***
an (I) isim (a:nı) Arapça ¥n
Zamanın bölünemeyecek kadar kısa olan parçası, lahza, dakika
Yaz ortasında bir gün. Mutfakta oturmuş bir parça çikolata eşliğinde kahve içiyorum. Bir saat kadar önce sincabı babasıyla beraber 2-3 saat kadar sürecek (sürmesini umduğum) bir geziye gönderdim. Kapı önünde bol öpücüklü ve el sallamalı vedalaşma rutinimizi tekrarlarken bile, aklımın bir köşesinde bu süre içinde yapılması gereken işlerin upuzun bir listesi vardı. En acil olanları hallettikten sonra birikmiş bazı dergileri okumak için işte bu kahve - çikolata molasını verdim. Aceleyle kahvemi yudumlayıp sayfaları çeviriyorum. Aklımın bir tarafı ise, kalan diğer işleri bir öncelik sırasına koymaya çalışıyor. Gözüm bir başlığa takılıyor o sırada : "Acelesi olan yavaş yesin."
Merakla yazının devamını okuyorum. Achtsamkeit üzerine bir yazı. Achten Almanca ilgi göstermek, dikkat etmek anlamında bir fiil. Ama buna rağmen "Achtsamkeit" için tam bir Türkçe karşılık bulamıyorum. "Achtsamkeit Budizm'de önemli rolü olan bir kavramdır, Budist yaşam tarzının kalbidir de denebilir" diyor yazıda. Bir stresle mücadele yöntemi olarak 80'lerde Batı'da da kullanılmaya başlamış. Amerikan stres araştırmacısı Jon Kabat-Zinn ilk kez spritüel çerçevesinden çıkararak, psikoterapide "Mindfullness Başed Stress Reduction (MBSR)" olarak bilinen yöntemi geliştiren kişi olmuş. Bu noktada Achtsamkeit'i bir teknik değil, bir yaşam tarzı olarak anlamak gerekliymiş. Bunun için de günlük alıştırmalar yapmak önerilmekteymiş. Yürürken, konuşurken, yemek yerken, çalışırken, yaptığımız her şeyde...
Okuduğum yazı yemek odaklı ve şunlar tavsiye ediliyor örneğin:
Hiçbir şey okumadan bir fincan çay veya kahve içmek...
Aceleyle tıkınmak yerine sakince bir parça çikolata yemek...
Ne yediğine dikkat etmek...
Koklamak, dikkatle çiğnemek, tadına dikkat etmek...
Lokma veya yudumların arasında bir an bilinçli olarak durmak...
Yazıda önerilenleri okurken birden dikatimi ağzımdaki çikolata parçasına veriyorum, kahvemi yavaşça yudumlamaya başlıyorum. Sanki daha da yoğun gelmeye başlıyor tatları.
İlgiyle okumaya devam ediyorum.
Günümüzde, yani pek çok şeyin aynı anda yürütülmesi gereken multitasking çağında, bu beceri özellikle zor görünüyor ama bir o kadar gerekli de... Günlük yaşamda olup bitene daha uyanık olmak isteyenlerin bunun için bir meditasyon kursuna gitmesi gerekli değil. Batıda yaşayan budist rahibi Thich Nhat Hanh 'a göre asıl olan "uyanık olmak ve anı yaşamak".
Ayrıca yazının başlığının, bilinen bir Çin atasözüne gönderme yaptığını okuyorum devam eden satırlarda: Acelesi olan yavaş gitsin.
Bu sözü ilk kez duyuyorum ama içimde bir yerde zaten biliyorum öyle olması gerektiğini. Bu bloğun eşlik ettiği yola çıkış noktamdır denebilir hatta.
Yazının sonunda Jon Kabat-Zinn'in bir kitabı tavsiye ediliyor: Im Alltag Ruhe Finden (Günlük Yaşamda Huzuru Bulmak).
İnternet bağlantımız sağlanıp kütüphane üyeliğimiz de tazelenir tazelenmez, bu kitabı sipariş edip okumaya karar veriyorum.
***ÖRDEKLİ AN ***
Yine yaz ortası. Sincapla birlikte nehir kenarında dolaşıyoruz. O suya taş atmaya bayılıyor. Ben biraz geride durup düşünceye dalıyorum. Bu "anı yaşamak" meselesinde beni rahatsız eden bir şey var. Uzun zamandan, belki Ölü Ozanlar Derneği'ni seyrettiğim zamanlardan beri. Etrafımda gittikçe daha çok insanın "Yok, karar verdim, ben de anı yaşayacağım artık" veya "Aman boşverelim şimdi bunları, anı yaşayalım." dediğini duymaya başladığımdan beri. Anı yaşamakta bir yanlışlık varmış gibi geliyor bütün bunları duydukça.
Şimdi burada, nehir kenarında durmuş dikkatle düsünürken anlıyorum ki, yanlışlık anı yaşamakta değil, onun yorumlanışında. Bütün o anı yaşayanlar "geçmişte olanları boşver, geleceği planlamaktan vazgeç, sadece ve sadece şu an canın neyi yapmak istiyorsa onu yap" der gibiler. Geçmişi hiç düsünmeden, akşam ne yiyeceğini planlamadan bir gün geçirmenin doğru-yanlışlığı bir yana imkansızlığı beni düşündüren. Bana doğru gelen şeklinde "anı yaşamak" ise an önüne neyi getirip koyuyorsa, onu dikkatini vererek, yoğun şekilde yaşamak. Çocuğun konuşuyorsa dikkatle onu dinlemek, bezelye yemeği yiyorsan tek bir lokmanın bile sen farkına varmadan boğazından geçmesine izin vermemek, "Makroekonomiye Giriş"i okuyorsan aklını sadece onu vermek, bulaşık yıkıyorsan deterjanlı ellerinin, sıcak suyun ve bardağın farkında olmak. Bu türden bir şey...
Achtsamkeit her neyse böyle bir şey olmalı. Bu türlüsüne kapımın açık olduğunu düsünüyorum. Sincap ördeklere "Haaaooooo" diye seslenmeye başlıyor bu sırada, düşüncelerimden uyanıyorum.
***SÖZLÜKLÜ AN ***
Sonbahar hızlı bir giriş yapmadan önce internet bağlantımız da geliyor. Bir akşam sincap uyuduktan sonra bilgisayar başına geçtiğimde aklımda yine bu konu var. Biraz sözlük taraması yapıyorum.
Achtsam, Almanca sıfat. Dikkatini veren, ilgi gösteren, özenli, düsünceli, izleyen, gözleyen gibi anlamları var. Achtsamkeit bundan türemiş isim. İlgi gösterirlik, özenlilik, izler-gözler olma hali gibi. İngilizce karşılığı Mindfullness. Her iki dilde Wikipedia girişlerini okumadan çıkıyorum. Google araması da yapmıyorum.Devamını sipariş edeceğim kitaptan okumak istiyorum cünkü.
*** KAYINLI AN (...VE KIYAMETLİ)
Ama bir dakika, bir dakika! Ben tamamen yenisi sayılmam bu anı yaşama, izler-gözler olma okulunun. Şurada, şurada ve şurada biraz kafa yormuşluğum var bu konuda, biraz kıyısından yakalamışlığım... Bunlar benim şimdi aklıma gelenler. Arşivin derinliklerine şöyle kocaman bir ağ atsam, galiba daha da çıkarırım.
Haaa, bu arada. Ekim ayındayız şimdi. Bir oyun parkındayız. Sincap kayağın altında bulduğu yeni arkadaşıyla sohbet ediyor. Biraz monolog gibi ya, neyse... Az önce parkın kenarındaki kayın ağacının altından da bir mürver çalısı çıktığını farkettim. Kendi kendime büyük bir sırrın kıyısında dolanıp duruyormuşum gibi heyecanlanıyorum. Ben de anı yaşamaya karar verdim. Sincabın eve dönmemiz gerektiğini duyduğunda çıkaracağı kıyameti düsünmemeli en iyisi. Termosta çay var. Sevdiğim gibi, earl grey usulü. Bir bardak içmeli ve kayının sonbahar hallerini izlemeye koyulmalı. Sincap kıyameti kopardığında da anı yaşayacağım tabii. Kıyametin her halini izleyip gözleyeceğim.
Dün Jon Kabat-Zinn'in kitabını buldum kütüphane kataloğunda, sipariş ettim. Çocuklar gibi şenim.
***FESLEĞENLİ AN***
Erkenden kış çalıyor kapıyı. Yine sincabın erken uyuduğu bir akşam, yine bilgisayar başındayım. Bir bilene soruyorum Mindfullness nedir diye. Bana gönderdiği yazıda "zihinsizlik", "zihni boşaltma", "bilinçsizlik" gibi ifadeler kullanılarak tarif ediliyor. Bense daha yüksek bir bilinç düzeyi, bir tür farkındalık geliştirme gibi anlamaya başlamıştım onu çoktan. Aklım karışıyor ama hoşuma gidiyor bu karışıklık. Güçlü, canlı bir şey çıkacağını hissediyorum bu çelişkiden. Çok fesleğen kokuyor bu an, detayına girmeyeceğim sebeplerden.
***MICHAEL'LI AN (VE DJ'Lİ)
Buuzzzz gibi bir Aralık günü. Yine aynı oyun parkındayız. Ama fazla kimse yok bu sefer parkta. "Ne yapsam da sincabı eve gitmeye razı etsem" diye düsünmekteyim ben de... İki çocuk geliyor az sonra 9-10 yaşlarında. Birinin kıyafeti tuhaf; siyah kumaş pantolon, kazağının üzerine beyaz bir tişört giymiş, kafasında siyah bir şapka var. Ellerinde de bir müzikçalar... Birbirlerine işaret ediyorlar beni, fısıldaşıyorlar. Ben "Dört Zait" tipiyimdir zaten, hiç şaşırmıyorum.
"Bir şey sorabilir miyiz?" diyorlar çekingenlikle. "Sorun" diyorum. "Michael Jackson'u tanır mısınız?". Hımm, anladım, kesin soğuk bir şaka gelecek ardından, başa gelen çekilir. "Tanıyorum tabii" diyorum. "Şeeyyy, ben onun gibi dansediyorum da... Dansetsem izler misiniz ?" diyor tuhaf kıyafetli olan. Ah, şimdi anlaşıldı. Kıyafet, müzikçalar falan... "...izler misiniz?" davet değil, rica tonunda bu arada. Reddedemiyorum o yüzden. İkinci çocuğun DJ rolünde olduğu anlaşılıyor. O şarkı seçiyor, küçük "Michael" dansediyor. "Dansediyormuş gibi yapıyor" diyelim en iyisi. Ama öylesine hevesli, öylesine kaptırmış ki kendini... İnsanlar gelip geçiyor yanımızdan. "Sizin çocuklarınız mı?" diyor biri bana. "Şu ortalıkta hoplayıp zıplayan ufaklık benim, diğerleri değil" diyorum. Hava öyle soğuk ki, üşümemek için ben de dansediyorum biraz. DJ'nin gizli bir yetenek olduğu çıkıyor ortaya. Başını yere koyup, poposunu havaya dikerek onun yaptığı figürleri taklit etmeye çalışıyor sincap. Başka çocuklar gelip izlemeye başlıyorlar. Michael ile DJ'nın yaşıtları hepsi de... Çantamda bir paket bisküvi var. Açıp paylaşıyoruz çocuklarla. "Michael" sanatçı kontenjanından torpilli, sincabın da anne torpili var tabii :)
Hayır, "anı yaşadık, akşama ne pişireceğimi düşünmedim, pek güzel oldu" demeye çalışmıyorum. Etrafımızdan gelip geçenlerin; köpeklerini, çocuklarını gezdirenlerin, yürüyüş yapanların, acelesi olmadan takılanların "an"larında yoktuk. Yanından geçip gittikleri ağaçlar kadar vardık da, yine de yoktuk sanki. Şöyle bir dönüp bakıldı sadece. Orada, "olan"ın tam merkezinde durup bakınca tuhafıma gitti bu. Aklım başka yerlerde olduğu için kaçırdığım kaç Michael, kaç DJ vardı kimbilir? Gözümü, kulağımı onlara daha çok açmaya karar verdim.
Eve vardığımda beklediğim kitabın kütüphaneye geldiğini, beni beklediğini öğrendim.
***SUKKULENTLİ AN
Hızla otobüs durağına yürüyorum. Kütüphaneye gidiyoruz sincapla, kitabı almaya. Ama hava öyle soğuk ki, üsü(t)mesini istemiyorum. Gözümün ucuyla yüksek bir taş duvarın kaldırımla birleştiği yerdeki küçük, yosun benzeri, yeşil "şey" gördügümde ve "Yok, gerçek olamaz" diye düşündügümde aklım daha çok bununla dolu. Bir saniye içinde bir kaç adım geçip gitmiş olmam da bu yüzden. Minyatür bir sukkulente benziyor. Ama bu dondurucu soğukta ve toprağa neredeyse hiç kökü değmeden yetişmesi imkansız. İçimden bir ses "Hemen geri dön ve bak ona!" diyor. Yoksa hep merak edeceğim; 6 ay sonra bile "Bir sukkulent miydi o gerçekten?" diye düşünmeye devam edeceğim,biliyorum. Geri dönüp incelemem bir dakika bile sürmez, sincap da üşütmez o kadar kısa zamanda, eminim. Böyle düşünerek dönüyorum tuhaf şeyin yanına. Evet, bir sukkulentmiş gerçekten. Hikayesini daha sonra anlatayım. Ama çok mutluyum bu kez geçip gitmediğim için. Yüzlerce kişi geçip gidiyor her gün yanından. Kaç tanesi farkında o miniğin aslında?
***KİTABIN ANI
"Günlük Yaşamda Huzuru Bulmak"
Elimde tutuyorum şimdi bu kitabı. Çok bekleyip, çok düşündüm hakkında.
Yine de küçük bir şüphe var içimde. İnsan sosyal ağ teorisini veya evrim teorisini veya kağıttan gemi yapmayı veya kakaolu kek pişirmeyi bir kitaptan öğrenebilir. Ama günlük yaşamın karmaşasında huzuru nasıl bulacağını, çevresine karşı nasıl gerçek bir farkındalık geliştirebileceğini, anı nasıl olması gerektiği kadar yoğun yaşayabileceğini bir kitaptan öğrenebilir mi?
"Bakalım, belki de mümkündür." diyorum içimden. Eğer öyleyse, bir hazine tutuyorum şimdi elimde :)
İlk sayfayı açıyorum.
***
Budizm terminolojisine yakın olanlara soru: Nedir Türkçe'de Mindfullness/Achtsamkeit'in tam karşılığı?