Gönüllü olarak basit yaşamanın veya tasarruflu olmanın veya freni boşalmış tüketim otobüsünden atlamanın bireyler için belki iyi ama makro düzeyde ülke ekonomileri için kötü olduğuna dair bir görüş var. Çünkü ekonomik büyümenin lokomotifi tüketicilerdir ve tüketmemek en iyi olasılıkla büyümeyi yavaşlatır, kötü olasılıkla durgunluğa yol açar. Böyle deniyor. İlk anda kurulan mantık bağı yanlış da görünmüyor. Fakat yine de beni rahatsız ediyor bu bakış açısı. Birincisi, hiçbir şey sonsuza kadar büyüyemeyeceğine göre ülke ekonomilerinin her yıl biraz daha, biraz daha büyümesini beklemek gerçekçi mi? İkincisi sonsuz ekonomik büyüme adına yaratılan tüketim toplumunun, ruhları, bedenleri ve çevreyi çeşitli şekillerde (burada detayına girmeyeceğim) hırpaladığı biliniyor. Bu üç açıdan sağlıksız bir toplum büyük, gelişmiş bir ekonominin nimetlerinden ne ölçüde faydalanabilir ve onu ne zamana dek besleyebilir? Gezegenini tüketen ekonomi nerede büyüyebilir?
Bunlar benim ekonomiden derinlemesine anlamadan ve fazla bir araştırma yapmadan aklıma ilk anda gelen sorular. Basit yaşamın sağlıklı bir ekonomik gelişme ile paralel, onunla zıtlaşmadan gidebileceğine dair kuvvetli hislerim ve kendimce bir iki fikrim var ama bilimsel dayanaktan yoksunum. Tezlere ve antitezlere ihtiyacım var. Bu yazı basit yaşam ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye dair soruyu ortaya koyan ilk yazı olsun. Zamanla cevaba katkısı olabilecek görüş ve kaynakları paylaşan diğer yazılar takip etsin onu. Bu konuda söyleyecek sözü olanlar da söylesin tabii :)
Drive up tax on petrol cars - think tank
18 saat önce
Bu çılgınca büyüyen ekonomiyi, şişirilen bir balona benzetiyorum. Şişiyor şişiyor ama bir noktada patlayacak. Bu hızlı tüketim çağı aslında insanı ve dünyayı tüketmiyor mu? İnsan tükeniyorsa, insanın üzerinde yaşadığı dünya yok oluyorsa yavaş yavaş, büyüyen ekonominin kime ne faydası olacak? Basit yaşamanın ekonomiyi etkileyeceği kuşkusuz ama dengeler de ona göre düzenlenir eğer insanoğlu bu biçimde yaşamayı seçerse. Nasıl yapılır bilemiyorum ama dünya asıl işte o zaman dengesini bulur diye düşünüyorum. Kaldı ki; Gitgide bozulan dünyanın dengesinde bir zaman sonra üretim için hammadde bulunamaz hale gelecek. Dünya iyice çölleşmeden insanın basit yaşama dönmesi gerektiğine inanıyorum. Bu hızlı tüketime yönlendirildiğimiz çağda lüzumsuz pek çok şeyi tükettiğimiz düşünülürse dünyayı kurtarmak için de başka çaremiz de yok gibi gözüküyor.
YanıtlaSilŞu sıralar yatmadan önce ' your money or your life' isimli kitabın saman sayfalarında geziniyorum. Kitapta tüketim üzerine kurulmuş bir modelin artık geçerli olmadığını, bu sistemin çöktüğünü bunun yerine koymamız gereken sistemin nasıl bir şey olduğu tartışılıyor. Benim malum atölyenin hızından pek disiplinli okuyamıyorum ama hoşuma gitti şimdiye kadar okuduklarım. Sanki senin bu yazında sorduklarının bir kısmının cevabı orda var gibi geldi bana? En iyisi ben iyice okuyup geleyim sana :)
YanıtlaSilSevgili Evren; Meyvelitepe senin bloguna atıfla bir yazı yayınlamış bugün, çok hoşuma gitti, david report'tan alınma; bu konuya başka bir açıdan değiniyor. Ben inanmıyorum az tüketimin üretimi durduracağı ve sonuçta mahfımıza yolaçağı söylemine. Bu da bir kandırmaca matriks sistemi içindeki:)
YanıtlaSilAsıl mahfımıza yol açacak olan son yirmi yıla anormal şekilde damgasını vurmuş olan tüketim çılgınlığıdır: Tüket ne olursa olsun tüket, üretemesen de, tüketeceğin şeye gücün yetmese de, istemesen de tüket. Çeşitli politikalarla bu sistemin içine çekilmeye, bir kez çekilince de sonsuza dek orada kalmaya adeta zorlanıyor insanlar: istemeden kredi kartı, tüketici kredisi veriyor bankalar, herşeyi taksitle almaya, böylece geleceğini de bağlamaya çalışıyorlar. ben de bu tuzaklara düşmüş, yıllarca bu sistem için çalışmış bir insanım; yaşayarak anlaması daha etkili oluyor sanırım ki son bir kaç yılda yavaş yavaş aydım. hepsi koca bir yalan, nihayetinde geri dönülemeyecek bir şekilde dünyanın sonunu getirecek bir yalan hem de... ben de dengeye inanıyorum, şu anda denge ağır biçimde bozulmuş durumda...
Merhaba tekrar. Bu yazı ve yazıyla gelen soru gerçekten de bana göre yeni çağın kilit taşı sayılır ve çok uzun bir süre güncelliğini korumaya aday.
YanıtlaSilYaşamın basitleşmesi, sadeleşmesi ekonomiyi gölgelemeyecek belki. Ancak çok temel değişimlere sebep olacak. David Report bir yazısında, tüketim için harcadığımız paranın ekonomi için oy vermek anlamında olduğunu yazmıştı. Başka bir anlatımla, tüketim alışkanlıklarının değişmesi ekonomiyi ve üretimi de değiştirecek.
Son bir kaç yıldır var olan çok ciddi ekonomik kriz, savaş ve petrol ekonomisiyle geciktiriliyordu. Fakat bildiğimiz gibi bardak taştı ve bir fitil gibi yanmaya başladı. Esasında ilk yorumda belirtilen balon patladı bile.
ABD'de yaşadığımız dönemde danışman sıfatıyla pek çok büyük şirkette o şirketin nasıl çalıştığını ve gelirini nasıl elde ettiğini anlama fırsatı bulmuştum. Dünyanın en büyük ekonomisi, hemen hemen hiç bir şey üretmeden, sermaye ihracı yoluyla üçüncü dünya ülkelerinden hasat ettiği geliri şirketler arasında gerçekte hiç bir katma değer yaratmayan hizmet faturalarıyla paylaşmaktan ibaret olduğunu görmüştüm.
Bir örnek vermek gerekirse, ABD'de sağlık hizmetleri çok pahalıdır. Bunun sebebi sağlık kuruluşlarının kendilerini çok yüksek bedellerle sigortalatmaları ve tabii bunun bedelini de tüketiciden almalarıdır. Yani bir bakıma bu hizmete ödenen bedelin reel karşılığı yoktur. Böyle binlerce örneği var. İşte, bu balon patladı gerçekten.
Balonun patlamış olmasının, (şayet yeni savaşlar çıkmazsa -öyle umalım)tüketim ve üretim trendlerindeki değişimi ivmelendireceğini tahmin ediyorum. Bir bakıma yaşamın basitleştirilmesi kişilerin tercihleri olmaktan çıkıp mecburi yön haline de gelebilir. Bir süre sonra artık kimse katma değer yaratmayan mal ve hizmetler için bedel ödemeyecek, marka satın almak istemeyecek. Bunun yerine kullanım değeri olan şeyler için para ödeyecek ve tüm sektörler de bu talebe göre şekillenerek yalın tasarımları, ürüne değer katmayan maliyetlerden arınmış olarak, tüketicinin tercih ettiği şekilde üretmeye ve satmaya başlayacaklar.
Elbette bu değişimin görünür hale gelmesi, taşların tekrar yerine oturması zaman alacak. Acı ilaç misali, çok sancılı zamanlar olması da kaçınılmaz.
Belki de bundan 20 yıl sonrası akademisyenler bugünlerde başlayan değişim dalgasını öğrencilerine anlatacaklar...
Aydan Atlayan Kedi,
YanıtlaSilBazen ben de senin gibi patlayıverecek bir balona benzetiyorum ekonomiyi. Bazen de her ne olacaksa birdenbire olmayacak da yavaş yavaş gelişecek gibi geliyor. Belki de başladı bile... Her ne olursa olsun gidişatı tekrar düzenleyebilmek ve dengeyi yeniden sağlayabilmek için zamanımız olacağını umalım.
Margot,
Ben o kitabı biliyorum! Oku(ya)madım ama hakkında çok şey duydum. Hatta online çalışma grupları bile var o kitap üzerine. Senin anlatacaklarını merakla bekliyorum.
Başak,
Meyvelitepe'nin yazısını okudum, sağol. Orada bahsedilenler ile senin ve diğer arkadaşların yorumlarından anlıyorum ki benim gibi düşünenler az değil. Hepimizin öyle veya böyle uyanmaya başlaması sistemin çatırdadığının işareti belki de...
Meyvelitepe,
Öncelikle son yazılarınızda David Report ile bizi tanıştırdığınız için sağolun. Herhalde sorunun temeli dediğiniz gibi reel karşılığı olmayan, üretime dayanmayan büyümede yatıyor büyük ölçüde. Küresel kriz sebebiyle pek çok ülkede durgunluk işaretleri görülmeye başladı sanırım. İnsanların (sizin de dediğiniz gibi gönüllü olmaktan çok mecburen)tasarrufa yöneleceği, şirketlerin de bunu aşmak ve tüketimi arttırmak için yeni yollar arayacağı aşikar. II.Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'da olduğu gibi tüketimin teşviki bir yana yüceltilmesi beklenebilir. Yeni , yokedici girdaplar yaratılmaması ve eldeki fırsatın dengeyi yeniden kurmak adına kullanılabilmesi için "tüketimin azaltılması ekonomik durgunluğa yol açar" tezini tam da şimdi tartışmaya açmalı. En azından benim aklımı bugünlerde yeniden çok meşgul etmesi bundan.
Teşekkürler yorumlarınız için!
Hukuğu, dini, ekonomiyi bilemeyeceğimiz ve bu konularda fikir üretemeyeceğimize inandırılıyoruz.
YanıtlaSilAma siz buna inanmayın. Zira aşağıya sizi destekleyen şeyler yazmak istiyorum.
...........
Kapitalizm denen yaşama biçimi şirketlerin sürekli ama sürekli gelişmesine dayalıdır. (Bizim şirketlerle beraber gelişeceğimizse bir yanılsamadır.)
Şirketler çoook gelişirlerse, üretim araçlarına sahip olmayanlar, emeğiyle yaşayanlar için atılan kemiğin lezzeti ve miktarı değişir ancak.
Evet,
nitelikli emeğe sahip olanlarımız biraz daha huzur ve refah bulabilir ama gene de hayatı yönetmek, doğanın tahribatına engel olmak konusunda ancak sayımız yüzbinlere, milyonlara ulaşırsa bir şeyler yapabiliriz.
(Bu yüzden kapitalist ideologlar bizi birleştiren unsurları yok edip, aramızdaki duvarları yükseltirler.)
Aşırı, dengesiz tüketim non-periyodik düzende ekonomik kriz yaratır. Ekonomik krize tüketimi pompalayan reel veya finansal yahut hem finansal hem reel şirketler neden olur. Kriz reel sektörü etkiler. Üretim azalır, fabrikalar kapanır, krediler kısılır, para akışı yavaşlar, emeğiyle kazananlar işsiz kalır, zamlara öğüs gerer, maaşlarını gecikmeli alır veya enflasyona ezdirilir. Açlık, yoksulluk, suç ve şiddet artar. (Kriz ertesinde yoksullar daha yoksul, krizi çıkaranlar ise daha zengindir.)
Bizler gene de birleşemeyiz. Bu haksızlığa ses çıkaramayız.
Bil(e)mediğimizi sanarız.
Yahudi, kürt, zenci, güneyli, kuzeyli, doğulu, batılı, müslüman, hristiyan vb. şekillerde birbirimizden koparılırız.
İdeologlar dini ve hukuğu uyutma ve adaletsizlik unsuru olarak latinceye, arapçaya, çetrefilli ifadelere, yoruma açık maddelere gizlerler.
Her seferinde kapitalizm dirilir ve bütün aç gözlülüğüyle doğanın ve toplumun kanını emmeye devam eder.
Kısacası sizin mantıken düşündüğünüz şeyler o kadar doğrular ki.
Sadece sizin karşınızda demogoji yapabilir kafanızı karıştırmaya çalışabilirler. Ama siz bunlara inanmayacak kadar toprakla ilgilisiniz ve okur yazarsınız.
Tabiat ana sizi esirgesin.
Sevgiler.
Cüneyt Bey,
YanıtlaSilBen aslında cevabını az çok bildiğim bu soruyu 4-5 yıldır değişik ortamlarda yineleyip dururum. Benim için sorup da sessizlikle karşılaşmak neredeyse alışkanlık haline gelmişti. İlk kez bu kadar çok kişiden ve bu kadar kapsamlı yanıtlar alıyorum. Keşke çok önce kendi blogumda açsaymışım konuyu :) Teşekkürler. Görüşlerinize büyük ölçüde katılıyorum. Yeryüzünde "fakir-zengin" ve "güçlü-güçsüz" dışındaki bütün ayrılıkların yapay olduğuna dair inancım da giderek artmakta.
Fakir zengin ayrımından kastınız sermayedar ile ücretli çalışan ise bu kesinlikle yapay bir konumlamadır.
YanıtlaSilZira sermayenin devamlılığını ve gelişimini sağlayan artık değerdir. Artık değer ise ücretli çalışanın emeğinin bir bölümünün gasp edilmesiyle/kesilmesiyle birikir ve kâra dönüşür.(ders verir gibi oldu özür dilerim)
Yahut,
çok ve nitelikli çalışmaktan doğan bir zenginlik ile az ve niteliksiz çalışmaktan kaynaklanan bir fakirlikliğin doğal olabileceği ise kastınız bunu tartışabiliriz. Ve buna bütünüyle karşı gelemem.
Sevgiler.
Bir de mutlaka görmüşsünüzdür fakat size şu resmi bir kez daha göstermek istiyorum:
http://libcom.org/files/images/iww-capitalist-pyramid_0.jpg
İnsan var olduğu sürece ekonomi de olacaktır, basit yaşamakla şekil değiştirecektir belki... Ekonomi falan da umrumda değil aslında... Yazıda dediğin gibi gezegen elden gittikten sonra ekonomiyi kim ne yapsın... Basit yaşamın ekonomiyi gölgelemesinden ziyade beni düşündüren ekonominin gölge olması...
YanıtlaSilMerhabalar,
YanıtlaSilBen de birkaç gün önce kendi blogumda kişisel olarak sade yaşamı tercih etmek üzerine bir yazı yazmıştım (http://pisikopati.blogspot.com/2008/11/sade-yaam.html) Bugün tesadüfen blogunuzu okudum ve bir iki kelam da buraya yazmak istedim.
Tüketim artmazsa ekonomi büyümez görüşüne ben de katılmıyorum. Bu tamamen yine sistemin parçası olan kişiler tarafından yapılan o cafcaflı yorumlardan biri. İşin açıkçası aslında korkunç bir arz fazlası var ve insanlar bunları tüketsinler diye suni bir talep yaratılıyor. En basitinden şu i-phone çılgınlığını düşünelim. Be adam zaten cep telefonun, bilmem kaç gblik müzik çaların vs. var. Fazladan 25000 şarkı, 1000 resim de depolamayıver demek istiyor deli gönül :)
Bir de en üzüldüğüm, bakıyorum etrafıma en okumuş yazmış, dünya gerçeklerinden haberdar zannedeceğin insanlar, duyarsızlığın en büyüğünü sergiliyorlar ve ufacık bir yorumunuza bile tutucu yaftası yapıştırıyorlar..
Neyse ben vicdanen doğaya ve çocuklarımıza karşı ciddi bir sorumlululuğumuz olduğunu düşünüyorum ve kişisel olarak elimden geldiği, aklımın yettiği kadarıyla sade bir yaşama geçebilmek için çaba harcıyorum. Yolun başında birisi olarak yalnız olmadığımı görmekten mutlu oldum.
Sevgiler..
Hımm, yanlış anlamanın nereden kaynaklandığını anladım. Yine ben ve ifade bozukluklarım :) Ben "fakir-zenginden gayrısı yapay ayrılıklardır" deyince sanki fakirlik-zenginlik ayrımı doğaldır gibi bir anlam çıkmış. Aslında şunu demek istemiştim:
YanıtlaSilAkşam haberlerini seyrederken bilmem siz de aynı izlenime kapılıyor musunuz? Yarın deprem, su baskını, yer kayması, fırtına gibi bir sebeple ölüp ölmeyeceğinizi, obezite veya diabetten muzdarip olup olmayacağınızı, bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp yakalanmayacağınızı, çocuğunuzun bir yaşına gelmeden ölüp ölmeyeceğini, ölmezse gideceği okulu ve bunun gibi daha bir dolu şeyi belirleyen şey yaşadığımız coğrafya değil, dinimiz değil, derimizin rengi değil, milliyetimiz, ırkımız, etnik kökenimiz, cinsiyetimiz,...
bunların hiçbiri değil!
Sadece...ne olduğunu biliyorsunuz işte.
Ve yine aynı akşam haberlerini seyrederken görüyorum ki içinden çıkılmaz (gibi görünen) çetrefil sorunlar, görüş ayrılıkları, vb. yüzünden en bir araya gelmez sanılan bünyeler geliyor bir araya; pek güzel geçiniyor ve anlaşıyorlar. Nedeni... Biliyorsunuz işte, aynı şey. yüz milyon örnek verebilirim açık olmadıysa...
kabakmeltemi,
bu kadar basit ama kimilerince anlaşılması bu kadar zor işte.
psikopati,
hoşgeldiniz, bunları yazdığınız için tutucu yaftası yemenize şaşırdım. Ama niye şaşırıyorum ki "modernlik" ile "ilkellik" veya "tutuculuk" denen şeyler hakkında çarpık bir anlayış olduğuna dair bir dolu gözlemim var benim de...
Sizi yanlış anladığım için üzgünüm.
YanıtlaSilFakat sizi yanlış anlamışken bile karşınızda yer almadığımı; aynı sempatiyle size yanıt vermeye çalıştığımı söylemeliyim.
Çiçekler, cümle nebatat, gökyüzü, toprak sizi ve hepimizi korusun.
Cüneyt Bey, rica ederim. İyi dilekleriniz için de teşekkürler :)
YanıtlaSilBunca yazilanlardan sonra benimki cok basit kalacak ama basitlikten yana degil miyiz? :)
YanıtlaSilBen asiriligin yanlis oldugu kanaatindeyim. Birsey uretiliyor... Bu tarim urunu, tasit, ampul her ne olursa olsun, asiri ise zararli. Ama dengeli ise, ihtiyac kadarsa neden ekonomi olsun? Zaten insanlarin ihtiyaci olan birsey. Ama doygunlugun otesine cikinca israf otesi oluyor ve herseyi tatminsizce yasayinca hersey tepetaklak oluyor. Cok para ediyor diye herkes cilek uretirse, portakal yemek isteyenler ne olacak? Portakal satilmiyor diye ekonomi mi batacak, nedeni mi arastirilacak?
Dilek,
YanıtlaSilElbette! "basit kalma"nın olumsuz değil, olumlu karşılandığı sulardasın :)
Sanırım dönüp dolaşıp neyin gerçek ihtiyaç, neyin fazlalık olduğunu tanımlama noktasına geliyoruz yine.
"Cok para ediyor diye herkes cilek uretirse, portakal yemek isteyenler ne olacak? " demişsin ya. Bence portakal sevenler de çilek sevdiklerine, çilek yemeye değdiklerine, çilek yemenin daha "cool", daha sağlıklı, daha ahlâklı, daha doğru olduğuna inandırılacak. Nasıl? Reklamlarla, taraflı araştırmalarla ve akla gelmeyecek bin bir başka yöntemle... Ekonomiye etkisi bir yana, tüketici olarak, birey olarak rahatsız edici buluyorum bunu. Portakal yeme hakkımı isterim!