"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Cuma, Ekim 14, 2011

Ormana gittim -1-

Ormana gitmissin. Iki satirlik mektubunda "Neredeyse her saniye aklimdaydin" demissin. Hic karsilasmadan birinin bu kadar yakininda olabilmek ne güzel. Mutluluk duydum.

Ormana gitmistim. Daha ben bunu söylemeden "yürüdügün ormanlarda seninleyim" diye yazmissin. Sasirdim bi taraftan, fakat ne de iyi geldi. Mutluluk duydum.

Gittigim ormani anlatacagim simdi. Bildigin sebeplerden sana ormandan bir fotograf getiremedim. Is artik benim tasvir becerimle senin hayal gücüne kaliyor. Idare et. Uygun zamaninda sen de gittigin ormanlari anlat, olur mu?

--|--

3 Ekim günü, iki Almanya'nin birlesmesinin yildönümü olmasi sebebiyle resmi tatil ilan edilmis bir Pazartesi günüydü. Bu yilin uzatmali, harika yaz günlerinden sonuncusu olacagini da söylüyordu meteoroloji. Daha bir hafta öncesinden karar verdik. Ormana gidecektik. Biz ki dört aylik bir bebekle, yanimiza sadece iki bavul alip, hic bilmedigimiz bir Akdeniz adasina yasamaya gidebilecek kadar deli, ama dört yasinda bir cocukla üc günlügüne komsu sehre gidemeyecek kadar korkagiz. "Bari günü birligine ormana gidelim" demistik.

Orman, sincabin yürüyüs  kapasitesiyle dünyamizin sinirlarini olusturan "selale"nin cok ötesinde, bir kac yil  önce esimin haftasonu kosularinin birinde kesfettigi "dag"daydi. "Nehir" kenarini cevreleyen "orman"liktan cok daha büyük, insanin icinde kendini kaybedebilecegi kadar büyük, tirnak isaretlerine gereksinim duymayan gercek bir ormandi. Icinde bir "göl" bile vardi.  Evet, icinde yasadigimiz cografyayi hayal gücümüzle biraz abartmak huyumuz var :) Aile arasinda Tuna'nin bir kolunun kolu olan, yazin yürüyerek kolaylikla karsiya gecilebilen derecegimize "nehir", onun üzerinde (Türkce'de sevilen adiyla) "dere islah calismasi" yapilmis bir noktaya "selale", ötesindeki tepelere "dag", dagdaki su birikintisine de "göl" demek aliskanligindayiz :) O yüzden, ben tirnak isaretlerini koysam da, koymasam da, sen onlari var gibi oku. Her neyse, sincap dogmadan önce bir haftasonu yürüyüsünde ben de gitmistim ormana. Ama hicbir sey animsamiyordum o günden.

Büyük gezinti gününe 3-4 gün kala sincap hastalandi. Her zamanki malum ates. Pazartesi günü ates hafiflemekle beraber hala gecmemisti. Ögleye dogru hala kararsizdim. Sonra cesaretlendim. Zaten son iki yildir hic kullanilmadan depoda beklemis bebek arabasini yanimizda götürecektik. Sincap istedigi zaman ona oturacak, hic yorulmayacakti. Yanimiza termometre, ates düsürücüler, uygun yedek kiyafet ve battaniye de alirsak, ormandaki konforu evdekinden farkli olmayacakti. Temiz hava ve ormanin sifali ruhu da artisi... Böylece hazirlanmaya basladim. Buzdolabini ve erzak dolaplarini karistirip ormanda yenebilecek bir seyler buldum. Menüyü göl kenarinda sofrayi kurarken aciklayayim, simdiden karnin acikmasin :) Bir piknik örtüsü, sincabin ihtiyac duyduklari, bir kitap, su, yiyecek, vb derken iki canta doldurmayi basardim. Saat 11'de sincabin atesini 38.4 olarak ölctük, ilacini verdik ve yola koyulduk. Bizimki uzun zamandir görmedigi arabasina o kadar sevinmisti ki, hemen itirazsiz ona binmeyi tercih etti. Böylece normalde sallanarak astigimiz, bizi "nehir" kenarina baglayan uzun sokagi kisa sürede asabildik. Sadece bir kez yolda yasli bir hanimin sorusunu yanitlamak icin durduk. Daha önce de demistim, ben "dört zait" tipiyimdir, esim de öyle. Ama uzun zamandir yolda durduran birinden duydugumuz en ilginc soruydu bu. Yasli hanim nazikce "Afedersiniz, bana nerede oldugumu söyleyebilir misiniz lütfen?" demisti. Esim hemen semtimizin adini söyledi ve ana caddeye yürüyerek ya da isterse otobüsle nasil ulasabilecegini detayli olarak anlatmaya basladi. Ben kadinin semt ismini duyunca rahatladigini ve gerisini pek dikkatli dinlemedigini farkettim. Zaten nehir kiyisinda yürüyüs yaparken sehrin tanimadigi bir yerine cikmis birine de benzemiyordu hic. Daha cok 5 dakika önce evinden cikmis, sonra birden nerede oldugunu unutmus biri gibi, sanki bir Alzheimer hastasi gibiydi.

