"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazartesi, Kasım 29, 2010

Cümle icinde de fena durmuyor!

Vejeteryan degilsiniz ama et tüketiminizi minimumda tutuyorsunuz. Nadiren, sartlar öyle gerektirdigi icin, ortama uymak amaciyla et yiyorsunuz. Eti beslenmenizden tamamen cikarmayi beceremiyorsunuz (ya da bunu zaten istemiyorsunuz) ama bugünkü anlayis ve ölcülerde et tüketimini de sacma buluyorsunuz.

Yaftalari sever misiniz bilmem ama bizim gibilere "flexitarian"  deniyormus. Hani iki arada bir derede kalmisligin huzursuzlugunu yasiyor; kendinizi hem etyemezlere, hem de bir ülkenin hayvan irkina kiran girmesine sebep olanlara bir türlü anlatamiyorsaniz, bilin diye söylüyorum.

"Sagolun almayayim , flexitarian'im ben"

Güzel, güzel, cümle icinde de hic fena durmuyor...

Cuma, Kasım 26, 2010

Kayıtlara geçile...

Bugün yilin ilk gerçek kari yagdi! Sabah sincap ben ortaligi toplayip hazirlanirken mutfak penceresinden yağan kari seyretti ve "çatılar da kar olmuuuşşş, arabalar da kar olmuuuşşş" diye raporladi bana. Bugün ilk kez yolda "ben anonolu sevmiyorum, ben seni seviyorum ama" demedi :)
Kayıtlara böyle geçile...

Perşembe, Kasım 25, 2010

Kaostan Uzak: Anti tez

Bazen -bugünlerde oldugu gibi- Zen Habits ile Chez Larrson karisimi bir seye dönüsüyorum.

Aklimin bir tarafi evi malum Isvec firmasinin katalogundan firlama bir minimalizme sokma cabasina giriyor. Dolaplari, cekmeceleri ölcüp biciyor; kutular, klasörler, dolap seperatörleri falan satin aliyorum hayalimde. Evi düzene soktukca kafamin icini de düzene sokacagima  inaniyorum. Gecen gün sehpanin üzerinde o "minimalist ama yasam dolu" dokunusu yaratabilmek icin marketten (hem de marketten, püfff!) bir demet gül bile satin aldim. Hayal degil, gercekten! Kesme cicek almak kim, ben kim oysa...

Aklimin diger tarafi ise, hic sevmedigi ve gayet sacma buldugu halde,  yillik-hedefler-belirle, takip-formlari-olustur, aksiyon-plani-yap, yapilmasi-gereken-eylemleri-listele, hedeflerini-revize-et, x-formu, y-formu, z-formu..., onu-oraya-not-et, bunu-surada-kayda-gecir (kisir)döngüsüne alici gözle baksam mi, havalarinda... Gören de uluslarararasi holding yönetiyorum sanir.  Yok, Zen Habits bunlardan ibaret degil; gayet iyi, ilham veren bir blog aslinda. Fakat son zamanlarda dönüp ilk yazilarini okumaya basladim da, bir dönem bunlarla mesgul olmus ciddi sekilde.

Iste böyle zamanlarda aci ilac yerine, biraz sarsilip kendine gelmek ve "ne karton kutusu, ne kisisel hedefi?" aydinlanmasina geri dönmek icin recetedir:

Günde en az bir kez mümkünse yemeklerden önce,

Çarşamba, Kasım 24, 2010

Nein, nicht schnell machen!

Bir süredir anaokulunda yemeklerden sikayet ediyor sincap. Sorunun ne oldugunu bir süre cözemedim. Cünkü henüz orada ögle yemegi yemeye baslamadi. Sadece kusluk vakti kahvaltisini yapiyor. "Orada yediklerini ben koyuyorum ya cantana, söyle ne istiyorsan, onu koyayim" dedim, bir sey cikaramadim.

Nihayet bu sabah rüyasinda mi gördü nedir, ben sormadan cikardi baklayi agzindan. "Ben anaokulunda yemek istemiyorum. O beyaz giysili 'schnell machen' demesin bana". Schnell machen, hizli yap demek. Birisi anlasilan hizli yemesini söylüyor ama cocuklardan biri mi , ögretmenlerden biri mi cözemedim. Annesinin oglu olan sincap ise hizli yemek istemiyor efendim. Yemek dedigin zaten aceleye gelmez. Ben odaklanma, yavaslama, anı yasama, simdi ve burada olma, slow food, vb. anahtar sözcükleriyle tanismadan önce de yavas yiyenlerdendim. Is yasami zerre kadar etkileyemedi bunu. Masaya X'le oturup, yemege Y ile devam edip, Z ile kalktigim coktur. Ormanda benim icin üc kisinin yedigi sürede yer, derler.  Cocugum oldugunda ise (bu insan yasaminin gercekten! hizlanma gerektiren bir dönemidir, bilenler bilir)  cözüm kendiliginden hizli yemek degil, az yemek seklinde gelisti.

Sincaba dedim ki; yavas yemek istiyorsan yavas yiyebilirsin, acele etmene gerek yok; sana öyle diyen  beyaz giysiliye de ki, "ben yavas yemek istiyorum" ve ayrica de ki "nein, nicht schnell machen!"*. Biraz daha büyük olsa, benden de selam söyle ayrica diyecektim.

Aferin cocugum, bazen uzun yemek seanslarinla beni bile cildirtiyorsun ama aynen devam böyle...

hayir , hizli yapma(m)! demek.

Salı, Kasım 23, 2010

Bu grinin bir söyledigi var bize ve agaclarin bir bildigi var.

Fotograf: Big Grey Mare

Karanlikta kalkiyoruz. Gün griligini bir türlü atamiyor üstünden. "Hadi, bir gayret" derken daha biz, "ögleden sonra", karanliga boguluyoruz yine. Sanki camura battik.

Babasi mevsime uygun bilmeceler ögretiyor sincaba. Gecen gün gelmis bana soruyor: "Bulutlar günesin nesi?"
Sonra kendisi yanitliyor: "Yorganiiii"

Haftasonlari kalkinca soruyorlar birbirlerine: "Günes yorganini atmis mi bugün?"
Bugünlerde hava soguk mu soguk. Günes öyle bir sarildi ki yorganina, bütün gün birakmiyor.

Ne zaman o gri ve yapiskan yorgan kaplasa cografyayi, bulutlarin öte yanini hayal ediyorum. Günes hicbir yere gitmedi, hala orada. Olagan(üstü) parlakligiyla salinip duruyor aslinda tepemizde. Biz göremiyoruz sadece... Bunu bilmek günümü kurtariyor. Yoksa daha Aralik'in 21'ine, daha camurun dibine vurmamiza cok var.
Bu yil yeni bir tesellim daha var "bulutlarin öte yani"ndan baska. Agustos ayinda canimin cok sıkkın olduğu bir Pazar günü, biraz nefes almak icin nehir kenarina gitmistim. Yol boyunca kabarik olan öfkemi nehirin suyuna birakip dönerken kiyida siyah, pürüzsüz bir tas buldum. Cebime attim. Haftalarca akcaagac tohumlari , at kestaneleri ve gingko yapraklariyla yarenlik etti orada. Arada bir sincabin anaokuluna gitmek istemedigi günlerde Sabiha Paktuna usulü onun cebine girdi. "Bu ikimizin tasi, kimseye verme. Seni gelip alacagimin ve orada birakmayacagimin isareti. Şişşşt! kimseye söyleme, bizim sirrimiz bu". İse yaradı mı bilmiyorum. Bugünlerde geri aldim tasimi, yine benim cebimde. Baska bir seyi simgeliyor. Şişşşt! Sakın kimseye söylemeyin! O siyah tas ve ben o gün dönüs yolunda bir sey gördük. Bir gök. Daha önce hic görmedigimiz bir renkte. Parlak, cocuk kitaplarindan firlama bir mavideydi.  Öyle bir mavi, öyle bir mavi ki, neredeyse fazla gelmis yere damlayacakti mavisi  diyecegim. Daha baska da nasil anlatabilirim, bilmiyorum. Siyah tas, ben ve her gün yürüdügüm yollar öyle bir rengini gördük ki gökyüzünün, şu icinde debelendigimiz camurun dibine de batsak, bir sey olmaz artik bize.  Cebimden habire söyleyip durdugu odur iste.

Fakat bu grinin de bir söyledigi var  bize. Bütün doganin -zorunluluktan degil, gereksinimden- üstüne yorganini cekip uykuya yattigi aylarda, bizim neyimiz eksik (ya da fazla) ki hep ayni hizda kosmak derdindeyiz? Biraz yavaslamak, hatta durmak, düsünmek, kabuguna cekilmek vakti olmayacak mi hic yasamimizda? Ve onun adi da kış degilse nedir?  Ne zaman kendimizi doganin döngülerinin üzerinde görmekten ve ona karsi savasa durmaktan vazgececegiz? Ne zaman mevsimlerin döngüsüne birakacagiz kendimizi? Ne zaman erkenci, karanlik, soguk ve islak kis aksamlarinda, icimize basan sıkıntıyı dagitmamiz gerekmedigini, bunun da pakete dahil oldugunu kavrayacagiz? Ne zaman agaclara dikkatle bakacagiz ve bizce ölü olan dallarinda simdiden baharin coskun tomurcuklarini tasidiklarini ama beklediklerini, beklediklerini, sabirla beklediklerini görecegiz?

Belki de bütün verimsizligimiz ve bereketsizligimiz bundan. Durmayi bilmedigimiz icin.
Agaclar öyle mi ya? Onlarin bir bildigi var.

Perşembe, Kasım 18, 2010

Açık iş ilanıdır.

Sincabin 3 yasini gecmesi ve anaokuluna yavastan isinmaya baslamasiyla ( himm, bu iyimser bir ifade oldu, bir gün elbet isinacak diyelim) tekrar calismaya baslamak da gelip gündemime oturdu. Evet, calismak istiyorum. Gercekten. Bir kac gündür kendimi iteleyerek CV'mi güncellemeye basladim. Takildigim seyler var. Örnegin üc yili asan büyyüüüüük kariyer tatilimi kagit üstünde en dogru nasil ifade edebilecegimden emin degilim. Biraz arastirdim internette; "Babypause" kesinlikle denilmemeliymis. "Familien- und Erziehungsarbeit" (aile ve cocuk yetistirme isi) gibi tumturakli bir ifade daha dogru olurmus. Ayrica bu türden kariyer aralarini is görüsmelerinde bir avantaja cevirmek mümkünmüs. Söyle demeliymisim mesela: "Evde oturup cocugumu büyüttügüm dönem pek cok acidan kendimi gelistirmemi, yeni beceriler kazanmami sagladi. Stresle basa cikma, zamanimi daha iyi yönetebilme, felaket yönetimi, vb, vb. Haa, bir de multitasking becerim müthis gelisti."  

Evet, böyle demeliymisim. Daha bu hafta basinda bir yerde "Multitasking is a moral weakness" (Multitasking -ayni anda birden cok is görmek- ahlaki bir zayifliktir) cümlesine rastgelmis ve bu konudaki duygu ve düsüncelerimi özetleyis sekline hayran kalmistim oysa.

Insan Kaynaklari bölümlerinde calisanlar ve ben ayri dünyalarin insanlariyiz belli ki. Nasil ortak bir amaca dogru (benim bir is bulmam tabii ki bu amac, baska  ne sandiniz?) el ele, birlikte yürüyebiliriz, onu anlamaya calisiyorum bugünlerde.

Cok degistim ben. Is görüsmelerindeki o komik sorulara olabildigince dürüst yanit vermek istiyorum. Bakin söyle:

Onlar: E, cocuk baktiginiz dönemde multitasking becerilerinizde gelismistir herhalde.
Ben: Evet bir dönem o camura saplandim. Ama sonra cok gec olmadan kurtardim kendimi. Simdi odaklaniyorum ve belli bir anda sadece tek bir sey yapiyorum. Verimliligim inanilmaz artti. Ayrica ben multitasking'in ahlaki bir zayiflik olduguna inaniyorum. Biliyorum, is dünyasinda aksi bir görüs hakim. Ama biraz düsünürseniz bana hak vereceginizden eminim. Bu kitabi ve bu siteyi incelemenizi tavsiye ederim. Nokta.

Onlar: Üc yil bebek büyütmek icin biraz fazla degil mi?
Ben: Yok degil, bir teoriye göre her cocuk üc yasina kadar annesine aittir. Ben de buna inaniyorum. Ayrica Attachment Parenting'in hayrani ve takipcisiyim. Günde fazladan iki saatimi yollarda harcayacagim bir 9-5 isinde yapamazdim bunu. Kadının ancak bu türden önceden cizilmis bir kariyer cizgisini takip etmesi durumunda, (yani 6 ay , en gec bir yil icinde cocugunu krese ya da bir bakiciya birakarak bir ofiste, masa basinda kariyerine kaldigi yerden devam ettigi durumda) "modern" sayildigi bir anlayistan süphelerim var. Yeni toplumsal ve teknolojik hareketlenmeler is yapis sekillerimizi de küresel capta degistiriyor.Ilkel toplumlarda cocuklar bla bla bla...

Onlar: Hadi bize zayif noktanizdan bahsedin.
Ben: Ha ha ha! Su klasik ve komik soru. Hala soruyor musunuz? Sıkılmadınız mi ayni yanitlari (yalanlari) duymaktan? 5 yil önce olsa, "özellikle detaylarda mükemmellik takintim" derdim. O zaman da yalan söylemiyordum. Fakat farkettim ki bu klasik sorunun klasik yaniti olmus benim mükemmellik takintim. Peki söyle söyleyeyim bu kez: Canınızı sıkacak kadar dürüst olabilirim.

Onlar: Esinize sorsaydik bize sizin hakkinizda neler söylerdi?
Ben: Haa, evet, bir de bu var. Esimle sizi hic tanistirmayacagimdan emin olabilirsiniz. Ilk söyleyecegi sey sanirim berbat bir aşçı oldugum olurdu. Fakat bunun sanirim burada yapacagim isle bir ilgisi yok.

Onlar: En sevdiginiz cizgi film / cizgi roman karakteri?
Ben: Hayir Speedy Gonzales de degil,  Süperman de. Momo'yu seviyorum ben. Su gri adamlarin hakkindan gelen. Duymamis miydiniz? Önemli degil, ben de öyle tahmin etmistim zaten. Gri adamlara ne kadar yatirdiniz (kaptirdiniz) ?

Onlar: Neden firmamizi tercih ettiniz?
Ben: Özel bir nedeni yok, ilaninizi gördüm, bana uydugunu düsündüm. Tahmin edeceginiz üzere bes ilan daha gördüm bana uyan ve onlara da basvurdum. Hanginizle anlasirsak onunla calisacagim. Gezegene ve insanliga olumsuz etkisi minimum olan sektörleri tercih ediyorum calismak icin. Petrol, genetik tohum ve sigara firmalarinda calismam örnegin. "Firmanizi sectim cünkü kariyer hedeflerim sirket hedeflerinizle birebir örtüsüyor. Bütün ömrüm boyunca sizinle calismak istemistim. Hep bu ilaninizi bekledim. CV'mdeki büyük bosluklarin asil sebebi de budur."  seklinde cümleler sarfedecek degilim, siz de bunu bekliyor olamazsiniz. Peki öyleyse, neden soruyorsunuz?


Neyse, birakalim bunlari. Acik is ilanidir. Is ariyorum. Mümkünse evden pijamalarimla calismak, calisirken 2 saattir kaynayan sirket cayi/kahvesi degil taze, elcagizimla yaptigim cayi/kahveyi icmek, isten verdigim aralarda (hayir kesinlikle ayni anda degil) sincapla hali üzerinde trencilik oynamak
 ve askla sevecegim bir is yapmak istiyorum. Her sabah mutlulukla masa basina gecmeme sebep olsun. Bu blogu okuyorsaniz askla sevdigim seyleri ve ilgi alanlarimi biliyorsunuz demektir.

Olumlu özelliklerim: Detaylarda mükemmellik takintisi, caliskanlik, iflah olmaz arastirmaci ruh, sistematik calisma, güvenilirlik. Kafam iyi calisir, aptal sayilmam. Bir seyi bilmiyorsam bile hizla ögrenirim. Siz adini söyleyin yeter. Bu arada bilmiyorsam "bilmiyorum" derim, biliyormus gibi yapip sizi de, kendimi de yormam. 3 yildir nevi sahsina münhasir, inatci mi inatci, ne istedigini bilen, uzatmali bir "terrible two" vakasiyla beraber yasiyorum. Bu sebeple ikna becerim, pazarlik gücüm, esneklik yetenegim, problemleri öngörüp zamaninda cözebilme aliskanligim (prEactivity ve prOactivity) ve hepsinden önemlisi sabrim tavan yapiyor. Özellikle gelistirmeyi tercih ettigim ve epey yol aldigim bir özelligim daha var: Insiyatif kullanmak. Yalan degil, memur kentinden gelmis memur cocugu oldugum icin bu yönüm biraz kördü. Simdi öyle degil.

Olumsuz özelliklerim: Ukalaligi sevmem. Ici bos olup fazla tangir tungurdayanlari da. Övünmeyi ve reklam yapmayi da. Bu yüzden büyük olasilikla iyi yönlerimin hepsini ve kapasitemi asla tam olarak ögrenemeyeceksiniz. Ne yapalim, bu da benim sorunum. Bazen detaylarda kaybolurum. Kayin tohumuna takildigimdan ormani gözümden kacirdigim olur. Bu yönümü düzeltmeye calisiyorum. Hic birimiz mükemmel degiliz, degil  mi? Iyi yemek yapamadigimi söylemis miydim?

Peki ya siz? Yavasligin erdemine, odaklanmanin gücüne, yalinliktaki zenginlige, azin daha iyi olduguna inaniyor musunuz?  Kosturmazsak daha hizli yol alabilecegimizi farkettiniz mi? Önüme ayni anda 3 proje, 2 rapor, 4 toplanti talebi düsmeyecegini garanti eder misiniz? Is görüsmelerinde yukaridaki türden aptalca sorular sormayi biraktiniz mi? Himm, sizinle anlasabiliriz sanirim. Bir e-mail yazin, size diplomalarini edindigim adı parlak üniversitelerden de bahsedeyim.

Çarşamba, Kasım 17, 2010

Kendi diktigin agacin altinda yürümek

Bazen uzun bir yazi okurken tek bir cümle birden parlar. Kisadir, basittir, üc bes sözcüktür, iddiasizdir. Yazinin degil ana fikri, yan fikri bile degildir bazen. Arada söylenmistir. Yine de bir odacigi aydinlatir beyinde, "evet, zaten biliyordum, sözcüklere dökememistim sadece" dedirtir, ya da "ah, ben neden düsünemedim bunu daha önce..."

Öyle bir cümle:
There is nothing like walking under a tree that you have planted

Bazen yasamlarimizda bir eksiklik hisseder ve ne oldugunu cikaramayiz ya, iste onlardan biri bu. Kendi diktigimiz bir agacin altinda hic yürümedik biz.

Pazartesi, Kasım 15, 2010

Tak..tak..tak.. Günaydin!

Fotograf: Steve's Wildlife
Ilk kez Anitkabir'de gördüm. Güvercin ve sercelerin sehrinde benim icin bir ilkti. Sonra gözlerim acildi, hep görür oldum. Üniversite yillarinda bir arkadasim kargagillerden oldugunu söyledi. Nedense bir hayalkirikligi duydum. Adini bilmiyordum. Oglumun kitaplarindan ögrendim. Keske benim cocuklugumda da dogayi böylesi gercekci ve canli resmeden kitaplar olsaydi diye hayiflandim. Özellikle kisin karsi catiya konuyor sürekli. Bacalarla bir derdi var. Coktandir aklimi kus seslerini ayirt edebilmeye taktim. Bizimki söyle keskin, yüksek perdeden bir "tak..tak..tak" sesi cikarirmis bazen. Aklima yazdim. 

Bugün edinmek istedigim yeni bir aliskanligin ilk günüydü. Uykusuz gecen bir gecenin ardindan sabah 6'da kendimi  yataktan söktüm. Cay icerken dikkatimi disarinin seslerine verdim mi, vermedim mi emin degilim. Ama birden iste o beklenen "tak..tak..tak" i duydum. Görmedim, hava henüz alacakaranlikti. Ama bildim. Saksagan, büyük olasilikla Avrupali olani. Pica pica 

Sabah erken kalkmanin ilk meyvesini aldim.

Cuma, Kasım 12, 2010

The Story of Stuff - Türkce

Hah, nihayet! Birisi baskalarindan beklemektense, insiyatifi ele almis ve The Story of Stuff'i Türkce'ye cevirmis. Üstelik ta bu yilin basindan beri  de YouTube'da yayinlaniyormus. Ben yeni farkettim. Ister Ingilizce bilin, ister bilmeyin... Ister daha önce görmüs olun, ister olmayin... Mutlaka seyredin, seyrettirin:

Bölüm 1:




Bölüm 2:




Bölüm 3:



Perşembe, Kasım 11, 2010

Kainattan tek dilegim 1 m2 toprak, fazlasi da göz cikarmaz

Fotograf: aha


Iki gün önce bardaga su yukarida görülen turuncu güzelden ektim. Adi Hyacinthus orientalis cv. 'Gypsy Queen' . Bu yil sümbülde maviden baska bir renk istiyorum. Gecen yil aldigim "karisik" paketin icindeki bütün soganlar mavi acmisti. Eger bu cingeneler kralicesi de mavi acarsa cok gülecegim ama artik.

Neyse, daha ikinci günündeyiz ve mini mini kök vermeye basladi bile. Yüregim huzur buldu böylece. Ikinci kezdir yanlis mevsimde yesil krizim tutuyor. Köklenen, yesillenen bir seyler ariyor gözlerim. Bu yil baharda Türkiye'deydim ve bir sey ekememistim. Haziran'da döndügümde de cok gec degildi ama nedense canim hiiic bir sey ekip dikmek istememisti pencere bahcesine. Simdi bir haftadir ektiklerimin dökümüne bakin:
  • Feslegen
  • Roka
  • Physalis
  • Nar
  • Sümbül 
  • Defne (Malta'dan, iki yillik eski bir tohum, sanmam ki tutsun)  
  • Avokado
Hatta sokaktan topragiyla dökülmüs yosun buldum. Onu bile getirip saksilardan birinin topragina koydum. Ya tutarsa?

Bütün bunlara sebep ise gecen yil sonbaharda ektigim biber. Cinsini tam hatirlamiyorum. Ya paprika idi, ya da macar biberi. Ama renginden eminim: Kirmizi! Gecen kis yapraklandi, yaza kadar yaprak verdi durdu. Keza yaz boyunca da. Sonbaharda aklim basima geldi. Az günes alan mutfak penceresinden bati günesi alan oturma odasina aldim. Cildirdi! Simdi kisa girerken (yani bir yil sonra) cicek acmaya basladi. 3 cicegi var. Arastirdim. Kendi kendine tozlanabilirmis. Meyvesini bile yiyebiliriz seneye :) Diyecegim o ki, dogru dürüst günes görmeyen, buuzzzz gibi orta Avrupa ikliminde olana bakin. Akliniz varsa gidin bugün hangi sebze ya da meyve varsa sofranizda, cekirdegini bir avuc topraga ekiverin. Sonra da gözünüzü, kulaginizi acin topraktan cikana. Müthis seyler anlatacak size.

Ekeceklerim daha bitmedi. Bir de Scilla var. Nami diger mavi yildiz. Bu mavi yildiz ile cingeneler kralicesiniden bir kacini ayni saksiya ekmeyi düsünüyorum. Yilbasi civari mavi olsunlar, turuncu olsunlar; ben de karsilarina gecip keyif catayim diye hayalleniyorum. Scilla'yi bir de topraksiz ekecegim. Cama, belki de biraz cakil tasina. Olur mu bilmem. Olur gibi geliyor. Buzdolabindalar simdi. Sibirya sartlari yarattik. Coktan uc vermis bir kaci. "Bahar nerede?" diye sordular. "Oturma odasinda, bekleyin" dedim. Iki tanesini de ayirdim yalniz. Onlar bu canimin icini bilene armagan olacak.  

Bu yaziyi da sirf bunu haber vermek icin yazdiysam n'olayim. 
Dipnot: Indeksli yazilarimi sevenler icin, buyrunuz:

Salı, Kasım 09, 2010

Cikolata agacta yetisir. Gercekten!


Fotograf: milesizz


Eylül basinda Noel kutlamaya baslayan ve her alisveriste oglumun aklini  basindan alan cikolata üreticileri ve marketler, hey! Ben unuttum sanmayin, biraz büyüsün ogluma da unutturmam:

In a world that takes for granted the availability of delicious and affordable chocolate, it's easy to forget that the popular product actually comes from trees -- not magical elves or free-flowing cocoa rivers, sadly.

"Kakao agaclari dile gelse neler söylerdi" diyecektim ama zaten gelmisler dile, söyle diyorlarmis:

Fotograf: J.o.e

Kaostan Uzak: Evin kara delikleriyle savasirken...

Fotograf: Abe K
Evin bazi dolaplarinda kontrolü tekrar geri kazanmaya basladim. Bir yil önce tasinma sirasinda, pacamdan cekistiren bir sincap esliginde "suraya bir koyalim da , sonra düsünürüz ne yapacagimizi" usulüyle doldurulan dolaplardan bahsediyorum. Tamamen organize oldugumu ve tüm gereksiz seylerden kurtuldugumu iddia etmiyorum. Fakat evin bazi noktalari eskisi kadar kara delik degil. Bakinca iclerinde -gerekli veya gereksiz, yerli veya yersiz- ne oldugunu bildigim cekmeceler, kutular var artik. Canım herhangi bir sebepten sıkılınca gözümü onlara dikiyorum huzur bulmak icin.

Hic bir konuda bir kerede kökten sonuca ulasacak sartlarda yasamadigim icin yine "böl ve hakkindan gel" yöntemini uyguluyorum. Evinin anneminkine benzedigini tahmin ettigim FlyLady'nin suradaki önerileri ilham verici. Birebir uygulamiyorum, hayir. Bana uyanlari aliyorum yine. Bana en fazla rahatsizlik veren odadan (oturma odasi ve onun camli dolabi) basladim. Saat yönünde ilerliyorum. Hergün en az 15 dakikalik seanslarla ve hicbir seyi atlamamaya calisarak temizleyip düzenliyorum. Atilacagindan kesinlikle emin olduklarim dogrudan cöpe gidiyor. Birilerine verilebilecekleri ayri bir yerde topluyorum. Bu ikisi fazla degil. Asil kaos yaratanlar yeri yanlis olanlar, ki asil sorunumun bu oldugunu biliyordum. Onlari dogru yerlerine koyuyorum. Bir yeri olmayanlara bir yer yaratiyorum. Bir ara Selen bir yorumda söylemisti bunu: "everything has a place, everything in its place" . Cok dogru. Bugün gelip esimin bazi belgelerinin oldugu bir dolap gözüne dayandim. Disaridan adina "düzen" adini koyamasaniz da, kendine göre gayet tutarli ve pratik bir düzen anlayisi vardir. O yüzden ona sormadan dokunmak istemiyorum. Atlamak da istemiyorum. Bu tür tikanma anlarindan hic hoslanmiyorum.  Fakat biliyorum; bunlar esnek olmam ve sıkı sıkıya falan ya da filan kisinin yöntemince degil kendi yöntemimce gitmem gerektigini bana animsatan anlar ayni zamanda. Neyse bu dolap bitince calisma masasinin dolaplarina gececegim, sonra diger odalara. Hepsi bittiginde sanirim basladigim dolap gözlerinde yeniden calismaya baslamam gerekecek. Ne kadar dikkat edersem edeyim... Buna süreklilik prensibi diyorlar. Sikayetci degilim. Hatta iyi geliyor, terapi gibi, meditasyon gibi bir sey.

Keske mümkün olsaydi da beynimin odaciklarinda da ayni prensiplerle temizlik yapabilseydim. Evdeki bütün  dolaplarim cilali olsa ama kafamin ici  fazlaliklardan arinmamissa ne yazar? Fakat tuhaf bir sekilde düzene giren dolap gözleri, bos masaüstleri ve sakin postakutulari  kafamin icinde de benzer bir etki yaratiyor. Bu, bu ve daha yazmadigim onlarcasi o etkinin eseri. 

Sonra bir gün belki dogadakine benzer, rahatsiz etmeyen, tam tersine huzur veren bir düzensizlik nasil yaratilir, onu da ögrenirim.

Pazartesi, Kasım 08, 2010

Kimyonun maceralari - 8.11.2010

Tuhaf bir sey denedi kimyon bu sabah. Bir kücük zarfin icine koca bir meydani, orta boy bir katedrali, hepsi 1 Euro'dan kiralik bir sürü evi yerlestirdi önce. Yanlarina dünyanin bilinen en yasli agaclarindan birini, bir de sarmasik seklinde boylanan bir cicegi koydu. Agacin dallarina asili hayranlik, sarmasikta ise merak ve umut vardi, ben de gördüm. Onlar da girdi zarfin icine. Bakti ki daha yer var; bir topac, bir de topac kurulum kilavuzu ekledi kimyon zarfa. Hatta zorlasa sanirim bir kac sey daha sigardi. Bugün yola cikacakmis hepsi, bir iki günde varirmis adresine. Hadi bakalim.

Cumartesi, Kasım 06, 2010

Bugün sade yasamak...



Fotograf: orb9220
Dikkat! Bu yazi istisna olarak otomatik baslayan bir müzik icerir. Sevmiyorsaniz ya da uygun ortamda degilseniz, bilgisayarinizin sesini kisin.

4 yildir sade yasamak üzerine yazsam da, tam bir tanimini yapmak bana hep zor gelir. Zamanla sebebini anladim bunun. "Sade yasamak nedir?" demek "yasamin bir tanimini yap" demek gibi bir sey. Kesin ve kisa bir tanimini yapmak mümkün degil. Günlük yapilmali tanimi sade yasamanin.  Her gün icin tekrar tekrar yeni bastan yapilmali.

Dünün sade yasam tanimi da söyle bir sey olmali yaklasik:

Sade yasamak:
Oturma odasinda halinin üzerinde oturup sincapla trencilik oynamaktir. Trenini olustururken sadece bir yük, bir  de yolcu vagonu eklemektir lokomotifin ardina. Onu da yavas, olabildigince yavas sürmektir. Raylarda acele etmeden akar gibi gitmesinden zevk almaktir. Ahsaptan sekiz seklinde bir rayin üzerinde trenlerin bir saat araliksiz dönüsüdür. Sabretmektir, odaklanmaktir. Raylara, trenlere ve dolap beygiri dönüsüne bir cocugun gözünden bakmaktir. Trenler arada bir raydan cikip, dagilinca fazla tiyatro yapmadan tekrar yerlestirmek ve yola kaldigin yerden devam etmektir. Kasim ayi olmasina ragmen halinin üzerine, raylara ve sincabin saclarina vuran günese bakip binlerce kez sükranla dolmaktir. Günese doymus bir ülkede kum ve deniz görmeden yazi gelmis saymayanlari animsamak, felsefi cikarimlar yapmaktir. Bir sey ne kadar azsa; o kadar yogun, o kadar zengin yasanir diye sonuca varmaktir. Bunu bir sans olarak görmek, bunu bir sans olarak görme safliginda oldugunu farketmek ama bundan rahatsiz olmamaktir. Pencere kenarindaki yogurt kabina ekili biberin de ayni seyi söyledigini hayal etmektir. Dört Mevsim dinlemektir bu arada. Düsüncelerinde kendini birden sokakta bulmaktir. O sokakta... Hani sincabi anaokuluna birakmis geri dönerken gecen gün, sehrin nadir agacsiz ve yapraksiz sokaklarindan birinden geciyordun da, rüzgardan orayi bile mevsimin kuru yapraklari basmisti. Hani bakacak agac, cicek olmadigindan sen yerdeki yapraklara vermistin dikkatini ve oradaki yapraklardan biri olmanin nasil bir sey oldugunu düsünmüstün. Dalindan, bildigin ve güvendigin tek seyden ayri düsmenin nasil oldugunu anlamaya calismistin. Simdiki gövdende olmasan, rüzgar sadece yüzünü oksamasa, rüzgara teslim olsan, Concerto No. 2 in G minor, "L'estate"  yükselirken bak tam simdi, aman Allahim, aman Allahim, sen de rüzgarla birlikte hizla savrulmaya baslasan, birden her sey kontrolden ciksa, yükselsen, ucsan ucsan ucsan , nereye gittigini bile bilmeden, ne olacagini bile bilmeden, korkuyu bile unutsan hatta saskinliktan, birden müzigi duysan, hic bilmedigin bir bakis acisini yakalasan yükseldigin yerden,  icinde olsan müzigin ve perspektifin, onlara ait olsan, anlasan ve korkmasan artik bilmediginden, herseyi bilmenin sart olmadigini ve kontrol etmek de gerekmedigi anlasan, yapragin ölümüyle insanin ölümü benzer mi birbirine, ölmek de mi böyle bir sey, öyleyse o kadar kötü olmasa

...desen.

Neden bir yaz müziginin sana sonbahari animsattigini düsünmektir. Yaz ve sonbahar ayni sey midir aslinda? Sonbaharda bir yaz, yazda da bir sonbahar mi vardir?

"Anneaa, raylar yikildiii!" demesidir sincabin. Fazla tiyatro yapmadan raylari tamir etmektir birlikte. Sonra yeniden dönmeye baslamaktir.

Cuma, Kasım 05, 2010

Kaostan Uzak: David Allen ve GTD

"I'm going to try this crazy GTD stuff" by Eston :)

Ekim bitti ama benim evimle, dolaplarimla, yasamimla ve oradaki kaosla davam bitmedi. Bu ay aslinda baska bir konuya gececektim ama karar verdim; hazir yogunlasmisken kaosla mücadeleye devam. Bir kac yazi önce can sıkıcı ya da zor buldugumuz icin sürekli erteleme egiliminde oldugumuz islere karsi cözüm öneren birinden bahsetmistim. Cok da büyük , mucizevi bir cözüm degil belki, yine de bizim cabamizi gerektiriyor. Ama bu kadar uygulayani ve hayrani olduguna göre ise yariyor olmali.

Eger daha önce duymadiysaniz (ben duymamistim) adamin adi David Allen. "Getting Things Done" diye bir kitap yazmis ve sanirim okuyan birilerinin hayati degismis. Google'da "GTD" kisaltmasi ile arama yaparsaniz ne demek istedigimi anlarsiniz. Ben henüz kitabi okumadim ama internette GTD'in temel prensiplerini anlayabileceginiz yeterince kaynak var. Okuduklarimdan bana anlamli ve uygulanabilir gelen, "Hah, iste eksik parca buydu!" dedirtenler:

  • Aklinizi mesgul eden,  yapilacak isler, projeler, sorumluluklar, hayaller, niyetler  ne varsa kafanizin disinda mantikli, güvenilir ve size uyan bir sistem icinde listeliyorsunuz. Bu aklinizdan cikarma asamasi.
Bunun ille de şık, organize bir ajanda ya da o cok ünlü bilgisayar programlarindan biri olmasi gerekmiyor. Bos bir defter, bir A4 kagit, indeks kartlari (hani su A7 boyutunda olan), bir excel tablosu, bir word belgesi... Hepsi olur. Size, yasaminiza uyan, sizi bir de kendisi ugrastirmayacak herhangi bir yöntem. Sonra oturup en büyügünden (Ispanyolca ögren) en kücügüne (cicekleri sula)  aklinizi mesgul eden herseyi yaziyorsunuz. Ben uzun yillardir bu is icin bir ajanda kullandigim ve bir sayfa boyunca uzayip giden ve üzerini cizmekte nedense hep yavas kaldigim listelerden cok sıkıldığım icin, bu kez indeks kartlari kullanmaya karar verdim. Hem evde zaten bolca kullanilmamis indeks karti oldugundan, hem de yapilacak bir ise bakarken digerlerini de görüp yüregimin sıkışmasını böylece engelleyebilecegimden.

