"Tek yol budur deriz; bilmez miyiz ki bir noktadan geçebilen doğrular kadar yol vardır."

(Thoreau)




Cuma, Haziran 29, 2012

Kelebekler icin

Kelebekleri sevenler...
Kelebek bahcesi olusturmak isteyenler...
Biyolojik cesitliligin korunmasina bireysel cabalariyla destek olmak isteyenler...

...icin kelebeklerin sevdigi, "kelebek ceker" cicekli bitkilerin listesi.

 Elbette bu türden bir liste benim yazacagim bitkilerden ibaret degil.  Bu liste, bu yil yaz basinda satin alip etrafa sactigim bir paket organik tohumun bilesiminde olan bazi otsu ve yabani bitkiler sadece. Fikir vermek icin...

Papaver rhoeas / Gelincik / Field (Red) Poppy / Klatschmohn

photo by lover_of_life

Onobrychis sp. / Korunga / Sainfoins / Esparsette

Photo by Stadtkatze
Bu bitkiyi cevremde görüp adini merak ediyordum. Hatta gecenlerde resmi bir is icin eyalet baskentine gittim. Bindigim tramvayin camindan bakarken raylarin iki yaninda ve aralarinda sinirotlari, civampercemleri ve tek tük karahindibalarin arasinda yer yer cayir adacaylari ve adinin korunga oldugunu simdi ögrendigim bu bitkiye rastladim. Harika bir görüntüydü. Büyük sehir  kosturmacasinin yordugu gözlerime ve ruhuma cok iyi gelmisti. Simdi anliyorum ki, kelebeklere de iyi gelmisler ve büyük olasilikla insan eliyle ekilmisler :)

Malva sp. / Ebegümeci / Mallow, Malva / Malve


Photo by dhobern

Nigella  sp. / Cörekotu  / Nigella, devil-in-a-bush/ Schwarzkümmel

Photo by markles55
Evdeki cörekotlari ne güne duruyor? Gidip cim bicilmeyen alanlara biraz da cörekotu serpeyim :)

Trifolium sp. / Yonca , Ücgül / Clover / Klee

Photo by jaamaa
Cayirlar zaten yoncasiz olmaz :)

Agrostemma githago / Karamuk / Corncockle/ Kornrade

Photo by dnnya17
Bu bitkiye Türkce'de karamuk dendigini bilmiyordum. Benim bildigim karamuk baskadir. Bu bitki, yani A.githago eskiden özellikle Avrupa'da  tarimsal alanlarda yaygin görülen bir yabani bitkiymis. Özellikle tahil tarlalarinda yetisip onlarin tohumlariyla birlikte hasat edilir; ayiklanmasi güc oldugundan onlarla beraber yayilirmis. Tarim tekniklerinin gelismesi sayesinde (?) kolayca ayiklanabilir oldugundan artik pek görülmüyor, hatta tükenme tehlikesiyle karsi karsiya. Buldugun yerde korumaya al :) Kelebekler askina :)  

Echinacea sp. /Ekinezya, Kirpiotu/  Echinacea / Sonnenhut

Photo by Maggi_94
Fotograf zaten herseyi anlatiyor :)

Reseda sp. / ? / Mignonette/ Reseda, Resede, Wau

Photo by Dandelion and Burdock
Bu bitkiyi burada, nehir kenarinda sürekli görür ve cocuklugumdan da animsarim. Soluk sari cicekleri pek bir sey anlatmaz, pek dikkat cekmez. Ben yine de bana anlatacak bir hikayesi oldugunu biliyordum. Kelebeklerin sevgilisi olmasi hikayelerinden sadece biri, eminim :) Bundan sonra her gördügümde ona göz kirpacagim :)



Leonurus cardiaca / Aslanotu, aslankuyrugu / /Motherwort / Herzgespann

Photo by AnneTanne

Zaman zaman rastladigim bir baska bitki daha...


Scabiosa sp. / ? / Scabiosa, Pincushion /Skabiose

Photo by  HermannFalkner/sokol
Cok yeni ögrendik Scabiosa oldugunu :)

Anethum graveolens / Dereotu / Dill / Dill

photo by john.hayes


Tohum paketinden ögrendigime göre bu tohumlari Mayis-Haziran'da ekiyoruz. Ekiyoruz derken, ince ince ugrasmaya gerek yok, saga sola saçmamız yeterli. Eger bize ait, bos bir alansa üzerine bir iki cm. toprak örtmek iyi olabilir. Temmuz-Eylül arasi cicek aciyorlar. Balkonda uzun, genisce saksilara ekmek de mümkün. Hem balkonlar biraz senlenip, renkleniyor, hem kelebekler sehirlerde bile bayram ediyor :) Saksida cicek acarlar mi diye merak etme; örnegin benim 7-8 cm. capinda bir saksiya ektigim dereotu haftalardir cicek aciyor. Kelebekler degil ama bir sincap onlari habire yiyor :D

Çarşamba, Haziran 27, 2012

Pembe


2010 yazinda cektigim fotograflara bakiyordum. Bu fotografa denk gelince gülümsedim. Bir yürüyüs sirasinda oglumla bir banka oturmus, kücük bir piknik yapmistik. Bu cicek bankin araliklarindan yukari dogru basini uzatmis, ben de ilk kez gördügüm icin merakla ona bakmistim.

Bakismistik.
Tanismistik :)
Ben de bir fotografini cekmistim.

Tam türle ilgili süphelerim  olsa da, ailesini az cok tahmin ediyorum.
Altina yüzde yüz emin olarak yazacagim bir Latince ad yok.
Türkce bitki adlariyla basim zaten belada :)

Diyorum ki, bu isi bir bilmeceye cevirelim.
Isteyen tahminde bulunsun.
Bilen adini söylesin.
Gören "gördüm, gürdüm, adini bilmiyorsam da biliyorum ben bu bitkiyi" desin, hatta nerede gördügünü söylesin.
Fikri olan Türkce'de bitki adlarina dair bildigi, güvendigi kitaplari, kaynaklari paylassin bizimle.
Isteyen de bu cicegin kendisinde yarattigi duygu ya da izlenimi yazsin, bakalim Almanca'daki adiyla örtüsecek mi?
Bu bank-altinda-ikamet-eder arkadas da böylece hikayemizde bir yer edinsin :)

Salı, Haziran 26, 2012

Hardal ve iki kuruş

Bilirsin benim pek gündemle, güncelle ilgim olmuyor. Nanelerden ve mürdümüklerden bahsediyorum daha cok.
Fakat Almanca'da bir deyim var: "seinen Senf dazugeben". Birebir cevirince "hardalini eklemek" gibi komik bir anlami var. Ama deyim olarak anlami "Gerci cok degerli sayilmaz; ama ben de nacizane fikrimi söylemek isterim"  gibi bir seydir. Ingilizce'deki  "to add one's two cents" deyimine karsilik gelir.

Izninle, ben de hardalimi katmak ve su iki kurusumu da suraciga birakmak istiyorum arkadas.
Yaşam aslinda cok basit. Fakat insanlar degil.
Nasil ki, ekonomik kriz biri birine anayasa firlatti diye cikmadiysa,
1. Dünya Savasi da bi Sirp bi veliahti öldürdü diye cikmadi.
Ve 1984 bütün liselerde ders kitabi olarak okutulmali.

Bu kadar.

Simdi ben gidip cilek receli yapacagim.
Herhalde senin de vardir kendine göre bir isin gücün.

Sen naneni ek.

Evde ot yetistirme konusunu ilk okumaya basladigimda nane hakkinda söyle bir seyler okudugumu animsiyorum: "Nane yetistirmek cok kolaydir.Insan nane yetistirirken yanlis yapamaz. Ne kadar yanlis yaparsaniz yapin, yetisir."

Ben nedense yetistiremedim. Ille bir aksilik, bir beceriksizlik geldi buldu beni.
Ya köklendirecek dogru dürüst bir dal bulamadim,
ya buldugumu köklendiremedim,
ya tam köklendirdigim dali ekecekken sincap bardagi devirdi, kökler kirildi,
ya ektim, üc güne varmadan yaprak bitleri sardi etrafini, ben gec farkettim, sonra nasil kurtaracagimi bilemedim :)

"Zor diyorlar ya, bari sunu bir de tohumundan yetistirmeyi deneyeyim" dedim; aradim taradim nane tohumu satilan bir yer bulamadim :)

Bu yil bildigin üzere ilkbaharda buldum o aranan tohumu ve ektim :) Ve cimlendi :)
Benim ektigim Peppermint'ti. Gerci ben daha cok Spearmint severim. Ama kirk yilda bir tohumunu bulmusken , müskülpesentlik edecek degildim.
Derken posta kutuma köklenmis bir nane dali düstü :) Diktim, tuttu :) Elbette Spearmint'ti :)
Yaprak bitleri tabii ki geldi buldu naneyi. Ben kovdum, gitti :)
Sincap gelip gidip bakti bitkilere. Hatta ben sularken arada birer yaprak isteyip tatlarina bakti. En cok dereotunu sevdi :) Ama hic kaza olmadi :)

Nanede seytanin bacagini kirdim :) Bir ararken iki tür nane sahibi oldum :)
Ne yalan söyleyeyim tohumdan yetistirirken de cok zorlanmadim. Nane sabir ögretmeniymis, ögrenmis oldum :)

Tanistirayim;
Bu benim tohumdan yetistirdigim Peppermint:


Bu da tutturmayi basardigim Spearmint:


Böyle durduguna bakma, kimbilir kac salataya, caciga, yemege girdi. Ben üstten aldikca, o sagdan soldan büyümeye devam ediyor :)

Bu son söyledigim pencere kenarinda büyüyüp giden bütün otlar icin gecerli. Insan boylarina poslarina bakip, bir iki kullanimda biteceklerini saniyor bazen. "Olsun" diyor, "bir iki kez olsun kendi elimizin yetistirdigini yemis oluruz". Ama öyle olmuyor :) Saksilar göründügünden daha büyük, otlar göründügünden daha gürbüz. Cekirdek ailemizin pek cok yemegini, kahvaltisini senlendiriyor.

