"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Cuma, Nisan 27, 2012

Sevcan'in Mart ayinda yaptiklari

Sevcan Mart ayinda bos durmamis, gectigimiz günlerde yine dopdolu bir dosya gönderdi bana :) Lafi hic uzatmayip ona ve eserlerine birakiyorum:

Peri kizi:



Peri kizi mi melek mi bilmiyorum ama arkadasimin kizinin hosuna gidecegini dusunerek, dogumgunu hediyesi olarak yaptigim bir isleme pano. Isleme yapmak gercekten cok eglenceli ve kolay. Hani Evren’in parmaklari calistirmakla ilgili yazisi var ya, tam da oradaki fikirle ortusen yerinde bir calisma bence. Yaptikca kendimi daha iyi hissettigim de gercek.

Islemede usta biri degilim oncelikle onu soylemek isterim. Yazacagim seyler nacizane ordan burdan ogrendigim, deneyerek memnun kaldigim ya da kalmadigim hususlar olacak.

Oncelikle birkac cesit sema transfer sekli var. Ben ikisini kullaniyorum genelde. Eger gunduz ise, semanin kagida ciktisini alip cama yapistiriyorum. Transfer edecegim kumasi da uzerine yapistirarak
kumas kalemi (veya kursun kalem) ile transferi gerceklestiriyorum. Ikincisi utu kalemi yontemi. Aksam saatlerinde ve seklin durusu fark etmeyecekse bu yontemi kullaniyorum. Cunku utu
transferinde sekil terse donuyor. Bunda da bilgisayar ekrani ya da kagittaki semayi sablon kagidina
aktarip ordan da utu ile birkac dakika ustunden gecerek kumasa geciriyorum.

Peri kizinda makina dikisi (back stitch olarak biliyorum, burda ogrendigim icin nakisi. Saniyorum
Turkce adi bu) kullandim. Zaten cerceve dikisi olarak genelde igne arkasi (stem stitch) ya da makina
dikisi (back stitch) kullaniliyor. Igne arkasi daha kabarik durdugundan makina dikisini tercih ettim
bunda.

Isteyen iclerini dolgu dikisle (satin stitch) doldurabilir. Ancak ben boya teknigini daha kolay ve guzel
buluyorum. Hehangi bir pastel boya ile iclerini boyadiktan sonra beyaz bir kagidi uzerine kapatip utu
ile birkac dakika uzerinden geciyorsunuz. Bu sekilde hem boyanin tortusu ortadan kalkmis oluyor
hem de boya kalici hale geliyor. Tabi bu islem islemeye baslamadan once yapiliyor.






Cerceve olarak kasnagi kullandim. Daha once aldigim bir pijamanin paketi olan pembe kurdeleyi
kasnagin etrafina silicon tabancasi ile yapistirdim. Burda her iki-uc sarmada bir silicon sıkmak gerekti kurdelenin kaygan olusundan oturu. Isleme bittikten sonra kumasi etrafindan, yuvarlak olacak sekilde kestim ve igne ile tegel yapar gibi etrafindan gectim. Sonra ipi cekerek ortada buzdurdum. Kasnagin olcusunde kestigim keceyi arkasina dikerek cercevenin arkasini kapattim. Yine kurdele ile takmak icin bir kulp yaparak bitirdim.


Araba:



Bu da yine bir dogumgunu hediyesi. Peri kizindaki asamalarin aynisini bunda da uyguladim. Asagida
semanin linki ile siz de istediginiz bir yere uygulayabilirsiniz. Hatta kendi istediginiz cizimleri de bu
yontemle islemeye cevirebilirsiniz. Benim cizimim cok iyi olmadigindan genelde sema kullaniyorum.
Ama eminim pek cok insan bundan daha guzel arabalar cizebilir

Sema icin; http://dl.dropbox.com/u/27867175/free%20patterns/vroom%20vroom%20pattern.pdf




Tisört yenileme:




Oglum son zamanlarda uzaya cok ilgi duymaya baslayinca ve bu ilgi benim de islemeye ilgi duyma
zamanimla kesisince bu cikti ortaya . Yine ayni yontem aktarma, ardindan igne arkasi dikis ile sekli
isleme. Semada olmayan birkac da yildiz sekli cizdim saga sola ve oglum bunu cok begendi.








Paskalya keseleri:






Easter’da hem kendime bir ugras olsun hem de cocuklar sevinsinler diye bir proje baslattim. Proje
diyince de sanki uluslararasi bir insanlik hareketi gibi durdu fakat o kadar buyuk degildi projem.
Kumaslari belirledigim olculerde (15cm-15cm olarak) kestim. Uzerlerine asagida kaynak olarak
verecegim blogda buldugum yumurta desenlerini cizip isledim. Sonra bunlari elimde dikerek
keseler haline getirdim. Tigla zincir cekerek yaptigim iple de agizlarini sararak bitirdim. Iclerine ne
koydugumu soylemek istemiyorum. Cunku pek de gurur duymuyorum bununla. Gecen yil saglikli
alternatif denememden sonra aldigim reaksiyon bu yil beni pes ettirdi. Ama onumuzdeki yil yine
saglikli alternative sunacagim cocuklara.

Desenler degistirildiginde dogumgunlerinde gelen misafirlere dagitilmak uzere de kullanilabilir.






Bunlari islerken oglum da cok eglendi. Kucuk bir kasnakta onun icin de bir sekil hazirladim ve eline
igneyi verdim. (Evet 3.5 yasindaki cocugun eline igne verdim.) Onu kullanirken ve cizgiden disari
tasmadan dikmeye calisirken hem cok eglendi, hem parmaklari calisti hem de beni rahat birakti.
Kazasiz belasiz atlattik.

Kaynak; http://wildolive.blogspot.co.uk/2012/03/pattern-tiny-easter-eggs-and-polka-dot_26.html



Canta yenileme:






Ikinci el magazasinda gorup herseyi ile cok begendigim cantamda ufak bir kusur vardi; saplarindan
birinin boyasi soyulmustu. Kiz kardesim kalemkar oldugundan mesleki bir cozum getirerek, bir iki
firca darbesi ile onu daha iyi hale getirdi. Ancak burasi yagmurun bol oldugu bir yer. Bu sebeple
yontem pek uzun soluklu olmadi. Ben de ne yaparim diye dusunurken boyle birsey ile karsilastim
bloglardan birinde. Orijinalinde deri botlara uygulanmisti bu yontem. Ben cantaya uyarladim.




Begendigim ve cantaya uyacagini dusundugum bir kumas aldim. Kumas tutkali ile etrafina sardim
saplarin. Biraz gorsel butunluk olmasi icin onlerde bir iki yere daha yapistirdim. Uzerine de dekupaj
icin kullanilan tutkaldan surunce kumasin iplikleri de kapanarak daha iyi bir goruntusu olacak.
Yalniz ben henuz o asamayi halledmedim, mazur gorun bir de kumasla kapatamadigim yerler
goreceksiniz-yine tembelligim sonucu kaldi- oralari da boyama yonetmiyle kapatacagim. Belki birileri
de benim gibi bir cozum arayisindadir diye tamamlamadan gonderdim.

Bu arada dekupaj tutkali olarak satilan tutkal yerine normal tutkaldan kendiniz de yapabilirsiniz.
Normal beyaz tutkala ayni oranda su koyup calkalayarak karisimi puruzsuz hale getirdiginizde bunu
dekupaj icin kullanabiliyorsunuz.

Kaynak; http://abeautifulmess.typepad.com/my_weblog/2012/01/floral-boots-diy.html



Prenses:






Sevcan prensesin yapimi hakkinda özel bir not düsmemis fakat fotograflar kendi kendine anlatiyor, degil mi? Yaptigi islerin detayi hakkinda benim burada yayinlayamadigim baska fotograflar da var. Ilgilenen olursa bana ulasabilir. 

Eline saglik Sevcan! :) 






Vazgeç söylemekten

photo by bi dost


Son iki haftadir, su asagidaki yazi Persembe günleri otomatik yayinlansin diye ugrasiyorum, nedense olmuyor. Sonra bilip taniyanlar merak ediyor; sesim cikmadi diye basima bir sey geldi saniyor :) O kadar "sanal var" olmusum :) Konusmam o kadar sanal (ortamda) ki son zamanlarda, asil orada susmaya çalışiyorum ve susmam da orada ses getiriyor. Fakat bana cok iyi geliyor. Ne kadar iyi geliyor, anlatamam. Bundan sonra Persembe günleri böyle...

-|- 

Sen dedin.
"Bir gün boyunca, nefes boğaza dolup anlam olmadan durabilmeyi denedin mi hiç? Söyleceğin şeyin ne kadar değerli olduğu hiç önemli değil. Vazgeç söylemekten... ve nefesi bırak evrenin nefesine... Sohbete katılma, yorum yapma, soru sorma, karşı çıkma, yeri geldiğinde en kısa cümleyi kur, yeterli en kısa cevabı ver ve vazgeç söz’den... Vazgeç sözlerinle var olmaktan... Vazgeç yorumunla katılmaktan... Sohbetteki, sorudaki sessizlik olmayı dene... Delirmeden, büyük bir olgunlukla sessizlikte, içinde bağıran, konuşanları dinle... Yazı yazma ve hiçbirşey okuma... Ne kadar korkutucu bazen, bazen ne kadar da gerçek... Bazen ne kadar gereksiz konuşmak, bazen bir kelime bile ne kadar da değerli aslında..."
Ben deneyecegim. 