Simdi kisaca kendi tecrübeme dayanarak bu adimin neden önemli oldugunu aciklayayim. Ekim basinda, henüz David Allen ile tanismadigim bir sirada, ister bir kagida olsun, ister kafamin icine yazili olsun, yapilmamis , en ufak islerin bile büyüyüp kocaman oldugunu , beni huzursuz ettigini, bunun da yeni tikanmalara sebep oldugunu farkettim. Yapilmamis isler oldugu icin yapmam gereken seyleri yapamiyordum! Ne tuhaf celiski... Böylece ben de en azindan önemsiz ve kücük oldugu icin yapilacak isler listesinde durmadan arkalara ötelenen herhangi bir isi yapmaya karar verdim: Apartman girisindeki  zil ve posta kutumuzdaki solmus, artik adimizin okunamadigi isim etiketini degistirmek. Ne kadar sürer bu? Ismi bilgisayarda yazip bastirmak 10 dakika, gidip asagidaki yerlerinaeyapistirmak (bantla falan ugrasmak) da 10 dakika diyelim. 20 dakika! Yarim saat bile degil. Cocugunuz  varsa biraz daha uzun ama. Yaziciyla oynamak istemesin diye o odada degilken bastirmak, makasi ona göstermeden ("ben de yapicam, ben de yapicam!") isim etiketini kesmek, kapi önüne inmek icin uygun zamani falan beklemek (-"eve dönmeyelim, hayvanat bahcesine gidelim hadiiii", -"ayagimizda terliklerle mi?", -"eeveeeet, hadiiiiii!" ) biraz zaman alir. Her neyse, bir uygun zamanina getirip, aylardir yapilmasi gereken bu isi sincapla (sincaba ragmen) halletmeyi basardim. Yaptim ve kafamdan sildim. Aklimda olusan bosluk öyle büyüktü ki, neden bu kadar bekledigime ve neden bu kadar büyümesine sebep olduguma sastim.

Iste bu yüzden GTD'in bu ilk adimini okudugumda, "iste, evet, bu!" dedim heyecanla. Aklimi bosaltmak!

  •   Bu listeyi hazirlarken her madde de su soruyoruz: "Halletmesi iki dakikadan kisa sürer mi?". Yanit evetse, listeye bile yazmadan hemen hallediyoruz.
  • Yapilacak isler listemizdeki bir isi sürekli erteleme sebebimiz yanlis ifade edilmesidir. Eger aklimizda veya listemizde "Ispanyolca ögren" gibi muglak bir  is varsa, sürekli erteleyip yapmaktan kacinmamiz normal. Bunu yerine her isi mümkün oldugunca hemen yapilabilecek sekilde (gerektiginde adimlara bölerek) detaylandiriyoruz. Listemizde örnegin
    • "Internet'ten Ispanyolca kurslarini arastir."
    • "X'e gittigi Ispanyolca kursundan memnun olup olmadigini sor"
    • Aklina yatan ilk üc kursla görüsmeye git.
gibi detayli ve net adimlar seklinde yerini aliyor Ispanyolca ögrenme hayali. Zamanla her adim gerekliyse daha da detaylanabilir. Örnegin aday kurslar belirlendiginde son madde "A kursundan görüsme randevusu al." "B kursunun tam adresini ögren" ... gibi detaylanabilir.
  • Son olarak süreklilik her sistemde oldugu gibi burada da yasamsal. Yasamimiza giren her yeni isi, sorumlulugu, ödevi, hayali, niyeti, projeyi yukaridaki sekilde aklimizdan cikarip kagida dökmeye ve bunu mümkün oldugunca yapilabilir sekilde ifade etmeye devam ediyoruz.  
David Allen'in GTD'i bunlardan daha fazlasi elbette. Ama kitabini okumadan ve icsellestirmeden daha fazla üzerinde yazmak istemiyorum. Organizasyon ve zaman yönetimi sistemlerine ve onlarin "her yasama tek mükemmel cözüm" yaklasimlarina karsi önyargiliyim. Bana uyanlari almak, uymayanlari gözardi etmek yöntemini tercih ediyorum. Yukaridaki dörtlü simdiden bana uyuyor ve bir anlam ifade ediyor. Önce bunlar üzerinde calismak ve biraz böyle yol almak istiyorum. Kitabi okudugumda ilginc buldugum seyler olursa yazarim.

Bu arada GTD konusunda okumak isterseniz surasi iyi bir kaynak diyorlar.
 

Çarşamba, Kasım 03, 2010

Ben de...


Fotograf: imago



Bugün sincapla kanala cinar yapraklari atip yüzmelerini izledik. Ördek ve martilara ekmek verdik. Martilar üstümüze üstümüze ucuyordu. Korktum, sincaba belli etmedim. Kayin ve kiraz yapraklari topladik. Dün de akcaagac yapraklari getirmistik eve. Bilegimize kadar gelen bir yaprak havuzunda ayaklarimizi süre süre yürüdük. Rüzgar esti, üstümüze hus yapraklari yagdi. Sincap "cok komik, cok eglenceli" dedi. Gecen sene korkuyordu kuru yapraklardan. Her yil daha komik, daha eglenceli olsun yasam onun icin...

Himm, fena degil. Daha sade, Emre gibi yazabilmeyi becerebilirim sanirim bir gün.