Bölüm 5 : The Myth of Decoupling
Bu bölümde decoupling'e karsilik "ayirim" kullandim. Son zamanlarda yaygin olarak su anlamda kullanilmaya baslanmis, ayirim derken bu özel anlam kastediliyor.
Büyüme cikmazina verilen genel gecer yanit, mal ve hizmetlerin üretiminde materyal katkiyi (dolayisiyla ekolojiye zarari) azaltacak tasarim degisikliklerine (decoupling = ayirim) gitmektir. Ancak cogunlukla bu yanilticidir. Zarar GDP'ye oranla göreceli olarak azalmis görünse de, mutlak anlamda artmaya devam etmektedir. En basit anlamiyla göreceli ayirim (relative decoupling) daha az girdi ile daha cok sey yapmak, daha az cevresel zarar ile daha cok ekonomik aktivite gerceklestirmek demektir. Yapilan analizlere göre, göreceli ayirim önlemleri sayesinde özellikle OECD ülkelerinde üretimde "enerji yogun"lugu 1970'lerden bu yana düsmektedir. Birim ürün basina CO2 yogunlugu da ayni sekilde 1980'lerden bu yana düsüs göstermektedir. Ehrlich esitligi denen bir denklem de bize aritmetik olarak da bu düsüsü göstermektedir.
Ancak, birincisi bu analizler hikayenin sadece bir yarisini (üretim) degerlendirmekte, ikincisi de mutlak degerleri yansitmamaktadir. Mutlak degerlere (absolute decoupling) bakildiginda, CO2 salinimi 1970'den bu yana %80, Kyoto baz yili kabul edilen 1990'dan bu yana %40 artmistir. Diger dogal kaynaklarda da benzer trendler gözlenmektedir.
Buradan cikarilacak mesaj, ayirimin gereksiz oldugu degildir ; mutlak anlamda ayirim gereklidir. Sorun ne kadarinin mümkün oldugu, teknolojik ve ekonomik acidan erisilebilir oldugudur. Ehrlich esitligi bize cözümün teknolojide oldugu (yani üretirken cevreye daha az zarar veren teknolojiler gelistirirsek, ayni yasam tarzimizi devam ettirebilecegimiz) fikrini vermektedir. Ne türden bir teknoloji 2050 yilinda 9 milyara erismis dünya nüfusunu, bugünkü AB ülkeleri refahinda yasarken, gezegenin kisitli kaynaklarina da zarar vermekten alikoyar? Elbette hicbir zaman bu türden büyük bir teknolojik atilimin kösebasinda bizi bekledigi olasiligini aklimizdan cikaramayiz. Fakat ilk adimlarin elimizdeki teknoloji ile ( etkin enerji kullanimi, yenilenebilir enerji, vb) atilmasi gerektigi de aciktir. Gelismis ülkelerin dünyanin bugünkü iklim ve cevre sorunlari konusunda direk bir sorumlulugu bulunmaktadir. Ahlaki acidan bakildiginda, eldeki teknoloji ile büyüme sorununa bir yanit bulma konusunda da gelismis ülkelerin görevleri fakir ülkelerden daha fazla olmalidir.
The Economist Kasim 2008 sayisindan: "Her avlanan hayvan bilir ki , önemli olan ne kadar hizli kostugun degil, herkesten yavas olup olmadigindir."
21. yüzyilda hala avlanan hayvanlarin icgüdüsüyle hareket ediyor olabilir miyiz? Öyleyse, bunu bilmek ve sebeplerini anlamak iyi olurdu.
Farkli kapitalist anlayislarin bilinen ortak paydasi, özel mülkiyeti kabul edisidir. Bunun disinda cesitli ülkelerde kapitalizmin farkli uygulamalarina rastlamak mümkündür. Baumol ve arkadaslarinin Good Capitalism, Bad Capitalism adli kitabindaki siniflandirmaya göre iyi kapitalizmler büyümeye, kötü kapitalizmler durgunluga yol acar.