Ne kadar korkutucu gercekten.
"Yazi yazma ve hicbir sey okuma" kismi özellikle...
Ben ki, sabah-kahvaltisinda-marmelat-kavanozunun-etiketini-okumadan-rahat-edemez-gillerdenim.

Deneyecegim...
Hemen bugün. 

Çarşamba, Nisan 25, 2012

Birikim, yatırım, vb.


Photo by listentoresan

Cumartesi günü ışgın ve ahududulu marmelat yaptim. Işgınin mevsimi, fakat ahududunun degil, farkindayim. Nasil oldu bilmiyorum, yaptim öyle bir delilik. Genelde yari yariya kullaniliyorlar tariflerde. Ben 300 gr. ahududu ve 500 gr. ışgın (ayiklandiktan sonra) ile yaptim (Miktar notlari gelecek yil "nasil yapmistim ben bunu?" dememek icin kendime daha cok). Visne recelini, onun tatlidan cok eksimsi tadini cok severim, cok özlerim. Bu marmelatta onun tadini buldum, eksikligini giderdi. Azicik malzemeden biz bir yana, iki komsuma da birer kavanoz marmelat cikti :) Pazar sabahi kahvaltidan sonra sincabi kavanozdan kasikla marmelat calarken yakaladim :D Gelecek yil biraz daha bekleyip cilekler cikinca isgin+cilek seklini denemeyi daha dogru buluyorum.

Pazar  günü ögleden sonra sincapla yürüyüse ciktik. Hava kapali ve soguktu ama hafta sonu eve kapanmak özellikle sincap icin zor oluyor. Bir önceki Pazar da yagmurluklari giyip yagmur altinda yürümüstük. Ben sincaba cocuklugumda okudugum "Afacan Besler"in de deniz kenarinda, yagmurda yürüyüs yaptiklarini, sonra eve dönüste zencefilli cörek yediklerini anlatmistim. Eve dönünce biz de zencefilli kücük kekler yapmistik :) O yüzden bu Pazar da yagmura ragmen yürüyüse cikmak fikri hosumuza gitti. Su birikintilerinin üzerinden atlamaca oynayarak eve dönerken birden günes acti. Günesin parlattigi yagmur damlalarinin nehire inisini izlemek cok gerceküstü, cok güzeldi. Bir yerlerde bir gökkusagi olmasi gerektigini tahmin ederek ufku taradim; ama yoktu. Neden sonra nehrin diger yakasina gecmemizi saglayan köprüye vardigimizda iki cocuklu bir babanin durmus, benim görmedigim yönde bir seyin fotografini cektigini gördüm. Sasirdim. Burada fotograf makineleri ceplerden nadiren cikar, cep telefonlarinin fotograf cekme özelliklerine nadiren basvurulur cünkü. Cep telefonu ve fotograf makinesi kullaniminda Türkler ve Almanlar arasinda kültürel farklar var; üzerinde yargida bulunmak istemiyorum. "Neyin fotografini cekiyor olabilir?" diyerek merakla arkami döndüm. Nefesim kesildi. Konusamadim. Sincabi da cevirmek icin kolundan tutup cekmem gerekti. Hayatim boyunca gördügüm en gerceküstü, en güzel, en parlak, en keskin renkli, en büyük, en, en, en... gökkusagiydi. Bütün kuzeydogu ufkunu boydan boya kaplamisti. Biraz yukarisinda kücük, silik bir ikincisinin izleri görünüyordu. Etraftaki herkes durmus gökkusagini izliyordu. Eminim sehrin bir cok yerinde insanlar durmus gökkusagini izliyordu. Hayatin  ne kadar anlamli, ne kadar güzel olduguna dair kisacik ama cok degerli anlar bunlar. Kisacikti, bir süre sonra kuzey ucundan itibaren siliklesmeye basladi. Fakat bende bir iz birakti. Dogada her seyin bir sebebi oldugunu ögrendigim icindir ki, simdi "gökkusagi neden var?" diye sormadan edemiyorum kendime.

Gecen hafta yol kenarindaki öbek öbek kara hindibalarin yanindan gecerken sincap birini koparmak istedi. Karahindibalari artik taniyor. Resimli kitaplarinda ya da böyle yol kenarinda görünce gösterip "Bak, aslandisi!" diyor. Almanca adinin (Löwenzahn) tam karsiliginin bu oldugunu söylemistim; o da bu adini kullanmayi tercih ediyor.

Cocuklara cevre bilinci asilarken cicek koparmayi yasaklayan bir anlayis var. Ben pek benimsemiyorum. Ciceklerin nesli cocuklar kopardigi icin tükenmiyor; sucu cocuklara atmayalim. Hele de karahindibalar... Bilirsin ki, ben ölürüm, sen ölürsün, insanlik kendi köküne kibrit suyu döker, karahindibalar ölmez. Bu yüzden sincap "aaa, anne aslandisi bak! bi tane koparabilir miyim?" deyince, "kopar cocugum!" dedim ben ona. Her cocugun elinde karahindiba tutmaya hakki var. Ben cocuklugumda cok kopardim, hatta cicekci  olup alip sattim oyunlarimda. Bugünkü durumum malum :)

Karahindibayi alip eve getirdik. Bir bardakta suya kavusturduk. Aksam oldu, karahindiba kapandi. Sabah oldu, karahindiba acildi. Günesi gördü acildi, geceyi gördü kapandi. Sincapla üc gün takip ettik. Sasirdik. Evet, biliyorum bütün karahindibalar yapar bunu. Ama ben saniyordum ki, bir bitkinin de bir merkezi, beyin gibi bir yeri vardir; o da diyelim ki köküdür. Kökünden ayrilan cicek ne zaman acilip, ne zaman kapanacagina kendisi karar veremeyen suursuz bir yaratiktir. Öyle degilmis. Ögrendim. Keske dedim... Keske biz insanlar da yapabilsek bunu. Önümüze konani tartismasiz almamiz istendiginde "Devlet bilir (bilsin) , devlet düsünür (düsünsün), devlet organize eder (etsin)" demesek, "Benim icin iyi olani devletle beraber ben de düsünmek, ölcmek bicmek, tartmak ve söz söylemek sorumlulugundayim." desek. Cünkü ancak sorumlulugumuz olan seyler, ayni zamanda hakkimizdir.

Bu sabah hava oldukca günesli oldugu halde pencere kenarindaki karahindiba acmadi. Sasirdim. Anaokulundan dönerken dikkatle baktim; yol kenarindaki kardesleri de keyifsizdi. Bugün actilarsa da, yarin acmayacak onlar da. Karahindibalar, hem de her biri, tek tek karahindiba olmanin ne demek oldugunu, nerede baslayip nerede bittigini biliyorlar.

Ben bilemedigimi hissediyorum. Bugün insan olmak üzerine düsünüyorum. Nedir insan olmak? Nasil insan olunur? Nerede baslariz ve nerede biteriz biz?

Insan bazen cocuguna iyi bir gelecek sunup sunamadigina, bunun icin yeterince iyi yatirim yapip yapamadigina,  yeterince biriktirip biriktiremedigine dair endiselere kapiliyor. Öyle zamanlarda su yukarida bahsettigim günlerimi animsamaya calisiyorum. Sincap icin anilar biriktiriyorum. Anilara yatirim yapiyorum. Yagmurda bir yürüyüs sonrasi zencefilli kek, su birikintilerinin üzerinden ziplamaca, günesin altinda ip gibi dümdüz ve sessizce nehire inen yagmur damlalari, kavanozdan calinan isgin-ahududu marmeladi, dünyanin en güzel gökkusagi, yol kenarinda öbek öbek "aslandisleri" ve onlarin pencere kenarimiza konuk olan bir üyesi, ki bir acilip bir kapanirlar...

Bir acilip
Bir kapanirlar.

Pazartesi, Nisan 23, 2012

Nane

Az önce saksilari sularken nane ektigim saksida mini minnacik cimlenmis bir tohum gördüm.
Ama gercekten mini minnacik bir sey...
Yüregim yerinden firlayacakti. Duyan da oglumu üniversiteye falan yerlestirdim, ona seviniyorum sanir :)
Bugün yine cok mutluyum ben :)

Dipnot: Dereotu ve karabas da kotiledon (cenek) yapraklarindan gercek yapraklara gectiler :))

Gida üzerine, "Genc Bakis" hakkinda...

Abbas Güclü'nün 12 Nisan tarihli Genc Bakis'ini izlemeyen, konuklarinin söylediklerini gazetede ya da internette  okumayan var mi?

Bir de ben bahsedeyim, dur.

Programi bastan sona izlemek istersen:
Genç Bakış 12.04.2012:
Bölüm 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8

Programda konusulanlarla ilgili bir yazi okumak istersen, burada.