Endiseye mahal yok.
Sen naneni ek. O yetisir.
Ve dünya göründügünden cok daha zengin, bolluk hüküm sürüyor.

Pazartesi, Haziran 25, 2012

Çayır mürdümüğü, hayran olunası başka mekanizmalar, yolda oynanan oyunlar

Dün sincapla gec saatte bir yürüyüse ciktik.

Sincap bu tür yürüyüslerde genelde ya kovalamaca ya da saklambac oynamak ister; biz de ona uyariz. Dün yorgundum, ikisini de canim istemedi.  Bu aralar nehir kenarinda bin türlü bitki koyun koyuna yetismekte ve  insan dikkatle bakinca bir sürü kesifler yapiyor. Aklim bitkilerde oldugu icin ona dedim ki; "Gel, daha önce hic oynamadigimiz bir oyun oynayalim".

Almanya'da adi  "Ich sehe was du nicht siehst, und das ist..." olan bir oyun var. Türkce'si "Senin görmedigin bir seyi görüyorum ve bu..." . Sanirim her kültürde vardir bu oyunun bir benzeri. Özellikle yolda giderken oynanir. Biri cevrede gördügü bir seyi rengi ya da sekliyle tarif eder. Digeri de onu bulmaya calisir. Biz bu oyunu genellikle Wimmelbuch'lara (ince ince cizilmis yüzlerce detayin oldugu resimli cocuk kitaplari) bakarken oynariz. Ilk kez yollarda, doga icinde oynadik.

Ben hep ciceklerden sectim bilmecemi. "Senin görmedigin bir sey görüyorum ve bu beyaz" , "..ve bu pembe" dedim hep. Sincap buldugunda da "evet, dogru, civanpercemi, degil mi?" diye adini söyledim bitkilerin. Bir tasla , iki kus :)

Kendime bilmece edecegim bir bitki ararken öbek öbek birbirine karismis bitkilerin arasinda bir sey dikkatimi cekti. Bu aralar Lathyrus'lar cicek acma  döneminde. Bazilari hatta yavas yavas tohuma döndü bile. Bu yüzden algim onlara gayet acik. Lathyrus türlerinin cevrelerindeki diger bitkilere ya da nesnelere tutunmak icin kullandiklari , -üzüm asmasinda oldugu gibi- kivrilan uzantilari var. Iste ot öbeklerinin arasinda bir an onlardan görünce durup dikkatle incelemeye basladim. Yapraklari da orada bir Lathyrus oldugunu söylüyordu bana. Ama asina oldugum mor-pembe cicekler yerine sari cicekler vardi :) Iyice inceledim ve ilk kez sari cicekli bir Lathyrus gördügümü farkettim.

Photo by Carl Bullock
"Ama gercekten var mi sari cicekli bir Lathyrus?" diye merak ederek geldim eve. Hemen baktim; evet varmis :) Lathyrus pratensis. Baska sari cicekli Lathyrus'lar da var. Ama benim gördügüm buydu. Internette Lathyrus türlerine Türkce "Burçak" dendigini okudum. Ama "Mürdümük" de deniyormus. Eger dogruysa, bunun adi da "Çayır burçağı" ya da " Çayır mürdümügü" olmali. Bilmiyorum, ne derece dogru. Biz simdilik bunlardan birini kullanmaya devam edelim.

Çayır mürdümügünün  (ve dolayisiyla bütün Lathyrus türlerinin) cicekleri de , ayni cayir adacayinda oldugu gibi acilir kapanir mekanizmaliymis. Sadece büyük arilar ve Bombus'lar acabilirmis kapisini :)

Yeri gelmisken, Lathyrus türlerinin tohumlarini etrafa yayma mekanizmalari da ilginctir. Kendileri Baklagiller ailesinin bir alt cinsini olusturduklarindan, tohumlarini bakla benzeri kapsüllerde büyütürler. Tohumlar yeterince olgunlastiginda, hava cok sicaksa ya da birileri gelip gecerken carpmissa, kapsül kendiliginden acilir. Ama öyle efendi efendi acilmaz. Helezoni bir hareket yaparak acilir. Bu hareket icerdeki tohumlarin ivmelenerek dört bir yana hizla sacilmasina yol acar.  Doğa şansa inanmaz, işini sağlama alır :) Hatta rivayet odur ki, bazilari burada kapsülünden bir firladi mi, nehrin öte tarafindaki sahalari, bazilari da komsu ülkeleri bulurmus :) Sincapla yazin sicak günlerinde yürürken, komsu bahcelerden disari sarkmis mürdümük tohumlarina elimizle "tik..tik" vurmayi, tohumlar etrafa saçılınca da "a..ha..ha..haa" diye kahkalar atmayi severiz. Bilmem ki, şu cocukları çayıra salmak varken, ne diye eve tıkıp legolara boğarız?" :) 

Lathyrus'um, mürdümüğüm, burçağım,
Her adınla, her şeklinle, her renginle güzelsin.
Seviyorum seni be! :)

Cuma, Haziran 22, 2012

Tanıştırayım: Kırmızı Kantaron

2010 yazindan, fotograf makinesinin henüz bozulmadigi günlerden...
Kirmizi kantaron / Bin Gulden otu

Dün okula gitmeyen sincapla bir yürüyüs yaptik nehir kiyisinda. 2010 yazinda tanistigim özel bir bitkiyle karsilastim uzun aradan sonra. Bir Centaurium türü. Büyük olasilikla Centaurium erythraea. Cok hos, minik pembe cicekleri var.

Almanca'da bu bitkiye "Tausendgüldenkraut" (Bin gulden otu) deniyor. Bitkinin Latince adi Centaurium, Yunan mitolojisinde bitkiler hakkinda bilgili ve tibbi kesfeden varlik oldugu söylenen, yari at-yari insan  Sentor Chiron'dan geliyormus. Sifali özellikleri sebebiyle cok degerli görüldügünden, Bati dillerine (en azindan Almanca'ya) önce 100 altin (cent = yüz, aurum= altin) olarak cevrilmis. Zamanla da devrin gecer akcesine uygun olarak "1000 gulden" denir olmus.

Sifasi daha cok sindirimi düzenlemek ve istah acmakla ilgiliymis. Bugün bile bu amacla kullaniliyormus. Ama öyle yol kenarinda buldugun bitkiden cay yapmaca yok. Özel infüzyonlar hazirlaniyormus bilenlerince. Sifali etkileri konusunda bilgilenmek istersen buraya ugra.

Bitkinin Türkce adi cesitli kaynaklarda "Kirmizi Kantaron" diye geciyor. Önce pek bir ilgi kuramamistim. Sonra Yunanca'dan, Latince'ye gecen adinin Türkce'de bir sekilde "Kantaron"lasmis olabilecegini farkettim.
Bildigin üzere Hypericum perforatum "sari kantaron"dur. Peygamber cicegine ise (Centaurea  cyanus) "mavi kantaron" dendigi de olur.   Ücü de birbirine benzemeyen ve birbirinden farkli ailelerden üc sifali ottur. Peygamber cicegine neden "kantaron" dendigi yine Latince adinda gizli sanirim. Ona bu adi veren de rivayete göre  Hipokrat'mis. Hepimizin  en bildigi kantaron olan "sari kantaron"un adinin nereden geldigine dair bir bilgiye ise rastlayamadim. Kendimce kurdugum bazi baglantilar var ama dogrulayamadigim icin yazmamayi tercih ediyorum.

Bu arada eczanelerde  ve aktarlarda cesitli sifali özellikleri sebebiyle satilan kirrmizi renkli kantaron yagi, kirmizi kantarondan degil, sari kantarondan elde edilir. Herhangi bir tasiyici yagda bekletilen sari kantaron yaga sifali özellikleriyle beraber bu kirmizi rengi de birakir :)

Bu kadar "kantaron bilmecesi"nden sonra gelelim kirmizi kantaronun bendeki hikayesine...
Cünkü bilirsin, her bitkinin bir "kendi" hikayesi, bir de "ben"deki hikayesi vardir.
Bin altin degerindeki kirmizi kantaron dün bana dedi ki;
"Söz gümüsse, sükut altindir. Sus. Ille de bir sey anlatmak istiyorsan bugüne dair, beni yaz."

Söz dinliyorum, cok eglenceli bir yazi dizisini cöpe atiyorum ve coskumu icime bastirip susuyorum ben de.
Tanistirayim: Kırmızı kantaron.

Şaşkın gerilla bahçıvan

Kendi kendime not:
Bir daha sefere gerilla bahçıvanlık yapacak oldugunda, bi zahmet tohumları çim biçilmeyen alanlara serpmeyi unutma!
Nehir kenarinda bu yıl kelebekler icin tohum serptiğin bütün o yerlerde çimler biçiliyor.
Daha önce farketmemiştin tabii, bazen ne kadar şaşkın oluyorsun, var ya!

Salı, Haziran 19, 2012

Bir Vitis türü / Beyaz üzüm


Photo by rkramer62


Latince:  Vitis sp.
İngilizce: White grape
Türkçe: Beyaz üzüm

Epey süpheci aramama ragmen Walden'da adi gecen beyaz üzümün bildigimiz beyaz üzümden farkli bir sey olabilecegine dair bir bilgiye rastlayamadim. "Concord'da üzüm yetisir miydi peki ama?" diye yönelttigim son skeptik soruya, Google Concord üzümüyle yanit verdi. Ilk kez Concord'lu bir üzüm üreticisi tarafindan üretilmis.1854'de, yani tam da Walden'in yayinlandigi yil ticari bir tür olarak piyasaya sürülmüs. Kirmizi bir  üzüm türüymüs. Kirmizisi yetisir de, beyazi yetismez mi?

