"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Pazartesi, Mayıs 30, 2011

Karahindiba mektupları

photo by orangegelb345


Kendime

Bu da sana ders olsun. Üsenir misin Mart ayinda bahce markete gitmeye? Alir misin bu yilin topragini kösedeki "discount market"ten? Iste böyle börtü böcek sarar saksilarini. Alti yildan sonra nihayet saksida yetistirmeyi ger-cek-ten basardigin karahindibayi da onlara kurban edersin.

Tutumlu tarafindan da olsa (bkz. frugal gardening) bahcivanligin ilk kuralini bilmez misin? Saksidan tasarruf edebilirsin, alet edevattan tasarruf edebilirsin. Yeri gelince ektiginden, diktiginden tasarruf edebilirsin. Oyun parkindan topladigin haseki küpesi tohumlarini veya nehir kenarinda buldugun karahindiba kökünü ekersin örnegin saksiya. Ama topraktan asla... ama asla tasarruf e-de-mezsin!

Bu da sana ders olsun.

Zarif,  yasli hanima

Degerli hanimefendi,
Sizi gördüm. Ne kadar da zariftiniz. Gri, iri bukleli, derli toplu (belki peruk) saclariniz, yüzünüz, bluzunuz, dizalti eteginiz, bahcivan eldivenleriniz, dizlerinizin üstünde calismamak icin evden getirip üzerine oturdugunuz minik tabureniz. Ne kadar da zariftiniz.

Fakat ne yaptiginizi da gördüm. Dilim tutuldu, yüregim sıkıştı. Bahce duvarinizla kaldirim arasindaki yarim santimetrelik yariktan cikmis, cikmakla kalmayip benim ferah feza saksimdaki hemcinsine nispet edercesine cicek cicek acilmis karahindibalari söküyordunuz. Sökmek ne kelime, savasiyordunuz onlarla.  Elinizdeki beyaz sirke sisesini yariktan asagi boca ettiginizi de gördüm. Köklerinin hakkindan da böyle mi geliniyor? Ne kadar dogalsiniz! 

Degerli hanimefendi,
Dikkatinizi cekmek isterim ki, bahce duvarinin yanlis tarafindasiniz. Bahcenizi neye cevirdiginiz zerre kadar umrumda degil. Fakat o yarim santimetrelik yarigin bahcivani siz degilsiniz. O bahcivani yakindan tanirim; calismalarinin en hevesli takipcilerinden biriyim. Isine karismayiniz!

Degerli hanimefendi,
Sunu da söylemeden gecemeyecegim: Siz ölürsünüz, ben ölürüm, bu sehrin tüm sakinleri ölür. Karahindibalar ölmez. Bosuna ugrasiyorsunuz.

Bay Fulgum'a

Sevgili Bay Fulghum,
Sizi ne cok sevdigimi bilirsiniz. Insani gözyaslarina boğan düğünleri ve gülmekten yere yıkan cenaze törenlerini anlattiginizdan beridir hayraninizim. Fakat yasamimda bir diger önemli rolünüz daha var. Siz benim ilk karahindiba ögretmenimsiniz. Hatirlar misiniz, komsunuz Bay Washington'la (topragi bol olsun) bir diyalogunuzdan bahsetmistiniz? Bir keresinde bahce duvarinin öte tarafindan sizin tarafa uzanmis, elinde bir sprey sise ile karahindibalarinizi zehirlerken yakalamissiniz onu.

"Aldiracagini düsünmemistim" demis o.
 "Aldirmak mi? Aldirmak mi? Ciceklerimi öldürüyordun!" demissiniz siz.
"Ciceklerin mi? Onlar yabani ot" demis.
"Yabani ot insanlarin  istemedigi yerde yetisen otlara denir" demissiniz siz. "Bir baska deyisle sahibinin gözünde yabanidir. Ve benim acimdan bakilirsa karahindibalar yabani ot degil, cicek onlar!"