Abbas Güclü konuklarini (Kenan Demirkol, Yavuz Dizdar, Hayrettin Karaca) tanitirken "her biri tek basina birer sivil toplum örgütü gibi calisiyorlar" dedi. Herbirinin söyledikleri tek tek, cümle cümle önemli. Tek tek, cümle cümle dikkatle dinlenmeli.

Paylastiklari bilgiler bir yana, anlayis acisindan özellikle carpici olan görüslerini not ettim:
  • Hayrettin Karaca'nin hem "Ben katilim!", hem de "Care var. Care benim! Dünyayi ben kurtaracagim!" deyisinin üzerine cok cok düsünmek gerek. 
  • Yine Hayrettin Karaca'nin "Büyüme nereye kadar?" sorusu cok kritik. Hepimizin aklindaki soru olmali.
  • "Ihtiyacimdan fazla tüketmeyecegim. Batiracagim o ekonomiyi!" diyen de oydu :))
  • Yavuz Dizdar'in su sözlerini ben de cok gözlemliyorum: "Özellikle iyi egitimli entellektüeller arasinda yaygin olan bir görüs var. 'Artik bir sey yapilamaz. Teknoloji vazgecilmezdir' diyorlar". Yanit sanirim yüz yasina yaklastigi söylenen Hayrettin Karaca'nin "Care var! Care benim! " deyisinde :)
  • Su anki dünya nüfusunun (7 milyar), 1 milyari ac. Dünyanin aclik siniri altinda yasayan nüfusunun 700 milyonu ciftcidir. FAO'ya göre dünya üzerindeki tarimsal üretim 9-10 milyar kisiyi besleyebilir. Dünyadaki acligin sebebi gida eksikligi degil , yanlis tarim politikalaridir. 
  • "Tek yol var: Seni yasatanlari yasatacaksin." ya da "Hayattan almaya degil, vermeye geldik. Hayat bize zaten verilmis". Otur düsün üstüne, gündüz gece.
  • "Türkiye'de mera yoooooooook!" (Türkiye Süt Üreticileri Birligi Baskani  tüm konusmasi boyunca "Tüketicinin akli karisik, aklimiz cok karisik, halkin akli karisiyor" dedikten sonra, "Türkiye'deki  sütün ne kadari mera, ne kadari kapali ahirda beslenen inekten gelir?" sorusunu yanitla(ya?)mayip lafi dolastirmaya baslayinca, Hayrettin Karaca'nin yaniti. Türkiye'de kamuoyunun akli karismasin diye böyle lafi dolastirmayan insanlara ne cok ihtiyac var :) Uludag Yas meyve Sebze Ihracatcilar Birligi Baskani'nin "ihrac edilen ürün iade edilirse Türkiye'ye dönmeden önce bozulur" diyemeyip "...ürün yani esyanin tabiatina uygun olarak kendi kendini bi yerde...." deyisi de ayni baglamda dinlemesi eglenceli bir cümleydi :)  15 gün bekleyen sebze tabii ki bozulur, bozulmali da; bunda söyleyemeyecek ne var?  Türkiye'de akli, fikri, düsüncesi net ve dolayisiyla konusmasi, ifadesi net insanlarin azligi öyle büyük ve temel bir sorun ki... Icimizdekini disariya egip bükmeden akitamayan bir kültürümüz var. Ayrica tartisma konusu... 
  • "Dogruyu aklimizi serbest birakarak bulacagiz.", "Eger siz talep ederseniz, bi seyler degisecek" (Yavuz Dizdar)
Böyle iste. Aslinda harika bir gökkusagindan bahsedecektim bu sabah. Bir sonraki sefere...

Cumartesi, Nisan 21, 2012

Güveyle dogal mücadele üzerine bi takim ek gevezelikler


Insan giysi dolaplarinda mevsimlik temizlige girisir de, güve bir mesele olmaz mi?
Olur.

Ben güveye karsi naftalin kullanilan evlerde büyüdüm.
Esim naftalini hic sevmez. Ne kokusunu, ne de bir petrol türevi oldugu gercegini...
Ve fakat esim dogal yün giysileri sever. E, ben de severim.
Dolayisiyla kendi evimde güveye karsi cözüm ararken naftalinin üzerinin daha en basindan kalinca cizildigini söylememe gerek yok sanirim. 

Yillar önce "Simple Living üzerine Türkce tartisma grubu var midir?" diye ararken tesadüfen ve büyük sevincle buldugum bir sade yasam grubunda ilk sordugum sorulardan biri de bu olmustu nitekim: "Güveye karsi naftalin disinda dogal cözüm?"

Gelecek yanitlari merakla beklerken sonradan asker emeklisi oldugunu ögrendigim bir beyin uzuuun ve nereye baglanacagini merak ettigim, vatan-millet üzerine bir mailini okuyordum. Yazinin sonundaki "Cumhuriyet kadinlarinin güve ve benzeri kücük fani dertlerle ugrasmayacagi"na dair cümleyle kendime geldim. Mail bana hitabendi :)

Bu da böyle bir animdir :)

Ve fakat, güve neredeyse insanlik tarihi kadar eski bir sorun. Wikipedia'ya bakilirsa M.Ö. 2000 yillarina ait Asur metinlerinde bile adi geciyormus. Keza Incil'de de konusu gecer. Isa'nin "Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar.Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar" dedigi söylenir. Ve ne yazik ki, hosumuza gitsin ya da gitmesin; güve Cumhuriyet kadinlarinin da (en azindan olabildigince dogal yasamaya ve polyesterle iliskisini asgari tutmaya calisan Cumhuriyet kadinlarinin da) bir sorunudur.

Zaman icinde güveyle dogal yoldan nasil mücadele edebilecegime dair bir iki yöntem ögrendim. Su aralar en sevdigim yöntem sedir yagi kullanmak. Yünlüleri kaldirmadan önce yikarken makinenin normalde yumusatici konulan gözüne bir iki damla sedir yagi damlatiyorum.  Ya da elde yikiyorsam küvetin icine... (Aklinda olsun; eger bir yerde camasir yikarken durulama suyuna su ya da bu yagin eklenmesinden bahsedildigini okursan, bu "yagi normalde yumusatici eklenen göze damlat" demektir.)

Dolabi bosaltinca icine sedir yagi damlattigim arapsabunlu suyla siliyorum. Sonra yünlüleri tekrar yerlestirirken de aralarina sedir yagi damlatilmis kagit ya da kumas mendiller koyuyorum. Dolabin orasina burasina da asiyorum ayni mendillerden. Hic güve sorunum olmuyor mu? Oluyor tabii... :) Tüm  bunlari yapmayi unuttugum yillarda örnegin ;)

Dolabi actigimda icime dolan sedir kokusu beni cocukluguma, büyükannemlerde gecirdigim yaz tatillerine götürüyor. Nedenini bilmiyorum. Anneme "anneannemlerin sedir dolaplari mi vardi?" diye sordum. O da animsayamadi. Sedir yagi kullanmayi bu yüzden de cok seviyorum. Cocuklugun mutlu ve huzur dolu günlerine dair bir sey var kokusunda. Bonus olarak...

Diyecegim o ki; sedir yagini tavsiye ederim. Ister Cumhuriyet kadini ol; ister olma...

Bahar önce geliyorum gibi yapip sonra da agirdan alinca, ben sabirsizlandim biraz.
Isi ele almaya karar verdim.
Hic olmazsa yapilacaklar isler listeme, giysi dolaplarina, cati katina bahari kendim getireyim dedim.
Son bir kac gündür sahip olduklarimiza bakiyorum. Üzerlerinde düsünüyorum.
"Artik giyemedigim ama saglam olanlar sunlar" diyorum.
"Sunlari yepyeni olduklari halde nedense her yaz dolabin gerilerine itiyorum, neden giy(e)miyorum?" diyorum.
"Bunlar artik sincaba hayatta olmaz; büyüyor. Ama baska cocuklar giyebilir" diyorum.
"Bunlari baskalarina bile veremeyiz; iyice eskimisler. Ama bir seylere dönüstürebilirim" diyorum.
"Oradakileri tamir etmeli, tamir edince yine kullanabiliriz" diyorum.

Sahip olmak, kullanmak, tüketmek, dönüstürmek, paylasmak üzerine düsünüyorum bugünlerde cok.
Ben düsünmüsüm, Asli Tosuner yazmis :)

"Yaşamın dengesi hepimizin içsel olarak bildiği gibi dönüşümle ayakta durur. İlla maddelerin birbirine dönüşmesi gerekmez. Kullanılan eşyaların da insanlar arasında gezmesi de bir döngüdür, dönüşümdür. Bizim vazgeçtiğimize değer verecek birileri mutlaka vardır. Bu nedenle ortak kullanımı yaşam tarzımız haline getirmek için uğraşmalıyız."

demis örnegin. Yazisinin tamami burada. Atlama :)

Cuma, Nisan 20, 2012

Samimiyet testi

Canakkale'den yeni havadisler:
"Geçenlerde, işlerden vakit bulup da bir türlü görüşemediğim bir komşumun daveti üzerine ziyaretine gitmiştim. Daha önceden tanıdığım birkaç kişi daha olacağını biliyordum, ama o günün “altın günü” olacağını bilmiyordum. Toplam sekiz kadın idik, dördüyle ilk kez tanışıyordum. İkisi öğretmen olmak üzere, dördü kamu kuruluşlarından emekli, biri çalışmayan ev kızı, diğeri dershanede öğretmenlik de yapan genç bir turist rehberi. Bendeniz malûm…"
Gerisi burada >>>
Bir samimiyet testinin gerekliligine inanan bir ben degilmisim, demek ki...
Nasil mutlu oldum, anlatamam!
Daha gecen gün altin gününün alternatifini de konusmusken üstelik :) ...

Çarşamba, Nisan 18, 2012

Düzen, sadelik, ev ve ruh halleri üzerine...

Posta kutumda temizlik yaparken Imperfect Home Making'deki  {31 days to an organized home} adli su yazi serisine denk geldim. Uzun aylar önce Isil paylasmisti, ben de her zamanki gibi "sakin kafayla okuyayim ben bunu bir bos zamanimda" diyerek bir kenara koymus, sonra unutmustum :)

Dün buldum o bos zamani ve sakin kafayi :)

Evinde düzen ve sadelik arayisinda olan, fazlaliklardan ve onlarin yarattigi kargasadan sıkılmıs, fakat nereden baslayacagini bilemeyen herkese bu 31 günlük yazi serisini tavsiye ederim. Evrensel, her eve uyar cözümler getirmiyor, hayir. Fakat blog sahibi 5 kücük cocuk sahibi (Fotografta eksik saymadiysam...;)  Kargasa ve düzen hakkinda epey fikir sahibi :) Ben cok eglendim seriyi okurken. Fakat eglenmekle kalmadim; hem iyi fikirler aldim, hem de düsündüm yazilari okurken.

Örnegin fazlaliklardan neden kurtulamadigimizin kökenine inen su yazi ve yazida verilen linki takiben okudugum su yazi oldukca düsündürücüydü.

Neden asla ev, organizasyon ve tasarim blogger'lari kadar düzenli bir eve sahip olamayacagimi anladim sonra. Su yazidaki corap cözümü örnegin... Itiraf etmeliyim ki, gözlerimi yasartacak kadar (gülmekten tabii) parlak. Su yazidaki aski cözümü de öyle... Fakat benim acimdan uygulanabilir degiller. Sade yasamanin bir "sade ve düzenli bir evde yasama" sekli var; bir de "dogayla ve üzerinde yasadigin gezegenin kisitli kaynaklariyla barisik" sekli. Bazen ikisi birbiriyle celisir gibi olur. Ve ben genellikle ikinciye dogru kayarim. Dolayisiyla  evde düzen ugruna sincabin bütün coraplarini elden cikarip yenilerini aldigimi ya da bütün askilarimizi gidip standart renk ve sekilde aldigim yenileriyle degistirdigimi düsünemiyorum. Eskileri elden cikarma seklim cöpe atmak degil de, bagislama seklinde olsa dahi... Bunlarin yaratacagi daginikligi sineye cekmeyi tercih ediyorum. Herkesin düzeni kendine ;)

Blog sahibi evinde düzen kurmak icin dollar store'lardan aldigi ufak tefek kutu, kap, container gibi seyleri cok kullaniyor ki (örnek icin bkz.), bu da benim sistematik olarak yapabilecegim bir sey degil. Itiraf etmeliyim ki, dollar store, ya da buradaki adiyla "1 Euro Shop"lardan bazen ben de alisveris yapiyorum. Fakat oradaki ucuzlar bazen gezegen icin pahali. Dikkatli olmak gerekiyor. Bir önceki paragraftaki hikaye yani...

Böylesine düzenli bir evimiz olamayisinin bir diger sebebine  gelince :) Ben terzilikte sifira yakin oldugum gibi, esim de ünlü Isvec firmasinin katalogundan bir sey gösterdigimde "ben yaparim!" diyebilecek marangozluk becerisinde degil. Yoksa koridorda bir gömme dolabimiz var ki bir kara delige dönüsmekte gittikce  ve biz neler neler yapabilirdik onunla :)

Fakat bu seriyi tümden elestirdigimi düsünmeni de istemem.

Su yazidaki kuralin bir benzerini Malta'ya tasinirken kendim icin uygulamistim mesela. "Ne giysem?"derdine damgasini vurmus ve ben oldukca rahatlamis bir kac ay gecirmistim :) Tavsiye edilir; ve hatta sincabin giysilerinde uygulama kismini da kendime tavsiye ederim :)

Baska ortak cözümlerimiz de var. Örnegin benim de sunun gibi bir kullanma kilavuzu, garanti belgeleri kutum var. Eski bir ayakkabi kutusu. Garanti belgelerine fis ya da fatura da ilistirilmis... Böylece herhangi bir seyin garanti kapsaminda iade ya da tamiri gerektiginde ilgili belgelere hemen ulasabiliyorum. Sadece belli araliklarla garanti süreleri gecmisleri tarayip atmayi unutuyorum; o kadar :)  Benim de bir kumanda merkezim oldugunu farkettim ayrica; ve bunun ne cok ise yaradigini :)

Su el yapimi magazin dosyasina bayildim :) Tam da bugünlerde ihtiyacim oldugunu düsünürken :) Ben ortaokuldayken bir gün anneannemlerde annemin ortaokul yillarindan kumasla kaplanmis bir defterine rast gelmis, eve dönüste hemen bir hevesle kendi defterlerimden birini de kumasla kaplamistim. O gün bugündür kumasla kaplanmis defter, dosya gibi esyalari severim. Deneyecegimdir ;)

Baska insanlarin giysilerini nasil katladigini bilmek de epey yararli oluyor. Ve etrafta bunu kendi giysileri üzerinden örnekleyerek gösterecek cok fazla kisi de yok ;)

Su temel kural, yani "herseyin bir yeri olsun ve her sey yerinde olsun" gercekten cok önemli. Bu konuda sahsen caba harciyorum ve epey yararini görüyorum. Fakat bazen uygulamak mümkün olmuyor. Tezgah üstünde iki ayri pekmek kavanozu icin yer ayarlamisken (üzüm ve keciboynuzu), esim bir haftasonu "bak cok güzel dut pekmezi buldum" diyerek geliyor ve demekle de kalmiyor, tadina bakmak icin hemen oracikta aciyor da pekmez kavanozunu. Böyle bir durumda "hey, dur bakalim, tezgah üstünde sadece iki pekmez kavanozuna yer var. Onlardan biri bitsin, ücüncüyü ondan sonra acarsin" demek olmuyor tabii. Hayat bazen pekmez kavanozu gibi kücük detaylarda bile epey karmasik ;)

Bir diger önemli kural evden cikmasi gereken bir fazlaligi evde bekletmemek. Bunu okudugumda ne demek istedigini biliyordum. Gecen haftalarda sincabin eski giysilerinin oldugu bazi kutulari düzenledim ve icindekileri "ikinci el dükkanina önerilecekler" ve "bagis kutularina atilacaklar" diye ayirdim. Ayirdigimla da kaldim. Iki ayri canta seklindeevdeki kalabaliga katkida bulunmaya devam ediyorlardi :) Serinin son yazisinda bu kurali okuyunca hemen harekete gecmeye karar verdim. Cantalari aldigim gibi firladim disariya :) Sincabin üc eski pantalonunu (eski derken kücülmüs) son zamanlarda alisveris yaptigim ikinci el dükkanina sattim,kalanlar da hemen bagis kutusuna atildi. Kullanilmis esyalari ekonomiye dahil etme döngüsünün satici kisminda bulunmak yeni ve ilginc bir deneyimdi. Vatana, millete ve gezegene hayirli olsun.

Ev ve düzen gevezelikleri bununla bitmez. Fakat bir Zen Habits yazisi var ki, disimizdaki fazlalik ve daginikligin icimizdeki karmasadan; ya da daha net bir deyisle, korku ve zayifliklardan kaynaklandigini ve fazlaliklardan kurtulmanin aslinda icimize dogru bir yolculuk oldugunu cok iyi anlatiyor. Tekrar link vermekte sakinca görmüyorum bu yüzden.

Salı, Nisan 17, 2012

"Bahce"de son durum

Annenin gizli müdahalesiyle saclari uzamaya baslayan sincabin yumurta kafalari :))


27 Mart'ta ektigim tohumlarla ilgili durum raporudur :)
Bu tohumlarin sadece cimlenmelerini bile o kadar cok önemsiyorum ki, hepsini tek tek not ettim.