Eh, ben de yazinin tepesine üzerinde su damlalariyla serinletici bir beyaz üzüm fotografi koydum gitti öyleyse :)

Viola sp. / Sarı menekşe


Photo by Manual Crank


Latince: Viola sp.
İngilizce: Yellow violet
Türkçe: Sarı menekşe

"Sari menekse" gibi isimlerin sadece Türkce'de degil, Ingilizce'de de yaygin olarak pek cok bitkiye verilebilecegini düsünerek biraz süpheyle basladim aramaya.  Yine de Thoreau'un doga bilimlerinde hic de hafife alinmayacak türden bir uzmanligi oldugundan yola cikarak, "sari menekse"yi herhangi bir bitki icin degil bir Viola türü icin kullandigini tahmin ediyordum. Nitekim aramalarim beni cogunlukla Kuzey Amerika'da yetisen bir kac Viola türünden birine götürdü:

1) Viola pubescens / Downy yellow violet / Tüylü sari menekse.
2) Viola lobata / Yellow wood violet, Pine violet
3) Viola biflora /Yellow wood violet , Twoflower violet : Kuzey Amerika'nin batisinda rastlanmakla birlikte daha cok Eski Dünya'da görülen bir türmüs.

Kuzey Amerika'da yasiyor olsaydim, belki bu cicek isminin günlük yasamda yaygin kullanilis seklinden hangisinin kastedildigini cikarabilirdim. Internet aramalarindan bir sonuca varamiyorum. Thoreau'un da ormanda yürürken sari renkli bir menekse gördügünde, bütün botanik bilgisine ragmen "Ah bir Viola tumbaratimba!" demeyip, "Ah! bir sari menekse..." dediginden ve durup bir an anin tadini cikardigindan, sonra da yoluna gittiginden emin gibiyim :)

Menekse bizlerin evine hercai ve kültürlü haliyle konuk olsa da, aslinda böyle yabani, ormanda yetisen bir bitki. Bir de Afrikali olani var, o baska bir hikaye (Saintpaulia sp). Genellikle kültürlüsünden tanidigim her bitkide oldugu gibi, Viola türlerinin yabanileriyle tanismaktan da mutluluk duyuyorum.

Bu arada kültürlülerinin üretildigi asil tür, Viola tricolor üzerine bir not. Bitkilere ezoterik bir bakis acisina göre, bitkilerin dis görünüsünden bazi ic özelliklerine, örnegin nelere iyi geldiklerine dair cikarimlarda bulunmak mümkündür. Buna göre insan sadece hayal gücünü biraz serbest birakir, biraz önyargisiz bakmaya baslarsa bitkiler birseyler anlatmaya baslar. Lokman Hekim'in cok sevdigim hikayesinde de, Lokman Hekim'in basina böyle bir sey geldigini hayal etmeyi severim :) Her neyse, günlerden bir gün anaokulu yolu üzerindeki bahcelerden birine bakarken sincap birden "Ben bu cicekten korktum!" dedi bir hercai menekseyi göstererek. "Neden korktun?" diye sordum. "Bir insana benziyor cünkü" dedi. O güne dek hercai meneksenin oldukca gizemli bir hali oldugunu düsünmüs olsam da, bundan sincaba hic bahsetmemis, bana gizemli gelen tarafinin da  bir yüze benzeyisi oldugunu hic farketmemistim. Bir cocugun kendi haline birakildiginda sinirsiz hayal gücü ve önyargisiz bakisiyla bitkileri bizden daha iyi okuyabileceginin örnegidir benim icin. Bazen keske bitkileri ben sincaba anlatmasam, o bana anlatsa diyorum. 

Menekseler üzerine yapacagim gevezelikler simdilik bu kadar :)

Pazartesi, Haziran 18, 2012

Fraxinus nigra / Kara disbudak

photo by homeredwardprice


Latince: Fraxinus nigra
Ingilizce: Black ash
Türkce: Kara disbudak

Kuzey Amerika'ya özgü bir disbudak türü.
Üzgünüm, ceviride yine sorun var. Bu agac da ceviride "alic" diye gecmis ??

Güncelleme (19.06.2012): Dün siradaki bitkiyi arastirirken farkettim. Walden'in bir ilk versiyonu varmis. Ve bu ilk versiyonda "black ash" yerine "cornel"i saymis Thoreau. "Cornel" gerci benim bildigim kizilciktir. Ayrica  bizim bildigimiz anlamda kizilcik Avrupa'ya özgü bir bitkidir.   Ya da Thoreau bizim bildigimiz kizilcigi degil, bir baska Cornus türünü kastediyordur.  Her durumda alic olarak cevirilmeye disbudak agacindan daha müsait :)  Icimi sevince bogan botanik bilmeceler...    Sonuc olarak Türkce cevirinin bu ilk versiyondan yapilmis oldugunu düsünmeye basladim. Walden'in bilmedigim bir versiyonu... Icimi sevince bogan edebiyat bilmeceleri :)    

Kurutulmus bitkiler defteri

Ormandan alip kuruttugum Cezayir meneksesi
Kötü bir fotograf ama seviyorum.


Bugünlerde yeni bir yaprak defteri hazirliyorum.
Bu seferki yaprak baskisi degil, kurutulmus gercek yapraklardan olusuyor.
Bir tür amatör herbarium olacak sonucta.
Bugüne dek yaptiklarimin en genis caplisi olmasina karar verdim.
Arasinda yaprak kuruttugum bütün kitaplari, telefon rehberlerini ve dergileri ortaya cikarttim.
Hazinemdeki :) bütün yapraklardan ve bütün kurutulmus kir ciceklerinden birer örnek aldim.
Bazilari elimdeki tek örnek. Cömert doga ananin  bana onlardan yine vereceginden eminim.

Persembe günü oturup bu is icin satin aldigim cizgili deftere yapistirmaya basladim.
Aslinda sincapla beraber yapmak istemistim.
Fakat o pek istek göstermedi; ben de zorlamadim.
Zaten sonra farkettim ki gayet ince ve dikkatle calisilmasi gereken bir is. Bazi yerlerde incecik bir yapistirici tabakasiyle ve kürdanla calisiyorum.
Sincapla artik kendi herbaryumunu yapariz bir ara :)

Yapraklari ve kir ciceklerini yapistirma isi bitince her birinin arkasina Türkce ve Latince adlarini yazacagim.
Her birinde aklima gelen kücük notlar da var; onlari ekleyecegim. Özellikle kursun kalemle yaziyorum bunlari, sayfanin önünden görünmesin diye. Böylece ayni zamanda kücük bir bilmeceye dönüsüyor her sayfa. Önde soru, arkada yanit :)

Calisirken bir yandan müzik dinledim. Bazen Sting, bazen Beirut, bazen eskilerden Black... Öyle seyler iste.

Yapraklari secip yapistirirken nasil huzur buldugumu, nasil mutlulukla calistigimi anlatamam. Bir tür tazelenme.

Gecen gün insan olmak üzerine yeni bir iki sey ögrendim.
Insan olmak durdugu yerden ileriye bakip umut duyabilmekmis.
Insan olmak, -cocuklarin kimse ögretmeden duyma becerisinde oldugu- o sebepsiz mutluluk ve huzur duygusunu icinde duyma ve bunun farkinda olma ve bu duyguyu koruyup yasatabilme becerisiymis.

Defteri hazirlarken sebepsiz yere mutluluk ve umut doluydum. Ve bunun farkindaydim.

Günlerden bir gün, herseyin kötü bir rüyadaki gibi aksi gittigi bir gün, kulagima "Sen degisirsen dünya degisir" diye fisildamistin; ben de anlamadan inanmistim dedigine. Gecen zamanda insan olmak üzerine ne cok sey ögrendim. Sadece sincap büyümedi, ben de büyüdüm.

Cuma, Haziran 15, 2012

Bazen ictigim caylar benimle konusur

Bazen ictigim caylar benimle konusur.
Bazen söyledikleri tam da o siralar aklima takilan bir seydir.
Sanki ben bir sey sormusum, cayim da sagduyu dolu bir yanit vermis gibi.
Yani kulaga komik geliyor, farkindayim; ama ciddiyim :)

Bi gün sunu söyledi bana: "Birak herkes senden daha iyi olsun."
Gülümsedim.
Bu otuz yildan fazla zamandir önümde acik duran ders kitabidir.
Döner döner bastan okurum.

Cayimin bana söyledigini duyunca dönüp arkama bakmadim.
Onca okumaya ragmen ancak bir arpa boyu yol gittigimi biliyordum.
Bu dersin kitabi daha cok durur önümde, biliyordum.

Çarşamba, Haziran 13, 2012

Bi kahve yapayim mi?

Dünyanin bilinen en uzun ömürlü ampulü Kaliforniya, Livermore'da bir itfaiye istasyonunda asiliymis. 1901 yilinda isik vermeye baslamis. Tasinma vb. sebeplerle gecici olarak devre disi kaldigi süreleri saymazsak tam 111 yildir araliksiz ve sorunsuz calisiyormus!  Bu özel ampul icin özel bir web sitesi hazirlanmis. Bir web kamerasi internet üzerinden 30 saniyelik araliklarla ampulün bir görüntüsünü internete yolluyormus. Izlemek istersen burada. Internet üzerindeki yayina baslandigindan bu yana bir kac kez ara verilmesi gerekmis. Cünkü tam 111 bir yildir calismakta olan ampulü filme alan web kameralari iki kez bozulmus ve degistirilmeleri gerekmis :)

Sebebini merak ediyor musun?
Icinde yasadigimiz dünyadaki tuhafligin farkinda misin?
Neden cocuklugunun televizyonu 20-30 yil calismisken, kendi evine aldigin televizyonu 10 yil sonra degistirmen gerektigi üzerine düsünüyor musun?
Ögrenmek /animsamak ister misin?

Su kisa trailer'i izle.
Ardindan da Story of Electronics'i.
Planned obsolescense (Planli eskime) ile tanis.

Uyandin mi? Yoksa hala biraz uykulu musun?
Bi kahve yapayim mi? ;)

Salı, Haziran 12, 2012

Çayır adaçayı, hayran olunası mekanizma ve aşkla öğrenilen ölü dil

Photo by naturalengland
Pazar günü büyük parktan dönerken yapraklarini tekrar dikkatle inceledim. Gercekten de çayır adaçayıymış :)
Meraklisi icin diger adlari Salvia pratensis / Meadow sage / Wiesensalbei. Ballibabagillerden.

Doga kilavuzunda anlatildigina göre yapraklari parmak arasinda ezildiginde hafifce aromatik bir koku salarmis. Ben denedim, keskin bir ot kokusu disinda bir koku farketmedim. Adacayi gibi kokmuyor yani :)

Cayirda görüp "Himm, pek güzelmis" diyerek yanindan gectigimiz her bitkinin insani saskinliga bogan en az bir hikayesi vardir. Ben o hikayelerin müptelasiyim. Tanistigim her yeni bitkiye hikayesini sorarim. O da anlatir :)

Cayir adacayinin da var öyle bir hikayesi. Ciceklerinin tozlanmayi kolaylastiran özel bir yapisi var. Mekanizma söyle isliyor: Görüldügü gibi adacayinin cicegi örnegin papatyada oldugu gibi acik, erisilmesi kolay bir tabla seklinde degil. Iceri dogru derinlesiyor.  Ari cicegin icindeki nektari toplamak icin egilip basini iyice cicegin icine dogru sokuyor. Cicegin iki stameni (cicekte erkek organ) giris yolunun hemen üzerinde, disari dogru iyice uzanmis durumda. Ari cicegin icine dogru uzanirken, agirligi cicegin asagi dogru egilip katlanmasina sebep oluyor. Sirti otomatik olarak stamenlere degiyor ve polene bulaniyor. Bir sonraki cicekte debelenirken polenleri onun disi organina bulastiriyor. Bu katlama mekanizmasi özellikle bombus arilari (bambul ya da yabanarisi da deniyor sanirim, Türkce'deki tam adi benim icin bir muamma) tarafindan tetiklenirmis. Bombus arilarini sevelim, koruyalim; sincabin da bildigi gibi onlardan korkmayalim :))

Asagidaki fotograf bir balarisini sözkonusu pozisyonda gösteriyor :)

Photo by fotoapi
Bu arada neden Geranium pratense'dir fakat Salvia pratensis'tir hic düsündün mü? Benim kendimce bir fikrim var. Insan kolunu botanige kaptirmaya görsün, askla Latince bile ögrenebilir :))

Pazartesi, Haziran 11, 2012

Tiz tarihe gecile...

photo by variationen

Filbahrileri kokluyorum gözlerim kapali...

Bugünlerde çiçek açan...

Bu ay ben ellerimle - Haziran 2012



"Bu ay ne yapsam?" diye düsünüp fikir arayanlar icin islevsel ve basit bir fikir bugün bir ara burada...:


Mutfakta erzak saklamak icin kullanmak üzere bez torbalar...
Herkes yapabilir...
Bulabildigin en dogal kumasi al, cesitli büyüklüklerde torba seklinde katla kes, bildigin en sıkı dikisle dik.
Yıka yıka kullan...
Plastikten bir adim daha uzaklas...

Cuma, Haziran 08, 2012

Quark ve keciboynuzu (harnup) dondurmasi

Son günlerdeki dondurma yazismalarinin bende yarattigi ilhamlarla bir dondurma denedim dün. Dondurmada yeni bir boyut kesfettim galiba :) "Süzme yogurt" cagrisimi icin BendenveBizden'e tesekkürler.

Önce biraz quark'tan bahsedeyim. Almanya'da yaygin kullanilan bir süt ürünü. Degisik yag seviyelerinde (%0-%50 arasi) hazir satiliyor. Ünlü käsekuchen/cheese cake/ peynir pastası yapilirken de kullanilir. Benim cok deneyip memnun kaldigim bir peynir pastası tarifi icin buraya. Quark'in Türk mutfagindaki tam karsiliginin ne oldugu konusu biraz karisik sanirim. Pek cok yerde evde quark ve evde lor yapimi tarifleri gördüm. Ikisi ayni. Dolayisiyla quark ve lor birbirine yakin seyler denebilir. Öte yandan biraz arastirinca, quark'in geleneksel üretiminde  sütün önce süt asidi bakterileri eklenerek "ekşitildigi"(yani bizim anladigimiz anlamda yogurt gibi bir sey yapildigi), ondan sonra da ince gözenekli bir bez ya da süzgecten süzülerek kati kisminin kullanildigi yaziyor. Almanca Wikipedia'ya göre Orta Avrupa'nin cesitli ülkelerinde bu islem degisik varyasyonlarla yapilip degisik isimler aliyor. Avusturya mutfaginda önemli yeri olan "Topfen"in üretilisine cok benzer bir üretim seklinin Türk mutfaginda "süzme yogurt" olarak karsimiza ciktigi söyleniyor. Dolayisiyla quark, üretim mantigi acisindan süzme yogurda cok yakin, fakat evde lor gibi de üretilebilen bir süt ürünü. Acikcasi ben tadini cocuklugumdan bildigim gercek süzme yogurtlara pek benzetemiyorum. Evet ikisi de eksi. Ama quarkin ekşisi ekşilikten cok buruklugu animsatan bir ekşi :)  Süzme yogurdu tek basina kasik kasik yiyebilirim, quarki yiyemem. Ama icine bal, pekmez, ceviz, kuru ya da yas meyveler katilarak hizli, hafif ve lezzetli tatlilar yapilabilen,  bolca protein ve kalsiyum iceren, ayrica kaymak katilmamissa yag orani düsük saglikli ve iyi bir seydir :)

Keciboynuzuna gelince... Kafein icermeyisi, kendinden hafifce tatli olusu, tadinin kakaoya yakinligi ve icerdigi degerli mineraller sebebiyle keciboynuzu unu kakaoya alternatif olarak kullaniliyor. Ben de sincap henüz kücükken sütüne katardim. Simdilerde ise kurabiye ve keklerde kullandigim oluyor. Uzun zamandir keciboynuzu ( yerel adiyla harnup ya da harup) unuyla bir dondurma fikri döndürüp duruyordum aklimda. Üstelik sansliyiz; ikliminde, dogal sartlarda yetismis gercek haruplardan, geleneksel yöntemlerle üretilmis harup unumuz var evde :) Quarkla ikisinin birbirine cok yakisacagini düsünerek böyle bir dondurma hazirlamaya karar verdim dün.

Aklimda belli bir tarif sekillenmisti aslinda ama internetteki quarkli dondurma tariflerine de baktim. Benim düsündügümle örtüstüklerini görünce ufak tefek degisikliklerle harnuplu bir versiyonunu uyarladim. Ortaya söyle bir tarif cikti:

 Quark ve keciboynuzu (harnup) dondurmasi:
500 gr quark (magerquark - yagsiz quark)
200 ml krema
4-5 kasik harnup unu
3 yemek kasigi harnup (keciboynuzu) pekmezi
3 yemek kasigi ham seker

Pinar'larin harnup unu geleneksel yöntemlerle üretildigi ve endüstriyel üretilmis olanlara göre biraz daha iri taneli oldugu icin, yumusasin diye kremanin icine katip yarim saat bekleyerek basladim ise. Fakat gercekten gerekli miydi bu adim, cok da emin degilim. Ardindan quark ve pekmezi ekledim. Tamamen pekmezle yapmak niyetindeydim fakat quarkin eksimsi buruk tadini bastiracak kadar pekmez eklersem, tüm karisimin oldukca sivilasacagini farkederek yari yolda sekere döndüm, biraz da ham seker ekledim. Sonra iyice karisirip homojen bir karisima dönüstürdüm hepsini. Son lezzet kontrolünden sonra buzluga yerlestirdim. Baslarda saat basi, sonlara dogru yarim saatte bir karistirarak dondurdum. Quarkin kivamindan dolayi, bir de arada yaptigimiz 1,5 saatlik kücük kacamak sebebiyle bir süre karistirmayinca, bir ara oldukca sert ve dagilan bir  sekil aldi. Maras dondurmacilari gibi epey kol kuvveti gerektiren bir calismadan sonra dogru kivami tuturmayi basardim tekrar :)

Sonuc?
Nefis :)
Ayrica bir kivam arttiriciya gerek olmamasi...
Icindeki tüm malzemelerin olabildigince dogal ve saglikli olmasi...
ic rahatlatici.

Sincap quarkin tadina veya dondurmanin icindeki harnup taneciklerine  kesin bir kulp takar diye düsünmüstüm, öyle olmadi. Bizimki yalana yalana bir kase dondurmayi yedi :)

Böyle dondurmalarin varligini kesfettikce, neden hazir dondurma endüstrisi diye bir seyin var oldugunu anlamak daha da güclesiyor :))

Tesadüfün bu kadari!

Ha ha ha hay! :))

Bir sey gördüm, aklima geldikce hala gülüyorum.  Okuyunca sanirim sen de cok egleneceksin! :)
Dün burada tatildi. Sincabi biraz hava alsin ve bisiklet calissin diye sahaya götürdük. Haseki küpeleri ne alemde diye baktim. Büyük cogunlugu cicekten tohuma gecmisler. "Bunlar hic benim pencere kenarinda saksida yetistirdigim gibi degil. O sehirli hanim evladi, bunlarsa gürbüz köy cocugu. Oysa ki belki ikisi de ayni tohumdan" diye düsünürkeeeen, haseki küpelerinden birinin tam yaninda büyüyüp giden ve hatta neredeyse cicek acmak üzere olan bir Lathyrus gördüm!

Yok artik! Sen (ben yani) gecen yazin sonlarina dogru bir süre cebinde hem haseki küpesi , hem Lathyrus tohumu tasi, bu arada bu sahayi bol bol ziyaret et, gerilla bahcivanligini da teorisinden bil ve sev, sonra ikisini kardes kardes yanyana büyürken kesfet. Tesadüfün bu kadari da cok yani!

Imzami atsam bu kadar olurdu.
Sanirim bu iste benim gercekten bir parmagim var. Yesil olandan...

Gerilla bahcivan ve unutkan bahcivan bir araya gelince ortaya söyle bir sey cikiyor :
Ek, unut, kesfet!

Dipnot: Ögleden sonra bir firsat bulabilirsem dün kesfettigim bi seyi daha anlatacagim. Mümkünse buralarda ol :)

Çarşamba, Haziran 06, 2012

Benim ek(me)digim haseki küpeleri, maka çeksın sedesi, yalnizlastiran kalabaliklar ve bilumum diger seyler

Aklima ne eserse ondan bahseden, lafin lafi actigi bir yazi yazmak istiyorum yine. Eskiden, Malta günlerinde böyle yazilari cok yazardim. Sonra yazilari daha iyi kategorize etmek kaygisiyla :) pek yazmaz oldum. Fakat bugün iste öyle bir gün. Yazacagim. Eger eski okuyuculardansan, simdi, tam su anda ne yapman gerektigini biliyorsun. Gidip bir cay, kahve, mesrubat, meyve suyu, dondurma ya da frigo alma zamani :) Acele etme, ben beklerim, zamanim cok :)

...

Bu aralar buralarda yaza gectik denebilir. Bahcelerin ve doganin dokusu Nisan'dan bu yana sürekli degisiyor. Ilgiyle izliyorum ben de. Daha bir ay önce nehir kenari öbek öbek karahindibalarla kapliydi. Oysa gecen haftasonu ayni yoldan yürürken cevrenin Anthyllis vulneraria (Wundklee/Kidneyvetch/Coban gülü) ile kapli oldugunu gördüm saskinlikla. Karahindibalardan eser yoktu. Aralarindan cikan ve henüz tam ne oldugunu cözemedigim bir bitki (Salvia pratensis / cayir adacayi oldugunu saniyorum) mor cicekleriyle tabloyu tamamlayiveriyordu.

Bu bahar nehir boyunda yaptigim yürüslerde bol miktarda tohum "serptim" :) Bazilari üstelik gercekten ekmelik degil, serpmelik tohumlardi. Kelebek ve arilari kendilerine cekip besleyecek, biyolojik cesitliligi destekleyen tohumlar. Fakat su ana kadar gerilla bahcivanligimdan aldigim bir sonuc yok diyebilirim. Benim tohumlardan cikmis olanini görmedim. Cok önemli degil gerci. Ektiklerimin her zaman bu iklime ve bu topraga ait olmadiklarinin farkindaydim. Ayrica bazilarinin cevredeki kurda kusa yem oldugunu saniyorum ki, eh, cevredeki canlilari beslemek de az erdemli is degil :)

Bir arkadasim gerilla bahcivanlikta cimlenme oranini arttirabilmek icin tohum toplarinin kullanildigindan bahsetmisti. Bu fikir -henüz uygulamaya gecmemis olsam da- hosuma gidiyor. Hatta gecen gün baska bir sey ararken Alman Greenpeace'in online dükkaninda bu amacla hazir tohum toplari satildigini gördüm. Ben herhalde evde yapmayi tercih ederim. Fakat yine de bahsedeyim dedim.

Gerilla bahcivanlikta dikkat edilmesi gereken önemli bir sey var. Ben hatami yaptiktan sonra farkettim. Cocuklarin cok oynadiklari yerlere zehirli bitkiler ekilmemeli. Sincapla gittigimiz parklardan birine o günlerde cebimde tohumlari olan bir tür Lathyrus ekmistim. Sonradan aklima geldi zehirli oldugu. Elbette cocuklar parkta her gördügünü agzina götürmüyor. En kücüklerin ise anne-babalari var baslarinda. Yine de rahatsiz edici bir duygu. Devaminda kontrolümüzün disinda olan yerlere bir tohumu ekiyorsak, bu tür seylere dikkat etmeli.

Bu arada ilginc bir sey yasadim gecenlerde. Sincaba bisiklet sürmeyi ögrettigim sahadan bahsetmistim. Bu "saha"  sehrin eski futbol stadyumunun tam karsisinda tahminen belediyeye ait bos bir arazidir. Belediye futbol karsilasmalarina gelenler icin bir tür park yeri olarak bos birakmis orayi. Fakat öyle asfalt dökmece, park yerlerini özel sekillerde ayirmaca, kapiya giris-cikisi kontrol eden müdür kilikli bir amca yerlestirmece ve hatta bilet kesmece gibi yurdum insanina özgü islere girismemis. "Buyrun size tassiz, camursuz, dümdüz bir saha; bildiginiz gibi organize olun" demis araba sahiplerine. Futbol karsilasmalarinin olmadigi günler zaten bostur. Simdi sehrimizin futbol takimi lig atladi ve bunun serefine sehrin uzak bir yerine ultra-modern bir stadyum yapildi ya, haftasonlari bile bos saha. Köpegini egitmek, cocugunu oynatmak, bisiklet calistirmak, hobisi oldugu üzere model ucak ya da ucurtma ucurmak, kendince spor yapmak isteyenlere kaldi saha. Biz de bazen haftasonlari gideriz. Sincap hoplar ziplar, babasiyla saklambac oynar, ben piknik örtüsüne uzanip bulutlari seyrederim, hafif bir piknik  yapariz. Ortadaki bos alanda sadece civanpercemi, sinirotu, karahindiba gibi öncüler yetisir. Sınır olsun diye cevresine dikilen cali ve agaclari epey uzun zamandir bir ders gibi calistim, sayayim efendim: Iki ayri tür akcaagac, mese, ihlamur, yabani gül, kusburnu, akdiken, kizilcik (tahminime göre iki ayri cins hem de), yabani kizilcik, cakal erigi, hicbir bakim olmadan harika elmalar veren bir elma agaci, sögüt, kavak (asirlik bir anit agac). Daha bir kac tane daha var, unutmusum ne olduklarini... Agaclarin altina dogru baska hicbir yerde görmedigim ve nereden geldiklerini bilmedigim ilginc sukkulentler yetisir. Iste böyledir bizim sahamiz.

Fakat konuyu cok dagittim, orada gördügüm ilginc seyden bahsedecektim. Bu ay sincaba bisiklet calistirirken  sahanin belli bir kösesinde haseki küpeleri gördüm. Yanyana üc ayri renkte... Sasirdim. Cünkü haseki küpeleri ya bahcelerde olur, bahcivan ekmistir; ya da bahce duvarlariyla kaldirim arasinda kendiliginden biter,  bahceden tohumu sicramistir. Böyle nispeten sahipsiz, bakimsiz, yari dogal bir alanda bence durup dururken haseki küpesi yetismez. Önce "aa, bak birisi gelip buraya tohumlarini sacmis demek, ne hos" dedim. Demek benim gibi bir haseki-küpesi-sever sahayi ziyaret etmis...

Sincabin bisikletinin arkasinda kostururken aklim bana bir oyun oynamaya basladi yalniz. Bu ciceklerin renkleri... Ayni benim gecen yil  orda burda görüp tohumlarini topladigim ciceklerin renkleri... Iki ayri ton mor ve bir pembe. Gecen yil epey bir süre o tohumlar cebimde gezdi durdu. Ve gecen yaz kimbilir kac kez buraya gelip oynadik sincapla. Ve ben de "hadi, birazcik gerilla bahcivanciligi oynayayim" demeden önce bile bazen cebimde benimle dolasan tohumlari saga sola serperdim. Simdi ben bu tohumlari gecen yil bu sahanin bu kösesine serpmis, sonra da unutmus olabilir miyim? Olabilirim gibi geldi bana.

Cok komik bir durum, kabul ediyorum.  Sahanin o kösesinde durup haseki küpelerine bakiyorum. "Benim-ektigim-ama-baskasinin-ektigini-sandigim-cicekler" cercevesine yerlestiriyorum onlari, hosuma gidiyor :) "Baskasinin-ektigi-ama-ben-ektim-sandigim,-sahiplendigim-cicekler" cercevesine yerlestiriyorum. E, bu da hosuma gidiyor :) Böyle mülkiyetin bulaniklastigi, senle benin eylemlerinin birbirine girdigi, olabilirle olmusun birbirine esit durdugu tuhaf bir durum. Karnimda tuhaf bir hafiflik, yüzümde bir gülümsemeye yol aciyor, benim ekip de benim ekmedigim haseki küpeleri :)  Emin oldugum tek bir sey var: Kim ekmis olursa olsun, bu yil, bu üc arkadasin tohumlarindan birazini toplayip saklayacagim :)

Biz iste böyle artik kullanilmayan bir stadyumun eski park yeri olan sahamizda oyalanaduralim; dünya baska türlü dönüyor. Sen de farkinda misin, bilmem; Ukrayna ve Polonya'nin ev sahipligi yaptigi Avrupa Futbol Sampiyonasi yaklasiyor. "Haberleri bile takip etmezken nereden haberin oluyor bakiim bunlardan?" diyeceksin simdi. Etrafima bakiyorum. Iki ay önce Endonezya'ya giden bir arkadasim dayisinin özel siparisi olarak Alman milli takiminin resmi tisörtünden alip götürdü. Bana kalirsa polyesterden, uyduruk bir tisörte 70 Euro civari para verdi. Gecen aydan beri okul yolundaki gazete bayiinin önünde büyük hareket var. Cocuklar öbek öbek toplasip heyecanla bir seylere bakiyorlar. Dikkatle izleyince farkettim. Sayfalarinda sampiyonaya katilan takimlarin  bulundugu kücük defterlere heyecanla gazeteciden aldiklari futbolcu kartlarini yapistiriyorlar. Arada cift cikan olursa birbirleriyle degistiriyorlar. Bildigin kart biriktirmece-diger cocuklarla degistirmece oyunu. Fakat gazetecinin önündeki cöpün bu kartlarin dis jelatinleriyle dolup  tasmasindan anladigim kadariyla bugünlerde epey cocuk harcligi bu kartlara harcaniyor ve  gazeteci teyze  bu "kücük oyun" dan epey para kazaniyor.