Karahindiba hangi bitkinin adidir bilmiyordum o yillarda. Ama bu diyalogu okur okumaz anlamistim hangisinden bahsettiginizi. Ve hakliydiniz tamamen: "Eger karahindibalar narin ve nadir bulunur bitkiler olsaydi, insanlar tanesine 14.95 dolar ödeyebilmek icin ne gerekiyorsa yapar, onlari seralarda yetistirir ve karahindiba dernekleri kurarlardi. Fakat iste her yerdeler, bize gereksinimleri yok ve canlari ne istiyorsa onu yapiyorlar. Iste o yüzden onlara yabani ot diyoruz ve her firsatta canlarina kiyiyoruz."

Fakat lafi ne kadar da uzattim Bay Fulghum. Bahcenizde bolca karahindiba oldugunu bildigim icin sunu söyleyecektim sadece: Kraut und Rüben dergisinin Aralik 2009 sayisinda okuduguma göre karahindiba kökleri de ayni hindibada oldugu gibi topraktan cikarilip karanlik bir yerde tekrar ekilebilir ve Chicoree benzeri bir sebze üretmekte kullanilabilirmis.

Saglicakla kalin.

Karahindibaya  

Sevgili karahindiba,
Sana fazla sözüm yok. Bildigin üzere uzun yillardir pencere kenarinda bir saksi icinde karahindiba yetistirmek hayalim var. Cicek acsin, hatta o ucuskan, tüylü tohum topuyla pencere kenarinda öyle süzüm süzüm süzülsün. Benimki de hayal iste. Sen ki günesin öz ve özgür cocugusun, pencere kenarinda isin ne? Sen ki beni durmadan sirtindan atan yabani bir at gibisin. Evcillesmeye itirazin var. Yine de ne güzel ögretmensin. "Cikmadik canda umut vardir" diye sesleniyorsun saksilarin icinden.

Karahindibacigim, diyecegim sadece su ki, sapsari alnindan sevgiyle öperim. Her nasilsan öyle kal.



Çarşamba, Mayıs 25, 2011

Bugünü hiç unutma.

Photo by Catherine V

Sabah evle okul arasindaki yol boyunca kac kez "hadi, cabuk", "hadi, önüne bak", "hadi, devam et", "hadi hizli" dedin? Okulda ayrilmak istemedi, aglayarak girdi sinifa. Acikca bir yanlislik vardi, acikca eksik kalan bir sey. Suçu yetismen gereken yerlere, "lanet olası dünyanın lanet olası düzenine" attın, oysa açıkca hatalıydın. Binadan çıkar çıkmaz önüne akçaağac tohumları çıkması tesadüf müydü? Bunlar bu yilin ilk tohumlari, simdiden çıkmışlar yolculuklarına. Yoluna çıkmaları bu yüzden miydi, yoksa yoluna çıkabilmek için mi erkenciydiler? Egilip al iclerinden birini, hep cebinde tasi. Kendine ve ihtiyac duyan herkese yasami bir akcaagac tohumu hafifliginde yasama becerisi dile. Dilemek yetmiyor sadece, üzerinde düsün. Nasil basariyor akcaagac tohumu kendini rüzgara sükunetle, telassiz birakabilmeyi? Nasil basariyor topraga bir kursun gibi hizla degil, süzülerek inmeyi? Senden daha iyi bildigi bir sey var, ödevlerini senden daha iyi yapiyor olmali. Ödevlerini daha iyi yap.

Bir dakika sonra binanin kösesinden dönüp pencereden iceri göz attiginda artik aglamiyordu. Coktan oyuna ve oyun arkadaslarina dalmisti. Yetismen gereken yere zamaninda varmak icinse hala biraz sansin vardi. Icin rahatlamadi yine de, rahatlamamali da. Kaçırılmış bir şey var. Ancak onun ve akçaağaç tohumunun  hızına ayak uydurabilseydin yakalayabilecegin bir sey.  Bugünü hiç unutma.