(Burada kapitalist modelin bilinen aktörleri ve bunlar arasindaki etkilesimlerin bir özeti veriliyor)
Kapitalizmde is verimliligi önemli bir hedeftir, Fakat ayni ürünü gitiikce daha verimli üretebilmek her zaman mümkün degildir. En temel seviyede termodinamigin kurallari buna engel olur. Ayrica her zaman rakibin yeni ve carpici bir ürünü gelistirmesi riski de vardir. Bir görüse göre kapitalizmin temeli maliyet minimizasyonuna degil, yenilige (innovation) dayanir. (Bkz. bir kavram olarak Creative Destruction)
Peki bu süreklilik gösteren "yaratici yikim"in insanoglunun gelisimiyle (bkz. refahin ögelerinden biri) ne ilgisi var? Sürekli kendinden öncekini yikip yokeden bir sistem anlamli bir sekilde refaha katkida bulunabilir mi? "Yeter!" denmesi gereken, durmadan üretip tüketmeye bir son vermemiz gereken bir nokta var mi?
Sistemin icine girdigi yaratici yikim döngüsü ve durdurulamayan büyüme ivmesi durup hala hizmet ettiklerinin cikarina calisip calismadigina bakmasina engel oluyor. Ürün ömürleri kisaliyor, kalite miktara kurban ediliyor, kullan-at toplumu (throw away society) tüketicinin hirsindan cok, sistemin hayatta kalabilmesinin bir ön sarti olarak ortaya cikiyor.
Bu elbette yaraticilik ya da yenilik özünde kötü bir seydir anlamina gelmiyor. Sorun bunlara verdigimiz anlamdan kaynaklaniyor (Bkz. Bölüm 4- tüketici mallarinin sembolik dil olarak kullanilisi). Yeni ürünler cogunlukla dogalari geregi daha pahali oluyor ve baslangicta toplumun belli kesimleri tarafindan ulasilabilir oluyorlar. Sosyal karsilastirma aliskanligi ürünün baska kesimlerde de yayginlasmasiyla sonuclaniyor (Onda var da, ben de niye yok?). Bu noktada önemli bir sosyal psikoloji süreci, kisinin sahip oldugu seyleri kendi varliginin bir uzantisi gibi (uzanti ben) düsünmesi ve hatta hissetmesidir. Öyle ki, elimizden alindiklarinda bir eksilme duygusu yasayabiliyoruz. Bu türden bir materyalizm -özellikle seküler bir dünyada- dine benzer bir islev görebiliyor (Alisveris merkezlerinin kapitalizmin tapinaklari oldugunu söyleyenler bunu kastediyor galiba)
Psikolog Philip Cushman'a göre "uzanti ben" (extended self) "bos bir ben"dir ve sürekli yeniden doldurulmak ister. Hatta bos olmaktan yana korkuya varan bir endise duyar. Izlerini üretici tarafinda sürekli yeni ürün gelistirmek cabasinda da görebiliriz. Özünde (icinde yasadigimiz) endiseli ve son noktada patalojik bir sistemdir. Yenilige olan acligi esenligin önüne gecer. Likidite korundugu, tüketim yükseldigi sürece ayakta kalmayi basarir. Bunlardan biri hiz kestiginde ise cöker.
Bölüm 7: Keynesianism and the "Green New Deal"
2008 krizinde tüm karar verici ve yürütücülerin ortak amaci ekonomiyi en kisa zamanda tekrar eski büyüme rayina geri oturtmakti. Ekonomiyi kurtarmak icin yatirima gerek vardi. 2008 sonu, 2009 basinda dünya genelinde kurtarma paketlerinden en cok yararlananlar finans ve otomotiv sektörleriydi. Karbon emisyonu düsük bir topluma dönüsmek de yatirim gerektiriyordu. Her ikisini birlestiren bir "yesil ivme" cazip bir fikir gibi gözüktü. 2009'dan bu yana "yesil yatirim"larda artis var. (Dogru, 2009'dan bu yana şu veya bu baglantiyla posta kutumuza düsen "yenilenebilir enerji...kar orani....güvenilir...cevre dostu...yesil bono...vb vb" seklindeki reklamlarin haddi hesabi yok.) Yesil sektörlerin isgücü-yogun sektörler olusu da düze cikabilmek icin issizligin önüne gecmesi gereken ekonomiler icin bir avantaj. "Green New Deal" kriz sonrasi dünyanin iklim vb küresel sorunlarla daha ciddi sekilde mücadele edecegi izlenimini veriyor. Bu acidan da önemli.
Fakat uzun vadede yeterli degil. Cünkü Keynes'ci bakis acisiyla ekonomiyi tüketimin tesvik edilmesiyle büyüyen duruma geri getirmeyi amaclamaktan öteye gitmiyor. Yeni bir ekonomik yapilanmaya gereksinim var.
Yazidibi müzigi Tracy Chapman'dan, Fast Car:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder