"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazar, Aralık 27, 2009

Revenge of Gaia


James Lovelock'un Revenge of Gaia'sını bitirdim. Bu kitap benim için uzun zaman "çarpıcı iddialar ve şaşkınlıklar kitabı" olarak kalacak gibi gözüküyor.

Lovelock, Gaia teorisini (yani atmosferin, denizlerin, karaların ve buralarda yasayan canlıların birlikte ve belli bir amaca yönelik hareket eden tek bir canlı organizma gibi davrandığına dair teoriyi) ilk kez 1960'larda ortaya atmış ve zamanla geliştirmiş. Kitabın beni şaşırtan yanı bu teori değil elbette. Zaten yazar Gaia teorisini yaklaşık 40 yıldır başka kitaplarında ve pek çok bilimsel makalede açıkladığı için, temel detaylarına girmiyor bu kitapta fazlaca. Bu konu ilgimi çektigi için o kitaplarını da okuma listeme aldım.

Kitaptan alıntıladığım ve aşağıya yazacağım noktaları, ya bana çok anlamlı geldiği ya da tam tersine kabul edilmesini güç bulduğum için not etmeye değer bulduğumu belirtmeliyim. Dolayısıyla Lovelock'un söyledikleri arasında oradan oraya atlayan ve biraz taraflı bir seçki yapmış oldum sanırım. Bunun dışında, iklim değişikliğinin mekanizmaları hakkında anlattığı bir çok temel şeyi başka yerlerde de okuduğum için not etmedim. Bunlarla ilginlenenlerin kitabı okuması daha doğru olur. Dediğim gibi beni şaşırtan bir çok görüş var bu kitapta. Ciddi bir bilim adamının fikirlerini bana kabul etmesi zor geldiği için toptan reddedemeyeceğimden, onları üzerinde araştırıp düşünmek üzere ve mümkün olduğunca tarafsız bir ifade ile yazmaya çalıştım.

Bölüm 1) Dünyanın Durumu (State of the Earth)
++ "Eğer biz dünyaya dikkat ve özen göstermezsek, o bizi eskiden olduğu kadar hoş görmeyerek kendi başının çaresine bakacaktır."

Lovelock açıkça insancıl (hümanist) çevrecilik anlayısını rahatsız edici buluyor. Gezegen ve doğal kaynakların insanlar için olduğu görüşünün tersine; insanların Gaia sisteminin bir parçası olduğunu savunuyor. Çevreyi insanın çıkarlarını korumak için korumanın hem anlamsız, hem de bencilce olduğunu belirtiyor. Ona göre dünya zaten başının çaresine bakabilecek savunma mekanizmalarına sahip. Sadece Gaia'nın cözümleri o kadar da "hümanist" , yanı "insansever" ve insan çıkarlarını gözetir olmayacak. Kendi türümüzün varlığını sürdürmek istiyorsak, kendi çıkarlarımıza göre değil, Gaia'nin -yani yaşayan tüm canlılar ve ekosistemin- genel çıkarlarını gözeten önlemler almalıyız. Gerekirse gezegene biraz nefes alma imkanı vermek için tarımdan vazgeçip, yapay gıda sentezlemeyi düşünmemiz gerektigini savunuyor mesela. GDO hakkındaki fikirlerini merak ediyorum doğrusu...

Bu açıdan sürdürülebilir gelişimin koca bir yalan olduğu da iddiaları arasında. Ona göre iki yüzyıl önce, yanı yaklaşık endüstri devriminin başlarında, iklim ve ekolojide yarattığımız değişiklik yok denecek kadar azken, "sürdürülebilir gelişim"i inşa etmek için vaktimiz olabilirdi. Ama şimdi çok geç, zarar çoktan verildi. Bugün bütün endüstriyel aktivitelerimizi sıfır noktasına çeksek bile etkilerinin gezegen tarafından berteraf edilmesi en az bin yıl alacak.

++ "Bugün hala, biz ve -bakterilerden balinalara kadar- diğer tüm canlıların çok daha geniş ve çeşitlilik arzeden bir yaşam biriminin parçaları olduğu fikrini kabul etmekte güclük çekiyoruz."

++ Bilim küresel ısınma konusunda bilgilendirmede neden bu kadar yavaş kaldı? Lovelock'a bakılırsa iklim değişikliği ve olası boyutları konusunda bizi uyarmakta geciktikleri için bilimi ve bilim insanlarını tek suçlu olarak görmek haksızlık olur. Çünkü bilim son iki yüzyıldır pek çok farklı disipline bölünmüş olmanın sıkıntılarını yaşıyor. Her bir disiplin gezegenin sadece küçük bir bölümüne konsantre oluyor. İşte bu yüzden "bütünsel bir dünya" anlayışına sahip değiliz. Elbette konuya dikkat çekenler de yok değil. Örneğin filozof Mary Midgley "Science and Poetry" ve "The Essential Mary Midgley" adlı kitaplarında son iki yüzyıldır bilim dünyasına hakim olan atomistic ve reductionist (yani her şeyin doğasını en ufak parçalarına ayırarak anlamaya çalışan) yaklaşımın, dar görüşlü bir dünya anlayışı oluşturmamıza sebep oldugu konusunda uyarır.

"En sonunda (ama ne yazık ki çok gecikerek) anlamaya başladık ki, bu yukarıdan aşağı holistik bakış, yani bir nesneyi dışarıdan ve işlevini görürken inceleyip sorgulayan bakış, nesneleri parçalara ayırıp sonra yeniden inşa ederek anlamaya çalışan anlayış kadar önemlidir."

++"Enerji tasarrufu yapmamız gerektiğine dair iyi niyetli yeşil önerilere uymalı ve bunu elimizden geldiğince çok yapmalıyız. Ama aynı kilo vermek gibi bu da söylenmesi yapılmasından kolay bir eylemdir. Büyük çaplı enerji tasarrufu daha çok gelişmiş tasarımlarla sağlanır ve bu türden tasarımların kullanıcıların çoğunluğuna ulaşması on yıllar alır."

++Bizim uygarlığımız madde bağımlılığı olan birine benziyor. Bağımlısı olduğu maddeyi kullanmaya devam ederse ölecek ama elinden birden almaya kalkarsak bu da ölümüne sebep olacak.
Bölüm 2) Gaia Nedir? (What is Gaia?)

++Gaia dünya yüzeyinin 100 mil derininden başlayıp, kara ve okyanusların üzerinde uzaya yakın atmosfer katmanlarına kadar 100 millik mesafede devam eder. Gaia'yi bu katman içindeki sadece canlı değil, cansızlar da dahil her şeyin kendi kendini düzenleyen (self regulating) bir bütünü olarak düsünmeliyiz. Gaia ve benzer sistemler belirli kısıtlamalar ve sınırlar dahilinde sistemin genel çıkarlarına yönelik olarak kendi kendini düzenleme becerisine sahiptir. Gaia için bunlar iklim ve atmosfer şartları gibi kısıtlamalardır. Bu noktada Lovelock kendisinin Nature dergisinde yayınlanmış, sadece papatyalardan oluşan ve kendi kendini düzenleyen eden bir sistemi canlandıran "DaisyWorld" deneyinden bahsediyor.

Lovelock'a göre evrim teorisi ile Gaia teorisi birbiriyle çelişir görünürse de durum böyle değil. Çünkü anladığım kadarıyla evrim teorisine göre türler bencilce kendi çıkarları için çalışır ve bunun için çevrelerinin koyduğu sınırlara göre evrilirler. Buna karşılık Gaia teorisine göre türler Gaia'nin genel çıkarlarını gözetirler ve buna göre değişikliğe uğrarlar. Üstelik bazen çevre şartlarının değişmesine de etki edebilirler. Örneğin algler atmosfer şartlarını etkileyebilir. Ancak bu noktada "bencil genler" Gaia'nin çıkarına göre evrilmenin bir şekilde kendi çıkarlarına da uygun olduğunu bilirler. İlginç, üzerinde düşünülmesi gereken bir görüş...


Bölüm 3) Gaia'nın tarihi (The Life History of Gaia)

++ Biyolojik çeşitlilik her ne kadar bizim açımızdan bir zenginlik gibi görülse de, Gaia'nin bakış açısından bir semptomdür, iklim değişikliğinin göstergesidir. Gaia'nın tüm tarihi boyunca iklimin ısınmadan soğumaya veya soğumadan ısınmaya geçtiği her ara dönemde biyolijik çeşitlilik artmıştır.

++ Bugün insan eliyle yaratılmış iklim değişikliklerinin sorun olmasının bir sebebi de Gaia'nın yaşı. Gaia eskiden, daha gençken, bu türden değişiklikliklere daha kolay tepki verebilirdi. Şimdi yaşlı, üstelik de güneş yaşamın ilk görülmeye başladığı 3 milyar yıl öncesine göre daha sıcak.

++ Gaia soğuk sever! Okyanusların soğuk bölgelerii biyolojik olarak daha zengin, daha yaşam doludur; renkleri bu yüzden koyu ve bulanıktır. Buna karşılık tropik sular aslında okyanusun çölleridir ve bu yüzden duru ve açık mavidir. Gezegenin buzul dönemleri de zannettiğimizden daha yaşam doluydu ve sağlıklıydı. Gaia'nın elinde olsaydı daima iklimi daha soğuk olacak şekilde düzenlemeye çalışırdı.

Bölüm 4) 21. Yüzyıl için Tahminler (Forecasts for the 21. Century)

++ Beklenen değişiklikler ne yazık ki insanlığın uyum sağlamasına imkan verecek şekilde azar azar değil, tam tersine ani ve büyük çapta olacak.

++ Denizlerdeki alglerin zarar görmesi ve Grönland buzullarının geri dönülmez şekilde erimeye başlaması için sınır nokta (treshold point), atmosferde karbondioksit miktarının 500ppm' e erişmesi. Bu noktadan sonra karbondioksit seviyesi ve dolayısıyla ısı tekrar düşse bile, Grönland erimeye devam edecek. Bilimsel tahminlere göre 500 ppm'e önümüzdeki 40 yıl içinde ulaşacağız. Buzul döneminde atmosferdeki karbondioksit miktarı 180 ppm idi. Buzul çağından sonra endüstri devrimine kadar 280 ppm civarında kaldı. Şu anda insan eliyle 380 ppm seviyesine çıkmış durumda.

++ Atmosferdeki karbondioksit miktarı ile küresel ısı arasında bir korrelasyon vardır. Karbondioksit sera etkisi ile gezegenin ısınmasına yol açar.

++ "Gelecek yüzyıl içinde asıl tehlikede olan uygarlığımızdır. İnsanlar şu ya da bu şekilde hayatta kalacak kadar güçlüdür. Gaia ise bütün bunların hepsinden daha güçlüdür. Yaptıklarımız onu zayıflatabilir ama yok edemez."

++ İnsan eliyle, endüstriyel aktivitelerle atmosfere salınan aerosolün iklimi soğutucu etkisi vardır. 2003 yazında Avrupa'da onbinlerce kişinin ölümüne sebep olan sıcak dalgası, AB'nın atmosfere salınan aeresol miktarını azaltmak için aldığı katı önlemlerden kaynaklandı.

Bölüm 5)Enerji kaynakları (Sources of energy)

++ Thermodinamiğin ikinci yasasından yola çıkarak, evrenin hiç bir köşesinde enerjiyi ister iyi ister kötü amaçlarla olsun bozmadan kullanmanın bir yolu yoktur. (It is not possible in this universe to use energy for any purpose, good or bad, without corrupting it.)

++ Bio yakıtlar hakkında : "Bizler otomobil sürmek için aç kalmaya niyetlenecek kadar aptal olabiliriz. Ama Gaia bundan daha az hoşgörülüdür."

Çünkü bio yakıtın çoğu başka türlü enerji üretiminden çok ulaşım için kullanılıyor. Tarım zaten Gaia' nin elinden iklimi düzenleme şansını alıyor, üstelik insanlık geriye kalan yabani, doğal alanları da bio yakıt üretmek için bir bir yoğun ve tek tür (monoculture) tarımın eline bırakıyor...

++ Rüzgar türbinleri atmosferde değişikliklere yol açıyor ve civarlarında iklimi istenmeyen şekilde değiştirebilirler. Üstelik rüzgarca zengin bölgeler iklim değişikliği sebebiyle kuzeye kayacak ve bugün yoğun olarak rüzgar türbini çiftliği haline dönüştürülmekte olan bölgelerde gelecekte rüzgardan etkin şekilde enerji elde etmek mümkün olmayacak.

++ "Fosil yakıtların doğal ve yenilenebilir olmadığı gibi yanlış bir görüş var. Fosil yakıtlar yaşayan organizmaların bir ürünüdür ve en az bir ağaç kütügü kadar doğaldırlar. Yanlış uygulamalarımız Gaia'dan onun doğal olarak yerine koyabileceğinden yüzlerce kat daha hızlı enerji almamıza sebep oluyor. Niteliksel değil niceliksel bir günahımız var bu noktada. Büyük miktarda odun yakmak veya yakıt olarak kullanmak üzere ekin yetiştirmek -ki yanlış olarak adına yenilenebilir enerji deniyor- potansiyel olarak gezegenimiz için fosil yakıtlardan daha yıkıcıdır."

++ Nükleer enerji sanıldığı kadar zararlı değildir. ABD'nin 1945'de nükleer bombalarını Japon askeri gücü yerine sivil hedefler üzerinde kullanması "nükleer enerji eşittir nükleer savaş bu da eşittir insanlığın yok oluşu" yanılgısını yarattı. Gezegene toparlanması için süre vermek adına kısa vadede elimizde nükleer enerjiden başka seçenek yok. Bu ancak yaşam tarzını değiştirirse kökten iyileşebilecek bir hastaya , hastalığının en ağır dönemini atlatması için olası yan etkilerine rağmen ağır bir ilaç vermek gerekmesine benzer.

Kitabın devam eden bölümleri en az bunlar kadar çarpıcı görüşlerle dolu. Ne yazık ki onları bu detayda notlar alamadan hızla okumam gerekti. Asit yağmurları, akarsularda biriken nitrat, DDT'nin o kadar da zararlı olmadığı, bilgisayar ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin enerji tasarrufuna faydaları ve bugünkü çevreciliğin abartmaya meyilli ve duygusal yaklaşımlar içinde olduğuna dair pek çok şey var bu bölümlerde de. Deep ecology kavramı ile de ilk kez burada karşılaştım. Benim açımdan üzerinde biraz daha okunması gereken yeni bir konu daha...

Fotograflar: 1)nasa1fan/MSFC , 2)woodleywonderworks

Perşembe, Aralık 24, 2009

Mango kücük sincaba selam eder :)

Mangonun Ekim ayinda yeni yapraklar vermeye hazirlanirken...



... ve Kasim ayinda yeni yapraklarini verdikten sonraki halidir.




Bugünlerde tek derdi az günes ve cok kaloriferli ortam. Mevsimini bekliyor sabirsizlikla...

Bostancik'in kücük sincabina selam ediyor bir de...

Çarşamba, Aralık 16, 2009

Ihlamur ağacının dibindeki mürverin sırrı

Çocukluğumuzda okuduğumuz türden, sürükleyici bir serüven kitabının adı gibi oldu, değil mi? Kaldı ki mürver gayet de gizemli bir ağaç zaten gözümde....

Eskiden nehir kıyısında kışın yaptığımız yürüyüşleri biraz yavan bulurdum. "Hareket etmek ve biraz temiz hava almak için çıkıyoruz en azından" diye düşünürdüm. Doğa gayet ölü görünürdü gözüme. Ağaçları ve bitkileri teşhis dönemindeydim. Kuruyup gitmiş otlardan ve yaprağını çoktan dökmüş ağaçlardan bir şey çıkaramıyordum.

Şimdi ise kış yürüyüşleri bile heyecanlı, keşif dolu bir şeye dönüştü.
Ihlamur ağacının dibindeki mürverin sırrı var mesela.

Bu yıl sonbaharda meyvesini toplamak için mürver ağacı aramaya çıktığımızdan beri, bir tür göz alışkanlığı oldu. Her yerde mürver ağacı arıyorum, gördüklerimi hemen mimliyorum.

Ihlamur ağaçlarının altındakileri ilk kez o zaman farkettim. Kanal boyunca şehre giden yürüyüş yolunda her iki üç ihlamur ağacının birinin dibinden bir mürver çalısı çıkıyordu. Hem de ağacın tam kökünün dibinden. Öyle ki bilmeyen biri gördügünün, ıhlamur ağacının dipten verdiği yeni bir filiz olduğunu sanabilirdi. Önce belediyeden birilerinin cözemediğim bir sebeple yaptığı bir tür çevre düzenlemesi olduğunu sandım. "Boylu ağaçlar altında meyve veren çalılar" gibi bir konsept mesela... Öyle olmadığını daha sonra anladım. Belediyecilerin yolunun hiç mi hiç düşmediği, gayet kendi halinde, yabanıl bir doğa parçası olan nehir kenarında da, kilometreler boyu her iki üç büyük ağaçtan birinin altında bir mürver yavrusu büyümekteydi. Uzun zaman aklımı meşgul etti sebebi. Kendimce bir yanıta ulaştım sonunda. Mutlaka kuşların parmağı var bu bilmecede :) Mürverin kuşların çok severek yediği bir meyve olduğunu okumuştum zaten.

Ama bilmece sona ermedi de burada. Doğada hiç bir şeyin tesadüf olmadığı, sebepsiz olmadığı duygusunu taşıyorum. Her şeyin görünen, yüzeysel bir sebebi; bir de daha derin , daha anlamlı bir açıklaması var.

Ihlamur ağacının dibindeki mürverin sorduğu yeni sorular şunlar:
-Neden bir mürver çalısı kendi başına da gayet güzel idare edebilirken bir büyük ağacın hamiliğine ihtiyaç duyuyor?
-Veya ihtiyaç duyan kim aslında? Mürver mi, hamisi mi?
-Hem iyi de neden mürver? Kuşların sevdiği ve çevrede yetişen bir dolu başka ağaççık daha var bildiğim...
-Neden ille de ağacın tam kök dibinden çıkıyor mürver? Yüzeysel açıklama: Çünkü orası daha korunaklı! Peki ya derindeki sebep?
Not: Kuşları gözledim. Hayır, ana gövdeye yakın konma gibi bir alışkanlıkları yok. Mürver çekirdeği ağacın dallarının oluşturduğu çap içinde her yere düşebilir pekala.
-Bunun ıhlamur-mürver dostluğu ile bir ilgisi yok, ama neden kışın gözlediğim bütün ağaçlar içinde sadece mürver, alt dal yapraklarının tamamını dökerken, tepe dallarında mutlaka bir kaç yaprak bırakıyor? Ve neden o yapraklar öylesine canlı bir açık yeşil?
-Bu şimdi aklıma geldi! Ihlamurun çiçek mevsimi ile mürverin çiçek açtığı dönem çakışır mı? Her ikisininin de olağanüstü güzel kokan çiçekleri var. Burunlar icin müthiş bir şölen olurdu bu.

Keşke bilebilseydim bu soruların cevaplarını...
Dünya daha da güzel, daha da anlamlı bir yer olurdu gözümde.

Fotograf:Phil Thirkell

Pazartesi, Aralık 14, 2009

İki tohum, bir müjdeli kart ve parlak bir fikir!

Cumartesi günü postadan bir zarf çıktı benim için. Haberdardım, bekliyordum ama yine de sevindim görünce.

Dört şey çıktı zarftan.

Biri beklenen tohum, limonotu, Verbena officinalis. Lesley Bremness'in kitabını okuduğumdan beri aklımda. Aklıma düşen, gün olur, devran döner posta kutuma düşer işte böyle :)

İkincisi, süpriz tohum, Colutea arborescens. Bu yıl çevrede görüp "saksıda yetiştirsem ya ben bunu" dediğim bir başka bitkiye çok benziyor. Henüz tam araştırmadım ya, biraz okusam ne mucizeleri vardır kesin onun da.

Üçüncüsü, müjdeli bir posta kartı. Geçmişin unutulmuş ama yeniden keşfedilmiş sebzelerinden bir demet var üzerinde. Sarı ve mor havuçlar, mor patates, sarı domates. Hepsi birbirinden ilginç. Fransa'da da, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi bir avuç insan yerel çeşitliliği korumak için mücadele ediyormus. Ne güzel haber!

Dördüncüsü...
"Dördüncüsü mü? Ben üç şey göndermiştim oysa..." diyor olmalı Beste şimdi içinden :)
Dördüncüsü parlak bir fikir! Sana gönderilmiş mektupların zarflarını atmazsın mesela. Yırtmadan, özenle açar ve bir kenarda saklarsın. Gün gelip sen bir mektup göndermen gerektiğinde bu zarflardan birini alır, gönderen ve alıcı bölümlerinin üzerine birer etiket yapıştırırsın. Yeni adresleri yazarsın bir güzel. Bir zarf eksik harcarsın böylece. Bir zarf, bir zarftır çünkü. "Kullan-at kültürü"yle tükettiğimiz de bir kağıt bir kağıt üstüne, bir bardak bir bardak üstüne, bir mendil bir mendil üstüne dünyadır çünkü.

Eskiden çalıştığım bir işyerinde iç yazışmaları gönderdiğimiz zarfları böyle defalarca kullanırdık. Postaya vereceğim zarflarda nedense o cesareti hiç bulamadım veya ihmal ettim hep. Ama "Neden olmasın?" dedi Beste'nin zarfı bana. Unutmam artık hiç :)

Çok yaşa Beste!

Pazar, Aralık 13, 2009

Pozitif Doğum Hikayeleri

"Her bebekle birlikte bir de anne gelir dünyaya... "

Öyle yazıyordu benim doğum yaptığım hastanede, doğum servisinin duvarında.
Oğlum doğarken uykuda olmadığım için mutluyum. Ne onun doğuşunu, ne de bendeki "anne"nin doğuşunu kaçırmadığım için mutluyum.

Canım acımadı mı? Acıdı tabii. Ama bana bildiğimden daha güçlü olduğumu, yaşamın önüme getirip koyacağı başka türden güçlüklerle de gayet iyi başa çıkabileceğimi öğretti o acı...
...ve yaşamdaki pek çok acının sadece ondan kaçtığımız için bu kadar canımızı yakabildiğini,
...ve üzerine gidersek o kadar da korkunç olmadığını.

Bütün bunları öğrendiğim için mutluyum.

İstiyorum ki...
açıkça tıbbi bir gereklilik olmadığı halde sezaryenle doğan çocukların sayısı bu kadar yüksek olmasın,
doğanın bize sunduğu yol -adı üstünde "normal" doğum- bu kadar da korkunç görülmesin,
"bir kez sezaryenle doğurduysan, bir daha normal doğuramazsın" yanılgısı annelerin aklını
karıştırmasın.

İstiyorum ki...
Pozitif Doğum Hikayeleri'nden herkesin haberi olsun.

Sağolasın Blogcu Anne, ne iyi düşünmüşsün.

Cumartesi, Aralık 12, 2009

Basit yaşamalıyız...

"We must live simply that others may simply live."

E.F. Schumacher

VS notları - 6


"Yasami hisseden ve yasama hizmet eden bir kültürel yönlenim" adli bölümden:

"Endüstri devrimi dönemi ve sonrasinda evren genel olarak cansiz temel parcaciklardan olusan maddesel bir yapi olarak algilandi. Buna ek olarak, bilinc evrene incelikle can veren yasamsal bir temelden cok, beynin biyokimyasal ve elektriksel aktivitelerinin bir yan ürünü gibi görülüyordu. Böylece yasadigimiz evren de büyük ölcüde cansiz ama oldukca karmasik bir makineye dönüsmekteydi.
...
Endüstriyel gelismenin aceleciligi icinde unuttugumuz kadim gercekleri yeniden ögrenmeliyiz. Farkinda olmadan yasami reddeden bir anlayistan, bilincli olarak yasami hisseden ve onaylayan bir anlayisa gecmeliyiz.
...
Hirstan yaratici özveriye, bogaz bogaza rekabetten isbirligine, dar cerceveli 'kendine hizmet eden' davranis tarzindan, daha genis capli 'yasama hizmet eden' davranis tarzina gecmeliyiz."

Bugünlerde okudugum her seyde paralellikler buluyorum. Bu bölümü alintilamaya baslamadan az önce Meyvelitepe'nin bir önceki yaziya biraktigi yorumda verdigi linkleri inceliyordum. Orada okuduklarimla yukaridaki satirlar arasinda öyle cok ortak nokta carpti ki gözüme...

Tesadüf mü acaba :)

Fotograf: Gertrud K.

Perşembe, Aralık 10, 2009

VS notları - 5


'Yaşamın sadeliği tamamen yeni bir fikir değil. Kaynağını tarihin derinliklerinden alıyor ve dünyanın tüm bilgelik geleneklerinde de ifade ediliyor. Ikibin yıl önce, Hristiyanlar'ın "Bana ne yoksulluk, ne de varlık ver" (Proverbs 30:8) dediği dönemlerde, Taoistler "Yeterince şeye sahip olduğunu bilen zengindir" (Lao Tzu) demekte, Plato ve Aristo yaşamda ne fazlalık ne eksiklik içeren bir orta yol tutturmanın önemini savunuyorlar ve Budistler yoksulluk ile hesapsız bir birikimin ortasında bir yolu tavsiye ediyorlardı. Açıkça görüldüğü gibi, sade yaşam yeni bir sosyal icat değildir. Yeni olan, modern dünyanın kökten değişen ekolojik, sosyal, psikolojik ve ruhsal şartlarıdır.'

Bu sözler Voluntary Simplicity'den degil. Ayni yazarin daha sonraki bir dönemde yazdigi Garden of Simplicity adli makaleden. Nedir o modern dünyanin kökten degisen ekolojik, sosyal, psikolojik ve ruhsal sartlari? Makalenin devaminda acikliyor Elgin. Ama Voluntary Simplicity'de buna dair (yani yasadigimiz dönemde sade yasamin neden bu kadar kritik hale geldigine dair)makalede bahsetmedigi ilginc de bir fikir ileri sürüyor.

Savundugu fikrin temeli Arnold Toynbee'nin A Study of History adli kitabinda gecen "büyük uygarliklarin yasam cevrimi" teorisi. Buna göre tarihteki her büyük uygarlik birbirine benzeyen bir yasam cevrimi cercevesinde varligini sürdürüp yikil(mist)ir:

1) High Growth
2)Full Blossoming
3)Initial Decline
4)Breakdown

Bu dört dönemi x ekseni zaman, y ekseni uygarligin gelisimi olan bir grafikde bir can egrisi gibi düsünmek gerek. Ayni zamanda da dört mevsim gibi. Tonybee'nin teorisine göre uygarliklar ardarda gelen güclüklere yeterince yaratici cözümler üretememeye basladiklari noktada cökerler. Bu cöküs genellikle büyük bir medeni gelisme adimini takiben (yani can egrisinin tepesine erisildikten sonra) gerceklesir. Birinci dönemde oldukca yüksek olan "ortak sosyal hedeflere sahip olunduguna dair güclü duygu" zamanla azalmaya baslar. Yine bu döneme özgü canli, yaratici, esnek ve sade sosyal yapi zamanla yerini duragan, bürokratik, fazlasiyle kurumsal ve karmasik bir yapiya birakir. Ikinci dönem civarinda yapiyi isletme görevini bireysel girisimden alarak üzerine yüklenmis olan kurumlar, ücüncü dönemde öylesine büyük, karmasik ve dolayisiyla hantal hale dönüsürler ki zamaninda ve etkin tepkiler veremez hale gelirler. Son dönem, yani cöküs dönemi özellikle ortak hedef duygusunun kaybolmasi ve birbiriyle celisen sosyal amaclarin ön plana cikmasi ile karakterizedir.

Elgin'e göre basta ABD olmak üzere cagimizin uygarligini simgeleyen gelismis ülkeler 80'lerde ücüncü devrede yani sonbaharlarindadir. Pek cok ekonomik, politik, sosyal, cevresel, psikolojik problem genel bir cözülme ve cöküs döneminin ilk isaretlerini vermektedir. 90'lar bitmeden de cöküs dönemine girilecektir. Bir sonraki asama ya bir duraklama ya da -insiyatifi ele alirsak- bir yeniden canlanma dönemi olacaktir.

Iste Elgin'e göre yasadigimiz dönemde sade bir yasam anlayisinin ön plana cikmasi, yasanacagi öngörülen cözülme ve cöküsün önüne gececek en önemli cözüm olacaktir.

Su anda uygarligimizin hangi mevsimi yasadigi ve sade yasamanin uygarligin dertlerine ne ölcüde deva olabilecegi uzun uzadiya tartisilabilir tabii.

Kitapta "cöküs ve cözülme döneminde psikolojik tepkiler" diye bir bölüm var ki orada anlatilanlar bana inanilmaz tanidik geliyor. Buyrunuz:

1) Reddetme: "Su an yasanan her ne ise kücük ve gecidir. Dert etmeye degmez" yaklasimi.
2) Kayitsizlik: "Ben zaten ne fark yaratabilirim ki?" duygusu beraberinde "nasil olsa birileri meseleyle ilgileniyordur, benim dert etmem gerekmez" yaklasimi.
3)Suclama: "Her seyin sebebi onlar " seklinde harici günah kecileri arama ve yaratici enerjiyi onlari cezalandirma yollari bulmak icin harcama.
4)Kacis: Durumun ciddiyetinin farkinda olup kendisi ve yakinindakiler icin kacis yollari arama. Dis dünyadan izole sürdürülebilir yasam kaleleri kurma, vb.
5) Teslimiyet: "Olup bitenler karsisinda hic bir sey yapamayiz. Üzgünüz, gücsüzüz, caresiziz" yaklasimi.

Sonraki bölümde bir yeniden canlanma döneminde sade yasam yaklasimi nasil somut adimlarla devreye alinabilir, onu anlatiyor. Artik onu da buraya alintilamaktan utaniyorum. Kisaca;

-tüketim anlayisinda degisiklik,
-enerji üretim ve tüketiminde tutumluluk,
-pazarin yerellesmesi,
-girisimci aktivitelerin canlandirilmasi,
-ekonomik büyümede cevre vb. faktörler acisindan secici olma (bazi cevre dostu sektörlerin gelisimini tesvik etme)
-uluslararasi ziraat devleri yerine kücük capli ziraatin yeniden canlandirilmasi
-geri dönüsüm,
-calisma anlayisinda farklilik (is paylasimi, coklu is rolleri, calisma ortaminin demokratiklestirilmesi)
-yeni pazar ortamlarinin yaratilmasi (mesela takas ve bit pazarlari)
-cevre korumaya büyük capli yatirim
-kendi kendine yetebilirligin tesviki
-önleyici tipta alternatif yöntemlere aciklik,
-yerel topluluk (local community) ruhunun tesviki. (komsuluk, paylasim, yerel gida kooperatifleri, "urban villages" vb.)
-sehir planlamada yeni bir anlayisa gecis (daha cok yesil ama daha cok "kullanilabilir" yesil)
-yeni ev tasarimlari,
-"iyi yasam"in yeni bir tanimi: materyal beklentilerden cok ruhsal gelisime hitap eden...
-cesitlilige deger veren yeni bir sosyal anlayis
-ayni anda hem dagitik (decentralized) hem de küresel davranabilen yeni bir sosyal yapi (calisma ve yasam ortaminda cap ve karmasikligin azaltilmasi)
-klasik politik perspektifden (benmerkezi, materyalist, milliyetci) uzak yeni politik anlayislarin üretilmesi
-küresel iletisim aglari ile kültürler arasi paylasim ve ögrenmenin büyümesi; küresel aile duygusunun gelismesi
-...
diye özetlenebilir(!).

Heyecan verici!
:)

Fotograf: FotoVero84

Çarşamba, Aralık 09, 2009

Kimyonun maceraları 09/12/2009

"Öğlen öğlen vişne reçeli yedim, huzur buldum" dedi kimyon; "ah bi de içinde pektin olmasaydı..."

Salı, Aralık 08, 2009

VS notları - 4


Şef Seattle'ın 1852'de atalarından devraldıkları toprakları beyazlara teslim ederken kendi halkına yaptığı konuşmadan alıntı:

"This we know. The earth does not belong to man; man belongs to the earth. This we know. All things are connected like the blood which unites one family. All things are connected. Whatever befalls the earth, befalls the sons of the earth. Man did not weave the web of life, he is merely a strand in it. Whatever he does to web, he does to himself."

Şef Seattle'ın önünde saygıyla eğiliyorum. Eli öpülesi adammış. Sadece yaşadığı dünyayı değil, beyaz adamı da pek iyi tanıyormuş.

Duane Elgin'in Voluntary Simplicity'sinden bu satırları okurken, paralel olarak da Işıl'ın tavsiyesiyle James Lovelock'un Revenge of Gaia adlı kitabını okuyordum. Bir ara fırsat bulursam bu kitaptan da bahsetmek isterim. Ama Lovelock'un bilimsel detaylarla bezediği Gaia Hipotezini üç cümlede anlatmak gerekse, sözü Şef Seattle'a bırakmak yeterli olurdu sanırım.

Fotograf: Tobyotter

Pazartesi, Aralık 07, 2009

VS notları - 3


Bir de 80'li yıllarda basit yaşamı ilke edinmiş insanlar yaşamlarında ne türden somut değişiklikler yapma eğilimindeydiler, bir bir sıralamış D. Elgin. Bildiğimiz, uyguladığımız ama hatırla(t)maktan geri durmayacağımız bir liste çıkmış ortaya:

Basit yaşamayı ilke edinenler...
- Genel tüketim seviyelerini düsürürler.

- Yaşam ve tüketim alışkanlıklarını daha dayanıklı, tamiri kolay, üretimi ve kullanımı çevreyi kirletmeyen, enerji tasarrufu sağlayan, işlevsel ve estetik olandan yana değiştirirler.

-Beslenmelerinde çok işlemden geçmiş gıdalardan kaçınırlar. Daha doğal, sağlıklı, basit ve yaşamın sürdürülebilirliğini destekleyen gıdaları tercih ederler.

-Kullanmadıkları eşyaları satarak veya başkalarına vererek yaşamlarından karmaşa ve fazlalığı çıkarırlar.

-Tüketim güçlerini politik olarak kullanırlar. (Boykotlar, vb)

-Geri dönüşüme özen gösterirler.

-Tüketici ve çalışan kooperatiflerine katılır ve aktif rol alırlar.

-Hem kişisel yaratıcılıklarını geliştirecek, hem de yaşadıkları dünyanın esenliğine katkıda bulunacak eylemlerde bulunurlar.

-Daha kücük boyutlu yaşam ve çalışma mekanlarını tercih ederler. Birliktelik duygusu, yüzyüze iletişim ve karşılıklı özeni desteklediği için...

-İlişkilerinde kadın -erkek rollerinin bilinen klişelerinden uzak dururlar.

-Sözsel olmayan iletişim yöntemlerine (göz kontagi, vücut teması, iletişimde sessizliğe değer ve anlam verme gibi) açıktırlar.

-Hem biyolojik, hem ruhsal anlamda "aile"yi önemserler; aileye destek vermeye ve ondan destek görmeye açıktırlar.

-Fiziksel, duygusal, beyinsel ve ruhsal açıdan potansiyellerini kullanmaya ve geliştirmeye hazırdırlar.

-Önleyici amaçlı alternatif tip tekniklerine açıktırlar.

-Açlığın sona ermesi, nükleer savaşın önlenmesi (80'lerden bahsediyoruz!) gibi yüksek amaçlar için çalışmaya eğilimlidirler.

-Ulaşım yöntemlerini çevreye duyarlı alternatiflere kaydırmaya çalışırlar.

-Mümkün olan her durumda amaca uygun teknolojiyi terih ederler. Elektrikli yerine klasik dış fırçası, fosil yakıt yerine yenilenebilir enerji , vb. ...

-Klasik, geleneksel eğitim yöntemlerini sorgularlar ve alternatif arayışında olurlar.


Fotograf: Spunkfenster

Cumartesi, Aralık 05, 2009

VS notları - 2


Çok zaman önce, taa başlarda, basit yaşamı tanımlamak bana zor geldiği için, onu ne olmadığını tanımlayarak anlatmayı denemiştim. Şimdi, 358 yazı sonra, basit/sade yaşamın ne olduğuna dair tarif için pası Duane Elgin'e atıyorum :)

Elgin'e göre bir kavram olarak Voluntary Simplicity (Gönüllü Sadelik) aşağıdaki gibi değişik şekillerde tanımlanabilir:

-dışsal olarak daha basit (mütevazi?), içsel olarak daha zengin bir yaşam tarzı.

-yaşamımızın hem içsel, hem de dışsal yönlerini dengeli bir sekilde bir araya getiren bir yaşam şekli.

-daha az şeye sahip olarak yaşamanın, yaşamdan daha fazlasını almamızı saglayacagından yola çıkan bilinçli bir seçim.

-yeryüzüne şimdikinden daha hafif ve nazikçe dokunabilmemize yardım edecek becerilerin ögrenildiği bir yol.
-en canlı, en yaşayan, en özgün yanımızı devreye sokarak, yaşamın her yönüyle (çalışma, tüketim, vb.) bilinçli ve direkt bir temas icinde olmak.

-ayrılmaz bir parçası oldugumuz dünyanın esenliği icin çaba harcarken, insani potansiyelimizi de geliştirme sorumluluğu taşımak.

Yine ona göre bu yaşam tarzı ile ulaşılması hedeflenen şey, durağan bir durum değil, yaşamın içsel (ruhani) ve dışsal (materyal) faktörleri arasında sürekli olarak yeniden ve bilinçle kurulması gereken bir dengedir. Yani "daha azla yetinmek eşittir sade yaşamak" gibi dogmatik bir ifade doğru tarif değildir. Önemli olan kavram "daha az" degil, "denge"dir. Kişi kendi yaşamının değişkenlerini değerlendirerek her türlü aşırılıktan uzak bir orta yolu tutmalıdır.

Haaa, bir de: Yoksulluk gönülsüzdür, basit yaşamanın gücü gönüllü oluşundadır.
Fotograf: Ash-rly