Aklima ne eserse ondan bahseden, lafin lafi actigi bir yazi yazmak istiyorum yine. Eskiden, Malta günlerinde böyle yazilari cok yazardim. Sonra yazilari daha iyi kategorize etmek kaygisiyla :) pek yazmaz oldum. Fakat bugün iste öyle bir gün. Yazacagim. Eger eski okuyuculardansan, simdi, tam su anda ne yapman gerektigini biliyorsun. Gidip bir cay, kahve, mesrubat, meyve suyu, dondurma ya da frigo alma zamani :) Acele etme, ben beklerim, zamanim cok :)
...
Bu aralar buralarda yaza gectik denebilir. Bahcelerin ve doganin dokusu Nisan'dan bu yana sürekli degisiyor. Ilgiyle izliyorum ben de. Daha bir ay önce nehir kenari öbek öbek karahindibalarla kapliydi. Oysa gecen haftasonu ayni yoldan yürürken cevrenin Anthyllis vulneraria (Wundklee/Kidneyvetch/Coban gülü) ile kapli oldugunu gördüm saskinlikla. Karahindibalardan eser yoktu. Aralarindan cikan ve henüz tam ne oldugunu cözemedigim bir bitki (Salvia pratensis / cayir adacayi oldugunu saniyorum) mor cicekleriyle tabloyu tamamlayiveriyordu.
Bu bahar nehir boyunda yaptigim yürüslerde bol miktarda tohum "serptim" :) Bazilari üstelik gercekten ekmelik degil, serpmelik tohumlardi. Kelebek ve arilari kendilerine cekip besleyecek, biyolojik cesitliligi destekleyen tohumlar. Fakat su ana kadar gerilla bahcivanligimdan aldigim bir sonuc yok diyebilirim. Benim tohumlardan cikmis olanini görmedim. Cok önemli degil gerci. Ektiklerimin her zaman bu iklime ve bu topraga ait olmadiklarinin farkindaydim. Ayrica bazilarinin cevredeki kurda kusa yem oldugunu saniyorum ki, eh, cevredeki canlilari beslemek de az erdemli is degil :)
Bir arkadasim gerilla bahcivanlikta cimlenme oranini arttirabilmek icin tohum toplarinin kullanildigindan bahsetmisti. Bu fikir -henüz uygulamaya gecmemis olsam da- hosuma gidiyor. Hatta gecen gün baska bir sey ararken Alman Greenpeace'in online dükkaninda bu amacla
hazir tohum toplari satildigini gördüm. Ben herhalde evde yapmayi tercih ederim. Fakat yine de bahsedeyim dedim.
Gerilla bahcivanlikta dikkat edilmesi gereken önemli bir sey var. Ben hatami yaptiktan sonra farkettim. Cocuklarin cok oynadiklari yerlere zehirli bitkiler ekilmemeli. Sincapla gittigimiz parklardan birine o günlerde cebimde tohumlari olan bir tür
Lathyrus ekmistim. Sonradan aklima geldi zehirli oldugu. Elbette cocuklar parkta her gördügünü agzina götürmüyor. En kücüklerin ise anne-babalari var baslarinda. Yine de rahatsiz edici bir duygu. Devaminda kontrolümüzün disinda olan yerlere bir tohumu ekiyorsak, bu tür seylere dikkat etmeli.