Mart ayi sonunda bahce tereleri hemen cimlendi tabii ki :) Sincapla büyük bir dikkatle izledik büyümelerini. Yeterince büyüyünce bir tane koparip verdim yemesi icin. Topraktan direk koparip yemek fikri hosuna gittiginden midir nedir, bayildi bu ise sincap. Simdilerde mutfak penceresine aldik tereyi. Aksam yemekleri icin kendisi makasla kesip aliyor tabagina ve büyük bir hevesle yiyor :)

4 Nisan'da karabas tohumu cimlendi. Cok mutlu oldum; cünkü karabasi herseyden önce esim icin ektim.
8 Nisan'da dereotu cimlendi. Su ana kadar en hizla büyüyen de o oldu. Inanilmaz bir günes arayisi icinde. Pencere dibinde olmasina ragmen kotiledon yapraklarini sürekli günese dogru egiyor. Her firsatta 90 derece ceviriyorum saksiyi, egri büyümesinler diye. 4-5 saat sonra baktigimda yine ayni durum :)
9 Nisan'da anneanne feslegeni dedigim tür feslegen de cimlendi. Ayni gün Asyali limon otunun da kafasini mini minnacik topraktan cikardigini farkettim.
12 Nisan'da Frenksogani "merhaba" dedi dünyaya :)
 ...ve 16 Nisan günü beni büyük saskinliklara bogarak maydonoz, hem de cok hizli bir cikis yapti sahneye. Maydonozlar sabir ister. Yavas cimlenir, ola ki cimlenmeye karar verirse... Bizimkinden bu performansi beklemiyordum, ne yalan söyleyeyim :)

Simdiiii....
Gelelim cimlenmeyenlere...
Mart'in son günü sincapla beraber , eglencelik olsun diye yumurta kabuklarina ektigimiz bahce tereleri cikmadilar. Cünkü hemen cikanlarin aksine cok eski tohumlardi onlar. Bunun üzerine olaya gizlice müdahale ettim. Sincap görmeden yeni tohumlar alip eskilerinin yerine ektim. Üc gün sonra onlar da cimlendiler. Sincabin yüzündeki saskin mutluluk görülmeye degerdi. Simdilerde gelip gidip cool, saklamaya calistigi bir merak ve mutlulukla izliyor onlari. Yakinda hasat edecegiz (Bkz. yukaridaki foto).
7 Nisan'da saksilarda bos yer ararken farkettim ki, latin cicegi tohumu küflenmis. Oldukca eski bir tohumdu, o yüzden bekliyordum ondan da bir yaramazlik. Son bir kac yildir ne zaman eksem ayni sey oluyordu. Yeni tohum aldim, ekecegim. Bu yaz ev latin ciceksiz olmamali gibi bir his icindeyim :)

Avrupali limon otunun basina bir kaza geldi, saksi devrildi. Onu, tam ne zamandi animsayamiyorum ama yeniden ektim.

Nane, limon feslegeni, melisa üclüsü... Beni zorlayacaklarini biliyordum zaten. Bir kere cok mini mini tohumlari var. Minikler acemi bahcivanlari hep zorlar. Ayrica isik isteyen tohumlardan olduklarindan topragin yüzeyine serpiliyorlar. Ve bulundugumuz iklimde, ev sartlarinda, toprak yüzeyinde dogru nem oranini tutturmak zor. En azindan ben zorlaniyorum.  Son haftalarda maalesef havalar cok yagmurlu, soguk ve kapali gitti. Cok az günes gördük. Bu üc tohumun saksilarinda yüzeyde hafif küflenmeler olustu; ki pek cok tohumun en önemli düsmani... Üstelik cok sulamamaya gayet dikkat ettigim halde. Simdi acaba bekleyip, topragi iyice kurutup yeni tohumlar mi serpsem? ve hatta topragin üst yüzeyini dikkatle süpürüp alsam mi?, yoksa topraklari tümden atip yeniden mi baslasam?, seklinde düsüncelerdeyim. Ilham gelmesini bekliyorum :)    

Biberler... Onlarin topraginda durum gayet iyi. O yüzden sadece zamana ihtiyaclari oldugunu saniyorum.

Dört yaprakli yonca... Gecen yil ayni soganlardan cok iyi sonuc almistim. Sorun eskimis olmalari belki de, bilmiyorum. Bu yil yenilerini zaten almistim. Bir ara eskileri cikarip yenileri ekecegim gerekirse.

Dolayisiyla önümüzdeki günlerde bahcedeki is planim söyle:
- Gecen yaz tohumunu yol kenarindan toplayip kisin cimlendirmeyi basardigim haseki küpesini daha büyük saksiya alacagim.
- Latin cicegi ekecegim.
- Dört yaprakli yonca ekecegim.
- Bir arkadasimin önerisi üzerine saga sola aycicek cekirdekleri ekecegim. Sonbaharda örnegin nehir kenarinda cekirdek hasat etme niyetlerim var :))
- Bir kac yildir büyüyüp giden bir turuncgilim var. Limon mu, yoksa mandalina ya da portakal mi unutmusum. Ona bakim yapacagim :) Kahve telvesi biriktiriyorum bu yüzden özenle...
- Toplamda yarim metrekare bahcede hayallenecegim de hayallenecegim :))

"Bahce"de durumlar böyle... :) Ayni hayat gibi :)
Tüm aksiliklere, kötü sürprizlere ve zorluklara ragmen güzel, güzel, güzel :)

Pazartesi, Nisan 16, 2012

Pinus resinosa / Red pine

photo by jweisenhorn

Agacin adinin polenlerinin rengiyle ilgisi yokmus :)


Latince: Pinus resinosa
Ingilizce: Red pine
Türkce: Kızıl çam (?)

Kuzey Amerika'ya özgü bir  çam türüymüs. Adini gövdenin üst kisimlarinda agac kabugunun aldigi turuncu-kizilimsi renkten almaktaymis. Wikipedia'da belirtildigine göre "self-pruning" yani kendi kendini budayan agaclardanmis :) Bir ara benim de aklima takilmisti bu konu. O yüzden ilgiyle karsiliyorum bu bilgiyi :)

Bitki profili burada.

Türkce  Kızıl çam adinin yanina soru isareti koydum. Cünkü aslinda Türkce'de  kızıl çam olarak bilinen ve Türkiye'de de yetisen baska bir Pinus türü var: Pinus brutia. Dogu Akdeniz'de yetisen bu tür, sürgünlerinin rengi sebebiyle bu ismi almis. Ingilizcesi ise "Türkish Pine". Walden'in  kızıl çaminin Türkce'de baska bir adi var mi, varsa nedir, yoksa ne demelidir, bilmiyorum. Bence "Walden çamı" gayet de yakisan bir isim olurdu.
Aklin mi karisti? Bosver, biz de burada dendroloji dersinde degiliz nitekim. Thoreau'un kurak mevsimde suladigi bitkileri calisiyoruz. Artik gercekten sulamis mi, yoksa herzamanki gibi biyik altindan gülümseyerek latife mi yapiyor, bilemiyorum :D
En iyisi en basindan almamak.
Ve fakat altin günü oluyor da, bu neden olmasin?


Anahtar sözcük: "Clothing Swap"

Cuma, Nisan 13, 2012

Celtis occidentalis / Batı çitlembiği


Latince: Celtis occidentalis
Ingilizce: Nettle tree, Hackberry 
Türkce: Batı çitlembiği

Her ne kadar Walden'in Türkce cevirisinde "nettle tree", "isirgan otu" oluvermisse de, bence isin asli öyle degil. Ingilizce kaynaklar "Nettle tree, hackberry'dir, o da Celtis türlerine verilen genel isimdir" diyor.  Celtis türlerinin Türkce'deki adi Citlembik. Dünyanin pek cok yerinde yetisen pek cok türü varmis. Örnegin Türkiye'de ve Avrupa'da Celtis australis yetisiyormus. Fakat Kuzey Amerika'nin özellikle dogusunda (yani Thoreau'un memleketinde) yetisen tür bir baskasiymis: Celtis occidentalis, yani Bati citlembigi :) Bir rivayete göre meyveleri yenebiliyormus; fakat ulasmasi, toplamasi zor oldugundan fazla ilgi görmüyormus.

Lisans sorunu olmayan bir fotografini simdilik bulamadim. Flickr'deki su fotograf fikir verecektir mutlaka...

Bir arkadasa soracaktim da... (V)

Bazen bir yaziyi kafamda coktan tasarlayip bitirsem de, bir türlü yazamiyorum. "Bir arkadasa soracaktim da..." serisinin son yazisi, yani gida israfiyla ilgili olanin basina da bu geldi: Yazamiyorum.

En iyisi, ben bütün kaynaklarimi ortaya dökeyim. Birlikte okuyalim, birlikte izleyelim, birlikte güzelleselim:
("Güzellesmek mi? Ne güzellesmesi?" diyenleri söyle alayim.)

  •  Adi Valentin Thurn. Film yapimcisi. Gecen yilin sonbaharinda vizyona giren filmi Almanya'da epey ses getirdi (en azindan bazi cevrelerde). Filmin adi "Taste the Waste", yani "Cöpün Tadina Bak". Ben filmi izlemedim. Ama hakkinda okuduklarim ve trailer'i yeterince etkileyiciydi. (Sitede Ingilizce secenegi de var.)
  • Die Spitze des Nahrungsberges - Film hakkinda Süddeutsche Zeitung'da yayinlanmis bir yazi.
  • Der Müll, das Geld und der Tod -3sat kanalinda film ve gida israfi hakkinda yayinlanmis bir video. Bu da ayni kanalda Valentin Thurn ile yapilan bir röportaj.
  • Müll statt Mahlzeit - Die Zeit'ta yayinlanmis bir yazi.
  • Tonnenweise in den Müll - Bu da bir baskasi.
  • New American Dream'in duyurduguna göre film, Mart basinda San Fransisco Green Film Festival'de de gösterilmis.
Küresel gida israfi ve kaybi hakkinda Ingilizce linkler:
Bu arada en carpici olanlardan birini en sona sakladim :) Bu serinin son yazisinin gida israfinin önlenmesi üzerine oldugunu okuyan bir arkadasim, "öyleyse bu video'lari mutlaka görmelisin" diyerek bir iki video gönderdi bana. Gerard Daechsel ve Freeganism ile tanisalim:




 Bütün bunlari okuyup izlemek icin zamani olmayanlar icin dip ama cok önemli not: Bir hesaplama gösteriyor ki, Avrupa'da cöpe atilan miktarda gida ile tüm dünyanin ac nüfuslarini iki kez doyurmak mümkünmüs! Bugünkü dünya nüfusunu geleneksel, dogal tarim yöntemleriyle doyurmanin mümkün olmadigi, GDO tariminin bu yüzden kacinilmaz oldugu söylenip duruyor hep! Sorunun bir üretim degil, tüketim sorunu oldugunu görüyoruz oysa. Bu dünya hepimizi besler, kac kisi oldugumuzun önemi yok. Önemli olan özenle ve bilincle tüketmek. Gandhi'ye selam olsun.

