"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Çarşamba, Ekim 08, 2008

Malta: Hep centilmen kal, hep yasemin kok

Sardunyalı balkonMalta'nın serin ve yağmurlu mevsimi başladı. Akşamları kıyıda yürüyüş yapmayı, ama daha çok da oturup sohbet etmeyi seven Maltalı'lar bile çekilmeye başladı yavaştan. Bu ada halkının oturmayı ne çok sevdiğini anlatmış mıydım? Yaz akşamları kıyıdaki banklar yetmediği zaman sağına soluna birer ikişer de sandalye atıp sohbet grupları oluşturmayı seviyorlar. Yaşlı amcalar öğle sıcağında evlerin önündeki gölgeli basamaklarda oturup uyukluyor. Akşam serinliği çıkınca da yaşlı teyzeler kapı önünde birer sandalyeye yerleşip yavaştan hareketlenen sokağı seyrediyor.

Mavi Daracık kaldırımlarda durup ayak üstü sohbet etmek bir diğer zevkleri. Geçip gitmek isteyenler için bir engel oluşturduklarını farketmeden derin sohbetlere dalıp gidiveriyorlar. Akşam ayini çıkışlarında insanların kilise önünde -tahminen bol dedikodu soslu- sohbetlere giriştiğini görmek de ilginç. Görünüşte Maltalılar oldukça dindar insanlar. Buraya gelmeden önce okuduğum bir makalede bu küçücük adada 365'i aşkın kilise olduğundan bahsediliyordu. Yılın her günü için bir kilise...Ve hiçbiri boş değil kiliselerin. Ayin zamanı tıka basa dolu oluyorlar. Maltalı'ların din ve kilise ile olan ilişkisi hoşuma gidiyor bir taraftan. Bazı sabahlar ellerinde alışveriş torbalarıyla ve bir uğrayıvermiş edasıyla kiliseden ayrılan kadınlar görüyorum mesela. Hani sabahları alışverişten sonra bir komşuya, köşedeki tanıdığın dükkanına, postaneye veya fırına şöyle bir uğrayıverir ya insan... Öylesine süssüz, telaşsız, günlük yaşamın içine sinmiş bir şey... Elbette dünyanın her yerinde olduğu gibi, modern geleneksele baskın çıkıyor ve din etkisini kaybediyor yavaştan. Özellikle gençlerin kiliseye gönülsüzce gittiği de duyduğum ufak bir dedikodu :)

Malta, nispeten anakaradan kopuk yaşadığı geçmiş yüzyıllarla, turizmin neredeyse biricik gelir kaynağı olduğu günümüz arasında, modern yaşamla gelenekselin tuhaf kombinasyonlarını yaratıyor kendince. Internet kafelerden çıkan beyaz ruhani elbiseli rahibe teyzeler beni pek eğlendiriyor. 70-80'lerin Türkiye'sinden hatırladığım küçük, tozlu, envai çeşit kitap, kırtasiye ve oyuncağın satıldığı dükkanlar bir tuhaf özlemle dolduruyor içimi. Sokak aralarındaki kasaplar ve tuhafiyeciler çocukluğumun kasap ve tuhafiyecilerine benziyor her şeyiyle. Hemen yanlarındaki mağazanın çok bilinen global bir giyim markasına ait olduğunu, onun yanında da bir Hint veya Çin lokantası olduğunu söylemeye gerek var mı? Peki ya fast food'un dört atlısı McDonald's, Burger King, Pizza Hut ve KFC'ı bulmak için çok dolaşmaya ihtiyacınız olmayacağını?

Yerelle modernin ilginç bir karışımı olarak Malta'nın Cola'sı Kinnie'yi de sayabiliriz. Boyalı-gazlı-şekerli içeceklerden uzak duran biri olmakla birlikte, sırf hakkında detaylı bir rapor verebilmek için tattığımı itiraf etmeliyim. Bitter orange (turunç) ve çeşitli Akdeniz otlarıyla tatlandırılan bir içecek olduğunu okumuştum. Akdeniz usulü hamburger olur da, Cola neden olmasın diye düşünmekteydim. Bana bitter orange tadı biraz baskın geldi, Akdeniz otlarını pek hissedemedim. Ne bileyim, biraz alışkanlık isteyen bir tat bence. Eğer benim gibi bu tür içeceklerle başınız zaten hoş değilse denememekle bir şey kaybetmezsiniz. Yok, zaten bir Cola-içer iseniz Malta'dan Kinnie'yi denemeden geçmeyin derim yine de.

Valletta - Merdivenli yokuşBir kartpostalın arkasında okuduğuma göre Valletta "centilmenler tarafından centilmenler için inşa edilmiş bir şehir" imiş. O centilmen beyler hâlâ yaşamaktalarsa, Valletta kapılarında Afrika'dan gelen göçmenlerin iş beklediği kulübelerden birinin duvarına neden "Blacks out!" yazdıklarını sormak isterdim doğrusu. Geçenlerde bu centilmenler şehrinde hoflaya puflaya iskeleden Republic Street'e doğru çıkan yokuşu tırmanırken iki güzel koku duydum ard arda. Biri incirdi, diğeri yasemin. Burnumu takip edince yasemini hemen kaldırımın kenarında buldum. Çiçeklerin ve yaprakların şeklini aklıma iyice yazdım ve daha sonra internette araştırdım. Jasminum auriculatum türüymüş. "Sokakları incir ve yasemin kokan şehir" hoş bir isim tamlaması, değil mi? Duvarlara yazılmış yazılardan daha güzel...


Malta deyince camı da es geçmemeli. Buranın önemli bir ürünü el yapımı cam eşyalar. Pek çok hediyelik eşya satan dükkânda rastladıysam da, en güzel örneklerini Mdina'da bir dükkânda gördüğümü söylemeliyim. El yapımı Malta cam eşyalarına örneğin şurada göz atabilirsiniz. Ayrıca cam atölyelerinde üretimi izlemek ve alışveriş yapmak da mümkün. Bunun için Crafts village Ta'Qali'yi ziyaret edeceksiniz. Ulaşımı zor değil. Mdina'ya giden otobüsler zaten bu köyden geçiyor.

Bir küçük dil dersi ile bitsin bugünkü Malta yazısı. Geçen gün alışverişte peynir reyonunun önünde siparişimin paketlenmesini beklerken yanımda birinin gayet net "Peynir..." diye başladığını duydum bir cümleye. Ne zaman uzak ellerde Türkçe bir sözcük duysam, algının seçiciliği ile yakalar kulağım onu. Dönüp yanımdaki yaşlı kadına baktım o yüzden merakla. Oysa o çoktan Malta dilinde devam ettiği cümlesini tamamlamış, reyondaki çocuk da ona yine aynı dilde yanıt vermekteydi. Uzun lafın kısası, Türkçe ile Maltaca'nın -tabii ki Arapça sebebiyle- bir başka ortak paydası: Peynir!

Not: Bu yazıda -Kinnie hariç- fotoğrafların içerikle doğrudan bir ilgisi yok!
1. fotoğraf: St. Julians'da bir ara sokakta sardunyalı bir balkon. Geçen bahara ait.
2. fotoğraf: Yine ara sokakların birinde mavili bir ev.
3. fotoğraf : wikipedia'dan.
4. fotoğraf: Valletta'nın dik yokuşlarından biri. Çıktığım değil, çıkmaya asla cesaret edemeyeceğim...

5 yorum:

  1. senin bu bitkileri tanıma yeteneğine ve onları yetiştirebilmene, isimlerini öğrenmene, kısaca aranızdaki ilişkiye hayranım, bilmem kaçıncı söyleyişim...

    YanıtlaSil
  2. Barış, tanıma konusunda özel bir yeteneğim yok, sadece dikkatliyim bu konuda. Hele yetiştirme konusunda becerimden iyice şüpheye düşüyorum bazen...

    YanıtlaSil
  3. valla benim deneyimlerim yaninda senin burada paylastiklarin,,, yani ne diyebilirim, butun parmaklarin ve hatta dirseklerine kadar yesilsin sen...

    YanıtlaSil
  4. İkinci fotoğraftaki balkonlu ev türünden Galata Kulesi yakınlarında görmüşlüğüm var. Acaba Cenevizlilerden dolayı mıdır o evler?

    O tuhafiyecileri ve küçük kitapçıları ben de çok özledim. Bize yakın bir yerde babaannemle gidip çocuk kitapları aldığımız bir kitapçı amca vardı. Benim neleri sevdiğimi bilir, şimdi sıra bu kitapta diye önüme koyardı ve hiç şaşmazdı, o kitabı bir öncekinden çok daha severek okurdum. Aşırı bolluk, aşırı tüketim kitapçılara bile yansımış sanki. O tek tek alıp okuduğum,bir sonrakini almak için sıra beklediğim kitapçıyı hepsinden çok seviyorum ben.
    Tuhafiyeci de öyle. Ortaokulda elişi dersimiz için ipliktir, yündür o amcadan alırdık. Bize kızmadan, bağırmadan sabırla tek tek indirirdi raflardan ne istiyorsak. Şimdiki hain bakışlı satıcılara hiç mi hiç benzemezdi! Ne acı ki kalmamış artık İstanbul'da onlardan hiç. Herkes elindeki en adi malı pahallı yoldan karşısındakine nasıl satarımın peşinde. İstemiyorum deyince, inatla üstüne gelmekte! Bak bir de nalburlar geldi şimdi benim aklıma :)
    Din konusunu algılayış da ne kadar farklı değil mi? Sakin, huzurlu, sağa sola sataşmadan, aslında tam bir Müslüman'ın olması gerektiği gibi. Nerede bizim ata dedelerimizin din anlayışı, sabrı, ağırbaşlılığı, öğreticiliği günümüz Müslümanlarında?

    YanıtlaSil
  5. Dilek,
    Mimariden pek anladığım yok ama Malta'nın bu tür evlerle dolu olduğunu söyleyebilirim. Korunduğu kadarıyla tabi...Diğer konularda yazdıklarına, gözlemlerine de katılıyorum.

    YanıtlaSil