Bu arada ilginc bir sey yasadim gecenlerde. Sincaba bisiklet sürmeyi ögrettigim sahadan bahsetmistim. Bu "saha" sehrin eski futbol stadyumunun tam karsisinda tahminen belediyeye ait bos bir arazidir. Belediye futbol karsilasmalarina gelenler icin bir tür park yeri olarak bos birakmis orayi. Fakat öyle asfalt dökmece, park yerlerini özel sekillerde ayirmaca, kapiya giris-cikisi kontrol eden müdür kilikli bir amca yerlestirmece ve hatta bilet kesmece gibi yurdum insanina özgü islere girismemis. "Buyrun size tassiz, camursuz, dümdüz bir saha; bildiginiz gibi organize olun" demis araba sahiplerine. Futbol karsilasmalarinin olmadigi günler zaten bostur. Simdi sehrimizin futbol takimi lig atladi ve bunun serefine sehrin uzak bir yerine ultra-modern bir stadyum yapildi ya, haftasonlari bile bos saha. Köpegini egitmek, cocugunu oynatmak, bisiklet calistirmak, hobisi oldugu üzere model ucak ya da ucurtma ucurmak, kendince spor yapmak isteyenlere kaldi saha. Biz de bazen haftasonlari gideriz. Sincap hoplar ziplar, babasiyla saklambac oynar, ben piknik örtüsüne uzanip bulutlari seyrederim, hafif bir piknik yapariz. Ortadaki bos alanda sadece civanpercemi, sinirotu, karahindiba gibi öncüler yetisir. Sınır olsun diye cevresine dikilen cali ve agaclari epey uzun zamandir bir ders gibi calistim, sayayim efendim: Iki ayri tür akcaagac, mese, ihlamur, yabani gül, kusburnu, akdiken, kizilcik (tahminime göre iki ayri cins hem de), yabani kizilcik, cakal erigi, hicbir bakim olmadan harika elmalar veren bir elma agaci, sögüt, kavak (asirlik bir anit agac). Daha bir kac tane daha var, unutmusum ne olduklarini... Agaclarin altina dogru baska hicbir yerde görmedigim ve nereden geldiklerini bilmedigim ilginc sukkulentler yetisir. Iste böyledir bizim sahamiz.
Fakat konuyu cok dagittim, orada gördügüm ilginc seyden bahsedecektim. Bu ay sincaba bisiklet calistirirken sahanin belli bir kösesinde haseki küpeleri gördüm. Yanyana üc ayri renkte... Sasirdim. Cünkü haseki küpeleri ya bahcelerde olur, bahcivan ekmistir; ya da bahce duvarlariyla kaldirim arasinda kendiliginden biter, bahceden tohumu sicramistir. Böyle nispeten sahipsiz, bakimsiz, yari dogal bir alanda bence durup dururken haseki küpesi yetismez. Önce "aa, bak birisi gelip buraya tohumlarini sacmis demek, ne hos" dedim. Demek benim gibi bir haseki-küpesi-sever sahayi ziyaret etmis...
Sincabin bisikletinin arkasinda kostururken aklim bana bir oyun oynamaya basladi yalniz. Bu ciceklerin renkleri... Ayni benim gecen yil orda burda görüp tohumlarini topladigim ciceklerin renkleri... Iki ayri ton mor ve bir pembe. Gecen yil epey bir süre o tohumlar cebimde gezdi durdu. Ve gecen yaz kimbilir kac kez buraya gelip oynadik sincapla. Ve ben de "hadi, birazcik gerilla bahcivanciligi oynayayim" demeden önce bile bazen cebimde benimle dolasan tohumlari saga sola serperdim. Simdi ben bu tohumlari gecen yil bu sahanin bu kösesine serpmis, sonra da unutmus olabilir miyim? Olabilirim gibi geldi bana.
Cok komik bir durum, kabul ediyorum. Sahanin o kösesinde durup haseki küpelerine bakiyorum. "Benim-ektigim-ama-baskasinin-ektigini-sandigim-cicekler" cercevesine yerlestiriyorum onlari, hosuma gidiyor :) "Baskasinin-ektigi-ama-ben-ektim-sandigim,-sahiplendigim-cicekler" cercevesine yerlestiriyorum. E, bu da hosuma gidiyor :) Böyle mülkiyetin bulaniklastigi, senle benin eylemlerinin birbirine girdigi, olabilirle olmusun birbirine esit durdugu tuhaf bir durum. Karnimda tuhaf bir hafiflik, yüzümde bir gülümsemeye yol aciyor, benim ekip de benim ekmedigim haseki küpeleri :) Emin oldugum tek bir sey var: Kim ekmis olursa olsun, bu yil, bu üc arkadasin tohumlarindan birazini toplayip saklayacagim :)
Biz iste böyle artik kullanilmayan bir stadyumun eski park yeri olan sahamizda oyalanaduralim; dünya baska türlü dönüyor. Sen de farkinda misin, bilmem; Ukrayna ve Polonya'nin ev sahipligi yaptigi Avrupa Futbol Sampiyonasi yaklasiyor. "Haberleri bile takip etmezken nereden haberin oluyor bakiim bunlardan?" diyeceksin simdi. Etrafima bakiyorum. Iki ay önce Endonezya'ya giden bir arkadasim dayisinin özel siparisi olarak Alman milli takiminin resmi tisörtünden alip götürdü. Bana kalirsa polyesterden, uyduruk bir tisörte 70 Euro civari para verdi. Gecen aydan beri okul yolundaki gazete bayiinin önünde büyük hareket var. Cocuklar öbek öbek toplasip heyecanla bir seylere bakiyorlar. Dikkatle izleyince farkettim. Sayfalarinda sampiyonaya katilan takimlarin bulundugu kücük defterlere heyecanla gazeteciden aldiklari futbolcu kartlarini yapistiriyorlar. Arada cift cikan olursa birbirleriyle degistiriyorlar. Bildigin kart biriktirmece-diger cocuklarla degistirmece oyunu. Fakat gazetecinin önündeki cöpün bu kartlarin dis jelatinleriyle dolup tasmasindan anladigim kadariyla bugünlerde epey cocuk harcligi bu kartlara harcaniyor ve gazeteci teyze bu "kücük oyun" dan epey para kazaniyor.
"Bu kücük oyun" herkesin agzini sulandiran bir is haline gelmis tabii ki coktan. Bu islere en uzak durmasi gereken alternatif yasamin kalelerinden, Alman "Reformhaus"larindan birinden bir mektup aldim iki gün önce. Sampiyonanin serefine bu ay magazalarindan bir kerede 11 ürün birden satin alirsam yüzde 11 indirim yapacaklarmis :) Üsenmesem "kendinizden utanmalisiniz!" diye bir mektup yazacaktim. Fakat kendime göre isim gücüm var.
Futbolla bir derdim yok. Cocukken mahalle arasinda kurdugumuz kizlar takiminda ben kaleci olurdum. Fakat sanat ve spor gibi insanin yüregini pir pir ucuran seylerin bu kadar ucuz ( ya da bu kadar pahali) ticaret malzemesi yapilmasina kiziyorum. Bu tür organizasyonlari düzenleyebilmekle baslari göge erdi zannedenlerin kücük ülke psikolojisine kiziyorum. Al Azerbaycan Erovizyon'unu, vur Ukrayna-Polonya Futbol Sampiyonasina... Oyalansin diye agizlarina bir parmak bal calinmis cocuklar gibiler.
Gazetecinin önündeki cocuklara gelince, onlar zamanlarini kendileri futbol oynayarak, ya da baska türlü bir spor yaparak gecirmeliydi bence. Ya da etraftaki agaclarin yapraklarini incelemeliydi, ya da nehir kenarinda böcek avlamaliydi. Ya da cok ciddiyim, eve gidip "Tom Sawyer'in Maceralari"ni falan okumali ya da pul koleksiyonu yapmaliydi. Evet, kulagina cok sıkıcı geliyor olabilirim. Fakat bence hakliyim. Bu konuyla ilgili derdimi daha nasil anlatabilirim diye düsünüyordum daha gecenlerde. Gözüm sincabin tisörtüne takildi. Gecen yil indirimde bulmustum, hem de organik pamukludan mi yapilmisti, öyle bir sey. Pek düsünmeden almistim. Ilk kez bu yil giymeye basladi. Su asagidaki fotografta anaokulunun bahcesindeki kum havuzundan toplayip getirdigim icin toz toprak icinde olan sincabin üzerinde görülüyor. Edecegim bir araba dolusu lafin özetidir:
|
"Soccer is simple, but it is difficult to play it simple" |
Sincabin simdilik olan bitenden haberi yok tabii ki. Gazetecinin önündeki öbek öbek cocuklardan birseylerin döndügünün farkinda. Fakat bir sonraki futbol sampiyonasina dek gözünün acilmayacagini saniyorum. O zaman isim zor. Cünkü kendileri kücük, etkileri büyük rakiplerim var benim: Arkadas cevresi.
Simdiden nasil da etkiliyorlar sincabi. Gecen gün yemek yerken dedi ki:
"Anne bana ma-ka çek-sın se-desi al."
"Duydugumu sandigim seyi duyuyor olamam" diyerek tekrarlattim. Evet efendim,
" ma-ka çek-sın se-desi" istiyormus.
"Hani su müzik olan"dan.
