"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazartesi, Eylül 29, 2008

OpenOffice, Yabanıl ve diğer şeyler

Hafta başında bilgisayara OpenOffice yükledim. Bilmeyenler için OpenOffice bir açık kaynak yazılım. Ve özgür. Ve ücretsiz. Aslında bilgisayarda ihtiyacım olan her şey için (ofis programları, tarayıcı, veritabanı yöneticisi, takvim, adres defteri, vb.) özgür ve açık kaynak yazılım kullanma fikri epeydir var. Sadece uygulamada biraz geciktim. OpenOffice bunun ilk adımı. Özgür yazılım kavramı ve arkasında yatan felsefe ile ilgilenenler buraya.
*
Yabanıl'ı keşfettim. İlginç. Tavsiye ederim.
*
Bu ayın 20'sinde cep telefonsuz 6. şeref yılımı kutladım. Bu zaman içinde "yarın gidip bir cep telefonu almazsam, bana da hindiba demesinler" dediğim anlar bir elin parmaklarını geçmez. Zaten 24 saat bile sürmemiştir bu niyet. Başkalarına anlamsız geldiğini biliyorum ama benim çok kurtulmak istediğim "fazlalık"lardan biriydi cep telefonu.
*
Çarşamba günü ilginç bir makale okudum. İlkel toplayıcı-avcı toplumlarda bebek doğum ertesinde anneden asla ayrılmaz; yenidoğan sürekli kucakta taşınır; en az 2, çoğunlukla 5-6 yaşına kadar anne sütü verilirmiş. Bebekler anneleri ile uyur, gece dahil ağlamalarına hemen tepki verilir, en fazla iki saatlik aralıklarla beslenirlermiş. Buna karşılık "modern" toplumlarda bebek doğum sonrası anneden alınır, alışacağı kaygısıyla veya ortopedik olarak yanlış olduğu düşüncesiyle fazla kucakta taşınmaz, şanslıysa 6. aya kadar anne sütü alabilir. Yakın döneme kadar batıda, geceleri bebeğin beslenmemesine ve ağlamasına artan sürelerle tepki verilmemesine dayanan kontrollü ağlatma yöntemleri bile uygulanmış ki, dehşet verici. Bu açıdan annelik anlayışımın fazlasıyla "ilkel" olduğu söylenebilir. Yalnız yazarın gözardı ettiği bir şey var bence. Sözkonusu bebek büyütme tarzı ilkel toplayıcı-avcı gruplara özgü değil. Dünyanın batı etkisine kapalı kalababilmiş pek çok yerinde hâlâ böyle büyüyor çocuklar. Yüzyılın başına dek, muhtemelen batı toplumlarında da böyle büyütülüyorlardı. Kişisel olarak, bir annenin kendi haline bırakıldığında içgüdüsel olarak bundan farklı davranacağını sanmıyorum çünkü.
*
Masaüstünde birikip duran kısayollar içimdeki sıkıntıyı da biriktirip duruyordu. Yöntem değişikliğine gittim. Artık internet tarayıcımın "Sık kullanılanlar" bölümünü kullanacağım. Bütün kısayolları konularına göre gruplayarak oraya taşıdım. Bir ara bakarım diye düşünerek kısayolunu kaydettiğim siteleri bile bi-ara-bak diye bir klasör açıp onun altında topladım . Şimdi sadece ben onlara ihtiyaç duyunca ortaya çıkıyorlar. Masaüstü de ferah feza. Küçücük bir alanın bile derlenip toplanması ruh için sağaltıcı derler ya, kesinlikle doğru.
*
Oğlum yeni bir huy edindi. Gizli, kapaklı köşelere girip saklanmayı seviyor. Bunun son örneği olarak on gündür boyundan sadece bir karış fazla bir dolaba girip kapağını kapatarak orada oturmaya başladı. Benim tabii içim kıpır kıpır, huzursuz; içeride havasız kalacak diye... Başlarda "aç kapağı!" diye seslenince hemen açıp kafasını uzatıyordu merakla. Şimdi buna da aldırmaz oldu. Gidip kapağı açtığımda onu orada sessiz ve mutlu otururken görüyorum. Galiba biraz dinginliğe ihtiyaç duyuyor bazen. Hoş, biz yetişkinler de ihtiyaç duymuyor muyuz aynı şeye? Düşünüyorum da her gün sakin bir köşe bulup biraz sessizce, hareketsizce oturmak bize de iyi gelirdi sanırım. Fakat yapamayız ki... Okuduğum bir kitabın yazarı modern insanın bir köşede hiç bir şey yapmadan ve düşünmeden 5 dakika bile oturamayacağını iddia etmişti. Çok provokatif görünmüştü bu düşünce de, denemiştim bir kaç sefer. Sonunda ya yapılacak bir şeyi hatırlayarak yerimden fırlamış veya kafamın vızır vızır ertesi gün yapılacak bazı işleri planlamaya başladığını farketmiştim. Hareketin ve sesin bağımlısı olmuşuz biz. Yokluklarına 5 dakika bile dayanamıyoruz. Bu açıdan oğluma özeniyorum biraz.
*
Gözüm şiddetle topraktan yeni çıkan yeşil arıyor. Bu yüzden latin çiçeği ektim. Bu seferki somon renkli çiçekler açıyormuş ve yaprakları da beyaz çizgili yeşilmiş. Mevsim tamamen ters, biliyorum. Ama beni adeta felç eden sıcaklar azaldığından beri kendimi sanki sonbahara değil ilkbahara giriyormuşuz gibi hissediyorum. Bakalım latin çiçeği ne düşünüyor bu konuda...
*
İyi bayramlar :)

8 yorum:

  1. senin yazilarini okumanin da sagaltici etkisi var,, :)

    `kontrollu aglatma`yi ilk duydugumda bana da cok zalimce gelmisti, sanirim bebek buyutme konusunda veggieway en begendigim kisi,
    bence de bebek anneden ayrilmamali hic ozellikle de ilk yil..

    onerilerin de ayrica guzeldi,
    sevgiler..

    YanıtlaSil
  2. Şimdi sizlere çok zalimce gelen bu yöntem bizim zamanımızda en iyi ve en gelişmiş yöntem olarak lanse ediliyordu. İnternet henüz olmadığı için kaynaklar piyasadaki kitaplarla sınırlıydı. Bu yöntemi anlattığımda babamın bana söylediklerini hiç unutamadım:"Bir çocuk ağlayıp, ağlayıp sonunda susar susmasına, ama insanlara olan tüm inancını ve güvenini de kaybeder" demişti. Çocuğun bundan alacağı mesajın gerçekten de "başımın çaresine bakmalıyım" olacağını o ana kadar düşünmemiştim, neyse ki bu yerinde ve erken uyarı sayesinde kızım bu sistemin kurbanı olmaktan kurtuldu. Yemek konusunu da bir komşumun uyarısı sayesinde dert etmekten vazgeçip, her şeyi kızımın doğuştan gelen biyolojik dengesini bozmamaya ayarlayınca işler kolaylaştı. Bir pişmanlığım anne sütü konusunda çaresiz kalınca, bilgi eksikliğinden yeterince israrlı olamadığım için kızımın bu şansı keybetmesidir.

    Umarım genç anneler bu blogtan ve yorum yapan diğer genç annelerin bakış açılarından yararlanıp, yeniden doğal yöntemlere dönme konusunda sizler kadar titiz davranırlar.

    "Yabanıl" sitesi gerçekten çok ilginç, güzel keşif. Teşekkürler.

    Mutlu, güzel, adı gibi gerçek bir bayram diliyorum. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. O kadar cok imla hatasi yapmisim ki, sildim ilk yorumu. Soyle birseyler yazmistim.Ben dogdugu zaman oglumu kucagima aldim ve onu Bozkir'da koylulerden gordugum gibi hep gogsumun uzerinde ya da sirtimda tasidim. Onun gidebilecegi yerlere gittim, uygun degilse gitmedim. Aglamasina asla gonlum razi olmadi.. Erken dogan dusuk dogum agirlikli bebeklerin sevgi ile daha cabuk buyuduklerine olan inancim daha da guclendi.
    Ben anneligi kitaplardan yapmiyorum. Benim ic gudulerim boyle soylediler. Sevgi gorerek, ilgi gorerek buyudum, daha cogunu ogluma yapmaya calisiyorum.
    Federico'da bazen meditasyona cekilir. Ben onu kendi kosesinde birakirim. Bir sure sonra, hoslanacagi birseyler oneririm hepsi bu..
    Kontrollu aglatmanin ne oldugu hakkinda hicbir fikrim yok..
    Meyvelitepe'nin babasina yurekten katiliyorum. Guven duygusu bebeklikte kazaniliyor.
    sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Barış,
    Sağol, evdeki telaşe bittiğine göre senin sağaltıcı yazıların da gelir yavaştan, değil mi?

    Meyvelitepe,
    Babanızın sağduyusuyla söylediği şeyi bu makalede adı geçen uzman da söylüyor. Oğlumun iştahsızlığı bugünlerde en büyük derdimiz. Mümkün olduğunca kendi haline bırakmaya çalışıyorum ama endişeleniyorum da bir taraftan.

    Mehtap,
    Sevgi görerek büyüyenlerin sevgi dolu ebeveynler olacağına ben de inanıyorum. Bir e-mail yazacağım şimdi size.

    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  5. Evrencim,
    Oglunun yemek yememesi konusunda endiselenmeni anliyorum, ben de yazmistim bu konuda.Hic merak etme,onlar neye ne kadar ihtiyaclari var cok iyi biliyorlar.Emzirdigin icin diger seyleri yemese de hic problem olmayacaktir.
    Su kontrollu aglatma lafina sinir oluyorum.Kontrollu,montrollu,sonucta agliyor cocuk!Ne yazik ki bu yontemleri oneren kitaplar cok satiyor cunku insanlar kisa surede kesin sonuca ulasmak istiyor.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  6. Evren bir kez daha söylemem lazim, blogunu okumaktan müthis keyif aliyorum... Birikmis bir sürü yaziyi oturup bir anda okumak da cok guzeldi, bundan sonra biriktirsem mi biraz ne :)

    YanıtlaSil
  7. Işıl,
    teoride özellikle anne sütü alan çocukların daha iştahsız olduğunu ve endişelenmemek gerektiğini biliyordum da, pratikte öyle olmuyor işte. Neyse, senin ve Meyvelitepenin yazdıkları biraz rahatlattı içimi :)
    Ben bu kontrollü ağlatma kavramıyla karşılaştığım her kaynakta "aman ha, sakın" uyarısını okuyordum ve anlam veremiyordum buna. Zaten kim böyle bir şeyi yapar ki diye düşünüyordum. Meğer bir önceki nesilde (ne yazık ki!)çok yaygınmış ve onun kötü tortularını silmeye çalışıyormuş benim okuduğum kaynaklar.

    Demet,
    teşekkürler güzel yorumun için. Bazen ben de niyetleniyorum biriktirip okumaya. Sonra dayanamayıp gün gün takip ediyorum yine hepinizi :)

    YanıtlaSil