Cumartesi, Mayıs 21, 2011

Karisik mi anlattim? Oysa ne kadar basit...

Dünkü yazidan devam etmek gerekirse...

...sorun belki de devleti baba bilmemizde. Her sorunumuzda ona kosmak, elini her daim sirtimizda hissetmek isteyisimizde. Posta kutumuzdan cikan bir kitap tanitim brosüründen bir cümle düsündürdü bunu bana. Diyor ki " Her sorunda cözümü sadece pazarda ya da devlette aramaya karsiyim. Bundan baska yollar da var". Cümleyi kuran kisi Elinor Ostrom. 2009 Nobel Ekonomi ödülü sahibi. Brosüre bakilirsa "yereldeki insanlarin sorunlarin cözümüne güclü bir sekilde katilmasi, onlarin kendi kendilerini organize etme becerilerinin farkina varilmasi ve desteklenmesi"ni savunuyormus Ostrom. "Cünkü bu dünyanin ortak mallarina saygi ve sorumlulukla yaklasmanin ancak böyle mümkün olacagina inaniyormus.

Fakat bu benim Ostrom ile ilk karsilasmam degil. Bir iki ay öncesine ait e-postalarimi kontrol ediyorum ve buluyorum Ostrom ile ilk nasil tanistigimi. Bu tanisma sayesindedir ki, Duane Elgin'in Voluntary Simplicity'sinde sevgiye, topluma/topluluga (community), paylasim ve yardimlasmaya, esnek ve kücük organizasyonlara yapilan vurgu üzerine daha cok düsünüyorum bugünlerde. "Sermayeden yemek"ten "ölcek sorunu"na dek Schumacher'in anlattigi her sey daha bir anlamli geliyor. "Komsuluk ne güzel sey" lafini öylesine degil, üzerine düsünerek söylüyorum.

Okunasi kitaplar listeme aliyorum Ostrom'un kitaplarini. Bir kez daha saskinlikla herseyin bir zamani oldugunu ve herseyin birbirine sıkı dügümlerle bagli oldugunu görüyorum. Öyle olmasaydi  (ben simdi hazir olmasaydim) bir ay arayla iki ayri kaynak fisildamazdi bana onun adini ve "Toplumsal (ortak) mallarin idaresi" ( Governing the Commons) kavramini. Öyle olmasaydi (hersey birbirine bagli olmasaydi) gönüllü sadelik, kücülme, büyüme olmadan refah, "dissal olarak sade, icsel olarak zengin", ortak mallar, doga, yerellik, sürdürülebilirlik, ruhsal arinma, siyanürlü altin, enerji sorunu, aktivist sincap, siyanürlü altin madenciligine karsi direnen köyler, o köylerin kirlangiclari, balli babalari, badem agaclari, -akla gelen her ne varsa- eninde sonunda gelip bir yapbozun parcalari gibi oturmazdi birbirinin icine. Uyumla. Sadelikle.

Karisik mi anlattim? Oysa ne kadar basit...

Cuma, Mayıs 20, 2011

Bunlar insani zorla aktivist yaparlar!

Posta kutumuzdan bir adet "Atomkraft? Nein, Danke!" ("Atom enerjisi mi? hayir, tesekkürler!") cikartmasi cikti. Yapistiracak en uygun yeri düsünürken aklima sincabin bisikleti geldi. Hergün anaokuluna onunla gidip geliyor. Haftasonu da cogu kez yollarda. Dört duvar arasina yapistirmaktan iyidir dedim. Sincabi genc yasta atom karsiti aktivist yaptim.


-|-

Bu arada Almanya'da yasayanlara duyuru: Haziran ayinda federal hükümet atom enerjisi konusunda son kararini verecek. Bu yüzden 28 Mayis Cumartesi günü 20 büyük sehirde atom enerjisi karsiti gösteriler var. Atom enerjisi karsitlari ve cesitli cevre kuruluslarinin ortak organizasyonu. Yasadiginiz ya da erisebileceginiz sehirlerde var mi bakin, sesinizi duyurma sansini kacirmayin derim :

Berlin, Hamburg, Frankfurt am Main, Kiel, Bremen, Hannover, Göttingen, München, Fürth, Landshut, Mannheim, Freiburg, Ulm, Bonn, Münster, Essen, Mainz, Dresden, Magdeburg, Güstrow und Erfurt.

