Bu yaziyi aslinda
Dilek icin yaziyorum. Özel bir yazismamizda annemin bir sözünden bahsetmistim, cok sevmisti. Yeri geldikce tekrar tekrar yazmaktan yorulmus, link vermek istiyormus :)
Fakat yaziyi kafamda kurgularken, bugünkü annelik anlayisimin diger ortaklari da lafa karismaya basladi. Onlardan da bahsetmeden olmayacakti. Isbu yazi böylece ortaya cikti.
Annem
Sincap henüz dogmadan önce, bir gün anneme telefonda okudugum kitaplardan ögrendiklerimi anlatiyordum. Annem doguma yanima gelemeyecekti. Ben yalniz doguracaktim, herseyi tek basima halledecektim. Deyim yerindeyse kendi göbegimi kendim kesecektim. Istiyordum ki, uzaklardan endiseye kapilmasin annem, hersey kontrol altinda, iste ben okuyup ögreniyorum herseyi. "
Anne sen merak etme, ben okudum onu bla bla bla kitabinda; bla bla bla oluyormus, bla bla bla..." seklindeki cümlelerim karsisinda söyle dedi annem:
" Ooo, evladim, güzel hos da, her cocuk icin ayri bir kitap yazmak lazim. Her cocuk her kitaba uymaz. Bunu da unutma."
Kitaplarimi okumaya devam ettim. Ama bunu da unutmadim. Iyi ki söyledi annem ve iyi ki unutmadim ben.
Yoksa kitaplarini iyi okumamis kötü bir anne oldugumu düsünecektim her daim.
Kitaplar ilk dogum uzun sürer diyordu. Benimki sadece 6,5 saat sürdü.
Kitaplar cocuklarin büyük cogunlugu üc ay koligi yasar diyordu. Ben kesin bizim de basimiza gelecek diyerek her türlü hazirligi yaptim, kolik durumunda yapilacaklar listesi hazirlayip görülür bir yere astim. Meshur damlayi bile dogurmadan önce satin alip evde hazir ettim. Bizimkinin bir gün bile kolik derdi olmadi.
Kitaplar 2 saatte bir 15 dakika bir gögüsten, 15 dakika diger gögüsten emzirmemi söylüyordu. Benim sütüm yetmedi, bizimki süt arsizi cikti. 2 saat hic araliksiz gögsümde kaldigi oldu. Haliyle kitaplarin "son seferinde sag taraftan basladiysaniz, bu sefer solla baslayin" önerisi de havaya uctu. Sag sol birbirine karismisti cünkü.
Bir de ilk günden bebegin düzenini iki saatlik bir döngüye oturtan kitaplar varmis. Sonradan ögrendim, ancak aci aci gülümseyebildim.
Lafi uzatmayayim, sira kati gidalara gecise geldi. Orada büyük bir karmasa hüküm sürüyordu. Alman kitaplarina göre sira havuc püresi, patates püresi, etli sebze püresi, ardindan ek ögün olarak tahil ezmesi seklindeydi. Meyve ve rezene cayini da unutmayalim. 1 yasindan önce inek sütü ve ürünleri kesinlikle önerilmiyordu. Amerikan bebekleri mutlaka pirinc lapasiyla basliyordu. Türk doktorlarinin verdigi listelerde ilk madde yogurttu! Listede sütte ezilmis bebe bisküvisi de vardi, aman Tanrim! Ben Alman kitabina uyacaktim tabii ki. Her hafta yeni bir püreyi menüye ekleyerek olasi alerjenleri belirleyebilecek, asama asama ögünlerin sayisini arttirarak anne sütünün agirligini tereyagindan kil ceker gibi azaltacak, aynen kitaplarda anlatildigi gibi kolayca dengeli bir beslenmenin ilk adimlarini atacaktim. Keske mümkün olsaydi da, ilk havuc püresini sincabin agzina verdigimdeki surat ifadesinin bir fotografini yayinlayabilseydim burada. Patates püresinin adini bile anmayalim. Rezene püresi ve maydonoz kökü püresi bile yaptim! Sonunda onun yemedigi püreleri corbaya cevirip afiyetle yedik. Ben telefonda annemle aglaya zirlaya "yemiyor bu cocuk, ben nerede hata yaptim" konusmalari yaptim. "E, yogurt versen, yemez mi?" önerisi üzerine, inek sütü ürünleri yasagini delerek ev yapimi yogurt teklif ettim sincaba. Bingo! Ondan sonra ne verdiysek yogurda ekleyip verdik. Yine de cok istahli degildi sincap. 1 yasina dek anne sütü agirlikli beslenmeye devam etti.
1 yasini biraz gece, rutin ögle uykularinin saati kaymaya, bu kayis aksam uyku saatini de etkilemeye basladi. Bebegin gündüzleri bolca mesgul edilmesini, yorulmasini böylece uyku düzeninin daha kolay kurulabilecegini tavsiye eden kitaba gönülden inaniyordum. Aslinda hala inaniyorum. Ne var ki, sincap icin yeterli fiziksel aktivitenin miktarini bir türlü belirleyemedim. O badi badi adimlarla önde, ben arabasiyla arkada günlük market alisverisine diye cikip neredeyse bütün bir sehri dolanip, yorgunluktan bitap düstügüm ve sincabin aksama dogru eve dönmeyi reddettigi bir gün bile var. Aksam uyku saatinde en ufak bir degisiklik olmamisti. Bir cocugu büyütmek icin bir ordu gerektigi fikrine ilk kapilmaya basladigim günlerdi onlar. Hicbir kitap bundan bahsetmiyordu. Sincabin ögle ve aksam uykulari sonradan görece olarak düzene girdi. Üstelik ben özel bir sey de yapmadim.
1,5 yasinda tantrum/aglama krizleri basladi. Ben daha kitabin o kismina gelmemistim oysa. Iki yasini bekliyordum. Hizlica duruma vakif olmak icin yaptigim okumalar yararsizdi. Önerilen yöntemlerin hemen hicbiri (mantikla aciklama, ortamdan uzaklastirma, dikkatini baska yöne cekme, tepkisiz kalma, ortamin güvenliginden eminsek cocugun yanindan ayrilma, vb vb) ise yaramadi. Ya da nadiren ise yariyor, cogunlukla yaramiyordu. Sonunda sincabin öfkesinin dogasini anlamaya basladim. Nelerin ilk kivilcim olabilecegini farkedip, onlari ustalikla bertaraf etmeyi ögrenmeye basladim. Bir kez aglama krizi basladi mi belli bir tepe noktasi vardi bir de. O tepeye varmadikca hicbir caba ise yaramiyordu. Yaninda oturup sabirla tepe noktasina ulasmasini bekliyor, ondan sonra taktiklerimi siralamaya basliyordum. Annemin "her cocuga bir kitap" derken ne demek istedigini gittikce daha iyi anliyordum.
Anneannem
Anneannem dünyalar tatlisi ve karakter olarak etliye sütlüye karismayan biriydi. Cocugumu nasil yetistirmem gerektigine dair en ufak bir yönlendirmesi olmadi. Zaten bir kez gördü oglumu. O zaman da bu konu hakkinda hic konusmadik. Fakat oglum dogmadan az önce edindigim bir aliskanlik vardi. Yasamimi sadelestirmeye calisirken karsilastigim her sorunda kendi kendime "Anneannem olsa ne yapardi?" diye soruyordum. Fikrimce anneannemin nesli annemin neslinden daha sade, daha dogaya yakin yasamis bir nesildi. Özellikle onun cözümleriyle ilgilenme sebebim buydu. O kadar icsellestirmistim ki bu soruyu, sincabin bakimi ve yetistirilmesi meselelerinde de sormaya basladim kendime: "Sahi, anneannem olsa ne yapardi?" Tuhaf yanitlar gelmeye basladi sorularima.
Anneannem cocugunu iki saatlik bir düzene oturtarak büyütmezdi. Istese bile yapamazdi; kol saati bile yoktu.
Anneannem yenidoganin bakimi icin hangi markanin bakim setini kullanmali diye düsünmezdi.
Anneannem kati gidalara baslarken hangi ekolü takip etmeli diye düsünmezdi. Mutfagi söyleyecekti ona ekolün adini.
Anneannem kontrollü aglatma uygulayamazdi. Dedim ya, saati yoktu herseyden önce. Ayrica diger cocuklarinin gecenin köründe vizildayip duran bir bebek yüzünden uykudan uyanmasini da tercih etmezdi. Tahminen bebek zaten anneannemle ayni odada uyuyordu. Ayni odada aglayip duran bir bebek varken, dakikalar boyunca tepkisiz kalmayi anneannem pek mantikli bulmazdi eminim.
Anneannem cocuklarinin gelisiminde su ya da bu pedagojik yaklasimi takip etmezdi. Cocuklarinin ince-kaba motor, koordinasyon becerilerini falan gelistirmek icin özel oyunlar, etkinlikler kurgulayacak zamani yoktu. Bu türden etkinliklerden uzak kaldilar diye gelisimleri konusunda endiseye de kapilmazdi anneannem. Olsa olsa o hamur yogururken hamurla oynardi cocuklar, biraz büyükler yumurtasini kendi soyardi. Biraz daha büyükler zaten coktan günlük islerde yardim etmeye baslamis olmaliydi. Bahcede anneannemle zaman gecirmisligim coktur. Herhalde kendi cocuklari da cok zaman gecirmistir.
...
Ic seslerim:
Annemle anneannem icimde bir kirilmaya yol actilar. Sadece onlar da degil. En basindan itibaren her kitap her kitaba uymuyordu. Ekoller, akimlar vardi. Alman doktorlar pürelerde kati bir siralama önerirken, sonrasinda karismiyor; buna karsilik Türk doktorlar tam da o noktada anne-babanin eline uyulmasi gereken menüler ve listeler tutusturuyordu. 1 yasinda oglumu götürdügüm Ingiliz ekolünden Maltali bir doktor "pürelerden sonra simdi ne vermeliyim artik?" diye sordugumda "artik siz ne yiyorsaniz, o da yiyebilir" deyip menüsüz listesiz yasaksiz gönderiyordu beni eve. Ekoller kendi icinde de degisikliklere ugruyordu durmadan. Ben oglumu dogurmadan önce "bebekler daima sirtüstü yatmalidir, yan yatirinca bile uykuda ani ölüm sendromu orani artar" diyen ekol, oglum daha iki yasindayken fikrini degistirmis, "sürekli sirtüstü yatirmak kafa yapisinda deformasyona yol acar, arada bir yan yatirmali" diyordu.
Oysa ki annelik Aşil topugumuzdur bizim. Mutlaka en dogrusunu bilmek, en dogrusunu yapmak isteriz. En kolayca anneligimizden yara aliriz. "Ben hergün 5 ögün meyve yiyorum, ögrenme becerilerimi canli tutmak icin de egzersizler yapiyorum" diye yazan olursa kilimiz bile kipirdamaz da, "ben her gün cocuguma 5 ögün meyve yediriyorum, her gün beynindeki nöral baglantilari arttiracak etkinlikler yapiyoruz" dendi mi icimizde bir sey kipirdamaya baslar. Kim dogru yapiyor? O mu, ben mi? Eksik mi yapiyorum, fazla mi yapiyorum? Güleyim mi, aglayayim mi? Anne-bebek bloglarinda süre giden gergin havanin sebebi kanimca budur. Mümkünse her firsatta bebislerden degil, tomurcuklardan bahsetmeyi tercih etmem de bundandir.
Icimde iki annenin sesi vardir denebilir. Aslinda sık sık eglenerek kendime itiraf ettigim gibi "ben bir internet annesiyim". Pek cok seyi kitaplardan, dergilerden ve internetten okuyarak ögrendim. Kafasina göre cocuk büyüten biri degilim. Harfi harfine kitaba uydugum cok konu vardir. Özellikle saglik söz konusu oldugunda... Icimdeki annelerin ikisi de sincap icin en iyisini ister. Biri kitaplara cok takilir, her okudugu kendi cocugunda da olsun ister, yöntemli gitmek ister, her öksürükten, her yerden alinip agiza atilan ekmekten nem kapar. Digeri annesinden duymus, "her cocuk bir degildir" der; anneannesinden bellemis "birseyin tek bir dogru yolu yoktur, olsa ona ulasamayanlara haksizlik olurdu" der; bazen olaylari dogal gidisatina birakmanin erdemine ve herseyden cok doganin gücüne inanir. Ikincinin sesi biraz daha cok cikar. Birincinin okudugu ve hemen inanmak istedigi seyleri ince ince irdeleyen; "ama olmaz, mantikli degil, binlerce yillik insanlik tarihinde cocuklar böyle büyümedi, bu tek dogru yol olamaz" diye itiraz eden odur. Ikisi bir orta yol bulmaya calisirlar genelde. Ve bilirler ki bulduklari yol ne o akimin, ne bu akimin annelik anlayisidir. Yazilan kitap ne birinin, ne digerinin annelik anlayisini yansitir. Hatta "Bizim Evde Böyle Yetisir Cocuk Dedigin" bile koyamazlar kitabin adini. Bilirler ki, bugün bu evde baska bir cocuk daha yetistirmek gerekse, onda kitap yeni bastan ve bambaska yazilmalidir. Bu olsa olsa sincaba özel yazilmis bir kitaptir.
Okurken de öyle okunmalidir.