Fakat sordugu soru aslinda ne kadar da temel sorularindan biri yasamimizin:
-Ben kimim?
-Burasi neresi?
-Neden buradayim?
-Nereye gidiyorum? / Nereye gitmeliyim?

Insanoglu da binyillardir ayni sorulari sorup durmuyor mu? Biz de cogu zaman nerede oldugumuz ve neden burada oldugumuz konusunda kafamiz karisik dolasmiyor muyuz etrafta?

Christoph Süss'ün kitabini (Hani su adi "Ich denke, also bin ich verwirrt" olan) okudum. Kabaretist olmak ugruna felsefe egitimini yarida birakmis biri kendisi. Duydugum en iyi kariyer cizgilerinden biri. Kitap, sokaktaki insan icin basitlestirilmis ve sulandirilmis bir sekilde bu temel sorularin tarihini, felsefe tarihini anlatiyor.  "Hareket ve degisim bir yanilsamadir" diyen Parmenides ve "Yok canim, asil  gercek olan ve degismeyen tek sey degisimdir" diyen Demokrit'le basliyor; Kant, Darwin, Marx, Freud üzerinden devam edip, 20.yüzyil filozoflariyla sonlaniyor. Özellikle baslarda ilk filozoflarin verdikleri yanitlari oldukca anlasilir bulurken, sonlara dogru ipin ucunu kacirmaya basladim. Hosuma gitmedi bu. Anlayamiyor olusum degil, disarida anlayabilen birileri olsa bile, yanitin bu kadar karmasik olusu... Bana kalirsa yasamin temel sorularinin yaniti öylesine basit olmalidir ki, duyan biri icimizdeki en egitimsiz (ve hatta en akilsiz) kisi bile olsa hemen "Ah, tabii ki, elbette" diyebilmedir. Bence gercek olabildigince basittir. Insanin icine bir hafiflik duygusu yayacak kadar basit. Belki de "basit"in pesinde kosturup durmam da aslinda icgüdüsel olarak "gercek"e erisebilmek icindir. Fakat itiraf edeyim ki, bu hikayenin devaminda bir yerlerde "basit"in zitti olmasina ragmen "karmasa"yla da barismak niyetindeyim. Sonbahar yapraklariyla ilgili verdigin o hos örnekten sonra, tutarsizligim icin özür dileyecek de degilim :)

Ormana gittigimiz günlerde okudugum ve o gün de yanimiza aldigim kitap, bu felsefe tarihi kitabi degildi yalniz. Esim yolda yari saka, yari ciddi "Keske bir siir kitabi da alsaydik yanimiza" dedi. Insan bazen ormana giderken mangal kömürü ve izgaralik et yerine siir kitabinin derdine düsen biriyle evli oldugu  icin nasil sükredecegini bilemiyor. Ona "Merak etme, siir kitabi degil gerci ama siir gibi bir kitap aldim yanimiza" dedim. Kitabin adi elbette Walden'di :) Bir ormanin ortasindaki bir gölün kiyisinda oturacaksam, okumak icin bundan daha iyi bir kitap düsünemiyorum. Ayrica gezi sirasinda toplayacagimiz bitkileri, yapraklari burusmasin diye arasina koyacagimiz bir kitap da gerekliydi ve Walden'in koynundan baska onlari emanet edebilecegim daha güvenilir bir yer bilmiyordum.

Walden'i son bir iki yildir her sonbahar tekrar okuyorum. Önce tesadüftü, sonra bir ritüele dönüstü. Bu yil her zamankinden farkli olarak, sanki bir kitabi tekrar okur gibi degil, ilk kez okur gibi okudum Walden'i. Öylesine yeni ve taze geldi. Daha önce de sevdigim ama bu kez altini cizdiklerime eklemeden duramadigim yeni bölümler oldu:

"Esnek ve etkin düsünceleriyle günese ayak uydurabilen biri icin, gün kesintisiz bir sabahtir. Insanlarin tutum ve davranislari, ya da saatler ne derse desin farketmez. Sabah uyanik oldugum ve icimde bir safak dogan her andir."

"Mekanik araclarla degil, en derin uykumuzda bile bizi terk etmeyen safaga kavusma umuduyla kendimizi tekrar tekrar uyandirmayi ve uyanik tutmayi ögrenmek zorundayiz"

"Doganin ortasinda yasayip duyulari saglam olan birinin kendini karamsar melankoliye kaptirmasina imkan yoktur"

"Sakin bir kis aksaminin ardindan gelen gece, sanki aklima ne-nasil-ne zaman-nerede gibi bir soru yerlestirilmis ve bu soruya cevap vermek icin uykumda ugrasip durmusum hissiyle uyandim. Ancak, bütün yaratiklarin yasadigi Doga, gün dogarken penceremden iceri huzurlu ve memnun bir yüzle bakiyordu, dudaklarinda hicbir soru yoktu. Cevaplanmis bir soruyla, Dogaya ve gün isigina uyandim, cam agaclariyla bezenmis topragin üzerinde kar vardi, evimin bulundugu tepenin egimi sanki, "Ileri!" diyordu. Doga soru sormaz, cevap da vermezdi; hele biz ölümlülerin sordugunu kesinlikle sormazdi"

...gibi.

 Fakat nerede kalmistik? Ormana gidiyorduk, degil mi? Sincabin arabasinda olmasinin verdigi hizla selaleye de her zamankinden daha kisa sürede eristik. Nehir kiyisinda sadece bir yerde kizilcik yemek icin mola verdik. Kizilcigin atese iyi geldigini duydugum günden beri , nerede bulsam sincaba sifa niyetine yediririm zaten. Buruk-eksi de olsa kizilciklari dikkatle yemesini, sonra cekirdegini büyük bir özenle cikarisini bir görmelisin. Ben her seferinde cekirdekleri yolun bir o, bir tarafina dogru atmayi; bunu yaparken de kiyi boyunca yeni kizilcik agaclari ektigimi hayal etmeyi severim. Kizilcik da cicekten meyveye, bastan asagi ne güzel agactir. Neden ondan bu kadar kolay vazgecer olduk, bilmem ki?

Selaleden sonraki dünyaya, yani ormana, yani doga ananin kucagina iki yani misir ve raps tarlalariyla dolu bir köy yolundan gidilir. Bir de yaz basinda cicek ekilip, yaz sonunda "insana güven" ve "umut" hasat edilen tarla vardir. Girisinde cicekleri kesebilmek icin bir iki bicak, kurallarin ve fiyatlarin yazildigi bir tabela ve ücretin icine kondugu bir kumbara bulunur. Sadece.  Bir de yol boyunca ulu ihlamur agaclari vardir. Ihlamurlarin gölgeledigi bir köy yolu... Kulaga bile ne güzel geliyor, degil mi? Yolun sonunda köy degil, dag baslar. Köy icin saga dönüp biraz daha gitmek gerekir.

Dagda ise yol hemen ikiye ayrilir. Ya da genis zaman ukalaligini bir yana birakip "ayrildi" diyeyim. Orada kisaca durup esimle bir rota planladik. Elbette rotamizin belli bir yerine, "belirsizlik" kavsagindan  "kaybolma" patikasina dönmeyi, bir saat kadar ormanin icinde dönüp sonra yeniden "uygarliga dönen yol"a cikmayi eklemekten geri durmadik. Önce göl kiyisina gidip biraz oturmaya, ormana ondan sonra dalmaya, yani lafi uzatmayayim, sola dönmeye karar verdik. Cam agaclariyla kapli sık bir ormanin kiyisindan yürümeye basladik.  Esim haftasonu kosularindan dönüsünde diyordu; dagdaki orman bazi yerlerde öylesine sıkmış ki, en günesli günde bile yoldan ormana dogru bir adim attiginda, önünü göremeyecek kadar karanlik oluyormus. Inanmiyor degildim ama bir türlü gözümde canlandiramiyordum. "Iste, dogruymus, bak böyle oluyormus" dedirten yerlerden gectik. Yarim saatlik bir yürüyüsten sonra göle vardik. 

Fakat göle varmadan dur seninle surada bir ara verelim. Bi nefesleneyim, bi dinleneyim. Benim  tek isim gezi notlari yayinlamak degil ya, gidip alisveris yapacagim, taze fasulye pisirecegim, sincabin yangin yerine cevirdigi evi toplayacagim. Bu ve benzeri bir kac fani isi halledecegim. Yarin seninle yine tam bu saatte, tam burada bulusalim. Gerisini anlatayim. Ekim'in ilk günlerinde degiliz artik. Havalar serinledi, üstüne kalin bi seyler giy. Yolu anladin degil mi? Sakın kaybolma.

Sakın
kaybolma...

7 yorum:

  1. Hoşgeldin :)
    Dün akşam sanki bugün yazacağın içime doğmuş gibi uzun saatler bloğunu okudum.
    Çok özlemişim yazılarını.

    YanıtlaSil
  2. Hosgeldin :) Bu 'gezi notlarini' cok sevdim ben, hic boylesini okumamistim... "Sabahlari" getirdi bize :) Bekliyoruz artik ayni yerde ayni saatte...

    YanıtlaSil
  3. bu yazı benim için çok anlamli oldu:)

    YanıtlaSil
  4. Iki damla yas, bolca sevgi Walden Golu'ne, sincaba, sincabin annesine...

    YanıtlaSil
  5. Ne güzel karsilama :) Tesekkürler...

    YanıtlaSil
  6. sen insana iyi geliyorsun evren :)

    YanıtlaSil
  7. iyi ki gitmissin de "boyle" gelmissin :) Kitaba bayildim, izini surecegim.
    Basitlik konusunda da ne kadar haklisin. Ne guzel goruyorsun. ASKla guzel kalp...

    YanıtlaSil