Ingilizce ve Almanca konusulan ülkelerde yasayanlar icin dip ama fark yaratan not: "Best before" ve "Mindestens haltbar bis" ifadeleriyle "Son Kullanma Tarihi" ifadesi arasindaki ince ama önemli nüans farkina dikkat!

Güncelleme (16.4.2012): Isil'in yorumlarda bahsettigi filmin (The Gleaners and I) tanitim videosu. Tesekkürler Isil!

Çarşamba, Nisan 11, 2012

Tiz tarihe gecile...

Bugün ilk kayin yapraklarini gördüm, tomurcuklarinin ucunda.
Ve civara yayilmis cimlenmis akcaagac tohumlarinda ilk gercek yapraklari... Ki hepsi agac olmayacak. Özellikle o kaldirim girintilerinde büyüyenler. Ki bence biliyorlar da bunu. Ama yine de yapraklarini büyütmeye cekinmiyorlar.


Karahindibalar ilk ciceklerini üflenesi tohumlara cevirdiler bile. Duydum ki Istanbul'un karahindibalari da yapmis aynisini. Uzak diyarlardan tanidik haberleri almak ne güzel. Tesekkür ederim :)



Laleler acti.
Manolyalar acti.
Kiraz cicekleri acti.
Erik cicekleri acti.
Kanarya gülleri acti.

Adini bildigim, bilmedigim türlü cesit agac ve bitki acti.
Leylaklari bekliyorum.

Ben ne zaman acacagim?
Sen ne zaman acacaksin?

Pazar günü, Paskalya tatilinin tam ortasinda kar yagdi.
Saka gibi, bahara adanmis bayramin ortasinda kar.
Öyle lapa lapa degil. Catilari, agaclari beyaz bir örtüyle örtecek kadar.
Aklima ilk gelen erik cicekleri oldu. Ne yalan söyleyeyim, biraz da üc ay sonra dalindan yiyecegim Mirabelle'lerin derdindeyim. Fakat erik ciceklerinin bir itirazi yok gibiydi olana. Kar ayni gün eridi gitti. Bugün baktim; ne kiraz ciceklerinin, ne de baska acanlarin söylenmis oldugunu gördüm olup biten hakkinda.

Karin yagdigi gün kuslar sustular. Her sabah günes dogusuna yakin serenada baslayan kara tavuklari duymadik. Kar bir sehrin üstünü neden sessizlikle örter, daha iyi anladim. En azindan kuslar susar cünkü.
Kar eridi, kuslar civildamaya basladi tekrar. Sarkilarinda kardan sikayet eden bir notaya rastlamadim.

Her baharin icinde bir kis var. Her kisin icinde de bir bahar.
Hatta bu sabah yagmurun altinda, kaldirim üstünde parlar gördügüm atkestanesi düzeltme serhi ister benden; her baharin icinde bir de sonbahar...

Bazen acilmak icin, biraz kapanmak gerekiyor.
Karahindibalar örnegin, (ki pek cok baska bitki de) yagmurlu günlerde hemen kapatiyorlar ciceklerini. Günesi görünce, günes oluyorlar :)

Kapatmak deyince...
Facebook hesabimi kapattim ben de. Zaten kac ay olmustu acali. Öylesine az kontagim vardi ki, FB otomatik olarak kontaklarima beni baska tanidiklarina tanistirma tavsiyeleri gönderiyordu :) Hesabimi dondururken FB yazilim ekibinin gösterdigi tepkiyi en hafifinden "duygusal" diye tanimlayabilirim :)
Ard arda sorduklari su sorulara, su söylediklerine bir bak:
"Emin misin?"
"Yani gercekten mi?"
"Ama arkadaslarin seni cok özleyecek; X seni cok özleyecek, Y seni cok özleyecek, Z seni cok özleyecek.... "
"X'e bir mesaj göndermek ister misin? Y'ye bir mesaj göndermek ister misin? Z'ye... "
"Neden gidiyorsun? Bir yanlislik mi yaptik? Kisisel bir durum mu var? Fazla kontagin mi yoktu? Cok mu sıkıldın?"
"Peki bunlarin hicbirisi degilse, sebep nedir?"
"Himm, gercekten gidiyorsun. Cok cok cok üzgünüz. Hesabini silmiyoruz bak, sadece donduruyoruz."
"Yine bekleriz, bir tiklaman yeter"
:))

Susmak deyince,
Farketmissindir; bir süredir yorumlara da yanit vermiyorum; sanirim bir süre daha da veremeyecegim. Yasamak ve yuvamda oturup olani izlemek havalarindayim. Civildamak baska bahara...

Salı, Nisan 10, 2012

Ayi sarimsagi yagi

photo by blumenbiene


Paskalya tatilinde ben de bos durmadim. Ayi sarimsagi yagi yaptim.
Ayi sarimsaginin mevsimi yaklastigindan beri heyecanla beklemekteydim. Gerci burada dogal ortaminda hic rastlamadim. Ama gecen yil marketlerde satildigini görmüstüm; bu yil da görürüm diye umuyordum. Nitekim tatilden bir gün önce, Persembe günü bir markette rastlayinca kalbim heyecanla atti; neredeyse sevdigim bir tanidigi görmüs gibi sarilacaktim pakete. Bilmiyorum, sebze reyonunun ortasinda bir paket ayi sarimsagina sarilmis ben deliyi görenler ne düsünürlerdi :D Markette satilan ayi sarimsaklarinin bir kücük dezavantaji varsa, icinde minik beyaz ciceklerinden olmamasi. Hayir, onu zarf icinde posta kutumuza yolu düsen baska ayi sarimsagi demetlerinin icinde bulmak mümkün ki, degeri bir baskadir.

Sarimsagin yarisi harika bir salatada yerini aldi. Istiyordum ki diger yarisini daha kalici bir seye cevireyim ve bu mevsimi kisa güzelligin bizdeki misafirligini biraz daha uzatabileyim. Aklima ilk gelen sey ayi sarimsagi yagi oldu.

Internetteki bütün Almanca tarifler hemen hemen birbirinin ayni. Hepsi ayni kaynaktan cikmis olabilir.
Tarif özetle söyle:

2 avuc dolusu ayi sarimsagi
800 ml. sizma zeytinyagi

Ayi sarimsaklarini özenle yika ve iyice kurut. (Ben temiz bir mutfak beziyle tek tek kuruladim, cünkü son ürünün basarisi acisindan bu adim önemli. Islak ya da nemli kalan yapraklar daha sonra yagin kolayca küflenmesine sebep olabilir.)
Olabildigince keskin bir bicakla enine 5-10 mm genislikte kes. Sarimsaklari azar azar kesip bir sise ya da kavanoza yerlestir ve her seferinde üzerine biraz zeytinyagi dökerek devam et. Bu "biraz sarimsak,biraz yag" yöntemi ayi sarimsaklarinin havayla temasini ve oksidasyonunu en aza indirgemek acisindan önemli. Tüm sarimsaklar dograndiktan sonra kalan yagin tümünü de ekle. Yagin yüzeyinde havayla temas eden sarimsak kalmamasina dikkat et.

18-24 gün  oda sicakliginda ,cok aydinlik olmayan bir ortamda beklet. Sonra yagi bir tülbent ya da ince gözenekli herhangi bir filtreden (kahve filtresi bile olabilirmis) süz ve koyu renkli bir siseye al. 1 kasik ayi sarimsagi yapragi da dekoratif amacla siseye eklenebilir.

Bu sekilde hazirlanan ayi sarimsagi yagi 9 ay boyunca buzdolabi ya da kiler gibi serin bir ortamda, 1,5-2 ay kadar ise oda sicakliginda saklanabilirmis. Yagi her türlü salatalada, izgaralik et ya da sebzeleri marine etmekte, pizza ve makarnalarda kullanmak mümkünmüs.   

Benim hazirladigim yag su anda su linkteki gibi, fakat ondan daha koyu renkli gözüküyor. Su link ise ayi sarimsagi yaginin ne de güzel el yapimi bir armagan olabilecegine dair ilham verici bir fotograf iceriyor.

