"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Çarşamba, Mart 31, 2010

Gilaburu mu desem?

IMG_0136

Bu sevimli kırmızı boncukları Eylül 2007'de Almanya'da fotoğraflamıştım. Son bir kaç haftadır araştırdım; ne olduğunundan kesin emin olamasam da,  yanlış bir bilgimi düzelttim.

Aramaya Google'da "rote beere" anahtar sözcüklerini vererek başladım. Almanya özellikle kışın kar altında parlayan türlü çeşit kırmızı meyveli bitkisiyle abartısız bir "rote beere" ülkesi benim için.  Bu aramadan bir şey çıkacağından emindim o yüzden. Nitekim çok uğraşmadan karşıma Viburnum opulus çıktı. Bir çok başka isim yanında İngilizce Snowball tree, Almanca Schneeball (Kartopu) adıyla biliniyormuş. Çünkü baharda açan oldukça gözalıcı beyaz çiçekleri bir kartopunu andırıyormuş. Beni şaşırtan şeylerden biri bu oldu. Çünkü bu bitkinin meyveli fotoğrafını çektiğim yer yıllardır her mevsim yürüyüş yaptığım bir yerdir ve baharda böylesine güzel beyaz çiçekli bir ağaççık gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Bu yıl baharda kontrol etme şansım da yok ne yazık ki...  
İkinci şaşkınlığımı ise Türkçe adını ararken yaşadım. Viburnum opulus Türkçe'de Gilaburu adıyla biliniyormuş. Gilaburu ile Tijen'in kitaplarından birinde tanışmış, onun çevrede gördüğüm bir başka ağacın meyveleri olduğunu sanmıştım. Hatta "demek bunlar gilaburuymuş" diyerek meyvelerinden yemişliğim bile vardır o ağacın! Şaşkınlıkla Türkçe ve yabancı bir çok sitede viburnum opulus/gilaburu fotoğraflarını taradım. Yukarıdaki fotoğrafa tam benzetemediklerim olsa da bir çoğu yaprakları, meyve dallarının şekli ve hatta meyve ucundaki minik çıkıntılarıyla "evet, işte budur" dedirtti bana.

Şimdilik meşhur gilaburu ile yeni bir tanışma sayıyorum bunu. Gilaburuyu yakından bilenler, konunun uzmanı olanlar ne der, merak ediyorum. Gilaburu Türkiye'de pek çok değişik yerel isimle ve bir çok şifalı özellik atfedilerek tanınıyor bu arada.
Elbette eskiden gilaburu olduğunu sandığım ağacın ne olduğunu merak etmeye de başladım çoktan.  Yapbozda yeni bir parçam daha var yani :)

Gilaburu hakkında linkler:
agaclar.net Gilaburu girişi
İ.Ü. Orman Fakültesi Viburnum Opulus girişi
bahcevan.com 
baumkunde.de (detaylı fotoğraflar) (burada çiğ meyvelerin hafifçe zehirli olduğu yazıyor)

Çiçekli fotoğraf: pizzodisevo

Salı, Mart 30, 2010

Sincaba kefir sevdirme turları

Uzun bir aradan sonra Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nden aldığım kefir taneleri ile yine kefir mayalamaya başladım. Bu arada kefir hakkında daha önce yazdığım yazıyı da okudum bir kez daha. Daha önce edindiğim tanecikleri 9 ay kadar önce klasik şekilde kaybetmiştim (kefiri bir tanıdığa emanet et - ne olduğunu bilmesin - bozulduğunu sansın - sana sormadan atsın).

Geçen kefir maceramızda sincap henüz çok küçüktü; anne sütü dışındaki gıdalara yeni alışıyordu. O yüzden kefir vermek konusunda çok ısrarcı olmamıştım. Bu kez kefir edinirken özellikle sincabın düzenli olarak içmesini çok önemsiyordum. Probiyotik etkisiyle ilgili önemli şeyler okudum ve büyük umutlarım var. Ne yazık ki oğlum tadını sevmedi. Uzattığım bardaktan kazara bir yudum içerse kendimi şanslı hissediyorum. Bir kaç gün önce kefiri çilekle ve balla blenderdan geçirip bir tür smoothie yaparak denedim. Bence mükemmeldi ama sincap ona da burun kıvırdı. Bugün her zamanki mayasız, tavada pişirdiğim ekmeğime biraz da kefir ekledim. Bu türlüsünü elbette yedi. Ama pişirilen, ısıya tabi tutulan gıdalara katılan kefirin probiyotik etkisinden yeterince faydalanıyor muyuz, emin değilim.