Sincap mi? O tabii ki gidecek...

Daha fazla bilgi icin :
http://anti-atom-demo.de/

5 yil önce sade yasamla ilgili bir tartisma grubunda aktif yazisirken politik tartismalardan rahatsizdim. Benim gibi, her konunun eninde sonunda politik gündeme paralel yorumlanmasina ve politikaya cekilmesine olumsuz bakan baskalari da vardi.  Bu dile getirildiginde, görüslerine genel olarak saygi duydugum birisi "Sade yasamak isteyenin apolitik olma sansi yoktur!" demisti. Bahsettigi elbette grupta sürüp giden sığ ve bağnaz politik tartismalar degildi. Simdi dedigi noktaya gelmeye basladigimi hissediyorum. Bir taraftan evde yogurt mayalama maceralarimi, diger taraftan ( nacizane) hükümetlerin enerji ve cevre politikalari hakkindaki fikirlerimi okuyacaksiniz mecburen. Ruh halim hic de uyumlu degil üstelik. Bergama köylülerinden birinin  kendilerini sahipsiz birakan devlet babayi kastederek "Bizim anamiz bu babayi bosayacak" dedigini okuyunca "Hay agzina saglik!" demekten geri duramiyorum nitekim. Sözkonusu ana doga/toprak ana midir, yoksa her daim hareketin ön safinda durmus (Bergamali köylü) kadinlar midir, bilmiyorum ama bosasin, hakkidir, bekledigi hata.

Perşembe, Mayıs 19, 2011

Büyüme olmadan refah

Üzerine düsünmelik: "Büyüme olmadan refah"  ya da Prosperity without Growth ya da Wohlstand ohne Wachstum (Bildigim bütün dillerde yazdim, cünkü önemli) 

1) Büyümek nedir?
2) Refah nedir?
3) Büyümeden refah icinde olmak mümkün müdür? Yoksa ekonomik büyüme refah icinde yasamanin ön sarti midir?

Okumalik: Prosperity without Growth : Economics for a Finite Planet, Tim Jackson

Izlemelik: Tim Jackson's economic reality check 

Not etmelik: "Insanin maddesi Gayri Safi Milli Hasila ile ölcülemez." (Kücük Güzeldir, E.F. Schumacher)

Çarşamba, Mayıs 18, 2011

Gercek yogurt, 100 puanlik uzman sorusu ve kefir peyniri

Dün mayaladigim yogurt tuttu!

Simdi detaylar:
Uzun zamandir organik süt ve organik yogurt da kullanmama ragmen bir türlü yogurt mayalamayi basaramadigim malum. Bir ara GDO'suz oldugunu ilan eden ve tadini Türk yogurtlarina benzettigim bir yogurtla denemistim. 4. nesilden sonra mayalanmamaya baslamisti.

Türkiye'deyken besicilikle ugrasan gercek uzmanlara rastlayinca, bana -mayalik olarak kullanmak üzere- gercek köy yogurdu vermelerini rica ettim. Cünkü sorunun süt ya da benim beceriksizligim disinda mayalik yogurttan kaynaklandigindan emin gibiydim. Fikrin asil annesi Münevver hanim; ona ne kadar tesekkür etsem az. 