"Bu kücük oyun" herkesin agzini sulandiran bir is haline gelmis tabii ki coktan. Bu islere en uzak durmasi gereken alternatif yasamin kalelerinden, Alman "Reformhaus"larindan birinden bir mektup aldim iki gün önce.  Sampiyonanin serefine bu ay magazalarindan bir kerede 11 ürün birden satin alirsam yüzde 11 indirim yapacaklarmis :) Üsenmesem "kendinizden utanmalisiniz!" diye bir mektup yazacaktim. Fakat kendime göre isim gücüm var.

Futbolla bir derdim yok. Cocukken mahalle arasinda kurdugumuz kizlar takiminda ben kaleci olurdum. Fakat sanat ve spor gibi insanin yüregini pir pir ucuran seylerin bu kadar ucuz ( ya da bu kadar pahali) ticaret malzemesi yapilmasina kiziyorum. Bu tür organizasyonlari düzenleyebilmekle baslari göge erdi zannedenlerin kücük ülke psikolojisine kiziyorum. Al Azerbaycan Erovizyon'unu, vur Ukrayna-Polonya Futbol Sampiyonasina... Oyalansin diye agizlarina bir parmak bal calinmis cocuklar gibiler.

Gazetecinin önündeki cocuklara gelince, onlar zamanlarini kendileri futbol oynayarak, ya da baska türlü bir spor yaparak gecirmeliydi bence. Ya da etraftaki agaclarin yapraklarini incelemeliydi, ya da nehir kenarinda böcek avlamaliydi. Ya da cok ciddiyim, eve gidip "Tom Sawyer'in Maceralari"ni falan okumali ya da pul koleksiyonu yapmaliydi. Evet, kulagina cok sıkıcı geliyor olabilirim. Fakat bence hakliyim. Bu konuyla ilgili derdimi daha nasil anlatabilirim diye düsünüyordum daha gecenlerde. Gözüm sincabin tisörtüne takildi. Gecen yil indirimde bulmustum, hem de organik pamukludan mi yapilmisti, öyle bir sey. Pek düsünmeden almistim. Ilk kez bu yil giymeye basladi. Su asagidaki fotografta anaokulunun bahcesindeki kum havuzundan toplayip getirdigim icin toz toprak icinde olan sincabin üzerinde görülüyor. Edecegim bir araba dolusu lafin özetidir:

"Soccer is simple, but it is difficult to play it simple"

Sincabin simdilik olan bitenden haberi yok tabii ki. Gazetecinin önündeki öbek öbek cocuklardan birseylerin döndügünün farkinda. Fakat bir sonraki futbol sampiyonasina dek gözünün acilmayacagini saniyorum. O zaman isim zor. Cünkü kendileri kücük, etkileri büyük rakiplerim var benim: Arkadas cevresi.

Simdiden nasil da etkiliyorlar sincabi. Gecen gün yemek yerken dedi ki: "Anne bana ma-ka çek-sın se-desi al."

"Duydugumu sandigim seyi duyuyor olamam" diyerek tekrarlattim. Evet efendim,  " ma-ka çek-sın se-desi" istiyormus. "Hani su müzik olan"dan. "Sen nereden biliyorsun onu?" diye sordum. Anaokulunda bir arkadasinin varmis ve o söylemis. Ki bu arkadas sincabin diline "cool" sözcügünü de sokan arkadastir. Beni de yolda yürürken "Aaa! Su mese agacina bi bak! Ne kadar cool! Böylesini hic görmemistim!" diye  konusmak zorunda birakan arkadastir :) Neyse efendim, kirar miyim hic cocugumu? Aldim getirdim Youtube'un basina. "Sana ben" dedim "önce su Michael Jackson'in dedesini bir tanistirayim". Actim, dinledi. "Sonra" dedim, "bir de diger dedesiyle tanis Michael Jackson'un". Tam kapatiyorduk, aklima geldi. "Dur yahu, bir de amcasiyla tanis Michael Jackson'un" dedim. Edindigim izlenime göre en cok amcasini sevdi. Daha ne amcalari var bu Michael Jackson'un, sen dur hele canim oglumcum.

Derdim Michael Jackson da degil, bak acik söyleyeyim. Derdim "o-yapiyor-öyleyse-ben-de yapayim, o-seviyor-öyleyse-ben-de-seveyim, o-aliyor-öyleyse-ben-de-alayim" psikolojisidir. En cok bundan korumak isterim cocugumu. Kendi yapacagini, kendi sevecegini, kendi alacagini kendi secsin isterim. Kendi yasamina, kendi kararlarina egemen olsun isterim. Anladin, degil mi :) Ama yorumlarda bu kismi bir es gecelim, gözünü seveyim :)

Sana ben sincabin okulda kusluk vakti kahvaltisindaki takasindan da bahsetmemistim, degil mi? Arkadaslarindan biri organik kurabiyelerinden birine karsilik "Star Wars" kartlarindan birini vermeyi teklif etmis. Bizimki kurabiyeyi vermis mi vermemis mi bilmiyorum. Vermemis galiba, cebinde kartla falan gelmedigine göre. Böyle zamanlarda kendim gibi üc bes ana-baba bulup özel insiyatif anaokulu kurmadigima cok pisman oluyorum. Burada, büyük sehirlerde cok yaygin. Aileler isi olabildigince kendileri kotariyor, yemekleri kendileri pisiriyor, bahcede kendileri calisiyor, kalifiye olmayi gerektirmeyen isleri kendileri yapiyorlar anaokulunda. Bir kac da egitimli ögretmen buluyorlar kafalarina göre. Evet gercekten, anliyorum ben onlari. Onlardan hicbirinin cocugu 5 yasinda ve Star Wars karti sahibi olmazdi. Organik kurabiyeye karsilik, organik, fair-trade, %85 kakao oranli cikolata falan önerirdi olsa olsa. Himmm... :) (Not: Hayir, Star Wars'a da karsi degilim. Hatta severim. Serinin ilk filmini 6 yasimda bir acik hava sinemasinda seyretmistim. Hicbir sey anlamamistim. Fakat o yaz-aksami-serinliginde-hafifce-titreyerek-ve-cekirdek-yiyerek-film-izleme deneyimi var ya, dünyanin bütün Star Wars kartlarini getirsen, degismem.)

Bazen bana "basit yasamak zor degil mi?" diye soruyorlar. Cocuk yetistirme kisminda biraz zorlanmiyorum desem yalan söylemis olurum :)

Simdi bi kücük sey kaldi. Bunu ne araya sıkıstıracagımı bilemedigim icin böyle öksüz cocuk gibi baglamsiz bir paragraf olacak kendisi. Ormana gittigimizde farkettim. Kalabaliklar bizi cok yalnizlastiriyor,biliyor musun? Sokakta yanindan gectigim ama tanimadigim insanlara nadiren selam veriyorum. Bir merhaba demem icin her gün ayni saatte ayni kösede karsilasmamiz gerekli (örnegin gazeteci teyze, örnegin yürümeyi ögrenen o bebegin annesi, vb), yine de bir asinalik gerekli anlayacagin. Ormana gidince henüz girise yakin patikalarda insanlar birbirlerine kisaca bakip hafifce gülümsüyorlar. Daha orada bir seyler degismeye basliyor. Ne zamanki ormanin icine daliyoruz; dakikalarca kimseyle karsilasmadan yürdükten sonra karsidan birilerinin geldigini görüyoruz, durum degisiveriyor. Yanyana gecerken sanki kirk yildir taniyormus gibi samimiyetle selamliyoruz onlari. Ormanin issizliginda bir yabanci sehrin kalabaliginda bir yabancidan daha yakin bize. Kalabaliklar yalnizlastiriyor bizi.

Iste böyle...
Cayin bitti mi? Dur getireyim.
Dilim damagim kurudu, dönüste biraz da sen anlat, ben dinleyeyim :)

Salı, Haziran 05, 2012

Bisiklet

Pelin'le Edip'in maceralarini okuyor musun?
Istanbul'da yasiyorlar, haftasonlari firsat buldukca bisikletleriyle önceden belirledikleri rotalarda geziyorlar, görüp yasadiklarini -teknik detaylari dahil- Kirli Bisikletler'de anlatiyorlar. Bisikletler tabii ki yolda kirleniyor :)

Istanbul'da bisikletli olmak, Istanbul'a selenin üzerinden bakmak kolay degil tabii ki... Bence zor bir isi, nese ve motivasyonlarinden hic de ödün vermeden yapiyorlar. Bir kara listeleri var örnegin, kisacik. Ben olsam bisiklet yollarini ihmal eden belediyelerden baslayarak upuzun bir liste cikarirdim o bölümde :)

Kisisel girisimlerin; birken iki, ikiyken bes, besken yirmi olamanin gücüne ve önemine inaniyorum. Istanbul yollarinda bisikletlerini azimle kirleten tanidigim ve tanimadigim tüm Pelin ve Edip'lere de sevgi ve saygilar yolluyorum.

Simdi bunu söyleyince komik gelecek belki ama ben bisiklete binmeyi bilmiyorum :) Cocuklugumun hangi noktasinda bu konu kaynayip gitmis, farkinda degilim. Nitekim kardesim arkadaslarinin bisikletlerinde ögrenmis. Ben o arada ne yapiyordum, bilmem :)

Sincabin bisiklet ögrenmesi konusu gündeme gelince (yani destek tekerlekleri falan olmadan gercekten bisiklet sürebilmesi) beni bir dert aldi. Bu bisikletliler cumhuriyetinde cocuk olma anayasasinin birinci degilse ikinci maddesi bisiklet sürebilmek. Bilmedigim bir seyi nasil ögretebilirim, acaba bir kez düser bir tarafini yaralarsa korkar ve bir daha denemek istemez mi, dizlik mi alsam, dirseklik mi alsam? gibi abuk  sabuk düsüncelerle bu konuyu erteleyip durdum. Nihayet gectigimiz günlerde (tam olarak 18 Mayis günü) bizimki bisiklet sürmeyi ögrendi :) Korktugum gibi olmadi. Sadece iki gün ve toplamda üc saatlik calismayla durumu kavradi. Gerci hala ilk ivmeyi benim vermem gerekiyor ve hala düz bir cizgide ilerlemek yerine calistigimiz sahada serseri mayin gibi dönüp duruyor. Fakat önemli olan, anafikri kavradi ve cok mutlu :) Ömrü boyunca unutmayacagi cok hayati, cok önemli bir beceriyi kazandigi icin ben de mutluyum. Kendim bilmezken ögretebildigim icin de azicik gururlaniyorum galiba :) Kimbilir, belki de ben sadece yaninda kostum da, o kendisi ögrendi aslinda :)

Sanirim bu isi ihmal etmeyi bir yana birakip ben de ögrenecegim :)

Bahanen de yok bak artik!

Iki hafta kadar önce evde dondurma sezonunu da actik yeniden. Evde herkesin ortak begenisini kazanmis oldugundan acilisi kakaolu dondurmayla yaptim. Cok olgun muzlar vardi; muz dondurmasi da ekledim yanina.
Gecen haftasonu ise cilekli dondurma yaptim. Meyveli dondurmalarla ilgili bir sorunum var. Meyvedeki su orani sebebiyle, kivam arttiran diger malzemeleri dogru oranda katmazsak dondurmanin icinde buz kristalleri olusuyor sanirim. Bu da yerken dilde ve bogazda kendini hissettiren buzlu bir tada sebep oluyor. Simdi bunu nasil asacagim üzerinde calisiyorum. Cözersem haber veririm :)

Aslinda dondurma yapmanin anafikri cok basit. Gerekli olan tek sey, yaklasik muhallebi kivaminda bir karisim olusturmak; sonra da bunu basta bir saatlik araliklarla, sonlara dogru yarim saatlik araliklarla karistirarak buzlukta dondurmak. Ben dondurma makinesiyle yapilan bir cok tarifi bu yöntemle denedim ve ise yaradi. Dolayisiyla evde dondurma yapmak icin bence dondurma makinesine gerek yok. Buzluk yönteminde tek endisem durmadan acilip kapanan kapagi sebebiyle, buzdolabinin dondurma makinesinden daha cok enerji harciyor olmasi olasiligidir. Fakat bundan da emin degilim.

Foto : Panduf
kirmizi, kiskirtici ahududu dondurmasi buzluga girmeden önce... 
Ben dondurma yaparken guarn cekirdegi tozu kullaniyorum. Gecen yil verdigim tarfileri de hep onunla yapmistim. Guarn cekirdegi tozu -bildigim kadariyla- Türkiye'de bulunmuyor. Türk tariflerinde cogunlukla kullanilan kivam arttirici sahleptir. Fakat güzelim orkidelerin varligini korumak acisindan ondan da elimizi biraz ceksek iyi olur. Zaten artik orijinalini bulmak da öyle kolay degil. Ama dedigim gibi, dondurmanin ana fikri bana kalirsa muhallebi kivamli bir karisim olusturmaktir. Nitekim aklimda uzun zamandir olan seyi Panduf denedi ve gecen yil yazdigim ahududulu dondurmayi guarn cekirdegi tozu yerine pirinc unuyla yapti. Benim bir cay kasigi guarn cekirdegi kullandigim yerlerde, o bir tatli kasigi pirinc unu kullanmis. Sonuctan memnunmus, haberin olsun :)

Ayrica bazi meyvelerin zaten kendiliklerinden kivamli bir yapilari var. Onlara biraz da krema ekleyince bile güzel bir dondurmaya dönüsüyorlar. Muz, avokado ve bal kabagi benim kesfettiklerim...

Bir de Italyan dondurmalarinin klasik kivam arttiricisi yumurta sarisi vardir. Ben cig yumurta durumlarindan dolayi biraz uzak dururum ama sence sakincasi yoksa neden denemeyesin?

Dondurma ve benzeri tatlilarda kivam saglamak icin kullanilan bir diger ürün ise keciboynuzu cekirdegi tozu. Keciboynuzu Türkiye'de yetisen bir bitki olmasina ragmen hem meyvesinin unu, hem de cekirdeginin tozu az bilinip kullaniliyor. Ben Internet'e adini verince karsima Isvicre'den ithal ürünler geliyor örnegin. Sasirtici, degil mi? Bu bahaneyle adini analim, belki keciboynuzu ikliminde yasayanlardan bu ise girisenler de olur :)

Diyecegim o ki, kir su seytanin bacagini, yap su dondurmayi!
Internet dünyanin dört bir yaninda evde dondurma yapan ve tariflerini paylasan insanlarla dolu.
Katil onlara!
Satin aldiklarinla kendi yaptigin dondurmanin iceriklerini karsilastirdiginda sasirip kalacaksin.

Eger isine yararsa, benim deneyip yazdigim tüm dondurma tariflerine su linkten ulasabilirsin.

Pazartesi, Haziran 04, 2012

Haberler...

Gasilhane'nin bir önceki yaziya biraktigi yorumdaki son cümle bende yine bir "salatalik"lik hissi uyandirdi.
Ne zaman biri Türkiye'nin gündeminden bahsetse ayni hisse kapiliyorum.
Ne demek istedigimi anlaman icin sunu anlatmam gerek:

Benim Istanbul'da yasayan bir kuzenim var. Bana belli araliklarla gittigi yerlerden, katildigi etkinliklerden, cesitli organizasyonlardan bahseder. Hatta fotograflarini da ilistirir, havayi koklayabileyim diye. Gecenlerde degerli bir sanatcinin cenazesine katilmis. Bana cenazedeki sanatcilarin alcakgönüllü zerafetinden ve bunun Türkiye'nin su anki gündemi düsünüldügünde nasil da anlamli oldugundan bahsetti. Ne degerli sanatcinin vefatindan, ne de Türkiye'nin su anki gündeminden haberim vardi. Ne demek istedigini tahmin eder gibi olduysam da, tam anlamadim. Ve bunu aynen yazdim ona. "Kendimi tam bir salatalik gibi hissediyorum" diye de ekledim. O da sagolsun, incelikle teselli etti beni; "Salatalik, ama hormonsuzundan" dedi yanit olarak :D

Ben tam ne zaman böyle oldum, bilmiyorum. Almanya'ya ilk geldigimizde isimiz basimizdan askin oldugundan televizyon almamistik. Bir zaman sonra bir televizyonumuz oldugunda da Almanca'yi iyi ögrenebileyim diye Türkce uydu kanallarindan edinmemistik. Sanirim Türk televizyonlarinda haber seyretmemeye o zaman basladim. Nasil büyük bir temizlikti, henüz "sade yasam"la bile tanismamisken nasil bir sadelesmeydi, anlatamam. Alman ana haber bülteni 15 dakika sürer. Tam 15 dakika. Aksam saat 8'de baslar. 8'i ceyrek gece aksam filmi baslamadan az önce de bitmis olur. Öyle her kanalin kendi haber programi, kendi haber duayeni yoktur. Kanallarin cogu ARD'nin (yani 1. kanalin) haber programini naklen yayinlar. Haber saatinde kanal degistirdikce bir kac saniye arayla ayni haberi izler insan. Haberi sunan spiker sopa yutmus gibi dimdik oturur ya da ayakta durur. Kamera onlara hep karsidan bakar. Türk haber sunucularinin bir kolunu genis genis uzattigi, digerini dirsekten büküp masaya dayadigi ve kameraya bir öyle bir böyle yan bakar pozisyonda oturdugu klasik bir "cok önemli haberleri konuya cok vakif ve cok rahat sekilde sunma" hali vardir ya (ne dedigim anlasilmiyorsa, bu durusun en basarili örneklerini veren CNN'li Becky Anderson'a bi bak derim), yok, Alman ana haber bültenlerinde göremezsin onu. Haberlerden önce  "Az sonra! Az sonra!" teraneleriyle haber cigirtkanligi yapmaca yoktur, havali ve aksiyon dolu kamera hareketleri yoktur, ekranin saginda solunda "Flash! Flash! yanip sönen duyurular yoktur. Yani düsünsene "teknik bir aksakligin yaratacagi sorunlara meydan vermemek icin" röportajlari bile haberler baslamadan az önce yaparlar. Haber sirasinda yeri gelince banttan yayinlarlar. Ortalama bir Türk izleyici icin 70'li yillardan necefli bir masrapadan daha sıkıcı olabilecek bir sey varsa, o da Alman ana haber bültenidir. Fakat bana iyi gelir. Ilk geldigimiz yillarda gece haberlerini Alman haberciliginin duayenlerinden Uli Wickert sunardi ve nelerden bahsetmis olursa olsun, programi  hep adeti oldugu üzere  "Eine geruhsame Nacht" (huzur dolu bir gece) dileyerek bitirirdi. Öyle bir "geruhsame" deyisti ki o, onu duymak bile huzur verirdi :) Dinlemek istersen bak burada. Bu haber programi Uli Wickert'in emekliye ayrilmadan önce sundugu son gece haberleri oldugu icin gözlerde hafif nem ve sonunda böyle biraz attraksiyon var, yoksa o da olmazdi :)

Fakat öyle bir zaman geldi ki, ben Alman ana haber bültenini de seyretmez oldum. Sanirim Uli Wickert gidince her sey daha da sıkıcılaşmıştı ve bu arada sincap dogmustu. 24 saat tam vardiyayla calistigim icin televizyona hemen hemen hic zaman kalmiyordu. Buldugum kisitli zamanlarda internetten sivrisineklerden korunmanin dogal yollari, paracetamolsüz ates tedavisi, arap sabunuyla kastilya sabunun farki gibi önemli konulari arastiriyordum. Kendimce dünyayi kurtariyordum. Gündemi takip etmeye zamanim yoktu. Internetteki Türk gazeteleri ayri bir alem(di). Insan neredeyse kamu önünde (bir internet cafede ya da kütüphanede) Türkce internet gazetesini acmaya utanacak. Almanca ve Ingilizce gazeteleri internetten olsun düzenli takip etmemekse benim eksikligim ve salatalikligimdandir. Ona bir bahane bulamiyorum.

Iste simdi öyle bir dönemdeyim ki, ne TV'da ne internette, ne gazete ne haber programi, hicbir sey izlemiyorum.  Gecenlerde Alman Cumhurbaskani degismis örnegin. Haberim vardi o pozisyon cevresinde bir takim fokurdamalar oldugundan fakat secim yapildigini atlamisim. Yeni cumhurbaskani secildikten 10-15 gün sonra haberim oldu.

Tesellim Walden'dadir. Thoreau "Yasadigim Yer ve Yasama Nedenim" adli bölümde bir paragrafin basinda  "Kendi adima posta hizmetleri olmadan da yasarim" der ve bu güzeller güzeli paragrafi (kendin okumanin tadini cikar diye alintilamiyorum) "Bir filozof icin haber denen her sey, dedikodudur" diye bitirir. Hele izleyen sayfada bir cümle var ki, Türk habercilerine ayni sözlerle seslenmeden duramiyor insan: "Aganta! Abosa! Neden öylesine hizli görünüp, ölü gibi yavassiniz?"

Diyecegim o ki, isi benim kadar abartmana gerek yok. Fakat haftada bir gün olsun haber saati geldiginde televizyonu kapat, sanal ya da gercek bir gazete okuma. Sosyal mecrada linki verilmis haberleri tiklama, görmezden gel. Gündem üzerine yorum yapanlari hele hic dinleme, tika kulagini. Haftada bir olmazsa, onbes günde bir, onu da yapamazsan ayda bir... Dene bak. Hicbir sey kacirmamis oldugunu göreceksin. Buna karsilik temizlendigini ve alginin keskinlestigini...

Önemli seyler kulagimiza zaten kendiliginden gelir. Gercek haber oluslari da buradan bellidir  zaten. 11 Eylül olaylarini nasil duydugum aklima geliyor da... Ögleye dek süren sacma sapan, bitmez tükenmez "bla..bla..bla.."larla dolu bir toplantidan cikmistim. Kendi odama dogru yürürken koridorda ayak seslerimi duyan müdürüm (o elbette akillilik edip toplantiya katilmamis, beni göndermisti :) ) "Evren, kos, kos, büyük olaylar var" demisti. Ilk kez onun bilgisayarinin ekraninda ikiz kulelerden birine saplanan o ucagin fotografini görmüstüm. Sanirim gercek bir filozof bunu bile haberden saymazdi. Ayri bir tartisma konusu...

Neyse, dedigim gibi, büyük olaylar kacmaz, emin ol.
Hatta ayak seslerini duydu mu, kosa kosa o gelir sana.
Inanmazsan dene bak. 
En fazla salatalik gibi hissedersin kendini.
E, o zaman kulübe hosgeldin!

Cuma, Haziran 01, 2012

Öyle olmasi gerektigi icin

Scobel'in dün aksamki konusu "Einfaches Leben" (Basit Yasam) di. Aksamlari yemekten sonra uyuyana kadar sincaba araliksiz kitap okudugum icin programi bastan sonra izlemek sansim olmadi.Sadece kulak kabartabildim. Neyse ki Scobel programlarinin tamamini yayinin ardindan internet üzerinden paylasiyor da, bugün sakince ve dikkatle tekrar izleyebildim. Almanca bilen ve ilgilenenler icin yayinin tamami su linkte.

Programi izlemek bana bir kez daha basit yasamin (simple living) birbirinden ne kadar farkli cikis noktalari, motivasyonlari ve yorumlanis sekilleri oldugunu gösterdi.

Programin konuklarindan biri performans takintili calisma yasamina karsilik yasamdan zevk alarak calisma vb. konularda kitaplar yazan biriydi. Belki de onun etkisiyle, tam bilemiyorum, konusma cok fazlasiyla Genuss ve geniessen sözcükleri üzerinde döndü. Genuss "zevk" demek, geniessen "zevk almak , tat almak"... Kendi yolculugumda bu sözcügü ne kadar az kullandigimi farkettim sasirarak.Gecenlerde biri bana basit yasama ilk baslarken motivasyonumun ne oldugunu sormustu da, ona "motivasyon degil de, bir ihtiyac duyuyordum" diye yanit vermistim.  Yasamdan tat almak? Hayir, aklima gelmemisti.Yasamda bir tatsizlik oldugunun farkindaydim ama "kendime yasamdan daha cok tat almami saglayacak yeni bir yol cizmeliyim" dememistim dogrusu. Dogru, Thoreau cok alintilanan ve benim de cok sevdigim ünlü paragrafinda "...yaşamın tüm özünü emmek istiyordum" der. Fakat onun kastettigi de baska ve cok daha derin bir sey.

Bu sabah sincabi anaokuluna biraktiktan sonra, her zamanki gibi patikali yoldan yürüyerek alisverise gittim. Yolda acmis mürver cicekleri gördüm. Durup kokladim. Akcaagaclarin yeni yeni büyüyen kanatli tohumlarini, ihlamur agaclarini, dün yagan yagmurun altinda yikanmis, tertemiz büyüyen bir sürü seyi gördüm. Yolun pek cok kisminda kara tavuklar ve serceler sarkilariyla eslik etti bana. Marketin manav kismina taze gelmis sebzeler arasinda kendimi kaybettim. Yanimdan kohlrabilerin (alabas) yapraklarini koparip yumrulari sepetlerine atarak hizla gecip gidenler vardi. Ben hem yapraklari hem de yumrusuyla kullanabilecegim ideal bir kohlrabi secebilmek icin oracikta dikilip durdum :) Bütün bunlari yaparken icimdeki duygunun "himm, evet, yasam ne kadar da zevkli" disinda bir sey oldugunu düsünüyorum. Keza iki koca torbayi yüklenmis, ayni yoldan hoflaya puflaya geri dönerken de tat almiyordum, eminim :))

Öte yandan konusmanin bir diger cok kullanilmis sözcügü olan askese (çilecilik) ile de kendi deneyimim arasinda bir bag kuramiyorum. Sahip olduklarindan vazgecmek, teknolojiyi reddetmek ya da sevmemek, bedenini calistirmak, kalabaliklardan uzaklasmak, inzivaya cekilmek... Bunlar basit yasamaktan bahis acilinca baglanti kurulan ya da  cagrisim yapan kavramlar. Iyi de insan bir metropolde yasarken, bir plazada acik ofiste calisir ve 8-18 arasi bir masabasi isi yaparken de basit yasayamaz mi? Bence yasayabilir. Önemli olan o yasamin nasil sekillendirildigidir. Basit yasamak icin ille de kirsalda bir arazi edinip büyük sehirden göcmek ve modern yasamin tüm nimetlerinden vazgecmek gerekmiyor. Konuklardan biri "camasir makinemden vazgecmek istemiyorum" diyor. Dogru, istemiyorsa vazgecmesi gerekmiyor da zaten. Ben de vazgecmis degilim.

"Basit yasamin arkasinda bir illüzyon mu var?"
Tartisilan konulardan biri de buydu. Örnegin "Urban Gardening"'de (Sehir Bahcivanligi) bir saksi icinde iki üc marul yetistirmenin ve böylece kendini dogaya, dogayi da sehre yakinlastirmis hissetmenin bir yanilgi oldugunu savundu Scobel. Hakli oldugu yönler var. Disarida müthis bir kaynak tüketimi devam edip giderken , saksida yetisen üc marulla teselli bulmak yaniltici olacaktir. Fakat su da var. Insan dogasi geregi bir marulun nasil büyüdügünü izlemeye ihtiyac duyuyor. Ve bir marulun büyümesini izlerken büyüyor. Urban Gardening'in görünenden daha büyük etkileri var.   

" 'Hafta ici masabasi isinde deli gibi calisan, haftasonu kirsaldaki arazisine gidip biraz toprakla ilgilenen ve cok dogal, cok sade yasiyoruz, ne güzel , ne güzel' diyenlere karsilik bahce isleri ve tarim gelismemis ülkelerde bedeni tüketen, cok agir bir istir. Bunu da unutmamak gerek" denildi bir de. Basit yasamin romantiklestirilmesi riskinden bahsedilirken anildi bu örnek. Bazen kendi yazdiklarimdan benzer tatlar almanin mümkün oldugunu hissediyorum ben de. Bir marula uzun güzellemeler yazabilirim örnegin :) Fakat bir marul, bir maruldur. Karnimi doyurmam gerekiyorsa yer, gecerim. Bir marul tarlasinda saatler boyunca araliksiz calismanin romantik hicbir yani olamayacaginin da farkindayim. Fakat iste burada basladigimiz yere dönüzoruz yine. Dikilip yapraklariyla birlikte satin alip yiyebilecegim bir kohlrabi  secmeye calistigim yere. Marketin sebze reyonuna...

Iste o zaman neden basit yasamak istedigimi daha iyi anliyorum.
Yasamdan zevk almak icin degil,
Çileci oldugum icin degil,
Beni oyalasın ve kendimi iyi hissettirsin diye degil.
Romantik oldugum ve basit yasamakta bir romantizm gördügüm icin degil,
Toplumla basa cikamayip bireyselligin tadini cikarmak istedigim icin degil,
Kendi basina buyrukluktan haz alan egoist oldugum icin degil.

Sadece
Öyle olmasi gerektigi icin.

Simdi mutfakta biraz calismaliyim. Sebze reyonunda kendimi kaybettim derken abartmiyordum. Pancar, kohlrabi ve iki cesit turp aldim. Hepsini de yaprakli aldim. Gidip tek tek onlari ayiklayacagim. Ayiklarken de insan doğası, denge, uyum (harmoni) ve gönüllülük üzerine düsünecegim biraz. Bunlar bana basit yasamanin ve bu yazinin anahtar sözcükleri gibi geliyor.