Kefirle çocukların da seveceği şekilde başka neler hazırlayabiliriz? Bir fikri olan var mı? 

Çarşamba, Mart 24, 2010

Gerçek zenginlik


Epey zaman önce...
Çay içiyordum.
Bardağımın kenarından sarkan küçük kağıda takıldı gözüm.
"True wealth is the ability to let go of your possessions"* yazıyordu.
Hep hatırlamak istediğim sözlerdendir.


*Gerçek zenginlik sahip olduklarından vazgeçebilme becerisidir.

Fotoğraf: pensiero

Çarşamba, Mart 17, 2010

Orta Avrupa kara ikliminde sukkulentler

Tez basligi gibi oldu degil mi? Yok, sadece pencere kenarinda bahcivanlik yapan bu acemi, son 6 aylik sukkulet tecrübelerini raporlayacak.

Bahce marketlerde, cicekcilerde satilan sukkulentlerden bahsetmeyecegim ama. Oralarda yolunuzun hayatta düsmeyecegi ülkelerden gelen sukkulentleri, kaktüsleri bile bulmak mümkün. Sehir pazarindaki cicekcide Lithops tohumlari bile gördüm. Al, kendi tasini evde kendin yetistir! Satin alip denememek icin kendimi güc tuttum. Ama uzun sürmez bu inat , bir ara alirim kesin.

Bu yazida anlatmak istediklerim, burada yol kenarinda, cayirde, cimende kendiliginden yetisenler. Varliklarini kesfetmek sasirtmisti beni. Malta'dan ayrilirken en üzüldügüm seylerden biri köklendirdigim sukkulentleri geride birakmak olmustu. Niyetim bir kac baska cesit daha bulup Asortik Krep'inki gibi harika kokteyller yapmakti. Ama gecen yil Agustos-Aralik arasi burada 3 cesit sukkulent buldum yol kenarlarinda. Bir de arkadasimin verdigi Crassula ovata var. Hic fena sayilmaz durumum :)

Sukkulentlerden ilkini kendi haline birakilmis bir arsada kesfettim. Sincapla geziyorduk. Bahce telleri arasindan sokaga kafasini uzatmis o minik, tombul kafalari görünce pek bir heyecanlandim. Birden durmak istemedim ama yerini aklima yazdim. Dönüste durup dikkatle inceledim, sukkulent oldugundan emin olunca egilip elimi mümkün oldugunca topragin icine sokup köküyle beraber bir-iki dal cikardim. Islattigim bir kagit mendile sarip eve getirdim. Neyse ki disarida durmadan susayan ve elini kirleten sincap sebebiyle su ve mendilden yana hep tedarikliyiz.  Mutfak penceresinin kenarinda bir plastik kaba ektim.(Ilk fotografta sagda)

 IMG_2066

Cabucak tuttu. Mini mini yapraklar vermeye basladi. Sukkulentlerin güzel yani bu. Hic nazlanmiyor, acemi bahcivanlari bile kirmiyorlar. Bu sukkulentin ne oldugunu arastirdim. Sedum rubrotinctum imis. Cok aramama da gerek yokmus aslinda. Asortik Krep'in kokteylleri arasinda bolca varmis; sonradan farkettim. Sedum rubrotinctum'un yeterince günes gören yapraklarinda renk kirmiziya dönermis. Benim topladiklarim arasinda da vardi öylesi kirmizi yapraklilar.

Ikinci sukkulenti daha önce de bahsettigim gibi buz gibi ve karli bir Aralik günü kütüphaneye giderken bir tas duvarin dibinde kesfettim. Sukkulentlerin genel olarak sicak iklim, bol günes ve az sudan hoslandigini biliyorum. Bu sukkulenti aciklayamiyorum. Ne nereden geldigini, ne de orada yasamayi nasil basardigini...
Yukaridaki ilk fotografta, sol üst kösede görülen bu sukkulent de bir Sedum türü. Sedum reflexum oldugunu tahmin ediyorum.

Ücüncü bitkinin bir sukkulent oldugundan neredeyse eminim. Ama Latince adini bulamadim. Gecen Agustos'ta gölgeli hatta rutubetli bir kösede bulmustum. Digerleri gibi bahce citinden basini disari uzatmis kocaman bir öbekti. Buldugum yerdeki görüntüsü tam bir sukkulent görüntüsüydü. Evde köklendirdigim zamanla günese dogru basini uzatabilmek icin iyice uzadi , inceldi ve yapraklarinin arasi acildi. Ama buna karsilik asagidaki fotografta sag üst kösede görüldügü gibi mini mini bir de yavru verdi :

IMG_2139

Aslinda evde yetistirdigim her sukkulentte ortak sorun bu. Özellikle kisin günes az geliyor olmali ki, yapraklarin arasi aciliyor ve o tombul ve sevimli sukkulent görüntüsü biraz kayboluyor. Yine de sikayetci degilim. Acemi bahcivanlara göre olmasi bir yana, kisin kalorifer isisindan da fazla rahatsiz olmayan nadir bitkilerden cünkü. Kis boyunca kaloriferin dibinde bir güney penceresinde ikamet eden Sedum rubotinctum'un aldigi hale bir bakin:

IMG_2138

Diyecegim o ki; bu sevimli, neseli seyler bu karanlik ve sert Orta Avrupa ikliminde bile yasamayi basariyor. "Elimi neye degsem kuruturum" falan demeyin. Bir iki sukkulent edinin!

Dip not: Haydi bir de bilmece sorayim kolay tarafindan. Ilk fotografta solda ve ortada duran iki bitkinin ne oldugunu bilen var mi?

Salı, Mart 16, 2010

Bu sabah kahvalti sofrasinda...

Evet, ne diyordum?
Bu sabah kahvalti sofrasinda sincap "yumurtayi ben soyacagim" buyurdu. "Peki, soy" dedim ben de. Bu 2,5 yas cocugunda ince el becerisi (fine motoric) ya da konsantrasyon mu gelistirmek gerek? Buyursun, yumurta soysun cok istiyorsa. Tam 10 dakika boyunca üsenmeden, sıkılmadan ince ince soydu yumurtanin kabugunu. Isin güzel yani, ben de bölünmeden, huzurla kahvaltimi yaptim bu sirada. "Cocugun sabah sabah bir lokma yemeden sen kahvalti mi yapiyorsun bakiim?"  diyen icimdeki pirpirikli anneyi bir süreligine uykuya gönderdim. 10 dakika sonra ilgisinin azaldigini görünce yumurtanin kalan kismini da ben soyup verdim eline. Bugün diger günlerden farkli olarak hepsini yedi yumurtanin. Insanin kendi el emegi kadar tatlisi yokmus, sincap da biliyor bunu :)

Bu arada yumurta dedik de, gecenlerde Maja Pitamic'in "Teach me to do it myself" adli kitabini okudum. Montessori "materyal"lerinin cercevesini biraz keskin belirlenmis buluyordum; bu kitap esnek ve yaratici yaklasimiyla bana fazlasiyla hitap etti. Pitamic, Montessori pedagojisinde kullanilan pek cok oyun ve oyuncagin evdeki malzemelerle üretilen versiyonlarini sunuyor okuyucuya. Her neyse, diyecegim o ki, kitapta üc boyutlu nesnelerin tanitildigi bölümde ellipsoid  yerine pismis bir yumurtanin kullanilabilecegi söyleniyordu.  Diyecek lafim yok. Bu fikrin ve doga ananin tüm ellipsoidlerinin önünde saygiyla egiliyorum.

Bu arada bizim evin bas yumurta kiricisinin da sincap oldugunu belirtmeden gecemeyecegim. Omlet yapilacaginda oyununun basindan mutfaga davet edilir ve ikiletmeden gelip görevini ifa eder daima :)

Pazartesi, Mart 15, 2010

Dinle! Mucize orada...


Dün gece her zamanki gibi uykusu bölünen sincap benim de uykuma el atti. O tekrar uykuya daldiginda ise benim uykum coktan acilmisti. Bir sürü endise, telas ve huzursuz edici düsünce kafama doldu. Tekrar uyuyamadim ve böylece sabahi edecegime ikna oldum umutsuzca. Sonra birden o derin karanligin icinde karakuslarin sesini duydum. Sabaha daha kac saat var, onu bile bilmiyordum. Ama onlar ötmeye baslamissa sabah yakin demektir. Disarida belki de sifirin altindaydi isi. Nereden buluyorlar bu gücü, nereden buluyorlar bu istegi?

Hayatimda bundan daha neseli bir sarki duymadim. Eminim, ben mucize dolu bir seye sahit oldum yine.

Nedense icime su serpildi.
Icime su serpildi nedense.

Tekrar uyudum. 

Fotograf: foxpar4

Sürpriz!


Almanya'da, özellikle gida sektöründe, reklamla gercek ürün arasindaki ucuruma benim kadar takilan birileri yememis icmemis, piyasada satilan 100 hazir gidanin paketinin ve kendisinin fotografini cekerek aradaki farki belgelemis. Bazi ürünlerde fark kücük, bazilarinda ise adina tüketiciyi aldatmak/yaniltmak disinda ne denir, bilmiyorum.

pundo3000.com'da projenin amacinin herhangi bir markayi kötülemek degil, günümüzün reklam anlayis ve araclarina elestirel bir yaklasim gelistirmek oldugu belirtiliyor.

Almanca bilmeye gerek yok. Siteye girip mozaik fotograflardan ilkine tiklamak, sonraki ekranda da "nächstes"e tiklayarak bir sonraki fotografa gecmek yeterli. Alisveris sirasinda "farkindalik" yarattigina süphe yok!

Çarşamba, Mart 10, 2010

Buldum seni!

IMG_1550

Bu sari cicekli bitkiyi Gzira'daki bir parkta görmüstüm. Sonbaharda bile, sicak taslari üzerinde yürürken üc bes adim önümde habire  kertenkelelerin saga sola kacismasiyla ve süs agaci yerine dizi dizi zeytin agaci dikilmesiyle beynime kazinmis bir parktir.
Sari cicekli agaccigin bir tür akasya oldugunu sanmis, yine de bir merakla bitkisel yapbozuma eklemistim.
Nitekim degilmis.
Epeyce ugrastiran ve kafami karistiran bir arama oldu ama anladim sonunda sanirim ne oldugunu. Karsima kah Senna, kah Cassia türünden bitkiler cikti ararken. Kimine göre aslen Asya bitkisi, kimine göreyse Güney Amerika. Neden sonra okudum ki Senna türleri, vaktiyle Cassia türlerinin altinda iken sonradan bagimsizliklarini ilan etmisler :) Bazen botanik de politika kadar karmasik olabiliyor demek ki :)

Özetle, yaprak ve cicek formuna bakarak Senna surattensis olduguna karar verdim bu bitkinin.

Bu arada Encyclopedia of Life da güzel bir kaynakmis. Bitkilerle, hayvanlarla, yasamin her türüyle ilgilenenlere tavsiye ederim.

Pazartesi, Mart 08, 2010

Sabah sefasi / Ipomoea

IMG_1599

Yapbozun bu parcasini Malta'da, Sliema'daki ilkokulun bahcesinde görüp fotograflamistim. Cocuklugumun bahcelerinden de hatirladigim bir cicekti. Hatta kahkaha cicegi derdik ona. Ama cocuklardan birinin uydurdugu bir ad mi, yoksa gercekten öyle mi denir ona, merak etmistim. Sonra benim cocuklugumdan hatirladiklarim böylesine güzel bir mavi de degildi.

Bir de, bir de, benim cocuklugumun okullarindan hicbirinin bahcesi bu sevimli Akdeniz ilkokulunun bahcesi kadar güzel degildi. Yazin toz, kisin camur demekti. O kadar ki, tenefüste disari pek cikmamizi istemezdi, önlüklerimizden camur temizlemekten bikmis annelerimiz. Oysa bu ilkokulun bahcesinde sadece bu güzel mavi cicekli sarmasik degil, Malta'da gördügüm en güzel Pittosporum Tobira da vardi. Onun fotografi da su yazida. Daha adini bilmedigim bir kac güzel agac ve hatta bir de maydonozlu, feslegenli, biberiyeli bir baharat bahcesi vardi. Böyle bir okulda okumayi cok isterdim dogrusu :) 

Ben latince adini aramaya girismeden Meyvelitepe söyledi bile. Türün adi Ipomoea. Ciceginin adina göre farkli isimler aliyor. Ipomoea purpurea, Ipomoea purga gibi... Ingilizce adi Morning Glory, Almanca adi Prunkwinden. Türkcede sadece kahkaha cicegi degil, sabah sefasi olarak da biliniyormus. Ögleden sonra kapanan cicekleri sabah tekrar actigi icin. Hayal bahcemin bir kösesine bir sabah sefasi, diger kösesine de bir aksam sefasi diktim ben de öyleyse. Biri acsin, biri kapansin gün boyu diye :) Bu arada sabah sefasi tohumundan kolaylikla yetisen tek yillik bir bitkiymis. 


Çarşamba, Mart 03, 2010

Bir oyun ve farkindalik alani olarak nehir kenari

Iki gün önce havanin güzelliginden faydalanarak kendimizi nehir kenarina attik. Evet, bildiniz, yine "nehir, su, ördek, tas" anahtar kelimelerinden olusan bir yazi geliyor. Bu gidisle yaza kadar bir kac tane daha da yazacak gibiyim.

Her seyden önce sunu farkettim ki, sincap nehir kenarinda suya tas atmak icin uygun gördügümüz yerleri bir bir yazmis aklima. Daha ben bir sey söylemeden önüme düsüp, ilkine dogru inmeye basladi hemen. Bu ilki, büyük bir agacin altinda, suyun nispeten sakin aktigi, bolca cakil tasinin bulundugu, huzurlu, gölgeli  bir kösedir. Ördekler de cok ugrar. O yüzden hepsinden daha cok severim. Sincap hemen egilip yerden aldigi taslari atmaya basladi suya. Her seferinde büyük zevk aldigini görüyorum bu oyundan. Biz büyüklerin göremedigi büyülü bir sey var galiba bunda. Tasin suya degdigi anda cikardigi tok sesin farkindayim; suyun dibine dogru inerken geride biraktigi, gittikce büyüyüp yayilan mükemmel halkalarin farkindayim; eger su yeterince duruysa, tasin dibe indigi anda aldigi rengin ve bunun suyun disindakinden ne kadar degisik oldugunun farkindayim. Merak ettigim, sincap da farkediyor mu bunlari? Yoksa bunlarin disinda benim görmedigim bir seyleri mi görüyor?

Bir taraftan da dikkatini cevredeki baska seylere cekiyorum.
"Gökyüzü ne güzel, degil mi? Masmavi bugün, hic bulut yok",
"Aaa, agaca bir karga kondu, gördün mü?",
"Iste anne ördekle baba ördek geliyor. Merhaba de hadi."
"Peki su öten ne? Marti galiba...",
"Bak bu dallari suya birakirsan batmaz, yüzer giderler, ne ilginc, degil mi?"

Birden cok didaktik hissediyorum kendimi. Her seyi ille de gözüne sokmak lazim mi? Belki de hepsini görüyor zaten. Belki de simdi degil ama bu kadar sık geldigimize göre bir baska sefer görecek zaten. Bütün izlenimlerin bir sandvicini yapip eline vermek sart mi?  Susmaya karar veriyorum. Kendi deneyinin ciddiyetine gömülmüs bu kücük bilim adamini seyretmek de hosuma gidiyor zaten.

Ne zaman nehir kiyisina gelsem aklima Siddharta düsüyor. Ömrü boyunca aradigini (ki o da bilmiyor tam olarak ne oldugunu) nehir kenarinda buluyor ya, hani nehir bir gün birden (ama aslinda birden olmuyor hicbir sey) onunla konusmaya ve herseyi anlatmaya basliyor ya... Nehir bana ne anlatiyor, ben ne kadarini duyuyorum diye merak ediyorum. Suyu ve onun büyülü gücünü cok önemsiyorum. Funda sincap icin tavsiye ettiginden beri daha da cok üstelik. Evet, tüm insanlarin ama özellikle cocuklarin eli de, gözü de suya degmeli her daim.

Sonra yürüyoruz biraz kiyida. 9-10 yaslarinda bir grup cocugun yanindan geciyoruz. Baslarinda ögretmenleriyle doga gezisine cikmis bir sinif olduklarini tahmin ediyorum. Ögretmen bir kayanin üzerine oturmus suyu seyrediyor. Cocuklar cevredeki irili ufakli taslarla bir seyler yapiyorlar. Ögretmenlerinin verdigi bir ödevi belki de... Hepsinin ne yaptiklarini tam göremiyorum. Ama yanindan gectigimiz bir kiz yamru yumru, boy boy taslardan bir kule insa ediyor; onu farkediyorum.

Kafamda bir fikrin bir anda parladigi  ve benim neden daha önce parlamadigina sastigim anlar coktur;  bu da onlardan biri. Bu nehir kenarinda irili ufakli, renk renk, sekil sekil, milyonlarca cakil tasi vardir sanirim. Gecen sonbaharda bir dolusunu saksilarimda drenaj saglamak icin toplayip eve götürdüm. Ama bu milyonlarca tasla binlerce farkli oyun da kurulabilecegini simdi akil ediyorum. Kule yapmak onlardan sadece biri. Burasi devasa bir oyun alani. Su var, tas var, kus var, cicek var, böcek var, balik var, ördek var. Devasa bir oyun alani burasi! Cantamdan bir bez torba cikarip, yürüdükce karsimiza cikan taslardan uygun gördüklerimi icine atmaya basliyorum. Sadece burada degil, evde de bir seyler yapabiliriz bu taslarla. Cok gecmeden bu bile bir oyuna dönüsüyor. Sincap da egilip egilip kendi uygun gördügü taslari atmaya basliyor torbanin icine.

Derken "suya tas atma" oyunumuzu oynadigimiz ikinci yere geliyoruz. Sincabi günesin isittigi bir kayanin üzerine oturtuyorum. Kurabiye yiyoruz bir taraftan. Sonra bir cift ördek gelip kiyiya cikiyor. Kitaplarda ve suyun icinde olduklarinda ördekleri cok seven sincap, karada ve yakininda olduklarinda korkuyor ördeklerden. Kanatlarinin güzelliginden, gagalarinin sirinliginden, onunla arkadaslik etmeye geldiklerinden söz acmak ise yaramiyor hic. Biz de biraz daha yürümeye karar veriyoruz.

Yol üstünde gördüklerimi gösteriyorum. "Bak, bu kusburnu. Kuslar bundan yediler de ac kalmadilar bütün kis", "Bak, bu papatya". Papatya ve kusburnundan birer "numune" alip, bez torbamiza onlari da atiyoruz :) Sonra bir de adinin ne oldugunu hala bilmedigim ama Demet'in su yazisindaki fotografta görebileceginiz (o kustan bahsediyor ama benim kastettigim kusun kondugu dal :D ) agaca denk geliyoruz. Sincabi kucagima alip o yumusacik grimsi toplara dokunduruyorum. Pek hosuna gidiyor, kıkırdıyor keyifle.

Eve geliyoruz. Taslari yikiyoruz, kuruluyoruz. Ben onlardan bir kule yapmaya girisiyorum. Sincap "Aaaa!" diyor heyecanla. Sonra ona birakiyorum taslari. Halinin üzerine yayiyor tek tek. Sonra oynamaya bayildigi kamyonu icin gayet uygun birer yük olduklarina karar veriyor. Tek tek kamyonuna yüklüyor onlari ve odanin öteki ucundaki insaat sahasina götürüyor. Insaat sahasinda maymun Koko yasiyor ve ikisi de insaatlari, kamyonlari ve vincleri cok seviyorlar.  Su var ki, hayir, mühendis Koko ile mühendis sincap bir kule insa etmiyorlar. Hic bir sey insa etmiyor onlar. Sadece kamyonlarinda yük tasimayi seviyorlar...

kusburnu fotografi: sramses177

Salı, Mart 02, 2010

Evet, takıntılıyım, n'olmuş?

Bir yildir ne oldugunu arayip durdugum bir bitki vardi. Gecen yil Valletta'da Lower Barakka Garden'da ve Malta'nin baska bir kac yerinde daha görmüstüm. Bitkisel yapbozumun siradaki parcasiydi. Bulamadim. Bulamadim. Bulamadim. Canim onu bir kenara koyup siradaki parcayi aramak da istemedi. Öylece kaldi.

Sonra gecen ay bir yazismamizda Beste'ye bahsettim bundan. Bir de fotografini gönderdim hatta. Bir saat kadar sonra kisacik bir not düstü posta kutuma:

"golden dewdrop duranta repens'e benziyor eger cicekleri leylak/mavi arasi bir renk ise:)"

Beste, sen her ne kadar "ilk aradigim yerde cikiverdi karsima, sans iste" falan da desen; önünde saygiyla egiliyorum.

Buyurunuz, meyvesiyle aliyla, cicegiyle daliyla,  Golden dewdrop (Duranta repens) ile basbasa birakiyorum sizleri:


Golden dewdrop - agac


Golden dewdrop - meyve

Golden dewdrop - meyve


Flickr'daki fotograflarina da bakmanizi öneririm hararetle.

Simdi huzurla yapbozun bir sonraki parcasina gecebilirim iste :)