Biraz vakit var, simdi toparlamaya calisayim:
Iki sey var aklimda. Birbirinden bagimsiz gibi gözüküyor ama yazip bitirdigimde galiba baglantilari cikacak ortaya. O yüzden ikisini de bir arada yaziyorum.
Birincisi, enerji tasarrufu saglayan ampullerle ilgili bir yazi daha okudum. Sadece klasik ampullere denk isigi verebilmek icin daha az enerjiye ihtiyac duymuyorlar, üstelik onlardan cok daha da uzun ömürlüler. Velakin bir kücücük dezavantajlari varmis. Yapilarinda civa bulunuyor ve bu yüzden ayni piller gibi onlarin da ömürlerinin sonunda cevreye zarar vermemeleri icin ayrica biriktirilerek geri dönüstürülmesi gerekiyormus. Peki civali ampul toplama ve berteraf etmenin enerji maliyeti ne kadar?
Bir yazi daha okudum iki gün önce. Kuzey denizine kurulan deniz ötesi (üstü?-ici?) rüzgar degirmenleri projesi (alpha ventus) hakkinda. Elektrik üretmek icin kurulan rüzgar degirmenleri... En uygun, en güclü rüzgari yakalamak icin olacak kiyinin ötesinde, denize insa edilen bir dizi rüzgar degirmeninden olusan bir tür rüzgar ciftligi bu. Yazi insa sirasinda deniz canlilarini gürültüden korumak icin ne tür önlemlerin alindigina dairdi. Yine de insan emin olabilir mi? Denizin göbegine insaa edilmis bu dev türbinlerin hem deniz üstünde, hem deniz altinda yasayan canlilari su veya bu sekilde rahatsiz etmediginden, onlara zarar vermediginden nasil emin olabiliriz ki... Dogal yasam ortamlarina hic olmadik bir müdahale degil mi bu?
Bir de günes paneli tarlalari var trenle yolculuk ederken gördügüm. Onlar ne kadar cevreci? Topragi asil islevi olan tarimdan alikoymak ve günes enerjisini elektrik enerjisine cevirecek olan panellerle doldurmak ne kadar dogru?
Bunlar sadece bir kac örnek. Her gün insanoglunun gezegende daha sürdürülebilir bir yasam tarzi kurabilmek, daha cevre dostu, daha dogayla barisik teknolojiler üretmek icin didinirken nasil yeni cevre, ekonomi, toplum ve enerji sorunlarina yol actigini okuyorum. Elini yanlislikla carparak yiktigi tahta küplerden o güzel kuleyi yeniden insaa edebilmek icin didinen kücük cocuklar gibiyiz. Her cabalayisimizda biraz daha ortaya cikiyor beceriksizligimiz, gittikce daha kolay yikiliyor kurmaya calistigimiz kule. Elimizde evirip cevirdigimiz temel yapi taslarinin dogasini, nasil isledigini tam olarak kavrayamiyor olabilir miyiz?
Her halükarda bir yanlislik var bütün bu cabalarda. Belki de temel varsayimimizda bir yanlislik var. Artan istek ve ihtiyaclarimiza göre sekillendirmeye calisiyoruz gezegenimizi. Hepimiz arabalara binelim, hepimiz her kitanin hazinelerinden beslenelim, gidebilecegimiz en uzak yerlere gidelim, en kolay yoldan en ucuzuna en hizli sekilde ulasalim,"en...en...en..." lerle yasayalim; ama gezegen de kasirgalarla, sellerle, zehirli nehirlerle, ölü baliklarla, azalan bereketle, artan hastaliklarla, sosyal huzursuzluklarla keyfimizi bozmasin bi zahmet. Yine cömert, yine affedici, yine güzel olsun hep oldugu gibi.
Gezegeni isteklerimize göre degil, isteklerimizi gezegene göre sekillendirmek olmali yaklasimin dogrusu. Eldeki enerji kaynaklari ihtiyaclarimiza yetmiyor mu? veya fayda-zarar analizinde zarar kefesi mi agir basiyor? Yeni ve alternatif enerji kaynaklarini arastirdigimiz kadar canla basla enerji ihtiyacimizin detayli bir analizini de yapmaliyiz öyleyse. Ne kadar enerjiye gercekten ihtiyacimiz var? Tarim alanlarindan calinarak ve deniz canlilarinin yasam alanlarini bozarak üretilen - sözde alternatif- enerjinin bile ne kadarina ihtiyacimiz var bizim? Günde üc saatimizi patates cipsi yiyerek televizyon karsisinda gecirmeye ihtiyacimiz var mi? Alisveris icin otomobille bir saat uzakliktaki süpermarkete gidip, ögle yemegimizi de orada hizlica yiyip bir tasla üc-bes kus vurmaya ihtiyacimiz var mi? Her an erisilmeye ve her an erismeye ihtiyacimiz var mi? Tatilimizi mutlaka o herkesin gittigi günesli güney ülkesinde gecirmemiz sart mi? Ve Allah askina, hemen her hafta satin aldigim o salataligin kendi dogal paketlemesi yetmezmis gibi bir de tek tek plastiklere sarip sarmalanmasi sart mi? Unutmadan yaz -kis demeden her hafta salatalik yemenin gerekliligini de sorgulamaliyim tabii ki!
"Daha cok"a alternatif cözüm aramaktansa (veya onun yaninda), "daha az" üzerinde düsünmeliyim. Attigim her adimda!
Ikincisi, internetti, toplu iletisim araclariydi derken hepimiz (hepimiz derken Cin Seddi'nden Pasifige kadar, her iki yönde!) ayni tek tip bilginin hedefi oluyoruz. Birisi Akdeniz tipi diyetin üstünlügünü acikliyor; hepimiz ama hepimiz zeytinyagiyla ve balikla beslenmeye karar veriyoruz. Hayvansal proteinin zararlarindan haberdar oluyoruz, bitkisel alternatiflerini ögreniyoruz. Hepimiz ama hepimiz soya fasulyesinin bir numarali hayrani oluyoruz. Himalaya tuzunu mu duyduk, hepimiz artik Himalaya tuzu tüketmek istiyoruz. Manuka balinin sifalarini okuyoruz bir dergide, onsuz nasil yasamisiz o güne dek, hic bilemiyoruz. Lavantanin adinin bile okunmadigi cografyalarda uykusuzlugumuza lavanta ile sifa bulmaya calisiyoruz. Sütü, peyniri bilmeyen ama yüzyillardir susamla hasir nesir toplumlara süt ürünleri-kalsiyum-kemik gelisimi masalimizi anlatiyoruz. Findiksiz ülkede her sabah kahvaltisinda findik ezmesi yemeye kalkiyoruz. Bir de "aaa, ne findigi, kakao da yok bunda" diyoruz ki, biz kakao ülkesinde de yasamiyoruz aslinda. Nar yetismeyen memlekette narli rejenerasyon kremi, avokadodan bin bilmem kac kilometre ötede avokadolu cilt nemlendiricisi de istiyoruz, onu da unutmayayim.
Daha da kötüsü var ya; bütün bunlara, Manuka ballarina, somon baliklarina, soya fasulyelerine, keci peynirlerine, yesil caya, keten tohumuna, zencefilli caya, sizma zeytinyagina...
velhasil yedi iklimde yetisen her seye hepimizin gücü yetsin, hepimizin de sofrasinda olsun, bir o kadar da ucuz olsun istiyoruz. O zaman basliyor iste eti boyali ciftlik somonlari devri. Ve GDO'lu soya, ve onla beslenmis inegin sütü ve tarimsal cesitliligi hice sayan nar ve avokado "tarlalari", ve zeytinyagi taklidi yapan zeytinin suyunun suyu buluyor sonunda bizi.
Cok dagittim, iste toparliyamiyorum yine. Icimde kuvvetli bir his var sadece.
Herkes keci peyniri yemesin. Kecilerin gücü yetmez ona.
Herkes zeytinyagli yemesin. Akdenizin zeytin agaclari yetmez ona.
Herkes Himalaya tuzuyla tuzlamasin asini. Himalaya dize gelse yetmez ona.
Herkes günde üc fasil kahve icmesin. Amazon gibi üc amazon olsa yetmez ona.
Herkes yaninda yöresinde ne varsa ondan yiyip icsin. Iste doganin gücü yeter ona...
Buldum simdi kafamda dönen iki düsüncenin ortak paydasini.
Iyi niyetle yapilmis kötülükler her ikisi de...
Ve acidir ki, iyi niyetle yapilmis coook kötülüklerim var benim de... :(