Tasimasi kolay olsun diye süzülmüs ve özenle paketlenmis yogurdu Pazartesi sabahi teslim aldim. Kah sicak bir otobüs bagajinda, kah ucagin soguk bölmelerinde yaptigi yolculuktan sonra dün ilk denememi yaptim. Her zamanki gibi organik ama pastorize ve homojenize edilmis kutu sütü kullandim. Sütü büyüklerin anlattigi usulde, serce parmaginin dayanabilecegi kadar isittim. Bu arada sütün bir kase kadarini alip bir kac tatli kasigi süzme yogurtla karistirdim. Sütün ilikliginda cözünen yogurdun yüzeyinde beliren sarimsi yag damlaciklari mayalik yogurdumun "baska türlü"  oldugunu gösterdi hemen. Tam yagli ve homojenize edilmemis cig süte mayalanmisti cünkü. Karisimi hemen süte ekledim. Tencereyi güzelce sarip sarmalayip kisaca 50 derecede isittigim firinin icine koydum. Bu sirada ortam isisi 19 dereceydi.  Görüldügü üzere yogurdun tutmasi ve sert kivamda olmasi icin özel hicbir sey yapmadim. Hatta isisini ayarlamak icin bile uzun uzadiya ugrasmadim. 8 saat sonunda sabirsizlikla tencereyi actigimda mutlu sona erismistim :) Tadi öyle güzeldi ki, yogurt yemeyi görev olmaktan cikarip keyife ceviriyor. Simdi artik iyice eminim ki, gercek yogurdun püf noktasi ise yine gercek bir yogurtla baslamak.

Üzücü olan su ki, son bir iki yildir yaptigim tüm denemeler bana yedigimiz hic bir yogurdun gercek olmadigini göstermis oldu. Bütün diger gidalarda oldugu gibi yogurtlar da "mis gibi yapiyor" acikca.

Simdi en önemlisi su: Bu mayayi devam ettirmek mümkün olur mu? Yoksa o da bir kac nesil (yani bir kac mayalama ) sonrasi zayiflamaya mi baslar? Gercek yogurtlar öyle seyler yapmaz, biliyorum. Ama organik de olsa, kullandigim sütten emin degilim. Ayrica her zaman bir kac kasik mayalik yogurt saklama geregi var ki, bizim evin dalginlari coktur; bir kaza olabilir. Iste 100 puanlik uzmanlik sorusu da bu noktada geliyor akla: Elimde asil mayalik yogurttan hala bir miktar var. Bunu koruma altina almak ve herhangi bir kayip/kaza durumunda tekrar canlandirabilmek istiyorum. Aklima kefir mayasinda oldugu gibi buzlukta bekletmek geliyor. Bunu hic deneyen ya da konu hakkinda fikri olan var mi? Yogurt bakterileri ne kadar düsük isiya dayanabilir? Akliniza gelen baska bir cözüm var mi?

Ve son olarak kefir peyniri...
Tarifi cok zaman önce NTV'deki programinda ve FSD'da Defne Koryürek vermis; ben düzenli takip edemedigimden Dilek de ilgimi ceker diye bana göndermisti. Posta kutumun "bunu bir dene" klasöründe bekleyip durmaktaydi. Türkiye'ye giderken kefir mayalarimi 3 hafta boyunca dayanabilsinler diye 3 litre sütün icinde buzdolabina birakmistim. Geldigimizde bol miktarda kefir vardi. Ben de bir kismiyla kefir peynirini denemeye karar verdim. 1 litre süte 250 ml kefir eklenip düsük isida isitiliyor. Defne'nin deyisiyle "fokur fokur degil tikir tikir" kaynamali. Kisa bir süre sonra süt-kefir karisiminin kesildigini görüyoruz zaten. Hic karistirmadan altini kapatiyoruz. Yarim saat kadar daha sicak ocak üzerinde bekliyor. Sonra yine karistirmadan bir tülbent ya da müslin bez üzerinden süzüyoruz. Ben ilk süzmeden sonra bezi toparlayip mutfak dolabinin tutacagina baglayip sarkittim, altina da bir süzgec koydum. Gayet pratik oldu. 1 - 1,5 saat süzdürmek yeterli. Tadi güzel, elbette tuzlanmayacaksa hizla tüketilmesi gereken peynirlerden.  Süzülen degerli suyu atmiyoruz tabii. Corba, ekmek ve kimbilir daha neler yapiliyor onunla...

