sonra bitkiler , ardindan hayvanlar, en üstte ve tek basina insan.
Ernst Hackel (1874) |
Bugünün doga bilimcileri baska türlü bir gösterimin daha anlamli oldugunun farkinda. Tüm türler 360 derece aciyla her yöne dogru dallanan cok boyutlu küresel, (tenis topunu andiran) bir agacin üzerinde gösteriliyorlar. En ortada, agacin kökü ve gövdesi kabul edilebilecek bir yerde tüm türlerin ve yasamin kaynagi oldugu tahmin edilen ilk basit yasam formlari yer aliyor. Bu gösterimde, yasayan ve nesli tükenmis tüm türler bir yere sahip. Birbirleriyle baglantilari genetik özellikleri üzerinden kuruluyor. Bu agacta en büyük yer bakteri ve mantarlara ait; cünkü gezegenimizde en zengin cesitlilik onlarda. Buna karsilik insan agacin milyonlarca dalindan birinin ucuna komsulari maymunlarla beraber yerlesmis olan herhangi bir tür. Bu "yasam agaci"ni gözümüzde canlandirmamiza yarayacak bir diagram surada görülebilir.
Zekamiz, icgüdülerden bagimsiz olarak bir sey tasarlayip insaa edebilme becerimiz bizi diger türlerden ayiriyor elbette. Fakat bu bizi sandigimiz kadar dogadan ayri ve ondan yukarida bir yere yerlestirmiyor. Biyolojik olarak pek cok türden daha kirilganiz hala. Doganin devasa gücleri (depremler, tsunamiler, kasirgalar, yanardag patlamalari, iklim degisiklikleri vb) karsisinda zekamizin ürünleri kolaylikla yikilip gitmeye devam ediyor. Önemli olan bu türden "düsmanliklar" karsisinda ayakta kalabilmek olsaydi, dünyanin asil sahibi genis bakteri ve mantar ailesi olurdu.
Kimin daha güclü oldugu, kimin kime hakim oldugu meselesi degil elbette önemli olan. Daha önemlisi insanoglunun doganin bir parcasi olmasi ve ayrilmaz baglarla ona bagli olmasi. Dogayi yendigimizi sandigimiz her seferinde kendimizi de yenmis olmamiz, kazanmis gibi görünmemize ragmen kaybetmis olmamiz bu yüzden. Kimyasal ilaclarla, gübrelerle, herbisitlerle ve genetigini degistirdigimiz tohumlarla doganin bize gönüllü verdiginden kat kat fazlasini almakla övündük; bedenimiz yediklerimizin gida degil gida gibiymis gibi yapan bir seyler oldugunu kisa sürede duyurdu bize. Hastaliga sebep olan bakterilerle doganin sundugundan daha sert bir silahla savasmaya karar verdik, daha kötüsü onu ölcü bilmeden yerli yersiz kullandik. Simdi direnc kazanmis bakterilerle savasmak zorundayiz. Gelistirdigimiz ulasim, üretim ve iletisim araclariyla hiz rekorlari kirdik ve gurur duyduk bununla. Daha hizli ürettik, daha hizli tasidik, daha uzaklara ilettik, mecburiyetten ama öyle oldugunu bilmeden daha cok tükettik. Capi daha genis ama derinligi daha az bir günlük yasam kurduk kendimize. Ama bunun icin gerekli enerjiyi yan etkileri olmadan saglayamiyoruz bir türlü. Ihtiyacimiz olan miktarda enerjiyi saglamak icin hangi yöntemi kullanirsak kullanalim (atom, su, günes, rüzgar, ...) dogaya zarar verecegiz ve sonunda tür olarak da zarar görecegiz. Bunlar sadece bir kac örnek.
Peki ne yapalim? Magaralarimiza, kovuklarimiza, sazdan kulübelerimize geri mi dönelim? Dönebilir miyiz? Dönmeli miyiz?
Bir iki ay önce agaclarla ilgili bir yazida okudum. Himalaya daglarinda yasayan yerel halk agaclari kesmeden önce onlara sarilirmis. Bir kez agaclara sarilmaya baslayinca isinmak icin gerekli olandan daha fazlasini kolayca kesemezsiniz cünkü. Dogayla bu türden bir iliskiyi yeniden kurmaliyiz. Daha baris icinde, farkindalik seviyesi yüksek ve uyum dolu bir iliski. Gökdelendeki ofisimizde bir kösede duran Ficus benjamin'e bir dekorasyon objesi olarak bakmaktan vazgecip, bizi birbirimize baglayan 3 boyutlu, milyonlarca dalli yasam agacini düsünmekle baslayabiliriz bu perspektif degisikligine. Kisin soguk günlerinde yasamsal enerjilerini korumak icin kiyida baslarini kanatlarinin icine gömerek hacimlerini kücülten ve yavaslayan, bunu yapmakla ördekliklerinden bir sey kaybetmeyen ördekleri düsünerek baslayabiliriz. Bütün insanligimiza, bütün zekamiza ragmen bazen kendimizi zayif düsmüs, cözümsüz kalmis ya da düsmanca muamele edilmis hissedebiliriz. Care olarak yüzümüzü dogadan cevirmek yerine her firsatta ona dönmeliyiz. Anlattiklarini dinlemeliyiz; gercekten, gönülden anlamaya calismaliyiz. Tüm sorularimizin yanitinin dogayi yenmekte degil, dogada oldugunu görebilmeliyiz.
Cok ilginc gelismeler oluyor Evren. Insanoglunun herseyi uclarda yasayip fanatiklesme gudusu yine basrollerde. Gezegeni dusman gorme sacmaliginin bir yaninda da doga ana sanayilesmenin oncusu Japonya'dan intikam aldi diye ortalikta felaket borulari otturen bir grup var. Bu grup Gaia teorisini yeni bir din gibi one surup, depremi global isinmaya baglayabiliyor. Aci ceken onca insan icin "oh olsun, hakkettiniz, bu kadar ilerlemeseydiniz teknolojik olarak" tarzi bir tutum takinabiliyor. Bunun dogurdugu negatif tepkiler de geliyor tabii ki. Daha dun Earth Hour'da isiklari kapatmali mi, kapatmamali mi diye tartistim birisiyle, ustelik son derece yuksek bir bilince sahip birisiyle...
YanıtlaSilBizim turumuz dengeden, ic huzurundan yoksun bir tur. Dengeyi bulup,kendimizi taniyip kabullenmedikce, doga dahil herseyi dusman olarak gormeye devam edecegiz ne yazik ki.
Selen, tuhaf bir bakis acisi bu gercekten ve ne yazik ki her dogal felaketten sonra böyle düsünen birileri cikiyor.
YanıtlaSilben de balinalar avcilarindan intikamini aldi diye dusunmustum,,
YanıtlaSilayrica insanin dogaya karsi zaferini degil ama doganin insana karsi zaferini gormeyi seviyorum,, zafer derken elbette olumler degil ama insanin aslinda dogal kosullarda ne kadar aciz ve caresiz kaldigini gormek, buna ragmen yine de bir daga cikti mi, dagin fatihi oldugunu dusunebilecek derecede suursuz, ya da dogayi altedebildigini,,
pek de duzgun olmayan anlatimimi sunu diyerek bitirecektim,, agaclari tanimak icin senin gibi caba sarfetmiyorum, her gordugum agaca da kosup sarilamiyorum ama sarilabildigim vakit sarilirim bir de yasli agaclara veya beni etkileyen tabiat parcalarina 'maasallah' demeden gecemiyorum artik,, sanki benim maasallah'im onu korumaya yetecekmis gibi inanmak istedigimden,,
ha bir de diyecektim ki,, sazdan kulubelere donmek, medeniyetten vazgecmek kolay degil ama, 50'lerin yasam tarziyla yasamak daha surudurulebilir,, yarinin teknolojisiyle dunun yasam bicimini birlestirmek gerekirdi bence,,
YanıtlaSilavokado yemek cevre sucu demissin, biliyorum, vicdan azabi duydum simdi, bu aralar cok yiyorum cunku, ama et yemek belki daha da buyuk cevre sucu, sen de bunu biliyorsun,, hayvansal urunler diye toparlayayim, sadece et yemek degil tabii,,
YanıtlaSilbir de bu yazida demiyordun galiba ama ben pespese okuyunca simdi sanki butun yorumlarimdan nasibini bu yazi aldi,,
bir de tabii vegan degilim ama isledigimiz cevre suclari ne cok, bunlar sadece beslenme ayakli olanlar,,
Baris'cigim, doga bir intikam duygusuyla hareket etmiyor bence. Ama dogadaki genel denge kurali haksizliklari, adaletsizlikleri bir sekilde dengeliyor. Ben böyle bakmayi tercih ediyorum. 50'li yillar? Evet haklisin, bugünkü insanligin büyük fedakarliklarda bulunmadan geri dönebilecegi bir noktadir bence de. En azindan bunu yapabilmeliyiz.
YanıtlaSilAvokado mu et mi daha büyük cevre sucu dersen sanirim et yemek olur yanitim. Her sey cok karisik, cok göreceli bu düzende. Ben bilissel kapasitemin elverdiginin en iyisini yapmaya calisiyorum.