Bir baska ayi sarimsagi saklama yöntemi ise, ince ince dograyip az miktarda suyla buz kaliplarina doldurarak buzlukta dondurma usulüymüs. Ben denemedim ama belki bir gün denerim ya da birilerinin isine yarar diye buraya not aliyorum.

Taze sarimsaklar ciksin, bir de bildigimiz sarimsakla ayni seyi yapmayi düsünüyorum.
Bi de, bi de... pencere kenarinda bir saksida büyümekte olan biberiye ve adacaylari var. Söyle biraz daha yapraklansinlar,biraz daha serpilsinler...

Niyetimin ne oldugunu söylememe gerek var mi? :))

Peki ya su fotografin ben de ne ilhamlar uyandirdigini?...

Photo by blumenbiene

Bayramlar...

Paskalya bayraminda komsularimdan biri tavsan seklinde büyük bir cikolatali kek armagan etti. Kendisi yapmis. Tavsan seklinde bir kalipta keki pisirip sonrasinda özenle cikolatayla kaplamis. Sincap tavsani gördügünde cok mutlu oldu. Keki yemesine izin verdigim ertesi günün ögle saatlerine kadar etrafinda dolandi. Neredeyse gece pelus tavsanini yanina aldigi gibi yanina alip tavsan kekle uyuyayacakti :)

Bir diger komsum kendi boyadigi yumurtalardan getirdi. Gida boyasiyla boyananlardan bile degil. Geleneksel usulle... Gecen yil nasil yaptigini anlatmisti. Yumurtalari  itinayla, tek tek eski ince coraplarin icine koyup bagliyor. Bu arada her yumurtanin üzerine sekli ve dokusu hosuna giden bir yaprak (örnegin orman sarmasigi yapragi) koyuyor. Sonra yumurtalari büyük bir tencerede sogan kabuklariyla beraber pisiriyor. Sonunda üzeri yaprak desenli ve kizil kahverengi boyali Paskalya yumurtalari elde ediyorlar. Gecen yil hatta iki komsu imece usulü yapmislardi bu isi birlikte. Bayram öncesinde birlesip iki ev icin sarma saran annemle komsusu gelmisti de aklima; gülümsemeyle burukluk ayni anda gelip yerlesmisti yüzüme.

Mutlulugun el emegiyle harmanlandigi, öncesinde mutfaklarda hummali hazirliklarin yapildigi bayramlari daha bir seviyorum ben.  

Cumartesi, Nisan 07, 2012

Prunus pumila ( Kum kirazi)


Latince: Prunus pumila
Ingilizce: Sand cherry, dwarf American cherry
Türkce: Kum kirazi

Kuzey Amerika'ya özgü bir tür cali. Meyvesi yenebiliyor. Bitki profili surada.

Cuma, Nisan 06, 2012

Vaccinum parvifolium ( Red huckleberry)

photo by waferboard


Latince: Vaccinum parvifolium
Ingilizce: Red huckleberry
Türkce: Walden'in Türkce cevirisinde "kizil yabanmersini" diye gecse de, surada belirtilen sebeplerle bu ismi cekinerek not ettigimi belirtmeden gecemiyorum.


Perşembe, Nisan 05, 2012

Walden Sakinlerinin Pesinde



Photo by Victorgrigas


Ruhlara sifa olsun diye...

Bugünlerde Walden'a dalasim var.
Mevsimi de degil oysa ki...

Bu kitabin daha neresini alintilayayim? Bence herkes kendi dalip kendi hazinelerini cikarmalidir. Fakat iste gün icinde baska bir seylerle mesgulken bir cümlesi gelip buluyor beni, yazmadan duramiyorum:

"Bedensel calismaya milyonlar uyanir; etkin zihinsel cabaya uyananlar milyonda birdir; ancak yüz
milyonda bir sairane ya da ilahi bir yasam icin uyaniktir. Böyle birine henüz rastlamis degilim. Acaba yüzüne bakma cesaretini gösterebilir myidim?"


ya da 


"Asil ve yüce olan seyleri ancak bizi kusatan hakikati damla damla, ama araliksiz icimize cekerek ve bunun icinde yogrularak anlayabiliriz. Evren, kavrayisimiza daima uysallikla yanit verir; ister yavas gidelim ister hizli, yol bizim icin dösenmistir. Öyleyse onu, yasamimizi kavramada harcayalim."


Walden'in baska hazineleri de var elbet. Her insanin "Ölmeden önce görülecek yüz yer" listesinin kendine özgü olmasi gerektigine inanirim. Benim listemde iki yer var ki, botanik sebeplerledir. Biri Monet'nin Giverny'deki evi ve bahcesiyse, digeri Massachussets Concord'daki Walden gölüdür. Gitsem orada Thoreau'un Walden'ini bulur muyum, yoksa varip görecegim baska bir orman, baska bir göl müdür, merak ediyorum.

En cok da Thoreau'un kitapta anlattigi bitkileri görür müyüm, onu merak ediyorum. Benim acimdan Walden'in hazinelerindendir kendileri.

Örnek:
"Ön bahcemde cilek, bögürtlen, ölmezotu, kantaron, golden rod, bodur mese, visne, yaban mersini ve yer fistigi yetisiyordu. Mayis ayinin sonuna dogru, visneler, patikanin iki yanini, her mevsim canli kalan kisa dallarinin üzerinde, silindir bicimindeki semsiyeler halinde süslüyor, sonbaharda, iri ve güzel meyveleri dallari asagi cekiyor, isik demetine benzeyen celenkler halinde iki yana düsüyordu. Yenilebilen visneye cok ender rastlansa da dogaya bir övgü olsun diye tatlarina baktim."

veya

"Bu Roma pelini, bu kazayagi, bu kuzukulagi, bu piper otu; ele al,dogra, köklerini günese cevir, gölgede liflenmesine engel ol, yoksa diger uca yayilip iki günde pirasa gibi yesillenir. Bu uzun bir savastir; vinclerle degil, yabani otlarla, yani günes, yagmur ve ciyi kendi tarafina almis Truvalilarla yapilir." 


Sadece bitkiler mi? Ya kuslar? Ya hayvanlar?

Buyur:

"Balik kartali gölün parlak yüzeyini delip sudan bir balik cikartiyor, bir vizon evimin önündeki batakliktan sinsice cikip kiyidaki bir kurbagayi yakaliyor; ayak otu, bir ileri bir geri kanat cirpan kamis kuslarinin agirligi altinda egiliyordu."


"Yaz boyunca bir dönem, cobanaldatanlar düzenli olarak her aksam saat yedi bucukta, aksam treni gectikten sonra kapimin önündeki bir kütüge veya evin bayira bakan tarafina oturup yarim saat boyunca aksam dualarini sakirlar."
 
"Diger kuslar sustugunda cüce baykuslar nöbeti devralir."


Doga bilimleri okuyor veya okutuyor olsaydim, Walden'in botanik ve zoolojik acidan ele alindigi harika tezler yazmak ya da okumak isterdim. Doga bilimleri okumus ya da okuyacak degilim. Fakat yine de bunu yapacagim. Amatör heyecanla, amatör bir girisim olarak yapacagim. En basta da dedigim gibi ruhlara sifa olsun diye yapacagim. Hep hayalimdi, nihayet yapacagim. Kosturmadan, yavasca, her firsatta yapacagim. Heyecanla, seve seve, mutlulukla yapacagim.

Zahmetli istir, mümkünse yardim alarak yapacagim. Ola ki bir gün Walden'in sayfalari arasinda senin icin anlamli bir bitki yada hayvan adina rast gelirsen ve Ingilizce, Türkce, Latince adlarini bulup copyright haklarini ihlal etmeyen bir fotografiyla bana gönderirsen, sana sükranlarimi sunarak yayinlayacagim.


Serinin adi "Walden Sakinlerinin Pesinde" olacak. Blog genelinde bir yerlerde WSP kisaltmasini görürsen, o da bu anlama gelecek.

Çarşamba, Nisan 04, 2012

Üçü...

Ücünün de kücük, beyaz, öbek öbek cicekleri var.
Ücü de yaz ortasina dogru cicek aciyor.
Ücünün cicekleri de tatlimsi ve cok hos kokuyor. Burnunu dayayinca duyulan türden degil, yanindan gecerken kendini farkettirecek türden...

Ücü de bundan baska acilardan da birbirine benziyor ki, söze dökmekte güclük cekiyorum.

Ücü de mutfakta kurutulmus otlar, caylar ve baharatlari sakladigim dolapta duruyor.
Ücünün cayi  da baska hastaliklara sifa olmalari yaninda, ates esliginde seyreden soguk alginliklarinda kullaniliyor. Cünkü vücudun terlemesini ve dolayisiyla atesin düsmesini sagliyorlar.

Hangi ücü mü? Sunlar:

Ihlamur / Tilia sp.
photo by boby dimitrov

Mürver / Sambacus nigra
photo by pastilletes

Kecisakali / Filipendula ulmaria
photo by CameliaTWU

Sana da ilginc geliyor mu bütün bunlar?

Salı, Nisan 03, 2012

Hindiba gerilla bahcivanliga isiniyor :)

Photo by @bastique

Gerilla bahcivanligi teoriden severim. Felsefesine hele bayilirim. Yillar önce sevdigim bir bahce blogundaki su yaziyla duymustum ilkin. Uygulamada ise hep cekingen kaldim. Sorun gerilla bahcivanlikta degil, kisilik meselesi.