"Sen nereden biliyorsun onu?" diye sordum. Anaokulunda bir arkadasinin varmis ve o söylemis. Ki bu arkadas sincabin diline "cool" sözcügünü de sokan arkadastir. Beni de yolda yürürken "Aaa! Su mese agacina bi bak! Ne kadar cool! Böylesini hic görmemistim!" diye konusmak zorunda birakan arkadastir :) Neyse efendim, kirar miyim hic cocugumu? Aldim getirdim Youtube'un basina. "
Sana ben" dedim "
önce su Michael Jackson'in dedesini bir tanistirayim". Actim, dinledi. "
Sonra" dedim, "
bir de diger dedesiyle tanis Michael Jackson'un". Tam kapatiyorduk, aklima geldi. "
Dur yahu, bir de amcasiyla tanis Michael Jackson'un" dedim. Edindigim izlenime göre en cok amcasini sevdi. Daha ne amcalari var bu Michael Jackson'un, sen dur hele canim oglumcum.
Derdim Michael Jackson da degil, bak acik söyleyeyim. Derdim "o-yapiyor-öyleyse-ben-de yapayim, o-seviyor-öyleyse-ben-de-seveyim, o-aliyor-öyleyse-ben-de-alayim" psikolojisidir. En cok bundan korumak isterim cocugumu. Kendi yapacagini, kendi sevecegini, kendi alacagini kendi secsin isterim. Kendi yasamina, kendi kararlarina egemen olsun isterim. Anladin, degil mi :) Ama yorumlarda bu kismi bir es gecelim, gözünü seveyim :)
Sana ben sincabin okulda kusluk vakti kahvaltisindaki takasindan da bahsetmemistim, degil mi? Arkadaslarindan biri organik kurabiyelerinden birine karsilik "Star Wars" kartlarindan birini vermeyi teklif etmis. Bizimki kurabiyeyi vermis mi vermemis mi bilmiyorum. Vermemis galiba, cebinde kartla falan gelmedigine göre. Böyle zamanlarda kendim gibi üc bes ana-baba bulup özel insiyatif anaokulu kurmadigima cok pisman oluyorum. Burada, büyük sehirlerde cok yaygin. Aileler isi olabildigince kendileri kotariyor, yemekleri kendileri pisiriyor, bahcede kendileri calisiyor, kalifiye olmayi gerektirmeyen isleri kendileri yapiyorlar anaokulunda. Bir kac da egitimli ögretmen buluyorlar kafalarina göre. Evet gercekten, anliyorum ben onlari. Onlardan hicbirinin cocugu 5 yasinda ve Star Wars karti sahibi olmazdi. Organik kurabiyeye karsilik, organik, fair-trade, %85 kakao oranli cikolata falan önerirdi olsa olsa. Himmm... :) (Not: Hayir, Star Wars'a da karsi degilim. Hatta severim. Serinin ilk filmini 6 yasimda bir acik hava sinemasinda seyretmistim. Hicbir sey anlamamistim. Fakat o yaz-aksami-serinliginde-hafifce-titreyerek-ve-cekirdek-yiyerek-film-izleme deneyimi var ya, dünyanin bütün Star Wars kartlarini getirsen, degismem.)
Bazen bana "basit yasamak zor degil mi?" diye soruyorlar. Cocuk yetistirme kisminda biraz zorlanmiyorum desem yalan söylemis olurum :)
Simdi bi kücük sey kaldi. Bunu ne araya sıkıstıracagımı bilemedigim icin böyle öksüz cocuk gibi baglamsiz bir paragraf olacak kendisi. Ormana gittigimizde farkettim. Kalabaliklar bizi cok yalnizlastiriyor,biliyor musun? Sokakta yanindan gectigim ama tanimadigim insanlara nadiren selam veriyorum. Bir merhaba demem icin her gün ayni saatte ayni kösede karsilasmamiz gerekli (örnegin gazeteci teyze, örnegin yürümeyi ögrenen o bebegin annesi, vb), yine de bir asinalik gerekli anlayacagin. Ormana gidince henüz girise yakin patikalarda insanlar birbirlerine kisaca bakip hafifce gülümsüyorlar. Daha orada bir seyler degismeye basliyor. Ne zamanki ormanin icine daliyoruz; dakikalarca kimseyle karsilasmadan yürdükten sonra karsidan birilerinin geldigini görüyoruz, durum degisiveriyor. Yanyana gecerken sanki kirk yildir taniyormus gibi samimiyetle selamliyoruz onlari. Ormanin issizliginda bir yabanci sehrin kalabaliginda bir yabancidan daha yakin bize. Kalabaliklar yalnizlastiriyor bizi.
Iste böyle...
Cayin bitti mi? Dur getireyim.
Dilim damagim kurudu, dönüste biraz da sen anlat, ben dinleyeyim :)