Salı, Mayıs 17, 2011

Döndük. Agaclari biraktigimizdan daha koyu yesil, bahari doygun ve olgunlasmis bulduk. Evdeki bitkiler cosmus. Cicekleri sulamasi icin anahtar biraktigim komsum, masanin üzerine beyaz menekseler birakmis armagan olarak, sincap icin de cikolata. Bir kartona da kocaman "evinize hosgeldiniz" yazmis. Komsuluk ne güzel sey.

Bugün bavullari bosalttim. Türkiye dönüslerini seviyorum. Her seye bir umutla yeniden baslamak güzel. Yogurdu uykuya, kendimi umutlara yatirdim örnegin az önce. Bakalim ne olacak kaynagi Türkiye olan yogurdum.

Türkiye'deki son haftamizda siyanürlü altin madenciligi üzerine bir kitap okudum ve harika kir cicekleri gördüm. Dünyanin bütün kir ciceklerini bloglamak ve okudugum kitabin icimde yarattigi derin öfkeyi bir yerlere bosaltmak istiyorum. Galiba bugünlerde daha cok bunlardan bahsedecegim. Zaman buldukca...

Pazartesi, Mayıs 09, 2011

Ne acı ki, bu ülkenin sermayeden yiyenleri de, geleceği siyanüre bulanmış köyleri  de pek çoktur; ruhumuz duymaz.

Pazar, Mayıs 08, 2011

Kandamlası ( Adonis aestivalis) ve sermayeden yemek...


Fotoğraf: boris_gass
 Adonis aestivalis. Kandamlası. Summer pheasant's-eye. Sommer-Adonisröschen.
Çocukluğumun özel çiçeklerinden biriydi. Ona rastlayınca kendimi şanslı hissederdim. Bugün resmi olarak tanıştık. Güney Avrupa ve güneybatı Asya'yı (Anadolu dahil) evi bilirmiş. Düğünçiçeğigillerdenmiş. Tanıdığım başka aile üyeleri gibi güneşin altında yağlı gibi parlayan çiçekleri vardı; tahmin etmeliydim. Tahıl tarlalarında sıkça rastlanırmış. Eski bir buğday tarlasında rastladım zaten.

Küçük Güzeldir'in arasında duruyor şimdi bir tanesi. Gelirle sermaye arasındaki farkı öğreniyor. "Senin o dersi uzun uzadıya çalışmana gerek yok. Buğday tarlalarına ev dikmek sermayeden yemek değil midir zaten?" dedim. Anladı.

Sordum; benimle gelirmiş başka diyarlara... Kimbilir, belki bir gün buluruz kardeşlerini de oralarda. Olmadı kuzenleriyle tanıştırırız.

Perşembe, Mayıs 05, 2011

Small is beautiful: Iyi bir baslangic

"Modern insan kendini doganin bir parcasi olarak degil, disaridan gelen ve dogayi fethedip ona egemen olan bir güc gibi görüyor. Hatta dogaya karsi bir mücadeleden bahsediyor ve bu noktada sunu unutuyor ki,  mücadeleyi kazanirsa yeri kaybedenlerin tarafinda olacaktir."

Alinti Schumacher'in ünlü kitabi Small Is Beautiful: Economics As If People Mattered 'dan. Okumaya yeni basladim ve sayfa 2'nin basinda bu cümleler... Daha önce okumus olsaydim, su yazinin giris cümleleri olurdu ve beni upuzun bir yazıdan kurtarırdı. Small Is Beautiful hep okumak istedigim kitapti; bir aksilik cikacak da tamamini bitiremeden kütüphaneye iade etmem gerekecek diye ödüm kopuyor. Gerçi biraz okudum; sanırım satın alacağım ve başucumda Walden'a kardeş olacak. Bakalim izleyen sayfalar neler getirecek... 

Güncelleme (06/05/2011): Small is Beautiful'un Türkçe çevirisini de buldum. Adı "Küçük Güzeldir: Önceliği İnsana Veren Bir Ekonomi Anlayışı". Varlık Yayınları, 2010. Aslında oldukça eski bir çevirinin yeni baskısı olduğunu söylediler. Buna rağmen her yerde bulunmuyor. Büyük kitapçılara ve sahaflara sormak gerek. 

Çarşamba, Mayıs 04, 2011

Geldim, gördüm

İzmir-Ankara hattından 10 günlük seyahat izlenimleri:

Gözledim:  Geçen yıl aynı gözlemde bulundugumda abartıyor muyum acaba demiştim. İçindeyken belki farkedilmez ama Türkiye'deki pek çok reklam, ürünün işlevinden çok tüketiciye sağladığı ayrıcalığa hitap ediyor. 'Kolaylık' değil, 'rahatlık' değil, 'sağlık' değil... Ayrıcalık... Hiç durmadan 'Bu ürünü kullanmak size ayrıcalık verir. Siz buna layıksınız, pek özelsiniz. Bu sizin hakkınız' mesajı. Dışarıdan bakınca çok tuhaf duruyor... Pıtrak gibi biten AVM'ler sayesinde ayrıcalığı yaşamakta hiçbir sorun yok, bir de onu gözledim. Sanki bir alışveriş girdabının içine düştüm. Etrafımda eli alışveriş torbalı insanlar dönüp duruyor. Gözümü kapatınca bile onları görüyorum. Seyrederken bile yoruldum.

Farkı farkettim: İzmir Kemeraltı'nda yıllar öncesinden de bildiğimiz 5-6 masalık küçücük bir esnaf lokantasına gittik. Artık kaybolmuş bir esnaflık anlayışının son örneklerinden biri. Bugünün esnaflık anlayışıyla arasındaki derin farkı  gözlemek ilginçti. Menüsünde sadece iki tür yemek, iki tür salata ve iki tür tatlı bulunduran küçücük lokantanın sahibi iki porsiyon salata sipariş edince bize "size bir tane yeter" dedi. Pazarlama politikası olsun diye değil, ruhen çocuk dostuydu. Sincaba uygun küçük çatal da, ayrılırken nazikçe yapılan "köfteleri sevdin mi delikanlı? Ama köfteleri yedin sadece, bir daha sefere ekmekleri de ye" uyarısı satış talimatnamesinde yazıldığından ezbere değil, içten geldiğinden yapılıyordu. "Sürekli büyüme" takıntısı yoktu; şube açmayı düşünmüyordu. Öğleden sonra döner bitince tezgah kapanıyor, bir tepsi tatlı bitince "bugünlük bitti" deniyordu. Ertesi gün "talep var, iki tepsi tatlı yapalım" denmiyordu. Mutfakta kullanılan herşey kaynağından ve güvenilirdi.  Bu blogda reklam yapmayı sevmem ama böyle esnaflar ve böyle esnaflık ayakta kalabilmeli. İlgilenene adını sanını veririm e-mail ile.

Gördüm: Yollara düştüm sonra. Seksenli yıllarda bir uydu fotoğrafında parladığı için, gerçek sahiplerine sorulmadan yabancı bir firmaya peşkeş çekilmiş bir dağ gördüm. Öz çocuklarına üvey bir devlet baba gördüm. Siyanüre bulanmış geleceklerinden endişeli köyler gördüm. Toprak, su ve geleceğe el koyan; karşılığını sözde yolla ve aqua park(!)la ödemeye kalkanlar gördüm. Her adım başı kendiliğinden biten 'payam'lar ve incirler gördüm. Bir yol ağzında, bir dut ağacının altında, bir çeşmenin başında dikildim. Gayet Anadolu'nun bağrıydı; hoşuma gitti. Çocukluğumdan bildiğim, kimiyle düşman dost olduğumuz (alerjim var çünkü onlara) otlar gördüm. Papatyaların, ballıbabaların, yerel deyişle ürünotlarının, adını bilmediğim çiçeklerin gözlerinin içine baktım. Onları da endişeli gördüm. Nedense hiç civanperçemi ve karahindiba görmedim ama İzmir'in göbeğinde hayatımda görmediğim irilikte, devasa sinir otları gördüm. Yerinden, halinden memnun biberiyeler, naneler ve (galiba) yabani mercanköşkler (Origanum vulgare) gördüm. Otobüsle giderken ağaçlarda ökseotları gördüm. Anlayacağınız gördüm de gördüm.
Denedim: İtibarları gayet yerinde ustalardan hamur açma dersi aldım. Crash course! :) Una bulandım. Öğretmenlerimi eğlendirdim, ben de eğlendim.

Müjdelendim: Mayalık olsun diye, alıp götürmek için,  kaynağından gerçek yoğurt sözü aldım. Taşıması kolay olsun diye süzüp verecekler bana. Bakalım uçak yolculuğunu atlatabilecek mi? Ve başarabilecek miyim gerçek yoğurtlar yapmayı? Mutluyum, umutluyum :)
  
Muhabiriniz Ankara'dan bildirdi. Simit çay eşliğinde dost sohbetlerinden fırsat bulursa daha da bildirir. Durun bakalım...

Salı, Mayıs 03, 2011

Bazi tehlikeler asikardir, bazilari degil...


Posteri ilk kez sincabin anaokulunda gördüm. Birinci fotografin üzerinde "Bazi tehlikeler asikardir" yaziyor. Ikincinin üzerinde ise "Bazilari degil."
Düsündürücü. Irkiltici.

Bayern Eyaleti'nin cocuklari bilgisayar oyunlari ve genel olarak medya tüketiminin olasi zararlarindan korumak icin hazirladigi bir web sayfasinin ve projenin tanitim posteri bu. Web sayfasi burasi

Cocuklarin bilgisayarda yaslarina uygun oyun aliskanliklari gelistirebilmeleri icin sitede anne-babalara  verilen 12 ipucu söyle:
  1. Ilgi gösterin.
  2. Cocugunuzla konusun.
  3. Birlikte oynayin.
  4. Bilgisayar kullanimi konusunda ortak kurallar belirleyin.
  5. Hangi yasta ne kadar süre oyuna izin verilecegine dikkat edin.  (4-6 yas arasi cok az süre ve mutlaka ebeveyn esliginde, 7-10 yas: 30-45 dk.arasi, 11-13 yas: 60 dk, 14 yasindan itibaren günlük maksimum süre yerine haftalik medya tüketimi süresi bütcesi verin) Her durumda siz teklif etmeyin, cocugunuzun kendiliginden ilgi gösterecegi yasa kadar bekleyin.
  6. Oyunun cocugunuzun yasina uygun olup olmadigina dikkat edin. (Internette bu türden degerlendirmeler ve yas sinirlari aciklayan siteler var)
  7. Kendiniz örnek olun. Kendi medya kullaniminizi sorgulayin ve cocugunuza iyi bir örnek sergileyin.
  8. Baska vakit gecirme alternatifleri sunun. Bilgisayar oyunlarina "cocuk bakicisi" görevi yüklemeyin.
  9. Bilgisayar oyunlarini ödül ya da (yoksun birakmayi) ceza araci olarak kullanmayin.
  10. Diger ebeveynler ile bilgi ve tecrübe alisverisinde bulunun.
  11. Cocugunuzun bilgisayar aliskanliklarindan rahatsiz oluyorsaniz harekete gecin. Rahatsiz olmanizi gerektiren 4 belirti: Ev ödevi gibi gündelik görevlerini ihmal etmesi, zaman duygusunu kaybetmesi, yasitlariyla tüm kontagini kaybetmesi, baska etkinliklere ilgisini kaybetmesi.
  12. Cocugunuzu internet üzerinden kisisel bilgiler paylasmamasi konusunda uyarin.