Bu yil elimdeki tohumlari kontrol ederken farkettim ki, bazilarinin son kullanma tarihi gecmis. Hem de öyle böyle degil; bazilari bu yaziyi okudugum yillarda aldiklarimdan. Yani epey bir gecmis.

Son kullanma tarihi gecmis (yani cimlenme yüzdesi sifira inmemisse bile azalmis) tohumlari elden cikarmaya karar vermisse insan, cöpe atmaktan daha sacma ne olabilir? Sanirim en cekingen ruhlu gerilla bahcivanin bile ise girisecegi nokta budur :)

Önce latin cicegi tohumlari ektim market yoluna. Ektim derken, cebimden cikarip kuru yapraklarin arasina attim teker teker. Doga kendi basinin caresine bakar fikrimce. Sonra yagmurlugumun cebinde taa gecen sonbaharki orman gezintisinde topladigim Lathyrus tohumlari vardi. Ne zaman elimi cebime soksam karsilasiyorduk :) E, alisverise gidip gelirken yolda karsilassak fena mi olur? Onlari da baska bir marketin yoluna, bir de sincabin arada bir oynadigi bir oyun parkina ektim ;)

Evde ayrica tarihi gecmis feslegen, mercankösk tohumlari var. Onlari da nehir kenarina ekeyim diyorum. Yazin hem bol günes alan, hem de su kaynagina yakin bir yer orasi. Yabani naneler, kekikler, bir tür reyhan veya feslegen  yetisiyor. Benim tohumlar da sever belki :)

Cevredeki bos arazilere, nehir kenarina, yol kenarilarina "benim bahcem" demeyi seviyordum. Isi lafta birakmayip biraz da calisayim, gerilla bahcivanliga kendi yaklasimimi getireyim bari :)

Gerilla bahcivanlik senin de ilgini cekiyorsa:
Güncelleme (ayni gün - ögleden sonra): Sincap oglumla nehir kenari üzerinden gezerek alisverise gittik. Yanima yeni tohumlar aldim yola cikarken. Sincap yolda iki sopa buldu, kilic yapip sövalyecilik oynadik. Sonra ben o sopalari kücük cukurlar kazmakta kullandim; bizim kücük bahcivan da bana yardim etti tohumlari ekerken. Sanirim sövalyecilige merakli erkek cocuk -  bitkilere merakli anne arasinda uyumlu bir denge kurduk :) Iki tane dört yaprakli yonca ektik (Oxalis deppei). Gören herkes "dört yaprakli yonca buldum, sansli günümdeyim" diye sevinir mi, bilmem artik.

Adacayi tohumlari vardi bir arkadasimin gönderdigi. O kadar coklar ki, önümüzdeki on yil eksem bitiremem evde. Üstelik adacayi cok yillik oldugu icin örnegin bu yil ekmeme gerek olmadi saksiya. Bu yüzden  onlardan birazini nehir kenarinda bir bankin arka tarafina ektim. Gecen sonbaharda bir gün tohumlari armagan eden arkadasimla o bankta nehire ve günese karsi oturmus; hayattan, insan olma hallerinden, oradan buradan konusmustuk. Adacaylari tam da orada cikarsa, arkadasim her zamankinden daha da yanimda olacak; mutlu olacagim :) Ayrica kizil yaprakli feslegen tohumlari ektim (serptim) etrafa. Tam yerlerini aklima yazmadim ama önemli degil. Görünce bilecegim benimkiler oldugunu :)

Bu yil o kadar cok yabani menekse görüyorum ki, anlatamam. Bir arkadasim daha var ki, yabani menekse uzmanidir. Gördükce onu aniyorum. Acaba benden habersiz buralara gelip gerilla bahcivanligi mi yapti diye süphelenmekteyim.

Eve dönerken sopalari coktan atmistik. Sıkılan sincapla "yolda karsilasmis iki tanidik"miscilik oynadik. Diyalog söyle (H: Hindiba, S:Sincap) :

H- Ooo, merhaba, nasilsiniz efendim?
S- Iyiyim, sen nasilsiniz?
H- Iyiyim, bunu sordunuz ya, daha da iyi oldum. Neler yapiyorsunuz?
S- Avuvuka (alisverise) gitmistim.
H- Öyle miii? Neler aldiniz? (bu da ne merakli tanidikmis böyle ;)
S- Süt aldim, bi de balik.
    Domates alacaktim, bi de salatalik, unutmusum onlari.
H- Iyi etmissiniz unutmakla.
S- Dogru, cünkü mevsimi degil.
    Cilegin de mevsimi degil ayrica.
H- Eh mirim, haklisiniz, dogru söze ne denir!

Sanirim ihmal edilmis blog Yerel ve Mevsiminde'yi sincaba devretmenin zamanidir. Yakisir!

    Pazartesi, Nisan 02, 2012

    Merak ediyorum

    Bugün sincap evde, sabah doktora götürdüm. Icimde sincabin nekahat dönemlerine özgü bir huzur var.
    Eve dönerken, tam ögle saati sokaklarda bir sessizlik vardi. Ne tuhaf, cocuklugumdan, Ankara'nin bir tasra kasabasindan, 1970'lerden kalma, sonrasinda bu sehirden baska hicbir yerde rastlayamadigim türden bir sessizlik. Insan böylesi huzur dolu bir sessizlige tekrar gömülebilmek icin kac diploma yakabilir, merak ediyorum? Huzur benim icimde mi, disimda mi; simdi kalkip baska bir yere gitsem, takilip pesime benimle gelir mi merak ediyorum.

    Yol üstündeki calilarin arasina takilmis o Gerbera, hani o sincapla buldugumuz, hani eve getirip lalelerin oldugu vazoya ekledigimiz, hani belli ki birinin birakip gittigi cicek, tesadüfen mi bulduk yoksa zaten bize mi birakilmisti aslinda, merak ediyorum?

    Sincap dükkanda yaris pisti trafik isaretlerinden olusan uyduruk plastikten bir oyuncak begendi. "Ona param yetmez, buna yeter" diye yalan atarak kücük bir sulama kovasi almayi önerdim; kabul etti. Yol boyunca kovasini kendi tasidi. Eve gelir gelmez de, evde ne kadar cicek varsa hepsini bir hevesle suladi. Büyüyünce de böyle seylere merakli olur mu? Yoksa kizlarin prenses satosu, erkeklerin yaris arabasi sevdigi bir dünyaya olan inancini mi devam ettirir, merak ediyorum?

    Ögle yemeginden sonra cay demledim; cayin icinde kurutulmus ayni safa cicekleri ekledim. Su an icime yayilmis huzur duygusunda etkisi yüzde kactir, merak ediyorum.

    Bütün bunlarin fotografini cekmeyi denedim. Sokaktaki sessiz huzurunkini zaten cekemezdim. Fotograflanmaz, yasanir türdendi. Aksi gibi öyle günesli bir gün ki, benim melankoli sever fotograf makinesi reddetti olan biteni ölümsüzlestirmeyi. Asagidaki fotograflar sana benim günümü ne kadar tasir, merak ediyorum?

    photo by thecookebox

    Photo by baerchen57

    Photo by zero-X

    photo by tin-g

    Haa, bir de son olarak... Bugün bir mail aldim. Birisi mutsuzluk denizinin ortasindaki mutlulugundan bahsetmis ve "Hayatta bir sorun yok ama insanlar neden değişiyor?" diye sormus. Ben  kendimce bir seyler yazdim yanit olarak. Sen nasil yanitlardin merak ediyorum?

    Bu ay ben ellerimle - Nisan 2012

    Yeni bir ay basliyor :)

    Bu haftasonu yaptiklarimizdan özetlerle Nisan ayi listesini aciyorum:


    Bu yilin kan portakali marmeladi dün yapildi:





    Hafta ici ektigim minik tereler büyüdüler bile. 3 günde cikarlar dememis miydim? :)




    Gecen hafta basladigimiz heyecanli bir macerada son noktayi da Cumartesi günü koyduk.
    Ben bir kitapcida oldukca uygun fiyata rastlayinca su kitabi satin aldim önce:


    Kitabin orijinali Ingilizce. DK Yayinlarindan, "First Nature Activity Book". Sincap simdilik pek ilgilenmez ama bulunsun diye düsünmüstüm. Tam tersine cok ilgilendi. Kitabin sayfalarini cevirdikce...


    "Anne! Bunu keske biz de yapsak..."


    "Bunu da yapalim!"

    "Bunu da!"
    "Bunu da!"

    dedi :)

    Ben de biraz ön hazirlik yaptim:


    Cumartesi günü de beraber yumurtalari boyadik, pamuklari islatip yerlestirdik ve tohumlari serptik:


    Üc bes gün icinde sacli yumurtalarimiz olmasini bekliyoruz :))


    Laleleri sincap haftasonu alisveriste görüp benim icin almak istemis. Ben de "Bu ay ben ellerimle..." serisinin Mart ayi katilimcilarina ve müstakbel Nisan ayi katilimcilarina gönderiyorum.

    Listeye buradan giris yapilabilir: